|
| Polyxera | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
P. Gillian Faythe Vasyl Gryffindor 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2 Kan statüsü : Melez Galleon : 11212 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 24/07/09
| Konu: Polyxera Cuma 24 Tem. 2009, 11:56 | |
| Ad - Soyad: Polyxera Gillian Faythe Vasyl İstenen Bina(lar): Ravenclaw olmuyormuş, mümkünse Gryffindor. İstenen Sınıf: Mümkünse 6 Karakterin Genel Özellikleri: Xera, hızlı düşünen ve çabuk hareket eden bir kızdır. Her zaman çok mükemmel bir dinleyicidir ve iyi öğütler verebilir. Aynı anda birkaç işi birden bitirebilir. Uyum sağlama yeteneği çok gelişmiştir. Her alanda kendine iyi bir yer edinebilir. İkizler burcunun beraberinde getirdiği birçok özelliği almıştır; değişkenlik, sıkılganlık, hareketlilik... İnatçı, başına buyruk ve dik kafalıdır. Çoğu zaman kendi bildiğini okur. Değişik karakterli olması ile tanınır. Bu yapısını her zaman görebilmek mümkündür. Bir bakarsın bugün çok mutlu ve sevecendir, bir bakarsın yarın aksi ve sorumsuz. İsteğine göre özelliklerini şekilden şekle sokabilir. Bu onun çok ilginç bir özelliğidir. Aynı zamanda bunu çok da eğlenceli bulmaktadır. Yine de en sevdiği kendi kişiliğidir ve asla ondan vazgeçemez. “Özür dilemek” onun açısından inanılmaz bir kelimedir ve bunun çok büyük etkisi vardır. Belki de bunda, kendisine yapılan en büyük zorlamalara ve çabalara rağmen çok küçük bir ihtimalle ağzından dökülebilecek iki kelime olmasıdır. Çok nadir olarak söyler ve söylediği kişiyi veya varlığı gerçekten çok seviyor olması gerekmektedir. Sadıktır, sevdikleri için her şeyi yapar. Asla kendini feda etmekten kaçınmaz. Nerede, ne yapması gerektiğini bilir. Sabit fikirli değildir. Yeniliğe açıktır. Bir iki fikir değişikliği uygulasa bile yine de kendi bildiğinden şaşmaz. Uğraşmayı sever. Sadece zaman sorunu vardır. Zekâsını daha çok sevdikleri, inançları ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanır. Kendisini de anlamak mümkün değildir. Biraz hareketli biraz da sevecen bir kişiliği vardır. Dostlarına da düşmanlarına da karşı son derece kibardır. Bu özelliği bazen insanları deli edebilir. Güç kullanarak saldırmaz. Kendine ait özel silahları vardır. Fazlasıyla umursamaz olabilir. Bu, Xera'nın pek sevilmeyen ama kendisinin bayıldığı bir özelliktir. Bazen de başına çok büyük dertler açabilir. İnsanlarla olan ilişkilerinin sonuçlanmasında her zaman en büyük etkiye sahip olan karşı taraftır. Xera da ona uyum sağlar. Kendisinde olmamasına rağmen karşı taraftaki kişi ile iyi anlaşabileceğini düşünüyor ve buna inanıyorsa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışır. Eğer kötü sonuçlanırsa ve bunun sorumlusu -her ne kadar nadir olsa dahi- kendisi olursa duygularına sırt çevirebilir ve bu tip durumlarda genellikle baskın gelen tarafı çok az ortaya çıkan kibri ve gururudur. İnanılmaz bir gurura ve kibre sahiptir. Genelde mantığıyla hareket etmesine rağmen bu durumda tüm her şeyi birden unutabilir. Hızlı ve çabuk öğrenir. Uzun-uzun ve isteksizce, sürekli dinlemek yerine, birkaç dakikalık genel bir özetle çok daha iyi öğrenebilir. İnsanları anlamakta da çok iyi olmasına rağmen bazen yanılgıya düşebilir. Kararsızlık en sevmediği özelliğidir. Bundan oldukça rahatsızdır ve en kısa zamanda kurtulmak istemektedir. Şu ana kadar bunu başaramamış olmasına rağmen hâlâ, yılmadan denemektedir. Gillan'ın hayatı 'bazen' ve 'belki'lerle doludur. Bu tarzı ona birçok konuda yardımcı olur. Konuşurken dinlenilmek ister, ne yazık ki bu o kadar da mümkün değildir çünkü belli bir olaydan konuşmaya başladığında onu susturmak mümkün değildir. Ne dediğini hiç düşünmeden konuşmaya başlar ve ağırlıklı olarak ilk beş dakikadan sonra çevresindekileri kısa bir şekerleme yapmaya sürükler. Biraz daha rahatsız edici özelliklerine gelecek olursak; fazlasıyla cesurdur. Sevimlidir, uyumludur ve sakindir ancak bir o kadar da saldırıya ve savunmaya hazır vahşi bir hayvan gibidir. Zekâsını en çok bu yönde kullanmaktan hoşlanır. Harekete geçmeden önce sadece birer dakikalık bir düşünme süreci yaşadığından düşünmeden konuşur ve hareket eder diyebiliriz. Cesaretinin de etken olduğu üç tane sloganı vardır: -En fazla ne olabilir ki? -Tetikte ol. -Her zaman bir yol vardır. Karakterin Geçmişi: Oluşturulmadı.
RP Örneği:
- Spoiler:
“Neredeyim?” Aklımı kurcalayan bu sorunun cevabını çok düşünmüş ama ne yazık ki hiçbir sonuca ulaşamamıştım. “Neredeyim?” diye yineledim sorumu. Bilmiyorum… Sadece bir yatakta yatıyordum. İpek gibi bir yatak, yumuşak bir örtü ve kendimi tutamasaydım bu ikisinin arasında tekrar uyuyakalacak olan ben vardım. Gözlerimi açmadan kendi kendimle konuşmak için yoğunlaştım. Kendime sorduğum ilk soru şuydu; ben kimim? Cevabını biliyordum. Adım Lisette. Dünya’da yaşıyorum, daha doğrusu yaşıyordum. Burası hiç de Dünya’ya benzemiyor. Belki de başka bir yerdeyim. Neyse… Soyadım… Burada tıkanıyorum. Aklımın bu kısmı tamamen boşalmış gibi. Bu kelimeyi düşündüğüm anda önüme bir engel çıkıyor. Ne kadar çabalarsam çabalayayım en ufak bir sıyrık bile açamadığım bir engel bu. Çok rahatsız edici... Geçmişimi hatırlamıyorum, geleceğimi bilmiyorum, şu anımı da anlamıyorum… Ama bildiğim ve beni rahatlatan çok önemli iki şeye sahip olduğumu hatırlıyorum. Kardeşlerim; Lynette ve Lysander. Peki ya ailemin geri kalanı? … Annem? Babam? Akrabalarım? ... Onlara ne oldu? Ne olduğunu geç, onlar kimler? Neden buradayım? Neden şimdi? Kardeşlerim neredeler? Ama kafamda yankılanan sesimi kesmem gerektiğini biliyorum sanırım. Neden burada olduğumu da bu buranın neresi olduğunu da bulmalıyım değil mi? Kendi kendimi, tuttuğum soru yağmurundan kurtararak yavaşça göz kapaklarımı araladım. Neden bilmiyorum odada ilk dikkatimi çeken şey odanın bir diğer ucunda, tam karşımda duran kuş oldu. Kanarya’ya benziyordu. Ama tam olarak da değil. Tüyleri daha parlak ve daha asil bir görünüşü var. Çok ilginç... Ama belki de değil… En azından buradaki insanlar için. Yine de kuşun görünüşü, benim kafamda daha çok, ender bulunan, nadir, çok asil ve önemli bir kuşmuş gibi canlanıyor. Belki de öyledir, belki de değildir. Yine kendime sorular sormaya başlamadan önce etrafı tanımalıyım. Çevremi daha rahat görebilmek için ellerimi yatağın iki yanına koyarak yattığım yerde doğrulmaya çabaladım. Ah! Sanırım fazla hızlı davranmıştım. Daha önceden fark etmediğim bir baş ağrısının beynime hücum ettiğini hissedebiliyordum. Refleks olarak bir elimi alnıma götürdüğümde neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Gördüklerimin tamamen bir hayalden ibaret olmasını umuyordum. Korka-korka elimi görebileceğim bir hizaya gelene kadar havaya doğru kaldırdım. Elim havadaydı ve normalinden farklı olarak tül gibi şeffaftı. İşin garip ve aynı zamanda korkutucu yanı aslında bana ait olan elin yatağın üzerinde kıpırdamadan uzanmakta olduğuydu. Korkuyla karışık bir dürtüyle yataktan fırladım. Yine hızlı davranmıştım. Dengemi kaybederek anında yere yığıldım. … Odanın duvarında asılı olan eski saate baktım. Ne kadar zamandır yerde yatıyordum? İlk uyandığımda saate bakmadığıma pişman olmuştum. Hava kararıyordu. Daha önceden güneşin ışıklarının tam yansımasını görememiştim. Ama hayal meyal odanın gayet aydınlık olduğunu hissediyordum. Evet, hatırlamıyor aksine hissediyordum. Neler yaşandığını bile hatırlamıyordum. Bunun yinelendiğini de hissederek anlamıştım. Gözlerimi kapadım ve neler olduğunu düşündüm. Başımda korkunç bir ağrı vardı. Tahminimce uyku sersemliğiyle kalkmış ve yere yığılmıştım. Şimdi de yerde yatıyordum. Aslında ben olması gereken kızın yatakta uzandığını görünce hafif bir şok yaşadım fakat bu şok ilki kadar etkili değildi. Aynı şeyin olacağını biliyordum. Peki, ama nasıl bilebilirdim. Bu da cevabını bilmediğim sorulardan biriydi. Şimdi uğraşırsam işin içinden çıkamayacağımı hissettim. Garip ama mantığıma, hislerimden daha az güveniyordum. Kardeşlerim; Lysander, Lynette... Sonra… Şimdi daha önemli işlerim vardı. Tam çevremi incelemeye başlamıştım ki dışarıdan gelen ayak seslerini işittim. Giderek yaklaşıyorlardı. İki veya üç belki daha da fazla… Emin değildim. Sessizce beklemeye başladım. Olabildiğince yavaş hareket ediyordum. Ne olduğunu bilmediğim bir varlığın bana doğru yaklaşmakta olduğunu bilmem çok rahatsız ediciydi. Belki de insan değildi, hayvan olabilirdi, ya da… Geri kalanını düşündükçe tüylerim diken-diken oluyordu. Bir yandan da kafamda gittikçe artan saçma sapan fikirlerden kurtulmaya çalışıyordum. Ayak sesleri iyice yaklaşmıştı. İki adamın konuştuğunu duyuyor fakat ne konuştuklarını çıkaramıyordum. Yaklaştıkça sesleri de netleşiyordu: İlk adam, “Bu… Ne yapabiliriz?” İkincisi, “Onları… Ama Neil… Bilemiyorum… Kral… Daha iyi olur?” İlki, “Önceliğimiz… Fakat… Ejderler… Hem Kraliçe Samantha… “ İkinci, “ Sera da… Ama Lion… Önceliğimiz… Sanmam… Rafine kontundan sonra…” Dediklerinden başka bir dünyada olduğumu anladım. Öncelikle bu insanları tanımıyordum ve belli ki burada yalnız değildim. Acaba bahsettikleri kardeşlerim olabilir miydiler? Umarım öyledir. Bizimle ne yapacaklarını bilmedikleri çok açık olmasına rağmen hâlâ derin-derin nefes alıyordum. Kendimi kontrol altına almazsam beni duyabilirlerdi. Bir anda aklıma gelen saçma düşünceyle gözlerimi kendime yönelttim. Yani yatakta yatan bana. Nasıl olabilir de hem orada hem de buradaydım. Acaba ölmüş olabilir miydim? Bu düşünce çok acı vericiydi. Yaşamak istiyor ve kardeşlerimi özlüyordum. Onlar iyiler miydi? Umarım… Tekrar adamların seslerini duydum gibime geldi. Yo, hayır… Sadece bir tanesi: “Her ne kadar Peter haklı olmasına rağmen bu durumun önce Lion’a bildirilmesi lazım… Ve tabii ki Samantha’ya. İş Kral Armos’un eline kalırsa çok büyük facialar ortaya çıkabilir. Serafine ve Samantha bu çocukları kurtarmak için doğu krallıklarının hepsini feda edebilirler. İşler karışmadan Samantha’ya gitsem iyi olur.” [color=gray]Bu ilk adamdı, hem bu sefer daha yakından geçmişti. Bunu sesinin netliğinden anlayabiliyordum. Ama bir önceki gelişlerinde de seslerini bu düzeye yakın olarak biraz daha kopuk duyabiliyordum. Demek ki bu duvarlar çok inceydi. Buradan çıkmak düşündüğüm kadar kolay olmayabilirdi. Ne var ki Neil adlı adama güvenmiştim. Bana yardım edebilirdi. Kraliçe Samantha diye birinin adını da çok söylemişti. Bir kraliçe. Açıkçası etkilenmiştim. Dünya gezegeninde de kraliyet ya da imparatorlukla yönetilen ülkeler vardı fakat böyle bariz derecede belli olan hiç görmemiştim; Doğu krallıkları, ejderler, kontlar… Şövalyelerin zamanından kalmış gibi sanki. Kendi gezegenimde ise sadece birkaç tane biliyordum ve onlar da Meşruti Krallıklardı; Belçika, Danimarka, İngiltere, İspanya, Japonya, Kanada, Fas, Hollanda… İlk defa giysilerime bakmayı akıl edebildim. Gayet normaldiler. Kot pantolon, spor ayakkabı, üzerimde de mavinin tonlarının oluşturduğu kısa kollu, yazlık bir tişört. Saçlarım da her zamanki gibiydi. Öyle eski çağlardan kalma prenseslerin kullandığı tepeden topuzlar, çiçeklerle bezeli taçlar, açık dalgalı uzun saçlar falan… Yine sıradan, atkuyruğu şeklinde bağlı düz kumral saçlarım vardı. Yeşil, pullu beyaz bir tokayla bağlıydılar. Ne olacaksa olsun gitmeye kararlıydım. Olabildiğince sessiz olmalıydım. Ayağa kalkarken yeni bir şok yaşamayayım diye yavaş hareket ediyordum. Yerler tozlu değildi ama alışkanlıktan ellerimle dizlerimdeki tozları silkme ihtiyacı hissettim. Birkaç kere pantolonumun paçalarını düzettikten sonra tekrar yataktaki bene döndüm. Çok sakin ve mutlu görünüyordum. Ellerim yatağın iki kenarına uzanmıştı. Ne kadar ince yapılı olduğumu tekrar fark ettim. Çok zayıf ve kırılgan gözüküyordum. Saçlarım karmakarışık ve açıktı. Oysa şu anda ayakta duran benim saçları toplu ve düzgündü. Yine kafamda binlerce soru oluşuyordu. Bunu bir son verip etrafı araştırmaya çıktım. Kapıyı yavaşça kapamaya özen gösterdim. Kesinlikle fark edilmemem gerekiyordu. Parmak uçlarımı basarak koridorda yürümeye başladım. Ama ne koridor? Birini bitiriyorum derken koridor ikiye ayrılıyordu, başka birini seçip yürürken bu sefer üçe ayrılıyordu. Hepsi de birbirinden uzundu. Birkaç kere insanlarının seslerini duymuş ama yoluma devam etmiştim. …
En son P. Gillian Faythe Vasyl tarafından Cuma 24 Tem. 2009, 11:57 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | P. Gillian Faythe Vasyl Gryffindor 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2 Kan statüsü : Melez Galleon : 11212 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 24/07/09
| Konu: Geri: Polyxera Cuma 24 Tem. 2009, 11:56 | |
| - Spoiler:
Aşağı yukarı yirmi dakikadır yürüyordum. Yoksa kayıp mı olmuştum? Hayır, sanmıyorum. İçimden bir ses koridor boyunca ilerlememi söylüyor. Neden bilmiyorum ama sanırım onu dinleyeceğim. Galiba elektrik kullanmıyorlardı. Koridor boyunca uzanan meşaleler vardı. Buraya biraz eski ve korkunç havası veriyorlardı. İlerlemeye devam ederken birden bir ses duyup irkildim. Duyduğum ses bir iniltiye benziyordu. Derin bir nefes alarak yürümeye devam ettim. Küçük adımlarla hızlı-hızlı yürüyordum. Yolun sonuna yaklaştığımı anladım. Meşalelerin araları giderek uzuyordu. En sonunda hiç kalmadı. Az kalmıştı. Yolun sonunda her ne varsa beni bekliyordu. Birden durup arkamda yanan meşalelere baktım. Onların haricinde hiç ışık kaynağım kalmamıştı. Önümü zar zor görebiliyordum. Az kaldı… Başarabilirsin… Yılmadan devam et… Hazırlıklı olmalıyım. Karşıma kötü birinin çıkma ihtimaline karşın bildiğim tüm savunma ve saldırı yöntemlerini hatırlamaya çabaladım. Kendimi koruma ihtiyacı hissediyordum. Madem burası geri kalmış, eski bir ülkeydi, öncelikle kendimi koruma yollarını, buradaki düzene göre öğrenmek zorundaydım. Acaba kılıç ve kalkanla savaşlar yapmam gerekir miydi? Bu düşünceyle yüzüme bir gülümseme yerleşti. Ben ve kılıç… Bu daha çok Lynette’e göre bir şey. Ben kalkana aidim. Savunmada çok daha başarılı olabilirim. Bunları düşünürken nihayet koridorun sonuna varmıştım. Varmamla olduğum yerde kalakalmam bir oldu. Yüzüme çöken şaşkınlık ve umutsuzluk duygusu bariz derecede belirgindi. Koridorun sonunda pis ve tozlu bir duvardan başka hiç bir şey yoktu. Dilim tutulmuştu. Bunca yolu boşu boşuna mı gelmiştim? Buradan asla çıkamayacaktım. Tüm vaktimi hiç bulamadığım bir odayı arayarak harcayacaktım. Düşüncesi bile gözlerimin dolmasına yetmişti. Kardeşlerim… Bilinçli olarak yere yığıldım. Dizlerimi karnıma doğru çekip başımı dizlerime gömdüm. Çaresizdim. Gözlerimden süzülen birkaç damla yaşın etkisiyle hafiften hıçkırmaya başlamıştım. Birkaç dakika geçmeden kendi kendime umutsuzluğa kapılmamam gerektiğini söyledim. Vücudumu ayağa kalkmaya zorladım. Ne var ki sadece başımı havaya kaldırmakla yetinebilmiştim. Başımı tozlu duvara yaslar yaslamaz gıcırtıya benzer bir sesle irkildim. Kafamı doğrultup arkamı dönünce bir şok daha geçirdim. Duvar hareket ediyordu. Daha doğrusu duvar değil, taşlar hareket ediyordu. Teker-teker içeri çekiliyorlardı. Nereye gittiklerini göremedim. İçerisi çok karanlıktı. Uzaktan görülebilen hafif aydınlıktan, çok ileride bir ışık kaynağının olduğu görülüyordu. İçeri girse miydim? Girersem nasıl çıkacaktım? Ona bakılırsa neden burada olduğum, kardeşlerinim nerede olduğu, kim olduğum, ne zamanda olduğum, bu insanların nasıl biri oldukları ve daha birçok ne? ,nasıl? , neden? , gibi soruların cevapları hakkında da hiçbir bilgim yoktu. Ha bir eksik ha bir fazla, fark etmez değil mi? Kafamdaki bu sorularla karanlığın içine doğru yürümeye başladım. Sağ elimle gözlerimde biriken yaşları kuruyana kadar ovalayıp, silmeye çalıştım. Güçsüz değildim, hele-hele bana zarar vermek isteyen birtakım insanların karşısında korkmuş görünmek hiç istemiyordum. Kendinden emin adımlarla yürüyordum. Zaten tanımadığım insanların yanında sessiz bir kızdım. Burada olanlardan sonra iyice tırsmışım gibime geliyordu. Daha da sessiz davranmaya çalışıyorum lakin ikisi birbirlerinden tamamen farklı konular onu da unutmamak gerekir. Neyse… Yürümeye başlamamın üzerinden fazla geçmeden çok hoş ve bir o kadar da sade, çok ilginç bir kapının önünde durdum. Zaten daha ilerisi de yoktu. Başka bir yerden bir çıkış yolu ya da yeni bir koridor var mı diye ellerimle duvarı yokladım. Hiçbir şeye rastlayamadım. Çıkış yolu yoktu. Eğer içeride birileri yoksa ve bu odanın da içeriden başka bir çıkışı yoksa pencereden aşağı atlamanın bile planlarını yapabilirdim. Fena olmazdı aslında. Şöyle uzun bir kuşbakışının ardından kollarımı açarak aşağı yavaş bir iniş yapabilirim. Ne hayal değil mi? Gerçek olmasını dilerdim doğrusu. Rüya ülkesinden acı gerçeklere geri dönelim. İçeriden birtakım sesler duymaya başlamıştım. Küçük bir kızın uzun çığlıkları ve tahminimce etrafa fırlatılan birkaç eşyanın yerler ile duvarlara çarpan sesleri geliyordu. Bu kapı duvarlardan çok daha kalındı. Hâlbuki çok zarif ve narin görünüyordu. Kızı daha rahat duyabilmek için kulağımı kapıya yaslayıp, ellerimi destek amaçlı iki yanına yerleştirdim. Kız öfkeden deliye dönmüş gibiydi. [/color] “Nasıl bulamazsınız?” ardından bir çığlık daha, “Bahse girerim bu Armos’un işi.” Ve yere düşen bir şeyler daha. Tahmin yürütmek gerekirse, kitaplar. “Allen biraz sakin ol.” Aman tanrım. O ne güzel ses öyle. Çok ince, peri sesi gibi yumuşacık, sakinleştirici, rahatlatıcı… Eminim herkes isteklerine boyun eğiyordur. Böyle bir sese kim karşı koyabilir ki? Çok asil bir o kadar da ciddi… “Bizler de elimizden geldiğince yardım etmeye çalışıyoruz.” dedi başka biri, birkaç kişi olmalıydılar. “Allen böyleyse majestelerini tahmin bile etmek istemiyorum.” Fısıltıya benzer bu sesin sahibi önceden duyduğu adama aitti, Neil. Fakat şimdiki sesi daha çocuksu çıkıyordu. On altı ila yirmi iki yaş arası