|
| - Doğum Günü Partisi - | |
|
+5Rocìo del Nieves Julie Annwyl Lovett Charlotte Alice Russell Nicole Marissa Magdalene Marveille Croweix 9 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Marveille Croweix Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2182 Yaş : 29 Kan statüsü : safkan yani nolcak ki başka. Galleon : 12726 Ekspresso Puanı : 22 Kayıt tarihi : 11/11/07
| Konu: - Doğum Günü Partisi - C.tesi 11 Eyl. 2010, 00:00 | |
| Elizabeth Adrianna Malfoy ve Euphoria Szôlôssy adlı iki güzel cadının doğum günü için düzenlenen bu büyük süpriz partiden ikili hariç neredeyse herkesin haberi vardır. Giriş ücretsizdir ama hediyenizi getirmeyi unutmadığınız sürece. Küçük ve yuvarlak, üzerleri çeşitli yiyeceklerle dolu masalar etrafa dağıtılmıştır. Sahne ışıklandırılması göz alıcıdır ve Catheriné Marcelline adlı ünlü bir şarkıcı da mükemmel sesiyle partiye renk katar. Sahnenin hemen yanında, herkes tarafından görülebilecek şekilde tasarlanmış ve ışıklandırılmış bir alanda inanılmaz derecede büyük ve gösterişli bir pasta bulunmaktadır. Garsonlar etrafta gezerek içki servisi yapar. Son derece görkemli olan bu parti saat tam 12'de, Elizabeth ve Euphoria partiye getirildiğinde, kanatlı tek boynuzlu atların çektiği, ultra lüks sayabileceğimiz üstü kapalı şık faytonvari arabaların havada belirmesiyle beraber büyük bir şölenle başlar, havai fişek gösterisi! Gökyüzü ışıldarken aynı anda müzik başlar ve parti hareketlenir.
| |
| | | Marveille Croweix Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2182 Yaş : 29 Kan statüsü : safkan yani nolcak ki başka. Galleon : 12726 Ekspresso Puanı : 22 Kayıt tarihi : 11/11/07
| Konu: Geri: - Doğum Günü Partisi - C.tesi 11 Eyl. 2010, 00:06 | |
| ‘Hayır, kesinlikle olmaz. Zümrüt yeşili saten kumaş istiyorum demiştim!’
Parmaklarını sinirle saçlarına götüren Marv, en başından beri bu aptal cadıya güvenemeyeceğini biliyordu aslında. Böylesine zevksiz giyinen bir kadından alışveriş yapmak ne kadar aptalcaydı! Karşısında telaşla açıklamaya çalışan kadını dinlemeden değiştirilmesini söyledi ve başka bir tarafa yöneldi. Hata istemiyordu, bu doğum günü harika olmalıydı. Ell ve Euph bu zamana kadar onun için o kadar çok şey yapmışlardı ki, şimdi en azından küçük de olsa bir şeyler yapmak istiyordu onlar için. Tabi onun için küçük veya büyük kavramı yoktu, o yüzden bütün büyücü dünyasını davet etmişti bu partiye. Pek çok kişi de-şaşılacak bir şekilde- yardım ediyordu ona. Aniden dikkati başka yöne dağıldı ve yeniden bağırmaya başladı. ‘Hey, sakın düşürmeyin o pastayı. Ne kadar büyük ve ağır olduğu umurumda değil. Tanrı aşkına, asanız yok mu sizin?!’ Pastayı, sahnenin yanındaki o geniş köşeye koydurmak için ısrar ediyordu çünkü hem sahne ışıkları oraya vuruyordu hem de herkesin görebileceği bir yerdeydi. Böylece o ikisi doğum günü dileklerini dilerken herkesin gözü önünde olacaklardı. Ama Nicole hala ortaya konması konusunda ısrar ediyordu. ‘Ne yani bu, düğün pastası falan mı?’ demişti Marv fikri ilk duyduğunda. Şimdiyse genç cadıyla yeniden tartışıyorlardı bu konuyu ama Marv’ın pes etmek gibi bir düşüncesi kesinlikle yoktu. Uzun bir süre sonra dudaklarında oluşan zafer gülümsemesi, kazananın o olduğunu kanıtlıyordu. Pastayı oraya doğru götürmelerini söylerken, hayır aslında emretmek daha doğru bir kelime olurdu, diğer yandan ışıklandırmaların ayarlanması için başka bir büyücüyle uğraşmaya başlamıştı. Sahneye doğru yürürken içini çekti. Bu iş tahmininden daha zor olacaktı. ‘Kaldırın o aptal kırmızı şeyleri. Bu bir doğum günü partisi, yılbaşı kutlaması değil.’ Sinirle gözlerini devirirken omzunda bir el hissetti ve sıçrayarak arkasını döndü. Tam bağırmak için ağzını açmıştı ki karşısındaki büyücü ondan hızlı davranıp konuşmaya başlamıştı. ‘Marv-’ ‘Marveille.’ Diyerek sözünü kesti genç cadı, sinirle. Kendisine yakın olan insanların haricinde ona Marv diye hitap edilmesinden hoşlanmazdı. Özellikle bu Disbel denilen tuhaf büyücü tarafından. Onu tanıyordu, geçen yıllarda son derece gereksiz bir röportaj yapmışlardı onunla. Duvarlar ve onun saçmalıkları. Aklına bunlar gelince hafifçe güldü Marv, ama sonra hemen toparlayıp yeniden büyücüye baktı, ne istediğini sorarcasına. ‘Marveille’ diyerek düzeltti adam. ‘ Neden gidip hazırlanmıyorsun? Sonrada Elizabeth ve Euphoria’yı getirirsin. Ben geri kalan şeylerle ilgilenirim.’ Genç cadı önce itiraz edecekmiş gibi olsa da istemeyerek de olsa kabul etti. Birazdan konuklar gelmeye başlardı ve ne kadar garip olsa da bu büyücü bütün hazırlıklarda yardımcı olmuştu onlara. Hafifçe başını salladı ve teşekkür etme gereği bile duymadan oradan ayrıldı. Üzerini değiştirmek için Hogwarts’taki kulübelerine vardığında, Ell’in orada olmadığını fark etti ve rahatlayarak içini çekti. Dolabını açıp içinden kahve tonlarında mini bir elbise çıkardı. Normalde yeşil ve siyahtan başka bir renk giymeyen bu cadı için tuhaf sayılırdı ama sonbahardaydılar ve Marv mevsimlerin renklerine uygun giyinmeyi çok severdi. Elbisenin sadeliğinin aksine topuklu ayakkabılarının üzeri taşlarla kaplıydı. Topuklu ayakkabı giyip bacaklarını sergilemeyi çok severdi genç cadı. Aynaya bakarken hafifçe gülümsedi ve parmaklarını sarı saçlarının arasında gezdirdi. Sarı yavaşça kahverengiye dönüştü, tıpkı Ell’in onu öptüğü günkü renginde ve şeklindeydi. Bunun onun hoşuna gideceğini düşünmüştü garip bir şekilde. Bu fikre nerden kapıldığını dahi bilmiyordu oysa ki. Salık bıraktığı saçlarının üzerinde fazla durmadı ve acele etmesi gerektiğini bildiğinden dudaklarına sürdüğü kırmızı bir rujun haricinde makyaj dahi yapmadı. Gece yarısına çok az bir süre kalmıştı, Euph ve Ell’i bulması gerekiyordu. Hafifçe içini çekti, büyük ihtimalle Euph’un işletmesindeydiler. Son zamanlarda ikisinin gerektiğinden fazla vakit geçirdiğini düşünüyordu. Eski arkadaş olabilirlerdi ama Marv kıskanç bir pisliğin tekiydi ve kesinlikle bu yakınlaşmalarından hoşlanmıyordu. Ell’in onu sevdiğini biliyordu, ama Marv’in geçen zamanlarda ona olan davranışları düşünülecek olursa bu sevgisi her an bitebilirdi ve genç cadı onun sevgisini kaybetmek istemediğine son derece emindi. Bu aptalca düşünceleri zihninden hızlı bir şekilde gönderdi ve daha önemli şeylere konsantre olmaya çalıştı. Planındaki her şey kusursuz bir şekilde ilerlemişti ama henüz Ell ve Euphoria’yı partiye nasıl götüreceğine karar vermemişti. Bakışları zümrüt işlemeli saate kaydı, gece yarısına sadece bir saat kadar bir süre kalmıştı. Şimdi harekete geçmezse onları zamanında yetiştiremezdi. Son kez aynada yansımasına baktı, gördüğünden memnun bir şekilde başını salladı oradan uzaklaştı..
