Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  EkspresEkspres  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Jolene

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Jolene
Kurtadam
Jolene


Kadın
Mesaj Sayısı : 92
Yaş : 32
Kan statüsü : Kirli kan.
Galleon : 11098
Ekspresso Puanı : 1
Kayıt tarihi : 19/09/09

Jolene Empty
MesajKonu: Jolene   Jolene Icon_minitimeC.tesi 19 Eyl. 2009, 20:00

Şubat 1924
Chicago

Genç kadın, baldırlarını saran çorabının üzerine toz pembe uzun etekliğini bırakırken dudaklarının arasındaki sigaradan bir nefes daha çekmekteydi. Minik topukları üzerinde dikilen krem rengi ayakkabılarını bir hamlede ayağına geçirdi. Saçlarındaki parmak dalgası dağılmış, hırpani bir havaya bürünmüştü ve gözlerini sulandıran sigara dumanı, zaten akmış olan makyajını daha beter bozuyordu. Elbisesinin etekliğini düzelterek satenin bacaklarında kaymasına izin verdi, uzun parmaklarıyla dantel yakasını düzeltti. Şamdanla aydınlanan daracık odanın ucunda, minik makyaj aynasının karşısında dikilen silüet sonunda gözüne ilişebilmişti. Artık dümdüz inmiş olan elbisenin altındaki korsesiz bedenin tüm kıvrımları seçilebiliyordu. Kırk yıl önceki görünümünden tek farkı değişen modanın getirileriydi. Tüm bunlar olurken, dışarının karmaşasından uzakta, hazdan mest olmuş vaziyette uyuyan genç adamın soluk sesleri kulağına çalınıyordu. Dudaklarına yapışan sigarayı acı verici biçimde ayırıp, metal bir tablaya bıraktıktan sonra aynanın karşısına oturdu. Dağınık yorganlar arasında sızmış olan Rus’u uyandırmaya niyeti yoktu.
Altmış dört yaşın tecrübesi altındaki taze bedeni belki de ürkütücüydü, asla çürümeyecekti. Birden bu yarı karanlık odanın içinde, pencerenin ardından renk renk gölgeler yağarak etrafındaki basit eşyaları ve genç Fédor’un kıvırcık saçlı başını aydınlatırken, kendisini böyle aynı bulmaktan titredi. Solgun dudaklarına renk vermek için rujun fırçasını kıvrımlara dokundurdukça gözleri yalnız sararmış çehresini dolaşıyordu. Bir pamukla kirpiklerini, göz kapaklarının saten örtüsünü sildi. Öyle meraklı bir arzuyla incelemeye başlamıştı ki, kaşlarının şakalarına ulaşan ince çizgisini boyarken, gözlerinde parlayan siyah alevlerin yumuşaklığını örterek kirpiklerini kıvırırken tamamen kendisinden geçmişti. Şimdi benliğinden farklı bir beden hükmüyle seyrettiği bu hayal, ufak bir hareketle yok olacak, onu safir ve elmasla bezeli bir gerdanlık için yattığı bu genç adamla baş başa bırakacak korkusuyla kaskatıydı. Aynaya elini uzatacak, dudaklarını değdirecek olsa ikisi birden orada ölüverecek, delice bir öpücüğün hastalıkları arasında eriyip gidecek diye korkuyordu. Aslında Jolene’in böyle ruhunu sarsan bir öpücüğün ateşi içinde can vermeye ihtiyacı vardı. Yıllardır bunu istiyordu. Tek istediği aynada, şu karşısında gördüğü genç kadındı. Her dolunayda bedenini hırpalayan, onu bilinçsiz hummalara iten bir lanetle yıllardır yaşayan kadın; çocuk Marlene, serseri Roxanne, fahişe Jolene. Ah, Marlene. Ne vakitlerde bırakmıştı onu? Yıllar evvel Charles’la şömine başında şefkatli dokunuşlara dalan o genç kızı nerede unutmuştu? Bir salon dolusu erkeğe kadınlığını sergileyen Roxanne, o genç kızın intikamıydı. Büründüğü tüm kimlikler, oynadığı tüm roller, kendi kendisini kandırmak için icat olunan oyunlardı. Şimdi burada, Chicago’nun ışıltılı karanlığında adı Jolene’di. Avrupa’dan uzakta, Fransız bir aktris. Hepsine ihtiyacı vardı. Aynada gördüğü şu tuhaf portreye ulaşmak, uzaklarda kaybolmak ihtiyacı asabi titreyişlerle bedenini sarsıyordu. Bu ihtiyaç artık bir şikayet feryadıyla bütün kimliğinden yükselmekte, benliğine ıstırap veren bir ateş halini almaktaydı. Adının ve zenginliğinin haricinde hiçbir özelliğini bilmediği Fédor’un ipek teninden yükselen nergis kokulu parfüm kendisini aitti, yüzlerce adamın üzerinde bırakmıştı kokusunu. Bir durma hevesi, vazgeçme ihtiyacı olmayacak mıydı?
Bu vücut bir kaza anında, on üçündeyken gasp olunan kızlığının, küçük bir teselli verilmeden alınan öpücüklerin yorgunlunu taşısa da hiç dokunulmamış gibiydi. Jolene ölümsüzdü, bilmekteydi ki bu güzellik hep yaşayacak, hiç eksilmeyecek, çirkinlik nedir bilmeyecek fakat hep o sefil kucaklamaların acısını duyacaktı. Kendi kendisine hüküm veriyordu ki hep böyle devam edecekti. Demek o kadar arzu edilen aşk, şu elmastan ibaretti. Paradan, değerli taşlardan ibaret, karanlık bir şeydi aşk; artık külünü tüketmekte olan sigaranın dumanı kadar puslu, boğuk, belirsizdi. Oysa on dokuzuncu yüzyılın romantizminden, devrimlerinden ve hayal edilemeyecek hazlarından çıkan bir kimse olarak öyle sürükleyici aşklar hayal ediyordu ki artarak yığılsın, ruhunda kimliğini sarsan baygınlıklar bıraksın. O 1878’den beri ergenliğin acılarını gizli gizli yaşamaya başlayan kadındı. Sigara tüttü, tüttü. Dibini tüketene dek bıkmadan, usanmadan tüttü. Jolene, artık oturduğu minik kadife sandalyeden kalkmış, gecenin açık seçik ortaya dökülen ayıplarıyla dolu sokaklara bakmaya başlamıştı.
Arabaların uzun farları, lambalar, neonlu tabelalarıyla müzikholler, sinema salonları, kabareler önünde uzanıyordu lakin o karanlık içinde yapayalnızdı. Geniş soluklar alan tatlı Rus’un yanına ilişse, sarılsa yine yalnız mı olurdu? Zavallı, bir mirasyedi olmalıydı, çocukluktan yeni çıkmıştı. Fédor’a karşı içinde beliren şefkat, yarım saat öncesine kadar şehvet kimliğindeydi. Tuhaf. Yıllardır serserilik edip durmuştu fakat bu gece ne oluyordu? Bu gece alınan öpücükler hemen ardından üşütmüştü onu. Her yönden ince bir zevkin ürünü olan ve artık gözüne melek-çocuk tasvirlerine mahsus biçimde uyuklayan biri gibi görünen gençte değildi kabahat, kendisini zorlamayla teslim etmemişti ki ona. Her defasında yüksek bedeller karşılığında alınan öpücükler yerini böyle pişmanlığa bırakmamıştı. Belki de üzerinde düşünmeyeli çeyrek asır olduğundan ona böyle geliyordu. Solgun elleriyle ahşap kaplamalı pencerenin mandalını çevirdi ve boynunu soğuk dokunuşlarla okşayan rüzgarın içeri girmesine izin verdi. Rüzgar yüzünü alevlendirip saçlarının hırpani dalgalarını dağıtıyor, kulaklarından sarkan akik küpeleri sallandırıyor, düşlerinden geçerek zihnini tutuşturuyordu. İnsanların kalbinde öyle illetler vardı ki vücudun tamamını işgal ettikten sonra keşfedilemeyen gizli hastalıklara mahsus bir ihanetle bedeni tahrip eder; dumansız, boğuk boğuk yanan ateş gibi tüketirdi. Kendi hastalığını da aynen böyle bir şeydi. Bu serin gecenin karşısında hissettiği ateşin hummasından üşümek, üşümek istiyordu. Öyle bir üşümek ki yumuşak tenlerde, Charles’ın hayaletinin gölgesinde değil; buzulların içinde, kış yağmurunun altında olsun.
Rüzgar omuzlarındaki açıklıktan, göğsünden giriyor, çehresinden kayarak Fédor’un çıplak sırtını donduruyordu. Gencin titreyerek yorganı üzerine çekmesi, yatağın kadın kokusuyla dolu örtüsüne sarınması iç titretici bile olabilirdi. O kimdi? Krem rengi el çantasında duran gerdanlığı iliştirmiş bir yabancı, ilk viskisini içerken talihsizce Jolene’e rastlayarak kapılmış bir çocuk. Artık itiraf etmeliydi, işte senelerden beri bu gerçeği görmemek adına yapılan savaşmalar onu dolunayın keskin ışığından daha fazla yıpratmış, ezmiş, yormuştu. Evet, itiraf etmeliydi ki hep böyle olacaktı. Bu solgun beyaz ten, bu yabanıl bakışlar; pencere kenarında savrulan bu gencecik güzel kadın bedeni ebedi hazza mahkumdu.Hep böyle olacaktı, bu gece, otuz yıl sonra, hep karanlıklara bakarak yaşayacaktı. İçindeki kara büyü, yıllar evvel zorla alınan zehirli ısırık izin vermeyecekti ölmesine. Yaşamak lazımdı, Jolene’e dolu dolu yaşamak gerekliydi. Kadınlığının ahlaksızlığını, dolunaylarının vahşetini gömmek için yaşamak lazımdı. Tragedya oynayan gözlerinin ardından gülecek, öpecek, öpülecek, The Two Gentlemen of Verona’nın o pek çok arzu edilen Sylvia’sı olacak, bedenini yine geceye satacaktı.
İrkilerek pencereyi örttü, neonların kırmızı hülyası altında şamdanla aydınlanan odaya yeniden baktı. Birazdan, yatakta derin rüyalara dalan Adonis’e veda edecek, yeraltına inecekti. Fédor’la bir saat evveline değin eğleniyordu, alay etmek için açık saçık sorular soruyor, ilk tecrübenin heyecanıyla utanmış olan çocuğu düşüncesizce, ciddiyetsizce eziyordu. Gümüş sigaralığından bir sigara alıp ağızlığa takarken gözleri onun masumiyetine dalıyordu. Kibritin alevi parladı. Bir gece için bu kadar vicdan azabı yeterli gelirdi. Ağızlığı dişlerinin arasına sıkıştırarak siyah, dantel eldivenleri ellerine geçirdi. Beyaz kürklü kolları olan, bedenini kıskançlıkla sarmış paltosuyla uyumlu beyaz şapkasını da başına yerleştirdi. Duman, kış bulutlarının kaybolmayan beyazlığı gibi çehresine dolandı. Tüm hesaplaşmalara rağmen bu gecenin son olmayacağını biliyordu. Tükenmeyen gençliğiyle beraber kalbinin emellerini de başkalarının kollarında eritecekti. Şarap rengi dudaklarını ağızlıkla bir kez daha buluşturup, dumanı Michelangelo’nun heykelleri kadar estetik biçimde üfledi, Fédor’un sıcak yüzüne rujunu bulaştırdı ve teninin nefis, baygın esansını odada bırakarak Chicago’nun sokaklarına karışmak üzere arkasını dönerken belli belirsiz mırıldandı:

“Adieu.”
Jolene başka bir yaşamı yaşayamazdı. Orléans’dan kaçtığı gün yolu çizilmişti. Bir çeşit günah hazzı duyuyordu, hayata karşı özgür ve ahlaksız olmanın büyüklüğünü hissediyordu. Uzak durma çabası daima ters tepecekti. Boğmaya çalıştığı her dürtü zihnine yerleşecek, onu zehirleyecekti. Vücudu günahı ilk kez tattığında, geride kalan hazzın anısıyla pişmanlığın sofistike kokusu onu sarhoş etmişti. Karşı koyarsa ruhu tüm bu yasaklar altında ve yasadışılığın özleminde hastalanacaktı. Gündüz önünden geçip gittiği kadınlardan farkı, onların beyninde yaşadıkları sapkınlıkları, nefessiz bırakan rüyalarını ve yüzlerini kızartan hayallerini Jolene’in bedeniyle, somut olarak yaşamasıydı. Uzun ağızlığı hafifçe sarsarak külleri kaldırıma saçtı. Duman, şehri sarsan zevk buharı gibi ciğerlerine akıyordu. Herhangi bir şeye karşı hummalı tutkular duymak, ruhunu sızlatan, haykırışlara sürükleyen acılar yaşamak istiyordu. Bunları evvelce yaşamamış mıydı? On üçünde geneleve satılıp, on altısında evlenmişti. Peki ya kocası, yaşamı boyunca gördüğü en iyi erkek, istediği tutkuyu vermemiş miydi ona? Belki de üç yıl süren bu evliliğin silik hatırası günden güne yok olduğundan yaşadığı minnetle karışık aşkın külleri dahi kalmamıştı zihninde. Bir yaratığa dönüştüğü o gece Charles’ın katili olmuştu. Jolene ahlaksız, baştan çıkarıcı vahşi bir katilden başka bir şey değildi.
O erkekler için, dışarıdan görünenin aksine, gelip elde edilebilecek bir heves değildi. Her arzu olundukça alınıp sahip olunan zevk erkeklerdi onun için. Hiçbir isteği reddedilmiyor, fazla bulunmuyordu ama o reddedilmeye, yalvarmaya, istenilen şeyin zorla elde edilmiş olmasından tatminlik duymaya muhtaçtı. Bir kadın için ne beklenmedik, ne hastalıklı, derin bir melankoliydi bu fikir. Jolene dünyanın içinde, dünya göklerin içinde kaybolsa da bu değişmeyecekti. Geride kalan otel, Fédor’la beraber uykuya dalmışken, solgun çehresine yansıyan ışıklar az evvelki hesaplaşmanın hummasını alev alev yüzüne vurmaktaydı. Ağızlıkta can çekişen sigarayı fırlattı. Meçhul bir gölge olmayı dileyerek geceye karıştı
.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Jolene
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Mantar Pano :: RPG İçi Sayfalar-
Buraya geçin: