Midesindeki sancı yüzünden neredeyse yarım saattir kızlar tuvaletindeydi Beata. Soğuk ellerini en az elleri kadar soğuk olan taş lavaboya dayadı. Zaten soluk olan teninin rengi iyice gitmişti. Yeniden hastalandığının belirtileri “Haydi revire!” der gibi ar arda sıralanıyordu. Önce dayanılmaz bir sancı saplanmıştı karnına ve ardından midesi bulanmaya başlamıştı. Yüzünü yıkamak için tuvalete geldiğinde ise teninin nasıl solduğunu görmüştü. Midesi hala bulanıyordu. Sanki içindekileri çıkarırsa rahatlayacak gibiydi ancak onların çıkmaya pek niyetleri yoktu. Beata’nın alışık olduğu şeylerdi bunlar. Raquel’in ilik tarlası olmaktan vazgeçtiğinden beri hastalanıyordu sık sık. Başlarda kız kardeşini ölüme terk ettiği için tanrının kendisini cezalandırdığını düşünmüştü. Lisa’yla yeni tanıştığı zamanlardaydı bu. Bunu ona söylediğinde gülümseyip böyle şeyler düşünmemesini söylemişti Lisa. O tanrıya inanmıyordu elbette. Daha doğrusu Beata’nın inandığı şekilde değildi. Büyücülerin inançları muggle inançları gibi değildi. Aslında muggle dinlerine inanan bazı büyücüler olduğunu söylemişti Lisa ancak Beata büyücü dünyasında geçirdiği 8 sene boyunca birine bile rastlamamıştı. Büyüyle tanıştığında Beata’nın da tanrıya olan inancı zayıflamıştı. Yine de hiçbir zaman tamamen yitirmemişti inancını. Eskiden hastalandığı zamanlarda ağlayıp tanrının onu affetmesini dilerdi. Gerçi bunu hala yaptığı oluyordu. Musluğu açıp lavabonun deliğine doğru boşalan suyun altına avucunu uzattı. Tekrar tekrar çarpmaya başladı suyu yüzüne. Revire gitmek istemiyordu. O yataklarda yatmak ona geçmişini hatırlatıyordu. Bu yüzden çok zorunda kalmadığı sürece kapısından bile geçmiyordu revirin. Hem zaten biraz hava alsa geçerdi mide bulantısı. Gölün havası iyi gelirdi ona hep. Üstelik herhangi bir dersi yoktu şuan. Gidip göl kenarında vakit geçirebilirdi yani. Gözlerini ovuşturup biraz daha iyi olduğuna karar verdiğinde –daha doğrusu kendini buna zorladığında- tuvaletten çıkıp okul bahçesinin yolunu tuttu. Bu son senesiydi ve hastalıkları yüzünden günler boyu revirde kalıp dersleri kaçıramazdı. Kendini toparlamalıydı.
Göl kenarı neredeyse boştu. Gelip geçen birkaç öğrenci vardı ancak görünürde oturan kimse yoktu. Beata şimdi tanıdık birilerinin olmasını isterdi aslında. Konuşurken kendini daha rahat hissediyordu çünkü. Özellikle sevdiği insanların yanında. Kayalıklardan birine oturdu. Dışarının bu kadar soğuk olduğunu düşünmemişti okuldan çıkarken. Özellikle kayalığa oturduğunda hafif bir titreme sardı bedenini. Yine de umursamadı birazdan soğuğa alıştığında geçerdi nasıl olsa. Gölün diğer ucunda ağır ağır batmakta olan güneşe baktı. Sanki şimdi yüzmeye başlasa bir saat sürmeden güneşin yanına varabilecekmiş gibiydi. Eğer tehlikeli olmasa hiç düşünmeden atardı da kendini gölün o durgun sularına. Hatta belki güzel bir ölüm biçimi bile olabilirdi. Eskiden o girdiği ameliyatlardan birinde masada kalacağını düşünürdü. Ölmeyi istemiyordu o zamanlar. Bu yüzden evden kaçmıştı. Aslında evden kaçtıktan sonra çok pişman olmuş ve ölmek istemişti. Fakat Raquel’e verdiği sözü asla unutmamıştı. Ne olursa olsun kendine iyi bakacaktı ve mutlu yaşayacaktı. Raquel’in asla sahip olamayacağı bir ömürdü yani bu. Beata şimdi mutluydu da. Aslında kim olduğunu öğrenmişti ve kendisi gibi olan insanlarla birlikteydi. Hatta bir ailesi bile vardı. Lisa gibi bir ablası ve Bilie gibi bir kardeşi vardı. Daha ne isteyebilirdi ki? Arkasında gelen sesle irkildi. Hemen kafasını çevirip bakışlarını gelen kişiye döndürdü. Bilie gelmiş yanı başında dikiliyordu öylece. Beata derin düşüncelere daldığından olsa gerek duyduğu sesten ötürü ürkmüştü. Bu yüzden başta korkuyla açılan gözleri Bilie’yi görünce daha sakin bir hal aldı. Bilie’de Beata’nın başta öyle bakmasından korkmuş olmalıydı, yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Gerçi bunun sebebi Beata’nın her zamankinden daha solgun görünüyor olması da olabilirdi. Solgun demek fazla kibar kalıyordu aslında, hortlak gibiydi. Tabi Bilie ona böyle demezdi o her zaman kibardı Beata’ya karşı. “Merhaba Bilie. Otursana.”