Anja Ida Järvinen Slytherin 7. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 132 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11666 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 16/12/08
| Konu: Anja Ida Järvinen Perş. 06 Ağus. 2009, 18:38 | |
| Ad - Soyad: Anja Ida Järvinen İstenen Bina(lar): Slyterin İstenen Sınıf: VII Karakterin Genel Özellikleri: Duyarsız biri olduğu söylenebilir. Avrupa ve antik toplukların dillerine meraklıdır. Ayrıca mitoloji ve tarih merakı da vardır. İnsanlarla konuşmaktan pek hoşlanmaz. Topluluk içinde gergin hisseder. Ağzı oldukça iyi laf yapsa da tartışmalara girmeyi sevmez. Uçucu bir zevki vardır. Onu etkileyen şeylerin peşine takılmak hoşuna gider. Zekidir. Kendisini rahatsız eden kişi veya durumlarla başa çıkma kabiliyeti hat safhadadır. Yine de uğraşacağını asla garanti etmez. Karakterin Geçmişi: Fransız-Yunan kırması bir anne ve Finlandiyalı bir babadan doğmadır. Soyunu taşıdığı üç ülkede de kalmıştır. Babası dağcılıkla ilgilenen sıradan bir büyücüdür. Annesiyse soyu antik Roma'ya dayanan bir aileden doğmadır. Sorunsuz bir çocukluğu olmuştur, ayrıca iyi eğitimli bir cadıdır. RP Örneği:(Başka sitede yazdığım bir rp) - Spoiler:
Kasım1860Paris Balçık yoğunluğunda, kara ve yıldızsız bir gece yaşıyordu Paris. Seine kıvrılarak ölümlü yaşamların zamanı kadar rutin akmaktaydı. Sokak ışıkları iki saat önce yakılmıştı, Louise uyanmadan önce. Cathédrale Notre Dame de Paris'nin kuşatıcılığı altında ezildiğini hissederek geçti beş yüz yıllık taş yığınını. Dudakları kırmızıydı ve porselen teni, damarlarını büyük bir ustalıkla örtmekteydi. Aşağıdaki çıkmaz sokakta yatan kıvırcık saçlı delikanlının yaşamını bedeninde taşıyordu. Bu gece fazlasıyla açgözlü davranmıştı, önüne çıkan tüm Adonis'lerin şarabını içmek zorunda hissetmişti kendisini adeta. Erkeklere acıyordu; yaşamlarını çekici kıvrımlar ve altın sarısı saçlar uğruna feda edebilecek kadar aptallardı. Sonunda hep ölüyorlardı, ayın sisli karanlığı altında güzellikleri solup gidiyordu hepsinin. Öldürmek, son yüz yıldır acı vermiyordu Louise'e. Ölüm, yaşanılan tüm acıların en hafifiydi zavallı ölümlüler için. Kısacık ömürleri, kırılganlıkları, zevkleri, heyecanları, kahkahalarıyla savruluyorlardı yaşamın içinde. Ah, bu keder. Bu zavallı keder nasıl üzebilirdi ki Louise'i? O tüm yılların hayatıydı. 'Neden'leri aşalı uzun vakit olmuştu. Tıpkı onu dönüştüren dişi gibi sorgulamıyordu varlığını artık. Kendisinden küçük olan kardeşi Édith'in eriyip çirkinleştiğini, solgun derisinin günden güne çürüdüğünü görmüştü. O ölmezken, taptaze çekiciliğiyle yaşarken, kardeşi, annesi ve genç sevgilisi Nicolas'ın günden güne sarardığını izlemişti uzaktan. Nicolas'ın çocuklarının yaşlılığına şahit olmuştu. O hiç bozulmazken, ölümlü yaşamından kalan her canlı tek tek dünyadan çekilmişti. Artık yargılamıyordu. Şehvetin altındaki canavardı o. Kabarık, böğürtlen rengi etekliğine kristal tırnaklarını sürttü. Yüzüne düşen bukleler, gözlerinin tuhaflığını gizleyebiliyordu her zamanki gibi. İhtilalle karışan sokaklarda burjuva kadınlar bile erkeksiz dolaşmıyorlardı artık. Oysa Louise yalnızdı, son yıllardır olduğu kadar yalnızdı. Paris’te başka vampirler bulmak, kilisede rahip bulmak kadar basitti ama yapmıyordu. Topluluk arasında yaşayamıyordu, denemişti. Üstelik mezarlıkların altında gizlenenler ya da pudralı yüzleriyle insan arasına karışanlar eski geleneklere sıkı sıkıya bağlılardı. “Karanlık Armağan”ı korumak için insanları sadece av olarak görürlerdi. Asla konuşmaz, dans etmez, epinet çalmayı denemezlerdi. Acımaktan vazgeçmeliydi. Aslında hayrandı insanlara, yüzlerinde oynaşan milyonlarca renge ve basit telaşlarına hayrandı. Havayı soludu, insan, taş ve nehir kokusuydu bu. Yüzünü yukarı bir an için dikti. Katedralden bakan chimére’lerden biri gibiydi. Onlar gibi uzaktan ve tepeden izliyordu şehri. Tam anlamıyla asla karışamıyordu. Balolarda dans ediyor, operalara, tiyatrolara gidiyor ama aitlik kavramına sahip olamıyordu. Zaman zaman gölgesi kadar dibinde hissettiği hareketlilik, bu yalnızlık duygusunu karmaşıklaştırıyor, kafasını karıştırıyordu. Düşüncelerine öyle derin imgeler yollanıyordu ki korkutucu boyutlara ulaşabilirdi. Başlarda onu takip eden bu şeye anlam yüklemeye çalıştı, hatta yakalamaya çalıştı ama yapamadı. Artık onu takip eden kötü bir ruh kadar metafizikti. Gecenin kanını emdiği için bir çeşit cezaydı belki de. île de la Cité’in batısına doğru ilerlemeye başladı. Yolda göreceği ayyaşlar umurunda değildi, bu gece tiyatro veya balo olmayacaktı Louise için. Seine’in milyonlarca ışığı altında büyülenip duracaktı böyle her gece. Şafağa doğru yine île Saint-Louis’ye, soyluların arasındaki büyük malikanesine dönecekti yine. Ona kalan miras, yaşam seviyesini öyle yüksek kılıyordu ki onu da monarşi yanlısı soylulardan biri haline sokabiliyordu. Ne antika pianosu ne de kemanı dünya zevklerini geri verebiliyordu. Şafakta girdiği tabut, kendisini güvenlikte hissettiği tek yerdi. Birine Karanlık Armağan’ı vermeyi o kadar çok düşünmüş, o kadar çok istemişti ki. Yapmıyordu. Oysa dönüştüreceği ölümlünün gücünü hayal edebilirdi. Louise’i dönüştüren dişi, dünya üzerindeki en eski vampirlerden biriydi. Deliliği sınırındaki bir vampirdi, bildiği her şeyi öğreten bir öğretmen değil, çözülmeyi bekleyen gizemleri önüne süren bir sır küpüydü o. Yine de bilgeliğini bir biçimde içirmişti ona. Ah, şimdi nerelerdeydi kim bilir. Paris’ten uzakta, başka bir dünyada. Çocuklar geçiyordu, kadınlar, adamlar. 'Les Innocents.' Vampirlerin varlığını bilen, bildiğini sanan basit topluluklardı bu insanlar. Louise’nin haçlara bakamayacağını, aynada bir yansımasının olmadığını, sarımsaktan korktuğunu sanan efsanecilerdi. Belki de değillerdi; bu çağda kafalarını vampirlerin varlığına yoramayacak kadar zekiydiler. Montmarte’dakiler gibi davranıp kendilerini dine adayan bir kesim değildi bu. Biliyordu, çağ değişmekteydi. Değişecekti ve hepsi de ölümsüz gözlerinin önünde olacaktı. Yürümeye devam etti, güzel bir geceydi, susuzluk hissi gitmişti. Ve yine o his. Adı konulamayan yokluk. İzleniyordu ama bu sefer değil. İç etekliğini dahi hışırdatan bir temasa maruz kaldığından emindi, arkasını döndüğünde yine bir şey bulamadı. Onun peşine düşmemeye yemin etmişti. Bu yemini ettiği vakitler, ensesindeki kötü ruh henüz ona dokunmaya cesaret edemiyordu. Mistik deliliklerin çeşidi miydi yoksa olmayan tanrısının ona azap çektirme yöntemi miydi bu? Görebildiği tek manzara artık seçilemeyen katedralin varlığını gizlemekte olan île de la Cité’di. Geri döndüğündeyse gecelerdir hissettiği şeyle burun buruna geldi. Öldürdüğü erkekler güzellik konusunda karşısında dikilen varlıkla boy ölçüşemezlerdi kesinlikle. Bu, bir insan değildi. Çarpıcı beyaz ten, elmas parçaları gibi yanan mavi gözler ve Louise’in saçlarından bir ton daha açık olan saçların dalgasında dans eden ışıklar, varlığın şüphe götürmez şekilde bir vampir olduğunu haykırıyordu. Chopin Nocturne’lerinin beden bulmuş yansıması gibiydi. Öyle çarpılmıştı ki anca hareket edebildi, geri sıçradı. Yirmisinden büyük durmayan çarpıcı vampir, bu gerilemeyle, kabalık ettiğini anlayan bir centilmenin edasına bürünüp silindir şapkasını çıkardı, bedenini büktü ve reveransa geçti. Parlak çizmelerinde, ilerleyen at arabasının feneri bir an için oynaştı. Louise, konuşacak bir sözcük bulamıyordu. “Bonne nuit, mademoiselle,” Sesi bir kadifenin tene dokunuşu kadar yumuşaktı. Berrak olmayan Fransızca’sından, İngiliz aksanının izleri kolayca seçilebiliyordu. Yine de Louise’in gözlerindeki hayranlık, kaşlarının çatıklığıyla bütünleşti. Karşısında, onunla dalga geçmek için dirilmeyi göze alan bir Yunan heykeli mi dikilmekteydi? Reveransa karşılık vermek yerine olduğu yerde kaskatı dikildi. Ettiği kabalığın, gecelerdir yaşadığı bilinmezlik kadar küstahça olduğunu sanmıyordu. Vampir, bir an için Louise’in ince yüzünü süzdü. Geniş dudaklarına kırık bir gülümseme yerleşti ve haince uzayan köpek dişlerinden birini açığa çıkardı. “Bana hem büyüleyiciymişim, hem de düşük bir sokak dilencisiymişim gibi bakıyorsun.” dedi kendi dilinde, sarı saçlarının dalga dalga rüzgarda uçmasına izin vererek. Eğlendiğini belli edebiliyordu, “Bir cevap bekliyorsun.” “Bir cevap bekliyorum.” diye doğruladı Louise, Fransız aksanının dudaklarından dökülen İngilizce’ye vurmasına aldırmadan. Vampir artık tamamen dikleşmişti. İnce bedenini saran kırmızı paltosunun değerli taşlarla süslü düğmeleri, kibar bastonu kadar zarif durmaktaydı. Alışılmış bir hamleyle şapkasını yeniden başına geçirdi ve yolun ortasında birkaç adım attı. Louise, kendisinden bir baş uzun olan bu erkeğin tavırlarını sabırla izliyordu. Sonunda çıkık elmacık kemiklerinden geçen küçük bir seğirmeyle yeniden Louise’in karşısına dikildi. Hareketleri öyle güven içindeydi ki kendisini erkeklik Tanrısı Mars olduğuna inandırmış olabilirdi. “Adım Dorian. Yaratıcın tarafından yaratıldım, uzun zaman önce. Senden daha önce.” Onu yaratan tarafından yaratılmış başka bir vampir? “Nyx, kendisini ateşe atmadan önce senden haberim oldu. Paris’e gelme sebebim sensin.” Sesi titredi ve söndü. “Nyx öldü mü?” dedi Louise birden şok ifadesiyle. “Delirdi,” diye diretti Dorian “Yanıma döndüğünde tüm gücünü tüketmişti. Ona kanımı verdim. Sürekli olarak kurtulmaktan bahsediyordu. İki yıl önce, kulenin tepesinde devasa bir ateş yaktı ve içine atladı.”İlk kez olarak sesinde açıklayıcılıktan çok avutucu bir ton vardı. Nyx, Louise’i terk edeli uzun zaman olmuştu. Yaşadığı yer, harcadığı elmaslar onundu. Deliliğin sınırını geçtiğini öğrenmek bir bakıma beklendikti. Sorgulamaktan vazgeçtiğinden beri beklendikti. “Ama neden beni…” “Neden iki yıl boyunca seni sadece uzaktan takip eden bir ruh oldum? Seni gördüğüm an yalnızlığın derinliğiyle nefes alamadığını anladığım halde neden karşına çıkmadım? Cevabını tam anlamıyla çözemediğim soruları bana sormakla büyük hata yaparsın.”Yeniden uzaklaştı ve kaldırıma çıktı. Gülüşerek geçen bir grup fahişeye üstün körü bakışları yolladı. Louise, onun aç olmadığını capcanlı renginden anlayabiliyordu, gözleri dalmıştı. Dorian’ın düşüncelerini duyabiliyordu. Karmaşık ve acı dolu. Yanan bir kütüphaneyle ilgili düşünceler. Karanlık sokaklarda kendi avlanışının görüntüsü. Dorian onu istiyordu. Bu sezilebilecek bir şeyden öte, aralarında akan gerçekti. Kıpırdayabildiğinde kaldırıma yaklaştı. Bu hareketlenmeyle varlığıyla geri dönen vampir, buz mavisi gözlerini Louise’in koyu gözlerine dikti. Basitçe esir edebilen bakışlar. Dorian da onun kadar yalnızdı. O nasıl Paris’te bulabileceği tüm vampirlerin arasında yalnızsa, Dorian da kendi terk edilmişliğinde yalnızdı. Yaratıcısının intiharını düşüncelerinde görebiliyordu. “Seni istiyorum, Louise. Tıpkı senin beni istediğin gibi.” Aynı lanetten doğan iki ruhtular. Louise’in, karşılaştıkları andan beri onu istediğini görebilmişti. Daha ötesinde bile istiyordu. Çıktığı kaldırım yüzünden boyu daha da uzamıştı. İnce ve yapılı bedenini yeniden kırarak öne doğru eğildi ve Louise’in dudaklarına bir öpücük kondurdu. “Gizlenmek zorunda değiliz, Nyx gibi olmak zorunda değiliz. Bir biriz, Louise. Düşünsene bir; yüzyıllardır süren açlık, merak. Çözülmeyi bekleyen koca bir dünya, akan zamanın uyumsuzluğu. Bunları anlamamı sağlayabilecek tek kişi sensin.” dedi dudaklarını ondan ayırdığında. Bilmediği bir sebepten ona güveniyordu. Nyx’a duymadığı güveni duyuyordu ve Dorian’ın içinde akan boşluğu hissediyordu. Acı vardı, tutku ve güç de vardı. Dünyaya tutkundu. Karşısındaki çekici yüz, Nyx’ın zevkinin tüm inceliklerini taşıyordu. Onlarca yıl önce, Dorian da Louise gibi çekici bir ölümlü olmalıydı. Karanlık armağanı sadece güzel ölümlüler hak ederler. Doğruydu. Gecelerden süren yalnızlık bitmeliydi belki de. Paris'in sıkı gelenekçi vampirlerinden biri yerine, aynı kanla dolu doluya yaşayan bir İngiliz bulmuştu. Bilmediği tüm gizemleri çözme isteği, içindeki tutku gibi geri dönmüştü. Tüm gizemleri bu yüzyılın zarif vampiriyle çözecekti. Oysa onu tanımıyordu bile. Dorian'ı tanımaması, rahatsızlık vermek bir yana, ruhuna derin bir özlem dolduruyordu. Tanımadığı bu varlığa karşı duyduğu tarifsiz ve tükenmek bilmeyen bir özlemi vardı. “Öyleyse artık sadece ikimiz ve tüm dünya olacak.”
| |
|
Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12110 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Anja Ida Järvinen Paz 09 Ağus. 2009, 11:37 | |
| Slytherin 7. Sınıf ~ İyi RP'ler. | |
|