gibi. “Ne dedin sen?” Allen denilen kızın öfkesi iyice artmıştı. Kontrolden çıkıyor gibi görünüyordu. Zavallı, zavallı Neil. Bu kız bu kadar öfkeliyken onun yanında olmak çok zor olmalıydı. Fakat bir dolu çocuk burada ne arıyor olabilirdi? Böyle gizli bir odada… Önemli kişiler olmalıydılar. “Sakin ol bir tanem.” Önceki kız kadar güzel bir sesi vardı. Sadece tarzları farklıydı ve bu kız diğerinden bir hayli küçüktü. “Neil?” Neil’e yönelerek konuşmaya başlamıştı. “Sanırım, majesteleri derken Ejder krallığından, Lion’dan bahsediyordun. Yanılıyor muyum?” Tam Neil konuşacakken devam etti. “ Veya bahsettiğin Athentin ve İmmaculadan mıydı?” çok tatlı bir sesi vardı. En fazla 11 yaşındaydı. Belki daha da küçük… Neil, “Evet, Lion’dan bahsediyordum. Herhalde çoktan Ejder krallıklarının yarısı yerle bir etmiştir.” Dedi hafif kıkırdayarak. “Athentin’in de çok heyecanlandığına eminim fakat tahminlerim doğrultusunda o bu işlerden biraz uzak duracak gibime geliyor. Tabii ki arayışa katılması için görevliler gönderecektir, efendim.” Son kelimenin ardından küçük kız darıldığını belli eden bir şekilde üfledi. Neil derin nefes alıp verdi, “Serafine,” “Teşekkür ederim.” Dedi memnuniyetle, adının Serafine olduğunu öğrendiğin küçük kız. “Of! Tamam, yeter bu kadar konuştuğunuz,” Bu Allen olmalıydı. “Sakinleşmem lazım.” Bence de. Belli ki başka biri de benle aynı fikirdeydi. “Lütfen… Lütfen biri onu durdursun. Zaten geçen yaz çalışma odamı parçaladı. Neden mi? … Alan sayesinde tabii ki… Şimdi de bunlar… Şato’mu yıkmadan biri onu durdursun. Önüne çıkan her şeyi mahvediyor. Hadi ama, biriniz yardım edin.” Açıkçası bu her kimse, ona acımıştım. Yalvarır gibi konuşuyordu. Bu sözlerin ardından daha önce sesini duymadığım bir kızın kıkır-kıkır güldüğünü duydum. Bu odada kaç kişi vardı? Allen olduğunu tahmin ettiğim bir kızın aniden kapıyı açmasıyla gözlerim fal taşı gibi açıldı. Tam karşısında duruyordum fakat o bana bakmıyordu. Donup kalmıştım. Şimdi ne olacaktı? Bu sorunun yanıtını az sonra öğrendim… Hiçbir şey. Bir anda geri gitmeye başladım. Hani filmlerde olur ya film bittikten sonra sevdiğin bir yeri görmek için filmi geriye sararsın. Aynen öyle. Fakat ayaklarımı hiç kıpırdatmıyordum. İlk önce duvar sonra teker-teker geçtiğim odalar ve en sonunda da ilk andaki bulunduğum oda. Saniyeler içerisinde geri dönmüştüm. Ayaklarımı kımıldatmıyor, öylece duruyordum. Bedenimi kontrol etmiyordum. Bedenim bana karşı gelerek yatağa yatmamı sağladı. En son gördüğüm şey bana sinirli, dik-dik bakan o güzel kuştu. Sonra her şey karardı.
| |
| | | Malachy Grandley Gryffindor 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 354 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez. Galleon : 11380 Ekspresso Puanı : 37 Kayıt tarihi : 12/07/09
| Konu: Geri: Polyxera Cuma 24 Tem. 2009, 13:06 | |
| Kabul edildi, rütbeniz verilmiştir. | |
| | | | Polyxera | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |