Carmelita D'alora Ravenclaw 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 75 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez. Galleon : 11285 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 15/07/09
| Konu: Carmelita Çarş. 15 Tem. 2009, 20:17 | |
| Ad - Soyad: Carmelita D'alora İstenen Bina(lar): Ravenclaw İstenen Sınıf: 6. Sınıf Karakterin Genel Özellikleri: Ben bir iyilik meleği değilim. Annemle babamın hayata getirdiği güzel bir kız çocuğuyum sadece. Başka hiçbir özelliğim yok. Soğuk bir yapım var. Aile ortamından kaynaklanıyor sanırım. 7 yaşıma kadar aile benim için her şeydi ama şimdi ise kâbustan başka bir şey değil. Evlatlık alındığımdan bu yana beni mutlu edebilen tek kişi Isadora oldu. Bu yüzden kalbimde katılaştı ve içinde bir tek Isadora ve babam var. Ben aşkı, sevgiyi bilmeyen bir kızım. Sinirimi, sıkıntımı çığlık atarak belli ederim. Asi ve umursamaz bir yapıya sahibimdir. Kin tutan biri asla olmadım. Ben abisinin kafasında içki şişesi kırmak favorisi olan karamsar bir kızım. Hayatım Isadora olmuş durumda. Onunla yaşıyorum ve ona zarar verecek olursa benim gazabıma uğrayacaktır. Zamanı geldiğinde ise güzeller güzeli anneme ve babama kavuşacağımı umut ediyorum. Umutlu ve hayalperestim. Dans etmeye ve şarkı söylemeyi seviyorum. Çünkü onlar duygularımın su yüzüne çıkmasını sağlıyor. Ayrıca gözlerim boştur. Hiç kimse düşüncelerimi gözlerimden okuyamaz. Kısaca ben vurdumduymaz bir cadı değil. Bu hayat oyununda yaşayabilmek için siperlerimi hazırda tutan bir kızım.
Karakterin Geçmişi:
- Spoiler:
Geçmişime bağlı kalarak geleceğimi nasıl yaşayabilirim ki? Uyanıyorum ve bir düş daha eksilmiş kafamda. Bir şeyler daha kopup gitmiş hayatımdan. Benden uzaklara. Karanlığa gömülmüşüm. İşim bitti dediğim anda elimi tutmuş o. Kardeşim elimi sıkıca tutmuş ve beni yanına çekmiş. Karanlık lekelemiş beni. Yeni bir hayat yerine yeni bir eziyet başlamış. Hayata tutunmamın tek nedeni Isadora. Onunla yaşayacağım ve beni terk edenler gibi onu terk etmeyeceğim. Yeni doğan bir bebek annesinin parmağını nasıl tutuyorsa bende öyle tutunacağım bu hayata ama geride bıraktıklarımın acısıyla. Anne sevgisinden yoksun ve babanın terk edişiyle. Yeni ailede annenin pis içkilerine ve abinin sapıklıklarına rağmen seveceğim bu hayatı. Herkese inat kardeşimin yanında kalacağım ve onu koruyacağım. Ağustos’un sonlarına doğru minik bir bebek dünyaya gelir. Evet, o güzel bebek, herkesin dönüp tekrar baktığı çocuk benim. Bu kusursuz güzelliğimi annemden almışım besbelli. Annem bizi, yani ben ve babamı ben daha 1 yaşındayken terk ettiği için onu hatırlayamıyorum. Sadece arkasında bıraktığı resimleriyle tanıdım onu. O deniz gibi mavi gözleri, altın sarısı saçları, gerçekten büyüleyici bir kandınmış. ‘Annem’. Annem beni çok küçükken terk ettiği için annelik duygusu bende silik kalmış. Onu tanımıyorum ama ona bağlıyım. Yıllar geçiyor, ben büyüyorum ve babam her defasında anneme daha çok benzediğimi söylüyor. Gerçekten fotoğraflarıyla kendimi karşılaştırdığımda sanki aynadaki aksim annemmiş gibi bakıyorum kendime. Okşuyorum bebeksi yüzümü. Saçlarımı özenle tarıyorum. Anne sevgisi nedir bilmiyorum ama ona özlem duyuyorum. Benim biricik babam her anımda yanımda olmasını bilmiş, beni koruyup kollamıştı. Onu gerçekten çok seviyordum. Ama işler yolunda gitmiyordu. Babam hala anneme bağlıydı. Onu deliler gibi seviyordu. Onların aşkı bambaşkaydı. Alev alev yanan bir aşk… Hiçbir zaman körelmemişti bu aşk. Babam hala onun fotoğraflarına büyülenmiş bir şekilde bakıyordu. Sanki ona kavuşacağı zamanı bekliyordu. Fotoğraflarıyla konuşuyor, kavuşacakları günü anlatıyordu. Bu beni ürkütüyordu. Çünkü babam, benim koruyucu meleğim bana uzaklara, annesinin yanına gideceklerinden bahsetmiyordu. Yalnız mı gidecekti yoksa? Beni bir başıma bırakıp. Uzaklara… Çok uzaklara mı gidecekti? Korkunç son yaklaşıyordu sanırım. Annem neden gitmişti? Babama olan aşkını içine gömmüş gitmişti. Çünkü o özgür olmayı seviyordu. Benim gibi. Kafese tıkılmış bir kuş olmak istemiyordu. O hayatı doyasıya yaşamak, içmek, gezmek, hayatı hayat gibi yaşamak istiyordu. Kafesin içinde sorumluluklarına bağlı kalmak istemiyordu. Annem sorumluluk alamazdı ki o özgür bir kadındı. İşte bu yüzden pılını pırtısını toplamış, basıp gitmişti. Bir daha da ne aramış, ne sormuştu. Yıllar sanki peşinden kovalanıyormuş gibi gelip geçti ve ben 7 yaşıma geldim. Babam, bana bakıyordu artık büyülü gözlerle. Beni izliyordu sevgili eşi yerine. Benimle yaşıyordu son zamanlarını. Evet, babam gidiyordu. Eğer o gece seslere uyanmasaydım sabaha babamı evde bulamayacaktım. O olmayacaktı. Dolabını bomboş görecektim. O an daha yıkıcı, zedeleyici olacaktı. Ama babam gitmeden onu yakalamış, pantolonuna asılmıştım. Babam ise alnımdan öpüp gitmişti... Bitmişti. Babama kızamıyorum çünkü o doğru olanı yaptı. Gitti… Aşkının peşinden gitti. Her şeyi göze alarak gitti. Beni arkasında bırakarak gitti… Hala 7 yaşındayım ama şimdi aile ortamım değişti. Bambaşka insanların içinde yaşıyorum şimdi. Bu aile berbat. Sapık bir abiyi, alkolik bir anneyi içinde yaşatıyor bu ev. Tabii beni ve küçük dostum Isadora’yı da. O benim kardeşim. Öz olmasa da biricik kardeşim. Sıkıca tutunduğum tek dalım. Anne dediğimiz kadın her gece şişeleri devirdikten sonra bağıra bağıra konuşuyor, küfürler ediyor. Saygı, sevgi neredeydi? Neden burası aile gibi değildi. Abiden bahsetmek bile istemiyorum. O iğrenç bir sapık. Artık onlarla yaşamak zorundayım. Çünkü beni evlatlık edindiler. Bu evde baba diyecek insan da yok. Anne kavramı var ama baba yok. Baba gitmiş. İyi de yapmış. İpi kopuk bu ailede ne işi var ki? Gelelim o korkunç gecelere… Isadora'nın öz abisi. Buraya dikkat! Gerçekten, öz abisi Isadora’ya vurgun. Geceleri onun yanında yatıyor ve ona elliyor. Ona dokunuyor ve zedeliyor. Bu mide bulandırıcı ve zor bir durum ve ben her zaman kardeşimin yardımcısıyım. O bunu asla annesine yani annemize anlatmadı. Aramızda kaldı bu sır ve ölene kadar da koruyacağım. Kimse bunu bilmeyecek, benim küçük meleğimin incindiğini kimse bilmeyecek. O korkunç abi benim çığlıklarımda boğulup kaçmıştı odadan. O günden sonrada odaya girmeye cesaret edemedi ama Isadora’yı tek bulduğu her an ona yılışıyor ama ben buna izin vermiyorum. Ben Isadora’nın koruyucu meleği, Carmelita D'alora’yım. Ben bir cadıyım. Biz bir cadıyız. Isadora ile ben. O gizemli adam bizim hayatımızı kurtardı. Yani bir nevi. Yine tatillerde o iğrenç eve gitmek zorunda kalacağız ama en azından uzun bir süre onlardan uzak olacağız. Güzel olaylar bu başlangıçla hep devam etti. Ben Ravenclaw’ai Isadora ise Hufflepuff'a seçildi. Şu an ikimizde ait olduğumuz yerdeyiz ve büyüyoruz. O psikopat, sapık abiye gününü göstermeyi bekliyorum. İçimdeki aslanda büyüyor ve güçleniyor. “Bekle beni Tristan. Isadora’nın gözyaşlarının hesabını sana soracağım.” Sonrada o evden tüyeceğiz. Yeni bir yaşam başlayacak. İki güçlü kızın yaşamı… RP Örneği: - Spoiler:
Ailemi özledim. Gerçek ailemi... Bu yaşam tarzı bana göre değil ki. Ben buraya ait değilim. Hiçbir zamanda olmayacağım. Ait olduğum babamın ve annemin yanı. Babam gibi bende mi uzaklaşsam? Bir daha dönmemek üzere çekip gitsem ya da. Bıraksam her şeyi arkamda. Hiç olmamış, tanımamış gibi acısız ve kararlı ilerlesem, gitsem çok uzaklara. Kimse tutmasa beni, geriye bakmaya zorlamasa, görmesem bir daha meleğimi. Acı çeker miyim? Bende gökyüzü gibi ağlar mıyım? Bunun cevabını bilmiyorum. Eskiden olsa böyle düşündüğüm için kendime kızardım. Clara'sız bir hayat olmayacağını bilirdim ama şimdi ne oldu da biranda her şey bu kadar değişebildi? Bugünkü kavga bizi birbirimizden bu kadar uzağa mı fırlattı. Aramıza giren fırtına ikimizi de en uç noktalara mı savurdu. Bizi yıprattı ve öfkelendirdi. İçimizde sönük kalmış istekler alev aldı. Delice düşünseler su yüzüne çıktı. Şimdi tam zamanı. Böyle düşünüyorken yürüyüp gitmek. Onu bırakmak. Clara'yı bırakmak ve o güzel yüzünü bir daha görmemek. Babamın yaptığı gibi ani ve acılı bir terk ediş. Fark ettirmeden, sessizce. Acaba benimde bacağıma yapışan biri olur muydu? Gitme. Beni bırakma diye haykıran, gözleri ağlamaktan kızarmış, içinde o gittikten sonra kalacağı boşluğu, karanlığa gömülüp hayatının biteceğini düşünen biri olur muydu? Belki de olurdu ama kesin değil. Yağmurun ıslattığı toprakta yavaşça ilerliyordu. Yağmurun getirdiği ferahlık bir sis bulutu gibi üstüne çökmüştü. Kalbinde büyük bir boşluk vardı. Babasının terk edişiyle yıkılmıştı ama bıraktığı boşlukları Clara tek tek dikmişti. Şimdi o dikişler patlak vermiş, kanamaya başlamıştı. Orayı tekrar dikebilecek miydi? Tekrar acısını dindirebilecek miydi? Bu da kesin değildi. Şimdi bu iki genç kız ya birbirlerinden tamamen kopup ayrılacaklardı. Ya da her şeyi telafi edip birbirlerine tekrar bağlanacaklardı. Yağmurun ıslattığı bedeni sarsılıyordu. Buğday sarısı saçları sırıl sıklam olmuş, rengi koyulaşmıştı. Gökyüzünden inen yağmur damlaları yüzünü okşayarak iniyordu aşağıya. Bir süre dudağında asılı kaldıktan sonra süzülerek iniyor, toprağa çarpıp yok oluyordu. Etrafına bakmıyor, sadece yere, ayakkabılarıma bakıyordu. İleriyi görmek istemiyordu. Karşısında kimin durduğunu da bilmek istemiyordu. Aklında terk ediş fikri hala parlıyordu. Şu an en güzel ve ilginç yol buydu. Kaçmak... Peki neden? Neden kaçıyordum ben? Clara'dan mı? Benim bildiğim suçlular kaçardı. Boyunları bükülmüş, hayattan bezmiş ve haksız olanlar kaçardı. Kurtulmak için ama ben haksız değildim ve ya boynumu bükecek kadar küçülmüş de. Gitmeyecektim. Kaçmayacaktım.
Vakit gelmişti. Kafasını kaldırdı ve karşısında yere oturmuş, yağmurun verdiği keyifle gülümseyen genç bir kız duruyordu. Clara... Yağmura teslim olmuştu. Akıntıya bırakmıştı kendini. Biri onu tutmalı ve sarsmalıydı. Ne yapıyordu böyle? Bu kadar umursamaz, sorumsuz ne halt ediyordu. İşte koruyucu meleği ben. Kavganın başlayış sebebi de bu değil miydi? Şimdi burada bir karar alacaklardı. Bende umursamaz ve sorumsuz olabilirdim. Hatta bu benim karakterimde olan şeylerdi ama bunu Clara'ya asla yansıtmamıştım. Çünkü ben onun koruyucu meleğiydim. Melekler sorumsuz olamazlardı. Kahverengi gözlerimi, gözlerine diktim. Sonsuza kadar bu şekilde durabilirdim. Gözlerimi bir saniye bile kırpmadan ama o her zaman yaptığı gibi gözlerini benden kaçırıyordu. Bu davranışı her zaman beni yüceltirdi. Kanlı bir savaştan galip çıktığımı gösterirdi bana. Zafer duygusu bedenimi sarıp sarmaladı, sıkıca. Onun bedenime hissettirdiği duygular küstahlaşmama sebep oluyordu ama ona karşı değil. İnatla olduğum yere dizlerimi kırarak çömeldim ve bağdaş kurarak, yağmurun ıslattığı soğuk, titretici yere oturdum ve ona bakmaya devam ettim. Rahatsız olmuştu. Çünkü ben onun keyfini bozmuştum. Beni gördüğüne ilk defa sevinmemişti. İlk defa gülümsememişti. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Biraz sonra tuzlu bir gözyaşı oradan zorla çıkıp, soluk yanaklarıma düşecekti. Ağlamamalıydım. Bu zayıflık demekti. Ben ağlayamazdım. Yutkunmak bu kadar zor olmamıştı. Bir şey boğazıma takılmış, yutkundukça canımı yakar olmuştu. Buna dayanamayacaktım ve gözyaşlarımı serbest bıraktım. Hıçkırmıyordum, sessizce ağlıyordum. Sadece gözyaşlarım yuvalarından çıkıyordu. Bu kadar. Bunu yağmurda fark edemeyeceği düşündüm ama yanıldım. Çünkü sadece gözyaşlarımın aktığını sanmıştım fakat tuzlu gözyaşları gözlerimi yakmış ve kırmızılaştırmıştı. Gözlerim buğulanmış, cam gibi parlar olmuştu. Gözlerim anlamlı ve sert değil, boş ve çaresiz bakar olmuştu. Oradan kalkıp arkama bakmadan gitmek istedim. Koşmak. Nereye gittiğim önemli değildi. Bir yerlere kendimi kapatmak ve saklanmak istiyordum. Ayağa kalktım. "Beni artık istemiyorsun Clara. Annenmiş gibi öğütler vermek ve seni korumaktan sıkıldım artık. Senin tavırların canımı yakıyor. Buraya kadarmış. Ben gidiyorum kardeşim." Son sözlerim kalbime bıçak gibi saplanmıştı. Ateş bedenimi kavurmaya başlamıştı. Aptalca konuşmuştum ama olması gereken buydu. Biz büyümüştük ve artık birbirimize ihtiyacımız yoktu. Yani en azından Clara'nın. Ben hala 7 yaşında terk edilmiş bir kız çocuğu olarak kalmıştım. Benim tutunacak bir dala ihtiyacım vardı. Uçurumdan düştüğüm anda yakalayıp tutmuştum o dalı ama şimdi o dal kırıldı ve uçurumun o sonsuz karanlığına tekrar düşmeye başladım. Bu sefer tutunacak bir dal da kalmamıştı. Sırtımı Clara'ya çevirdim ve şiddetlenen yağmurun altında uzaklaştım. Şimdi gök gürlüyordu. Sesten irkilen bedenim sadece titriyordu. Ne çığlık atıyor ne de koşuyordum. Yavaş ve gözyaşlarımla gidiyordum. Uçurumun sonuna doğru...
| |
|
Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12110 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Carmelita Çarş. 15 Tem. 2009, 20:34 | |
| Rütbeniz veriliyor. İyi RP'ler. | |
|