Kısa bir süre sonra Knockturn Yolundaydı. Dikkat çekmemek amacıyla üzerine aldığı koyu yeşil cübbesiyle kayarcasına ilerlerken topuklu ayakkabılarının kaldırımda çıkarttığı sinir bozucu seslerden başka bir şey duyamıyordu. Nedense bugün bu yol fazla sessizdi. Umursamaz bir şekilde omuz silkti ve Euph’un restorantına doğru ilerlemeyi sürdürdü. Çok geçmeden varmıştı, aptal bir şekilde ışıklandırılmış bu restoranta. Genç cadıya defalarca bu ışıklandırmanın fazla aydınlık olduğunu söylemişti ama Euph onu dinlememişti, her zamanki gibi. İkisine göz gezdirdi, bir masaya oturmuşlardı ve dedikodu yapıyor gibiydiler. Ell hep olduğu gibi yine sade ve şık bir güzellik saçıyordu ortaya, ona baktığında bir kez daha anladı neden genç cadıya bu denli aşık olduğunu. İpek sarı saçları omuzlarına dökülüyordu bakışları Marv’i görmenin sevinciyle parıldıyor gibiydi, yada Marv öyle düşünmek istiyordu sadece. Euph da oldukça güzel görünüyordu, Marv onda her zaman gizemli bir güzellik sezmişti. İki arkadaş şu anki halleriyle bile oldukça partiye uygun görünüyor olsalar da, bu onların doğum günü partileriydi ve Marv ikisinin de ışıldamasını istiyordu. ‘Herkes nerede?’ Diye başlamış olsa da sözlerine, gelecek olan cevabı beklemeden devam etti. ‘ Sy dönmüş diye duydum, büyük bir parti veriyormuş. Oraya gidiyoruz, hadi.’ Bu aptalca bahanenin aklına nereden geldiğini bilmiyordu ama artık söylemişti ve devam etmesi gerekiyordu. Ell’in bakışlarındaki şüpheyi sezmişti, nedenini de biliyordu. Neden gitmek istediğini merak ediyordu büyük ihtimalle genç cadı, geçen sefer olanları hatırlatmak istercesine. Omzunu silkti Marv. ‘ Neden ve nasıl döndüğünü merak ediyorum sadece.’ Euph kafası karışmış bir ifadeyle kıza bakıyordu. ‘Peki, bana nasıl geçtiğini daha sonra anlatırsınız. İyi eğlenceler.’ Sözlerindeki alayı sezmişti Marv ve gülerek ona döndü. ‘O kadar kolay değil tatlım, sende geliyorsun. Oraya iki kişi gitmek istemiyorum.’ Bu bahane iyi olmuştu şimdi. İkisi de geçen sefer Sy’in Marv’e crucio laneti yaptığını ve Marv’in ne kadar acı çektiğini biliyordu. Yalnız kalmak istemeyeceğini de anlayacaklarına emindi genç cadı. O geceyi düşününce yüzünün ifadesi değişti ve gülümsemesi dondu. Ona yapılan ilk ve son affedilmez lanetti o ve Marv öylesine acı çekmişti ki şimdi bile hatırlayınca içinde bir şeyler oluyordu. İki cadı bunu fark etmiş olmalıydı ki anlayışlı bir şekilde gülümseyip başlarıyla onayladılar. Bunu gören Marv hemen cübbesinden asasını çıkarttı ve zarif bir bilek hareketiyle birlikte havada iki elbise oluştu. Ona tuhaf bir şekilde bakan cadıya sıkılarak açıkladı. ‘Bu bir parti. Hatırladınız mı? Kesin sesinizi ve hemen hazırlanın.’ Sesindeki bıkkınlığı saklamaya gerek duymamıştı, neden bu kadar sorguluyorlardı ki sanki.. İki cadı pes edip üzerlerini değiştirmek için arka tarafa gittiğinde partiye bir patronus gönderdi aceleyle. Geliyoruz..
Kısa bir süre sonra iki cadının da mükemmel göründüğünden emin olduğunda, asasını bir kez daha salladı. Bu kez elinde iki tane siyah kumaş vardı ve onlara fırlattı, takın dercesine ama iki cadının da takmaya pek niyeti yok gibiydi. ‘Sy gizliliğe önem veriyor, geçen seferki seherbaz baskınını biliyorsunuz.’ Diye açıkladı ikilinin tuhaf bakışlarını ve aceleci bir şekilde saatine baktı.‘Takın şunları artık.’ Ses tonundaki endişeyi Sy’e olan korkusuna vermiş olmalarını umarak ikilinin kollarını tuttu ve buharlaştılar.
Araziye ulaştıklarında Marv etrafa baktı telaşla. Her şey hazır görünüyordu, memnun bir şekilde kıvrıldı dudakları. Atları serbest bırakmak için bekleyen görevliye işaret verirken iki cadıya döndü. ‘Artık onları çıkarabilirsiniz.’
En son Marveille Croweix tarafından C.tesi 11 Eyl. 2010, 01:54 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Nicole Marissa Magdalene Fontjoncouse Otel Ortağı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 4533 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12675 Ekspresso Puanı : 75 Kayıt tarihi : 02/07/08
| Konu: Geri: - Doğum Günü Partisi - C.tesi 11 Eyl. 2010, 01:20 | |
| Zaman ne kadar çabuk geçiyor, günler birbirini kovalıyor Nicole gene bir başınalığın içinde savrulup bir yaprak gibi günden güne eriyor. Hayat pamuk ipliğine bağlı, yaşam savaşımı ve kaybedilenler Nicole'ün beyninde sürekli dönen senaryo ve gece yatağında kesintisiz gördüğü tiyatro sahne yanışı... Ne kadar olmuştu, kaç yıl daha buna devam etmişti. Ona destek olanları da nasıl bir kenara atarak kendini hiç bilmediği bir adanın içine atmıştı. O ada ne olduğunu bilmediği yer olmasına rağmen ona iyi gelmişti. Geri dönüşü sadece sağlayabilecek bir kişi vardı kendi geçmişinde yaptığı hatayı bilen ve onu hayatta döndürecek kelimeleri kulağına fısıldayan kardeşi... Onun nerede olduğunu bilmiyordu; ama bir gece yatağında uyumaya çaba sarfederken yanında beliren bir büyü sonucu kendi gibi mavi gözlü ve sarı saçlı kişiye rastlamıştı. Onun bu haline inanamadı. Çünkü ölmeye mahkum edildiğini düşünüyordu. Ama değildi her şey o gün değişmişti ve bir daha eskisi gibi olamayacaktı. Nicole o günden sonra sadece yazmaya odaklandı ve kendini otelinde ki evine kapadı.
Değişim dönüşümdendir ve hayat buna yön verir.
"Kimse olmasın tek başıma gitmek istiyorum zaten, herkes orada olacak"
Rutin bağırmalar gene son sürattı. Artık kendi halinde ve yazılarındaydı. Evet hayat otelinin o küçük villasında geçiyordu. Sadece onu önemseyen yardımcısı onu arayanları ve davet edildiği özel doğum günü partisini söylüyor ve ardından kimlerle gitmesinin gerektiğiyle ilgili muhasebe yapıyordu. Bu olayı sevmiyor, hatta dayanamıyor olsa bile Gretta'yı seviyordu.
"Bana bir şişe JB ver ve ardından izinlisin. Partiye kendim hazırlanıp gideceğim hemde tek başıma..."
Gretta, Nicole'ün inatçılığına anlam veremiyordu; ama gene de onu yalnız bırakarak kapıyı sertçe kapattı. Nicole arkasından söylendiğini biliyordu. Umurunda olmayan bir duruma hiçbir şekilde taviz vermediğinden kendince yaka silkti. Elinde her sabah olduğu gibi içki bardağı duruyordu. Viskiyle Fontjoncouse sahiline bakarak yazı yazmak, artık her gün bunu yapar olmamış mıydı? Biricik oğlu uzaktaydı, onu yatılı bir okula göndermişti. Albert öldükten sonra her şey bitmiş ve kendi içinde yalnızlığıyla yeniden başlamıştı. İntikam ateşi sönmemiş olsa da bunun zamanı yoktu. Artık kendi işindeydi. Yazdığının önemi yoktu. Çünkü gizemli bir yolu aydınlatan Magdalene gerçeklerini yazıyordu.
"....hazırlanmak ya da hazırlanmamak vakit daralıyor, şimdi gerçeklerine son verme zamanı, önemi var mı yazmanın ya da yok. Yarına miras bırakacağım biri bile yok belki de ama ben hala kalkamıyorum, kendi kendime konuşurcasına yazıyorum. Belki bir günlük bu, yok olamaz bu bizim sırrımız; fakat kimse ben ölene kadar bilemeyecek."
Sonuna gelmese de yanında ki saatte baktığında davete geç kalacağını düşündü. Hogwarts'ta yapılan hiçbir partiyi kaçırmamıştı. Bunu da kaçıracak hali yoktu ne olursa olsun, içkisini de içip kendi içinde cesaretini almıştı bile, Gretta'yı da kapı dışarı etmişti. Ama bir şey eksikti, kafasından geçirip bulamadığı bir şey eksikti. Geçmişe mi gitmeliydi bir anlığına ateşi mi görmeliydi. Delirdiğini düşünmesinler diye eski şaşasını kaybetmediğini göstermek... En zoru da buydu değil mi? Ölümle yaşam arasında o kadar çok yol kat etmişti ki! İçinde ki yolların uzunluğu kısalığı ve onu gören kişilerin vereceği tepki "Kimin umurunda" diye bağırdı ve bir an evvel hazırlanmaya koyuldu.
Siyah bir elbise... Bütün vücudunu saran ve bileklerine kadar genişleyen, yanında ki uzun yırtmaçta ona eşlik edip daha bir süzülüyordu. Her şeyden önce farklıydı. Azıcık matem havasında; ama gene de eski seksiliği üzerinde kimsesiz gidişi üzerdi eskiden olsa ama şimdi umursamazdı. Onca daveti geri çeviren o değil miydi? Sorular aklında ki soruları kağıda yazma gereği duymadan saatlerce nasıl konuşacaktı. İçten bir yakarış ve sonunda ışınlanmak üzere doğum günü partisinin verildiği yere ışınlanış...
Her şey çok hızlıydı keyfi yerinde gibiydi. Makyajı onu daha da genç gösteriyordu, yazarken ağlamaklı olan gözleri kırış kırış olmuştu ne de olsa gece de buna ek olup haykırışlarıyla bütünleşiyordu. Her şey karmakarışıktı; ama sonunda varmıştı. Eskiye dönebilir miydi? O güzel anlara sanmıyordu, her şey lanetlenmişti sırla sona erecekti. Ona verildiğinden beri böyleydi. Işınlandıktan hemen sonra gelen konukları bir köşeden izlemek üzere kurulan barın oraya gitti ve oradan bir kadeh ateş viskisi istedi. Ateş viskisini yudumlarken olacakları bir varmış bir yokmuş gibi gülüyor eğleniyormuş edasıyla kahkalar atıyordu. Yanına biri mi gelmiş, bir şeyler mi söylemiş umurunda değildi. O konuşuyordu gözleriyle ışıl ışıl anlatıyordu. Yaşadıklarını saklayarak kendini kıyafetiyle, makyajıyla ve sahte tebessümüyle her türlü gözler önüne serip parlamayı seçerek hayatına devam ettiğini haykırıyordu.
"Apaçık ve net tek gerçek ben ve yaşamın getirileri" | |
| | | Charlotte Alice Russell Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 675 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11821 Ekspresso Puanı : 8 Kayıt tarihi : 31/01/09
| Konu: Geri: - Doğum Günü Partisi - Paz 12 Eyl. 2010, 02:15 | |
| Olmuyor, olmuyor, olmuyor. Saçı bir türlü istediği şekle girmiyordu. Sabahtan beri uğraşıyordu bunun için ama daha doğru düzgün bir araya bile getirememişti saçlarını. “Şu aptal parti için girdiğim şekillere inanamıyorum.” diye düşündü. Hiçbir zaman parti adamı olamamıştı Charlotte. O bunun için yaratılmamıştı. Evet, bir yerde seviyordu eğlenceyi. Ama sadece karanlık adına yapılanlar için. O, daha çok kurbanlarına acı çektirdiği ve onlarla kedinin yumakla oynadığı gibi oynadığı partileri seviyordu. Şimdi ise sıradan iki cadı için verilen bu partiye katılmak zorundaydı. Ne için? Sırf bakanlıktaki görevinden dolayı. Organizatörler bakanlığa da bir davetiye yollamıştı. Aslında resmi bir düzenleme değildi bu ama yine de son zamanlarda yaşanan sıkıntılar ve kargaşadan dolayı bakanlık halka karışmanın onlara güven vereceğini vurgulamış ve bu iş için de en olmadık adamını, Charlotte’u, görevlendirmişti. Kısacası bu da işinin bir parçasıydı, herkesi kandırdığı ve avucunun içinde tuttuğu işinin. Dün gece çok geç dönmüştü ofisinden. Evine varır varmaz kendini yatağa atmış ve sabahta uyuduğu şekilde uyanmıştı. Kendini çok berbat hissediyordu. Kıyafetlerini bile çıkaramamıştı. Merlin aşkına, son zamanlarda ne kadar da yoruluyordu öyle! Yataktan hızla fırladı ve kendini ılık suyun kollarına bıraktı. Bu iyi gelmişti işte. Şimdi su vücudunun her yerine ulaşıyor ve onun tüm yorgunluğunu ondan çekip alıyordu. Köpüklerin verdiği yumuşaklık ve şampuanının kokusu adeta mest etmişti. Duşta daha fazla zaman geçirebilmeyi arzuladı ama aklına şu parti olayı geldi ve geç kalktığı için hazırlanmaya çok az vaktinin kaldığını hatırladı. Havlusuna sarılıp banyodan odasına geçti. Saçlarını kurutup aynanın karşısında dakikalarca oyalanmadan önce akşam giymek için şık bir kıyafet seçti. Şansı vardı ki bu konuda hızlı hareket edebiliyordu. Kararları her zaman kesin olurdu. Bir şeye tamam diyorsa eğer o gerçekten de tamamdı kendisi için. Kıyafetini yatağın üzerine bıraktığı ve kuruttuğu saçlarını şekillendirmek için aynanın karşısına geçti. Bir iki denemeden sonra sinirleri iyice gerildi. Çünkü yaptığı hiçbir model içine sinmiyordu. Ya kendini çok olgun ya da çok paspal gösteriyordu. Bir türlü ortasını yakalayamamıştı. Kıyafetler konusundaki kesin kararlılığı neden saçları içinde geçerli olmuyordu ki? içinden beşe kadar saydı ve aklından geçen son model büyüsünü de denedikten sonra bir daha saçlarıyla uğraşmayacağına dair kendine söz verdi. Makyajını da tamamladıktan sonra üstünü giyindi ve alt kata indi. Midesinden gelen sesler ona uzun süredir aç olduğunu hatırlattı ve bir şeyler atıştırmak için mutfağa yollandı. Bir dilim kızarmış ekmeğin üzerine biraz reçel sürdü ve onu bir bardak buz gibi balkabağı suyuyla birlikte yedi. Karnı doyunca birden aklına unuttuğu şey geldi ve tekrar üst kata çıkıp odasına girdi. Çekmecesini açtı ve orada duran iki küçük hediye paketini eline aldı. İki adet yakut küpe. Bakanlık çalışanları adına alınmış ve üstüne de küçük bir not düşülmüştü: “Sihir dünyasının en değerli iki cadısına, bakanlık.” Bu işini de hallettikten sonra ayakkabılarının ve çantalarının bulunduğu dolaba yöneldi ve kıyafetine uygun bir çanta ve topuklu ayakkabı seçti. Yeşil giymeye karar vermişti bugün. Zümrüt yeşili. Tıpkı gözlerinin yeşili gibi. Eteği belinden sonra kabaran askısız bir elbise giymişti. Ona uygun parlak taşlı yeşil küpeler takmış ayağına da çok zarif, ince çizgili ayakkabılar giymişti. En son şalını da alıp kapıdan çıktı ve partinin olduğu yere doğru cisimlendi. Alan çok güzel dekore edilmişti. Süslemeler gerçektende ince bir zevke dayanıyordu. Çalan müzik iyi bir seçimdi. İnsanın hem içini okşuyor hem de ona partide olduğunu hatırlatıyordu. Etraf fazlasıyla kalabalıklaşmıştı. Yine en son gelenlerden biride kendisi olmuştu. Buna sevinmişti. Böylece daha az kalabilirdi partide. “Son gelen erken ayrılır” kuralını benimsemişti kendince. Girişte kendisini çok güzel karşıladılar. Herkes onun kim olduğunu biliyordu. Diğer günlerin aksine kendinse selam verenlere gülücükle karşılık vermiş ve onları şaşırtmıştı. Ee, ne de olsa bu bir doğum günü partisiydi ve ona göre davranmak gerekiyordu. Yavaş adımlarla ilerledi. Bu şıklıkla insanları yararcasına geçmek olmazdı. Gözüne küçük bir kokteyl masası kestirdi. Masaya kendisiyle birlikte aynı anda başka bir cadı ulaştı. Charlotte kim olduğunu anlamak için döndüğünde okul yıllarından arkadaşı Emma’nın olduğunu gördü. Şaşırmıştı. Okuldan sonra hiç görüşememişlerdi. Şaşkınlık ve birbirini yıllar sonra bulmanın verdiği sevinçle birbirlerine sarıldılar. Charlotte için artık parti daha katlanılır olmuştu.
Edit: Emma, NPC karakterdir. | |
| | | Julie Annwyl Lovett Biçim Değiştirme Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 900 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12566 Ekspresso Puanı : 63 Kayıt tarihi : 13/02/08
| Konu: Geri: - Doğum Günü Partisi - Paz 12 Eyl. 2010, 16:37 | |
| Acıyla bir çığlık attı. “Julianna!” diye bağırdı her zamankinden daha nemburt bir ses tonuyla. Hamileliği sırasında kendisine yardım etmesi için tutulmuş cadının merdivenleri telaşla çıkan ayak sesleri duydu. Elleri koltuğun kollarındaydı Ann’in ve beli garip bir şekilde öne gelmişti. Kadın panik içinde bakışlarıyla kapıda göründü. “Yerimden kalkamıyorum bana yardım et.” Julianna itaatkar bir tavırla Ann’in elinde tuttu ve belini destekleyerek koltuktan kaldırdı onu. Karnı artık iyice belirginleşmiş olan genç cadı, kadının elini hızla bıraktı. Hamilelik son derece rahatsız edici bir durumdu zaten onun için. Hareketleri sınırlandırılmış, uykuları tatsızlaşmış ve her sabah midesi bulanır olmuştu. Ama onun için en acı olan kısmı hizmetkarlarla böyle içli dışlı olmak zorunda olmasıydı. Eskiden yüzlerine bakmaya bile tenezzül etmediği ev cinlerinin kendisine masaj yapmasına izin veriyordu; çünkü aksi takdirde tüm gün sırt ağrıları çekiyordu. Tek elini beline koydu ve kısa ama hızlı adımlarla evin büyük salonundan çıkmaya yöneldi. Arkasında bıraktığı kadın ne yapacağını şaşırmıştı. Julianna’yı JD bulup getirmişti eve. Kendisi işte ya da davetlerdeydi sürekli. Evde geçirdiği zaman sınırlıydı. Ann’in rahat bir hamilelik geçirmesi şu aralar birinci önceliği halini almıştı. Şüphesiz o Ann’in bir bebek istediğinden çok daha fazla bir yeğen istiyordu. Julianna daha önce de zengin ve karanlık ailelere hizmet etmişti. Lovettlarla çalışmaya başlamadan önce bunun bu kadar zor olacağını düşünmüyordu. Fakat Julie Annwyl Lovett ona bu malikanede hizmetkar olmanın diğer yerlerdekine benzemeyeceğini kanıtlamıştı. Aynı şimdi olduğu gibi bir an yardımına ihtiyaç duyuyor bir an kendi başına hareket etmeye başlıyordu. Ann’in gün içinde yaşadığı her sıkıntı için akşam Julianna azar işitiyordu. “Bayan Lovett, nereye gidiyorsunuz?” diye seslendi panik içinde merdivenlerden çıkmaya başlamış kadının arkasından. “Beni rahat bırak.” diye haykırdı Ann. Normalde de her zaman tutarlı davranışlar sergilendiğinden değil; ama hamilelik onu iyice çekilmez ve aksi biri yapmıştı. Ne istediğini bilmiyor, hiçbir şeyden tatmin olmuyor. Lovett Malikanesi’nde hizmetkarlar en zor günlerini geçiriyorlardı. On dakika sonra Ann’in sesi duyuldu tekrar. “Julianna! Merdivenlerden çıkmama yardım et!” Kadın efendisine yardıma koşmak üzere salonu terk etti.
Kimse yara almadan onu odasına çıkarmayı başardıklarında Julianna kapıyı arkasından kapatmaya yeltendi; ama Ann onu durdurdu. “Nerede kaldı o lanet olası adam? Leabrick mi, Falbirck mi neyse işte!” Julianna panikledi bir an için. Ann’in parti için kostümünü getirecek adamın on dakika içinde gelmesi gerekiyor. Kararlaştırdıkları saat on dakika sonrasıydı en azından. Julianna Ann’in adamı sormayacağını ummuştu; ama şimdi sorduğuna göre artık iş işten geçmişti. On dakika falan dinlemeyecekti. “Mr. Lambirck mi?” diye sordu şaşkın şaşkın zaman kazanmak adına; ama bu hareket ona zaman değil Ann’in öfkesini kazandırmıştı. “Adı her neyse işte. Nerede benim elbisem?” Ann daha önce bir parti için tasarımcı tutmamıştı. Gayet zevkli biriydi ve kendi kendine de hazırlanabiliyordu; ama bu sürpriz doğum günü partisi işi ilk planlandığında dolabındaki hiçbir kıyafete sığmadığını fark etti. Daha da kötüsü Londra’daki hiçbir şık elbiseye sığmıyordu. Bir mağazanın yetkilisinin boynuna asa dayayıp onu öldürmekle tehdit edince yine JD işin başa düştüğünü anladı ve ona hamile kadınlar için kıyafetler tasarlayan bir tasarımcı buldu. Bir milyon çizime burun kıvırdıktan sonra Ann en sonunda birini kabul etmişti. Tam o sırada çalan kapı zili Julianna’yı cevap vermekten kurtardı ve kadın hızla merdivenlerden aşağı indi.
Birkaç dakika sonra Julianna odaya elinde elbise ile tekrar girdi. Kadın elbiseyi bıraktıktan sonra da oda da kalınca azarlayarak tek başına giyine bileceğini duyurdu Ann. Fakat kadın odadan çıktıktan on dakika sonra tekrar çağrıldı ve Ann’in giyinmesine yardım etmeye koyuldu. Elbise son derece parlak bir kırmızıydı ve yerler süpürüyordu. Normal şartlarda Ann’in tarzı değildi. Çok daha koyu renkleri tercih ederdi. Bordoyu mesela; ama hamilelik bir çok şeyi değiştirdiği gibi bunu da değiştirmişti. Birçok kişi bunun yalnızca bir süre için olduğunu düşünüyordu. Artık çok sevdiği kemer işlemeleri şiş karnı yüzünden kullanılamamıştı bu elbisede. Bu yüzden bir kez daha lanet okumuştu Ann karnındakine. Karnı belirginleştiğinden beri hiç toplum içine çıkmamış, bir davete katılmamıştı. Fakat hamile olduğu dedikoduları alıp başını yürümüştü. Yani gideceği yerdeki herkes bu dedikoduları duymuştu; ama en yakın arkadaşları dışında kimse gerçek olup olmadığını bilmiyordu. Nasıl olsa herkes Lovettların arasında bir bebek ortaya çıktığında herkes anlayacaktı. Bu yüzden iki eski dostu için hazırlanmış bu görkemli partiyi kaçırmaya niyeti yoktu. İyice uzamış olan saçlarını sağ taraftan ayırdı ve dalgaların omuzlarından aşağı dökülüp beline kadar uzanmalarına izin verdi. Masanın üzerindeki çantasını uzatmasını söyledi Julianna’ya ve sonra kapıya yöneldi. Merdivenlerin başında eteğini tutmak için bekleyen iki ev cini vardı. Eteği kalkınca ayakkabılarını değiştirmediğini fark etti ve bunu kendisine neden hatırlatmadığı için Julianna’yı azarladı yine.
En sonunda evden çıkmak üzere kapıya geldiğinde Julianna da diğer ev cinleri de derin bir nefes aldılar. Ann bir yığın emir yağdırdı ve nihayet kapının önünden Hogsmeade’deki boş araziye buharlaştı. Ortam göz alıcı şekilde düzenlenmişti. O kadar göz alıcıydı ki kimse Ann’in şiş karnına ve aşırı parlak elbisesine dikkat etmedi. Her halinden burayla Marv’ın uğraştığı belliydi. Ama başını çevirdiğinde işlere koşuşturan birçok tanıdık isim gördü. Bu hamilelik olayı yüzünden onlardan uzak kalmıştı. Buraya bir davetli olarak değil bir organizatör olarak gelmeyi ne çok isterdi halbuki. Kızların onu affedeceğini umdu ve kabalığa karıştı. Tanıdık yüzlerden bazılarına selam verdi ve kendine bir içki aldı. Alkollü bir şeyler içemiyordu normalde; ama bunun tek nedenin JD’nin onu engellemesiydi. Bugün buraya gelip gelmeyeceğini bilmiyordu. Programı çok yoğundu ve her şey son anda belli oluyordu. Hazır o ortalıklarda yokken bir kadeh bir şey içmekten zarar gelmeyeceğini düşündü. Birden sol tarafında bir hareketlenme hissetti ve başını çevirdi. İşte tek boynuzlu atları ve onların çektiği aracı o zaman gördü. Birkaç adım daha atınca Ell ve Euphoria’nın geldiklerini gördü. Patlayan havai fişeklerin altında ilerledi ve doğum günlerini kutlamayıp onları sıkıca sarmak üzere kızlara doğru ilerledi.
| |
| | | Rocìo del Nieves Suikastçı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 800 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 11259 Ekspresso Puanı : 8 Kayıt tarihi : 31/07/09
| Konu: Geri: - Doğum Günü Partisi - Ptsi 13 Eyl. 2010, 14:29 | |
| Dolgun, gül kurusu renkli dudaklarının arasından havaya karışan dumanlara bir kez daha bakakaldı genç kadın. Onların ince ve zarif kıvrımlarının önce yükselişini, sonra teker teker solarak havayla bir oluşları, onu her zaman cezbetmişti. Şu anki gibi bir çatışmanın ortasında bile. İzmariti sıkılgan bir tavırla yere fırlatıp deri çizmesinin topuğuyla ezdi, daha önemli işleri varken birkaç adamın kanını dökmek onun ilgisini çekmese de, kaçıp gidemezdi ya da elindeki bu fırsatı değerlendirmeden onları bırakamazdı. Kazanacağı neydi? Bir çeşit... deşarj. Tabii ki alacağı para, onun bu zahmete gitmesindeki en büyük etkendi fakat nefret ettiği bir şey yapmazdı asla, zevk aldığı da söylenebilirdi bu yüzden. Şizofren bir katil ya da dünyayı kurtardığını sanan meleklerden değildi. Sadece, eh, istediğini yapan bir kadın. Rocìo her zaman için, ne bundan fazlası oldu, ne de azı. Bu olağanlığın getirdiği soğukkanlı, sakin bir tavırla saklandığı harap olmuş duvarın ardından çıktı, gösterişli bir girişe gerek yoktu. Dudaklarının arasına bir sigara daha yerleştirirken sert bir ses tonuyla mırıldandı, çocuğuna kızan bir annenin sözleri. " Abrams, o gördüğüm bir Browning mi? Cidden mi? Aah, hem de altın kaplama. Koleksiyonumda güzel duracak desene, bence saçlarımla da uyumlu olur. " Kibriti parmağının ucuyla söndürüp yere attı, omzuna astığı Steyr SPP onun durumda pek de kullanışlı sayılmasa da -fazla adam, az zaman ve büyük silah- Browning gibi basit bir tabancanın yanında çok daha fazla şansı vardı. Çevikliği ve insan gücünü unutun; Rocìo bir çatışmada tanrıları boşverip silahlara tapardı. Onu ölümden koruyacak olup, diğerlerini köprünün öbür tarafına yollayan güç neydi? Tanrı mı? Komik. Gözünün önüne düşen altın rengi bir saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırıp kolunu ileri doğru uzattı, en ufak bir titreme yoktu. Gerisi genç kadının kahkahaları ve yerde yatan delik deşik cesetlerden ibaretti, omzundan aldığı yaranın bir önemi yoktu ya da fazla oyalanmasıyla. İşini temiz yapmak istiyordu belki, bu anlayışla karşılanabilirdi fakat bir bedenin ölümünün gerçekleşmesi için kafadan tek bir kurşun yeterdi çoğu zaman. Rocìo'nun beş kurşunu daha ziyan etmesine ne gerek vardı? Daha fazla eğlence belki. Bundan cidden hoşlanıyordu, ah. Tehlikeli olan buydu zaten, yaptığı şey eğer bir memurun günlük çalışmasına dönüşüp de rutin bir hal alırsa onun kısırlaştırılmış bir kediden farkı kalmazdı belki. Altın Browning'i alıp, omzundaki yaraya atkısını sardı gelişigüzel. Can acısına alışmış olması hoştu.
" Çok komiksin Jankovics. Ben bir dişiyim seni gerizekalı, elbise giyemeyeceğimi mi sandın? " Birlikte çalıştığı adama şımarık bir ifadeyle dil çıkarıp, aynı anda da ayağındaki çamurlu çizmeleri çıkarmaya uğraşarak ortalıkta zıplıyordu. Takdir edersiniz ki Rocìo yetenekli bir kız; çok yönlü. Bu adamla ilk tanıştığında birileri tarafından dayak yiyordu. Faust, rastlantı eseri olanları görüp onları gebertmese belki de Rocìo bir et parçası haline gelene kadar dövülüp, sonra toprağın altına atılacaktı. Bu yüzden ona minnettardı fakat borçlu hissettmiyordu, Faust bir devlet kaçağı olduğu için Rocìo ona gerekli olan her belgeyi sağlamıştı. Yeni kimlik, ehliyet, pasaport ve niceleri. Yeni bir yaşam. O andan beri bir antikacı dükkanı işletmelerinin yanısıra, etrafın işleriyle ilgileniyorlar. Bir mafya çetesi borçlarını alamadı mı? Yoksa zengin ailenin kızı, fidye için mi kaçırıldı? Yok etme işi onlarındı, Roma'da saygı gören tipler olmasalar bile korkulan tiplerdi. Ve böylesi çok daha eğlenceliydi. Birkaç dakika içinde ince, siyah bir elbise ile lekeli, antik bir aynanın önünde dönüp duruyordu. İnce ve hoş bir fiziği olduğu inkar edilemezdi fakat fazla kırılgan, fazla eğreti gözüküyordu bu şekilde. O sıkı deri pantalonlara, gömleklere ve sade bluzlara alışık bir kızdı. Altın Browning karşılığında aldığı şık, zarif, kenarları soluk yeşil dantellerle bezeli kısacık elbiselere değil, kesinlikle değil. Yüzünü buruşturup, karşıda bir koltuğa kurmuş oturan ve kendisini düşünceli gözlerle izleyen adama baktı, soru sorduğunu belli eden kocaman açılmış ela gözleri düşüncelerini dile getirmesi için zorluyordu onu. " İyi ama... Rocìo, ne bileyim, çok tuhafsın. " Ah, hayır. Bu partiye gitmek istiyordu ama ucube bir kadın gibi görünecekse burada oturup katanalarına bakım yapardı, daha iyi. Katanaların her an bir yere batma ihtimali dolayısıyla onlardan nefret ettiğini söylemeye gerek bile yok. " Vay anasını, sanki kadınmışsın gibi. Çok güzel. Muhteşem. Niye bunu bize daha önce söylemedin tatlım? " Faust kendi kendine gülme krizine girerken Rocìo sadece kıkırdayıp adamın karnına bir yumruk indirmekle yetinmişti, şüphelerinin yersiz çıkması hoştu doğrusu. Saçlarını ensesinde zarif bir topuz şeklinde topladı, ki özensiz ve kibar bir görünüme kavuşmuş bu şekil onun beş dakikasını bile almamıştı. Bir parti için travesti gibi dolanacak hali yoktu ya? Oldukça yüksek topuklu, bilekten bağcıklı soluk yeşil ayakkabılarını da giymesiyle fazlasıyla hazır gibi gözüküyordu bu etkinliğe. İyi, hoş. Farkettiği kadarıyla son derece rahatsız ve muhteşem ayakkabılara bir zaafı vardı onun da, demek Faust haklıydı. Gülerek dükkandakileri öptü; iki üç arkadaşı ve bir de kuzeni. Güneş Roma'nın abartılı bir süs ve zerafet içinde dizayn edilmiş krem rengi eski binalarının üstünde kaybolurken yıpranmış tahta kapıyı ardından çekti. Şu anda sadece omzu kirli beyaz bir sargı beziliyle sarılı, sade siyah elbisesi içerisinde yavaş adımlarla ormanlık alana doğru yürüyen ince ve zarif bir kadındı Rocìo. Tuhaf.
Ailesinden rica ettiği takdirde ona gönderilen jete adım atar atmaz tüm benliğini kaplayan kusma isteği, parti alanına gelince geçmeye yüz tutmuştu bile. Ailesinden nefret ediyordu; bayıcı kibarlıklarından ve ah-ne-müthiş-safkanlıklarından ve üç kuruş para için ruhlarını nasıl satabileceklerinden. Gidin bakanlığın kıçını öpün, evet, sizi moronlar. Yine de işi düştüğünde onlardan bir şey istemeye çekinmezdi, çıkarları için yaşayan biriydi sonuçta ve onları tümden reddedecek kadar salak değildi. İngiltere'de çalıştığı sırada edindiği arkadaşlardan bazılarını görünce gülümsemesine engel olamadı, her zaman takındığı o umursamaz ve alaycı maskesinin altında ne kadar de özlemişti onları aslında. Koşup sarılabilirdi ya da kendine bir içki alıp başıyla etrafa mütevazi selamlar dağıtabilirdi. İkinci şık her zaman daha cazip gelecekti genç kadına, şimdi olduğu gibi. Marv, Adras. Onun kızları. Belki biraz sonra gidip yine eskisi gibi onlarla eğlenebilirdi, ama henüz değil. Çok soğuk ve yabancıydı burası ona, elinin altında bir silah bulunmadığı zaman baş gösteren huzursuzluğu, küçük deri portföyünü tutan beyaz ellerinin titremesiyle kendisini Rocìo'ya farkettirip, kısık sesli bir küfür yemişti. Ortamın kusursuz ihtişamını görmezden geldi ve hayatı parlak ışıklarla yaldızların arasında geçmişçesine rahat bir edayla kendisine martini aldı, bir süre etrafta amaçsızca dolaşıp eve mi gidecekti peki? Amacı bu muydu tam olarak? Küçük göğüsleri sayesinde sürekli aşağı kayıp duran askısız elbiseyi bir kez daha yukarı doğru çekiştirdi, tam olarak sayısını bilmiyordu fakat 28472. kez falandı galiba. Tamam, belki de asosyal kabuğunu kırıp çevre edinmesi gerekirdi. Rocìo alanı dolduran şu salak parti kızlarından biri değildi ne de olsa, kahkaha atıp herkesin yanağına hafif bir öpücük konduracak tiplerden olmak da ancak gelecek hayatında, öldürdüğü adamlar yüzünden ona verilecek bir ceza olurdu. Gözleri siyah kumaş parçalarıyla kapanmış iki bayan gördüğü zaman, sürpriz partinin kurbanları olduğunu anlaması uzun sürmedi, acıması mı sevinmesi mi gerektiğine karar veremeyip çözümü diğerleri gibi gülüp alkışlamakta buldu kısaca. Onları tebrik edecekti. Fakat ilk planı Marv'ın yanına gidip, Ell konusunda kızdırmaktı. Gerçi Rocìo'nun salak dalga geçmelerine alışık olan kadın, onu takar mıydı, bilemiyordu. Denemeye değer. Saçma sapan mimikler ve onda sadece komik görünen flörtöz tavırlarla Marv'a yanaştı, risk alıyordu fakat kime ne? " Heey şeker şey. Bir içki içmeye ne dersin? Boş musun? "
En son Rocìo del Nieves tarafından Salı 14 Eyl. 2010, 13:28 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Malcolm Lloyd Baş Şifacı - Eşya Kazaları
Mesaj Sayısı : 13 Galleon : 10379 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 09/09/10
| Konu: Geri: - Doğum Günü Partisi - Ptsi 13 Eyl. 2010, 22:30 | |
| St Mungo’nun zemin katında hızlı bir şekilde yürürken bütün hıncını yanındaki adamdan çıkarıyordu. “Geri tepen laneti söylemezse durumu nasıl düzeltmemizi bekliyor? Merlin aşkına sadece git ve derdini öğren Shotton, doğru dürüst bir asayla bile her büyüyü rezil edebilir bu kadın.” Son derece gereksizdi aslında yaptığı, kendi elinden de bir şey gelmiyordu söz konusu can sıkıcı hastalar olduğunda. Adamın verdiği karşılığı umursamayarak devam etti. “Mrs. Madeline’a da söyle eğer ömrünün geri kalanını yüzünde patlayan kazanın izleriyle geçirmek istemiyorsa yarın taburcu edilmesi mümkün değil.” Malcolm adamın homurdanmasını ve asık suratını bir kez daha görmezden geldi ve odasının kapısını açtı, algılaması biraz zayıf da olsa oldukça sabırlı bir adamdı Marcus Shotton. İçeri girmek üzereyken geri dönüp ekledi. “Israr ederse bir hafıza büyüsü yapıp Büyü Hasarına sepetlemeyi dene.” Adamın boş bakışlarıyla karşılaşınca gözlerini devirdi. “Veya sadece ilk söylediğimi ilet.” Kapıyı hâlâ sersem bir ifadeyle ona bakmakta olan adamın suratına kapattı. “Ahmak.” Aslında severdi Shotton’ı. Biraz daha hızlı anlayabilse oldukça iyi olabileceğini düşünüyordu stajyer şifacının.
Gözlerini aynadaki yansımasına dikmiş dikkatli bir şekilde incelerken ne görmeyi beklediği konusunda hiçbir fikri yoktu. Doğru dürüst uyumayalı ne kadar zaman olduğunu da bilmiyordu, birkaç saatlik uykulara ve yoğun çalışma temposuna alışmıştı artık. Yorulmakta olduğunu ve yaptığının sağlıklı olmadığını farkındaydı yine de elinden bir şey gelmiyordu. Sonuçta başından beri oldukça genç bir yaşta Baş Şifacı olmayı yeteneklerinden ziyade çok çalışmasına borçlu olduğunun farkındaydı. Başka türlü olmasını da istememişti hiç. Yine de, gözlerinin altının uykusuzluktan çökmüş olduğunu gördüğünde kendini bu kadar zorlayarak çalışmadan da idare edip edemeyeceğini düşündü. Bu tür düşünceler aklını sık sık kurcalasa da alıştığı gibi yaşamaya devam ederdi sonunda. Yine aynı şey oldu, daldığı düşüncelerden çıkarken yüzünde ender olarak beliren saf bir ifadeyle gözlerini kırpıştırdı. Bakışları aynadaki aksine takıldığında gömleğinin yakasını düzeltti ve koyu yeşil cüppesini çıkartıp masanın kenarına bıraktı. Hâlâ yapması gereken bir ton işin onu beklediği masaya yüzünü ekşiterek baktı, birkaç saat bekleyeceklerdi. Ejderha derisinden ceketini üzerine geçirip odadan çıkarken onu bekleyen işlerden çok bir süredir görmediği ve oldukça özlediği genç kadını düşünüyordu.
Düşündüğünden daha geniş bir kalabalığın içinde sıkıntılı bir şekilde çevresine bakınıyordu. Parti son derece görkemliydi ve bunun onu biraz rahatsız etmesinin doğru olmadığını düşünüyordu göz alıcı ışıklandırmasıyla dikkat çeken sahneye bakarken. Çok kişiyi tanıdığı söylenemezdi, bütün sihir dünyası partiye gelmiş gibi hissetmişti başta. Kalabalık olduğunda kişileri birbirinden ayırt etmesi daha zor oluyordu, arada bir tanıdık simalara rastlıyordu ama kim olduklarını veya nereden tanıdığını çıkarabilecek kadar uzun süre bir yerde sabit kalmıyordu sanki kimse. Kaldı ki aradığı kişiyi görmemişti henüz, bu durum oldukça canını sıkıyordu. Ortalıkta dolanıp duran garsonlardan birinden bir Ateşviskisi aldı. Bu sırada müzik başlamıştı ve Elizabeth ile Euphoria’yı görmüştü Malcolm. Yanlarında da, Elizabeth’i gördüğünde yanında olduğunu tahmin ettiği kişi vardı, Marveille. Bir an kararsız kalsa da boşalan bardağını en yakınındaki masaya bırakıp hızlı bir şekilde genç kadının yanına doğru yürüdü. “Merhaba.” Yüzüne bir gülümseme yerleştirmeye çalışmıştı, her zamankinden olay olmuştu bu. Onu Elizabeth’in yanında gördüğünde hissettiği ve kendinden beklemediği bir başarıyla gizlediği kıskançlığı yok saymaya çalışıyordu. | |
| | | Christian Dayrnt Black Britanya ve İrlanda Qudditch Karargahı Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1281 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12310 Ekspresso Puanı : 4 Kayıt tarihi : 28/01/08
| Konu: Geri: - Doğum Günü Partisi - Salı 14 Eyl. 2010, 13:07 | |
| Yeni bir hatanın eşiğine gelmişti yine. Geçen sefer olanlar gözünün önüne geldiğinde hala gitmenin kötü bir fikir olduğunu düşünüyordu. Aşırı kızgın bir eski karısı olduğunu hatırlaması bir kişinin ölümüne neden olmuştu. Değersiz, sıradan bir can olmasına rağmen eski eşinin Azkaban’a atılma riski ürkütmüştü biraz onu. Umursamaz tavrını bir geceliğine bırakmıştı. Gerginliği tüm kaslarına yayılmıştı ve bunu üzerinden atması üç vampir, bir kurt adamın ölümüne sebep olmuştu. Sorun değildi, Dayrnt’ın rahatlaması her şeyden daha önemliydi o gece. Bu gece Vyns’ın gelmesi gibi bir olasılık görmüyordu önünde. Diğer kızların da kendisini fazla sevdiğini sanmıyordu fakat eski zamanlara fazlasıyla önem verir olmuştu Dayrnt. Belki büyüdükçe aklını fazla kullanmadığı için herkesle ilişkisini bozmuştu fakat gençliğinde oldukça eğlenceli zamanlar geçirmişti bina arkadaşlarıyla. Bu gün de güzel bir hediye alıp gidebilirdi. LS kızları her zaman bu tür şeylerde başarılı olmuşlardı. Dizaynları o kadar profesyonelce oluyordu ki hem rengârenk hem de oldukça sade oluyordu. Gözünün önüne canlanıyordu. Yeşil çimenlerle kaplı bir zemin, yuvarlak masalar, Vyns, cansız bedenler ve kül olan vücutlar. Bu sefer senaryoda birkaç değişiklik olacaktı. Dayrnt bu sefer eskisinden daha tecrübeliydi. O durumda karşısındaki Vyns bile olsa düşünmeden öldürebilirdi. Fakat bunları düşünmek yersizdi. Sakin olmalıydı. Uzun zaman sonra bir gece de olsa eğlenmeliydi. Başucundaki bardağa uzandı ve kâbuslarla kuruyan ağzını serinletmek için koca bir yudum aldı. Yanında yatan genç kadın Dayrnt’ın sıçramasının etkisiyle yataktan kalkmıştı. Bir şeyler mırıldanmaya başlasa da Dayrnt akşama kadar umursamaz rolünü takınması gerektiğini fark etti. Bir süredir işe gitmiyordu, evinden hallediyordu işlerini. Black Malikanesi’ne de uğramaz olmuştu uzun zamandır. Her gece başka bir kadınla eğleniyor, ertesi gün terk ediyordu. Bu yaşam tarzı daha acısız ve kolay oluyordu. Yıllarca zor işlerle uğraşan bir Black için bu kurtuluş tek çözüm gibi gözüküyordu.
Dejavu yaşıyormuş gibiydi. Her an kapıdan Vyns’ın gireceği ve ikisini de öldüreceği düşüncesi yüzünde çatlak bir gülümsemenin oluşmasına neden oluyordu. Arkasından konuşmaya başlayan kadının seni kulaklarında çınladı. Kulağa hoş geliyordu. Dayrnt, dün gece, kızın sesinden hoşlandığını hatırladı. Kelimeleri akıcı ve güzel bir ses tonuyla konuşuyordu. Böyle bir sekreter gerekiyordu. “Bu akşam bir işin var mı tatlım? Eğer yoksa tekrar beraber bir şeyler yapabiliriz. Bildiğin güzel bir restoran var.” Kendi sorup kendi cevaplayan kadınlarla arası hiçbir zaman iyi olmamıştı Dayrnt’ın. Vyns’la da aralarında olan bir sorundu bu. Nedense her kadını Vyns’la kıyaslama gereği duyuyordu. Her seferinde farklı yönlerde iyi kadınlarla karşılaşıyordu. Mesela bu kadının sesi Vyns’dan oldukça güzeldi. Fakat yataktaki performansı o kadar da başarılı değildi. Kadının sorusu tekrar aklında canlandı. Akşam takılma fikri. Hoşuna gitmiyordu. İki güne değecek kadar güzel bir kadın değildi. Onu bu doğum günü partisine götürmek de o kadar akıllıca olmazdı. Yalnız gitmesi daha iyi olurdu. Veda etmenin vakti gelmişti. Ama daha değildi. Kadınların zevkine her zaman güvenmişti. Önce giyiminde yardım etmesi gerekiyordu. Gözlerini dramatik bir şekilde genç kadına çevirdi. Onu en yakından tanıyan kişi bile şu anda gerçekten üzüldüğünü düşünebilirdi. Sözler dudaklarından çıkarken kadın büyük bir beklentiyle onu süzüyordu. “Ah bebeğim, bu akşam Bakanlık’ta bir toplantım var. Sanırım planlarımızı başka bir zamana aktarmamız gerekecek. Gerçekten üzgünüm.” Kadının yüzüne baktığında umursamıyormuş gibi yapmaya çalıştığını fark etti. Kadınların hisleri kuvvetliydi, terk edileceğini mi hissetmişti? Dayrnt hemen ardından durumu kurtarmak istercesine tekrardan söze girdi. “Ama bana büyük bir yardımın dokunsun istiyorum, tabii bunu yaparsan.” Oldukça etkileyici olmaya çalışmıştı bunu söylerken. Dolabının kapağını açtı ve nazikçe kadına elini uzattı. Kadın yataktan zıplayarak çıktı ve Dayrnt’ın elini tutarak dolabın içindeki takım elbiselere bir göz attı. Dayrnt kendini bir kez daha başka bir kadının zevkine bırakıyordu. Pişman olmayacağından emindi.
Giyim işi bittiğinde aynada kendini tanıyamamıştı kısa bir süreliğine. Yıllardır alıştığı siyah takımlar gitmişti. Bu sefer üzerine giydiği beyaz bir smokindi. Boynundaki siyah papyon, belindeki siyah kemer ve siyah ayakkabıları dışında parlıyor gibi hissediyordu kendini. Kadın yavaş yavaş Dayrnt’ın uzun saçlarına düzgün bir şekil vermeye çalışırken Dayrnt’ın yaptığı iş hayran hayran kendine bakmaktı sadece. Sonunda kadın işini bitirdiğine Dayrnt’ı kendisine doğru çevirdi ve birkaç adım geriye gitti. Gözlerinden kendi becerikliliğine olan hayranlığı rahatlıkla okunuyordu. Kızıl saçlarını kulaklarının arkasına attı ve gözleriyle süzmeye devam ederek konuşmaya başladı. “Gerçekten çok yakıştı bu sana Christian.” Dayrnt tek bir söz dahi etmedi. Birkaç adımla başucunda duran asasına ulaştı ve ince parmaklarıyla onu kavrayıp ceketinin iç cebine yerleştirdi. Kapıya doğru yavaş adımlarla ilerlerken kadının bir beklenti içersinde olduğunun farkındaydı. Kapıya geldiğinde omzunun üzerinden keskin bakışlarını kadına gösterdi. İşini bitirene kadar katlandığı rolün sonuna gelmişti, artık bu kadına ihtiyacı yoktu. Kendi yaşamına değer veriyorsa Dayrnt’a uzak olması gerekliydi. Artık ufacık bir hoşlanma dahi duymadığı kadınlarla bir yerlere gitmeyi reddediyordu. O gecenin Dayrnt’ta büyük bir tramvaya neden olduğu gözle görülüyordu. Ardından Vyns’ın intihar etmeye kalktığını da duymuştu. Güçlü karakterlere sahip iki kişide böyle sorunlar oluşuyorsa sıradan insanlarda bu daha kötü şeylere neden olabilirdi. Keskin bakışları kadının gözlerine kilitlenmişken kadının ufacık bir hareket dahi edemediğini görüyordu. Sahi adı neydi? Onu bile tam olarak hatırladığından emin değildi. Sadece Ellan’mış gibi bir his vardı içinde. Ne önemi vardı ki? Tanıdığı birkaç böcekten sadece birisiydi. “Seninle işim bitti kadın. Üzerine bir şeyler giy ve çek git artık evimden.” Her zaman kullandığı sözlerdi bunlar. Kadının gözleri büyüdü ve hiçbir söz söyleyemedi. Gözlerinde belirginleşen damlaları umursamadan arkasını döndü ve kapıyı açarak kendini dışarıya bıraktı Dayrnt. Kadınların hak ettiği buydu onun için.
Londra caddeleri bu gün daha sakin gözüküyordu. İşlerine yetişmek için koşuşturan insanlar yoktu. Peki nereye gitmişlerdi? Mugglelar için saçma bir tatil olabilirdi belki de. Önemli değildi. Dayrnt’ın sokaklardan yürüyerek gitme gibi bir planı da yoktu zaten. Köşeyi döndü ve daha tenha olduğunu düşündüğü bir yerde cisimlendi. Bir güzel parti daha vardı önünde. Mekanla pek ilgilenmiyordu. Etraftaki kişilere göz attıktan sonra birkaç tanıdıkla göz göze geldi. Kimisi gülümseyerek selam vermişti, kimisi sert bakışlarını Dayrnt’ın üzerinde dolaştırmıştı. Her şeyi uzaktan izlemek en mantıklısıydı. Burada onu seven fazla kişinin olmadığının bilincindeydi. Neden geldiğini kendisi bile bilmiyordu. Yine de geçmişten birkaç parça görmek onun hoşuna gidiyordu. Yuvarlak masalardan birine yerleşip gelen garsondan bir ateş viskisi alırken kendini biraz daha rahatlamış hissetti. Müzik çok hoştu. Kalabalıkta herkes kendi halindeydi. Eski tanıdıklarla karşılaşmalar, sahte gülücüklerle birbirlerine sarılmalar dışında her şey doğal gözüküyordu. Ellerini masanın üzerinde birleştiren Dayrnt sadece bir kişiyi arıyordu gözleriyle. Yıllardır anılarında kaçtığı ve korktuğu tek kişiyi. Fakat artık korkmanın bir anlamı yoktu. Onun çok uzaklarda olduğunu biliyordu, artık onu hissedemiyordu. Çatlak bir gülümseme yüzüne yerleşirken ateş viskisinden bir yudum aldı. Bu akşamın nasıl biteceğini merak ediyordu. | |
| | | Disbel Molaco Hufflepuff Bina Sorumlusu, SYB Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 398 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11934 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 19/08/08
| Konu: Geri: - Doğum Günü Partisi - Salı 14 Eyl. 2010, 18:57 | |
| Elini yaslandığı duvara hafifçe ittirerek doğruldu Disbel. Durgun geçen birkaç aydan sonra şu ana kadar koşuşturmalarla geçen bu günün şaşkınlığı üzerindeydi. Günün devamında da koşuşturmanın devam etmesinden korkuyordu sadece. Biraz önce bir şeyler yemiş, kendi hazırlıklarını tamamlamıştı. Üzerindeki simsiyah cüppenin geceye uyum sağlayacağını düşünüyordu. Yüzüne çarpan zayıf güneşe bir kez daha baktı. Gitme zamanının geliğini fark ederek cebindeki duvara birkaç takla attırdı ve balkondan içeri girdi. Arkasından esen rüzgarın serinliğiyle gülümsedi. Asasını zarifçe sallayarak masanın üzerine atıldığı oldukça belli olan siyah çantayı kendine doğru uçurdu. Önünde durduğu aynada kendine bir kez daha baktı. Oldukça heyecanlıydı ve biraz rahatlaması gerekliydi. Derin bir nefes alarak gözünü kapadı ve cisimlendi. Ayağının altında toprağı hissetmenin rahatlığıyla derin bir nefes daha aldı. Kendini rahatlatmak için yavaş yavaş attığı adımlarla ilerledi Hogsmeade sokaklarında. Çocukluğundan beri gitmediği o arazide olacaktı parti. Eski dostlarla görüşmek için büyük bir fırsattı. Belki yeni dostlar edinmek için de. Tek umudu orada çok fazla koşturmasının gerekmemesiydi. Kısa süren yolculuğunun sonunda o büyük arazinin girişini görerek gülümsedi. Hızla önündeki yolu geçti ve eskiden hatırladığı şeklini koruyan girişi geçerek araziye girdi. Etrafta acil bir durum varmış gibi koşuşturan insanları görerek küçük bir şok geçirdi. Bir süre orada öylece dikildikten sonra yanaklarını şişirerek elindeki çantayı yerine bırakarak araziye daldı. O geçen durgun ayların acısını çıkarması gerekiyormuş gibi koşuşturmaya katıldı. Elini atmadığı iş kalmayana kadar bir o yana bir bu yana koştu saatlerce. Yalnızca birkaç eksi tanıdıkla konuşmak için durdu. Birkaç yıl gibi gelen o saatlerin ardından üzerleri sürekli değişip duran sandalyelerden birine oturdu. Bir süre etraftakileri izledi. Birçok kişi asalarını kullanmayı unutmuş gibi elleriyle çalışmaya başlamıştı. Birkaç kişi etrafa bağırma ustaları gibi dolaşıyordu. Elinde asasını cevirerek yavaşça ayağa kalktı. Ağır adımlarla, sabahtan beri bağırmayı nasıl başardığını anlamaya çalıştığı Marv’ın yanına doğru gitti. Gece yarısı olmak üzereydi ve doğumgünü çocuklarının çağrılması gerekiyordu. Hem bağırmayı biraz bırakmak ona da iyi giderdi. Yine etrafa bağırmaktayken hafifçe omzuna dokundu onun. Aniden arkasını dönüp bağırmak üzere olduğunu fark ederek aceleyle konuşmaya başladı.
“Marv,”
“Marveille.” Sözünün kesilmesi biraz sinirini bozsa da gülümsedi Disbel. Nasıl isterse öyle seslenecekti ona. İçinden ardarda Marv diye haykırırken konuşmaya devam etti.
“Marveille. Neden gidip hazırlanmıyorsun? Sonra da Elizabeth ve Euphoria’yı getirirsin. Ben geri kalan şeylerle ilgilenirim.”
Zaten geriye yapacak bir şey kalmamıştı. Etrafa bağırıp dururken böyle bir teklifle karşılaşan cadı da oldukça şaşkın bir şekilde ne diyeceğini bilemediği kısa bir andan sonra, kabul etti bu öneriyi. O arkasını dönerken Disbel de elindeki o sert asayı cebine attı. Zaten her şeyi ayarlamıştı o cadı. Etrafta bir sorun olup olmadığını kontrol etti bir süre. Ardından daha sonraki gösteriler için yapılan hazırlıkları kontrol etti. Şaşılacak şekilde hiç bir sorun yoktu. Zamanlamalar konusunda görevlilerli bir daha uyardı ve dekorların renginin bir kez daha değişimini keyifle izledi. Çalınacak müziklerin listesini de son iş olarak tekrar gözden geçirip birkaç küçük değişiklik yaparak her şeyin eksiksiz olduğu konusunda kendini inandırdı. Ağır adımlarla çantasını aldı ve pastaya yakın masalardan birinin tepesine dikilerek çantasını oraya koydu. Asasının küçük hareketleriyle üzerini bir kez daha düzeltti ve alanı doldurmaya başlamış insanları seyretmeye koyuldu. Elizabeth ve Euphoria’nın gelmesine kısa bir süre kalmıştı. Keyifle derin bir nefes alarak elindeki içkiyi yudumlamaya koyuldu.
| |
| | | Lucía del Nieves Kurtadam
Mesaj Sayısı : 41 Galleon : 10373 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 14/09/10
| Konu: Geri: - Doğum Günü Partisi - Salı 14 Eyl. 2010, 19:05 | |
| Yüzünü çepeçevre sarmalamış, batan güneşi andıran saçlarını kendine siper alarak arnavut kaldırımda koşar adımlarla ilerliyordu. Gizlenmesini gerektiren bir şey yoktu. Hoş, olsa bile başkalarının onun hakkında ne düşündüğü umrunda mıydı? Sadece insanlardan ve onların yanından geçen herkese bok varmışçasına bakmalarından nefret ediyordu. Ne yani? Herkesin kendi işine bakmasını ve diğerlerinin işlerine burnunu sokmamasını istemek çok mu saçmaydı? Eh, bunu insanlara anlatmak daha saçma, diye düşündü Lucía. Diğerlerine 'insanlar' diye hitap etmesindeki sebep Kurtadam olması veya kendini beğenmişliğiyle de alakalı değildi. Daha farklıydı sadece, bunu biliyordu. Onu bir satanist gibi gösteren kisvesi, değişik mimikleri ve sarfettiği müstehzi laflar buna örnek olarak gösterilebilirdi. Şimdiyse emsali görülmemiş bir şekilde sıradan bir balo elbisesi almaya gidiyordu. Bunun kendini diğerleriyle aynı seviyeye indirgeyeceğinin gayet de farkında olarak. Sağ tarafında boylu boyunca uzanan dükkanlar silsilesinin bir nihaisi olmadığını bildiğinden ilk gözüne çarpanın kapısını ittirerek içeri girdi. Anında görevlinin ona yönelen bakışlarını farketmişti. Fütursuz bir edayla saçlarını yüzünden çekerek genç kadına yöneldi. ` Aradığım sade bir elbise, fazla abartılı değil. Eski bir dostumun doğum günü için. ´ Eski bir dost? Kimin doğum günü partisi olduğunu bile bilmiyordu açıkçası. Tek bildiği güzel olacağıydı. Gitmek için gidiyordu yani. Beleş yemekler ve içki, kim istemez? Ah, bir de kuzeni Rocìo vardı. Birlikte çalıştıklarından böyle şeylere de birlikte giderlerdi genelde. Gerçi büyük ihtimalle kuzeni çoktan hazırlanmış, partinin verileceği mekanın yolunu tutmuştu. Lucía'ya göre daha dakik olduğu kesin bir gerçekti. Görevlinin sesiyle düşüncelerinden sıyrılarak tekrardan dikkatini elbise üzerine yoğunlaştırdı. Kadının, önüne koyduğu kumaş parçası Lucía'nın histerik bir kahkaha atmasına sebep olmuştu. Simsiyah, deri ve zincirli aksesuarlarla bezenmiş, yırtık pırtık bir elbiseydi bu. Tamam, peki. Zahiren paçoz biri olabilirdi. Fakat Merlin aşkına bu da neydi böyle? Kendine çeki düzen vermeye çalışarak etrafına bakındı. Hemen yanı başındaki vitrinde bulunan sade, siyah elbiseyi yeni farkediyordu. İşte bu, diye düşündü ve deneme ihtiyacı bile duymadan elbiseyi kaptığı gibi kasaya gitti. Elindeki karton poşetle kapıdan çıkarken, elinde hala o garip elbiseyi tutarak ağzı beş karış açık bir halde onu izleyen görevliye alaycı bir şekilde gülümseyerek karşılık verdi.
` Aman Tanrım! Bu elbiseyi aldığına göre aklını kaçırmış olmalısın Lucía. ´ Kendini küçük ve fazla eşyası olmayan dairesine attığında birden tuvaletten peyda olan Dominic'in çenesini çekiyordu iki saattir. Oraya nasıl girdiğini, ne yapmaya çalıştığını sorgulama fırsatı bile olmamıştı. Bildiği tek şey, fazlasıyla satanist olan fakat ` Aman Tanrım ´ şeklinde cümle kurabilen bir gerizekalının onu sıradan, liseli kızların giydiği mini elbiselerden caydırmaya çalışıyor oluşuydu. Son yarım saattir de onun odada olmasını umursamadan hazırlanmaya çalışmıştı bir şekilde. Elbisesini giymişti ve kendini beğendiği nadir anlardan birini yaşıyordu. Bembeyaz teniyle şık bir tezatlık oluşturmuştu elbise. Dolabının tam karşısında bulunan boy aynasına yaklaşıp uzaklaşıyor, değişik pozlar vererek kendi çapında egosunu şişiriyordu. Hafif bir sırıtışla aynadaki yüze baktı. Makyaj yapmamıştı, doğal görünmeyi seviyordu. Şu televizyonlara çıkan porselen bebekler ona her zaman için korkutucu gelmişti. Hatta sırf bu yüzden televizyonu açmadığı günler bile olurdu. O kadar makyaj, fondoten, ruj... ona göre yüzde fazlalıktan ve sahtelikten başka hiçbir şey değildi, evet. Bu elbiseyi giyince Dominic'in bile umarsız bir hayranlıkla sesini kestiğini farketti. Ah, tabii ya, Dominic. Bir anlığına onu unutuvermişti. Yüzüne yerleştirdiği en yapmacık gülümsemeyle onu kolundan tuttu ve kapıya doğru sürüklemeye çalıştı. Fakat Dominic hızlı bir hareketle genç kızın ellerinden kurtularak sırtını dikleştirdi ve kendim gidebilirim edasıyla hızla kapıdan çıktı. Sokak kapısının da kapandığını duyduğunda gülüyordu Lucía. Neydi şimdi bu? Denk geldiği tipler her zaman sarhoş veya şizofrenik olmak zorunda mıydı? Ah, gerçi Dominic şizofrenlerle ve sarhoşlarla karşılaştırıldığında Sarhoş bir Şizofren kategorisine girebilirdi rahatlıkla. Her neyse. Bir süre daha kendine bakıp, apartmanın kapısını çarparak karanlık sokağa adımını attığında yanına çanta alma gereksinimi duymamıştı. Partilerde gördüğü çantaların içi genellikle boş oluyordu. Bir nevi konuşacak konu bulamadığında veya yalnız kaldığında eliyle sarılabileceği bir araçtı çanta ona göre. Şu sürpriz doğum günü partisinin yapılacağı yer eve pek de uzak sayılmazdı. Mini, siyah elbisesine uyacağını düşünerek ayağına geçirdiği uzun, Harley botlarını yere vurarak ilerliyordu taş yolda. Ilık rüzgar saçlarını usulca dalgalandırıyor, genç bayana daha enteresan bir hava veriyordu.
Geniş, balonlarla süslenmiş araziye adımını attığında istemsizce gözleri açıldı. Bir doğumgünü partisine bu kadar insanın gelebileceğini kim tahmin edebilirdi ki? Hemen yanı başındaki garsonun tepsisinden hızlıca bir viski bardağı kaptı. Süslü cam, dolgun dudaklarıyla birleştiğinde boğazından süzülüp giden viskinin yakıcılığının ne kadar müthiş bir şey olduğunu düşünerek hafifçe gülümsedi. Onu korku dolu gözlerle izleyen iki velet gülümsemesine anlam verememişti elbette. Lucía ise onları önemsemeden gözleriyle kuzenini aramaya koyulmuştu. Hoş, onu bulana kadar pek çok eski dostunu görmüştü. Marveille, onunla aynı dönemde okumuşlardı. Oldukça kafa biri olduğunu söyleyebilirdi fakat şu Kurtadam olayından sonra hayatındaki herkesi çıkarıp atmıştı Lucía - kuzeni hariç. Eh, dolayısıyla buradaki kimsenin onu hatırlayacağını sanmıyordu. Hatırlaması da gerekmezdi zaten. Bu tür etkinliklerde ortaya çıkan eski dostlar ve Aa ben seni tanıyorum bakışlarının ardından gelen nostaljik konuşmalar Lucía'yı buhrana sürüklemekten başka hiçbir işe yaramıyordu. Fakat bunun tekrardan böyle bir vukuatın olmasını engelleyeceği söylenemezdi, değil mi? `Ah Tanrım, Lucy! Bu gerçekten sen misin? Ne kadar değişmişsin. ´ Gözlerini devirerek, hummalı bir şekilde arkasını döndü. Deborah. Durmadan konuşan, salak saçma espriler yapan ve ne gariptir ki bu yüzden çok sevildiğini sanan basit Hufflepuff öğrencisi, ya da mezunu. Her neyse işte. Kendisi, Lucía'nın Astronomi öğretmeni olan çatlak karıdan sonra nefret ettiği ikinci kişi olma şerefine erişenlerdendi. `Ah, Debby. Fakat senin şu mongol yüz ifaden adeta yüzüne yapışmış olduğundan hiç değişmeyecek gibi. Bu yüzden benden uzak durmanı istemek kabalık mı olur? ´ Karşısındaki kızın ezilmiş beyin hücreleri sayesinde bunu bir espri olarak algılayıp kahkahalarla gülmeye başlaması onu daha da sinirlendirmişti. Elinde kırmak istercesine sıktığı boş viski bardağını hışımla önündeki kadieye bırakmasıyla Deborah'ın bunun bir espri olmadığı anlayıp, arkaya doğru sendelemesi bir oldu. Kimseye zarar vermeden şu kızı susturmayı başardığı için mutluydu Lucía. Öbüründen hiç zevk alamadığı için tekrardan elini içkilerin olduğu tepsiye uzattığında tam da karşısında eski arkadaşlarıyla muhabbet eden Rocìo'yu gördü. Sonunda. Hiçbir şey almadan elini tepsiden çekti ve ışık hızı olarak betimlenebilecek bir hızla kuzeninin yanına gitti. Üzerine geçirdiği elbise önce onu şaşırtsa da, sonra bunun ona ne kadar yakıştığını farketti. Evet, tanıdığı Rocìo'nun bu kadın olmadığı kesindi fakat şimdiki de fena değildi hani. Tam yanındaki yüksek tabureye oturdu. ` Sence tanınmamak için cinsiyetimi mi değiştirmeliyim? Yoksa saçımı boyatsam yeterli olur mu? ´ | |
| | | | - Doğum Günü Partisi - | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |