|
| Büyük Şölen ~ 10 | |
|
+5Ethan Cholonis Issa Philippe Robin Wistend Autumn Wistend Beatrice Bellamy 9 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Beatrice Bellamy
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 137 Yaş : 29 Galleon : 11335 Ekspresso Puanı : 6 Kayıt tarihi : 09/06/09
| Konu: Büyük Şölen ~ 10 Perş. 16 Eyl. 2010, 02:07 | |
| Durgun bir sonbahar gününe tezatlık gösterecek şekilde Hogwarts gümbür gümbürdü. Çığlık çığlığa bağrışan öğrencilerin sesleri Büyük Salon'da yankılanıyordu. Profesörler yaşlarının ve görevlerinin olgunluğuyla sakin bir şekilde yerlerini almaya başlamıştı, tam aksine öğrenciler çıldıra çıldıra sıralara kendilerini bırakırlarken. Tabii ki bahsettiğimiz öğrenci kısmı ikinci ve birinci sınıflardı, olgun büyücü, cadılarımızın haklarını yememek lazım. Neşeli geçen bir seçmenin ardından Profesör Bellamy şöleni başlatır ve büyük bir gürültünün ardından herkes iştahla altın tabaklardaki yemeklere saldırır. En kaliteli büyücü tatlılarının sömürülmesinin ardından önemli açıklamalar yapılır, tekrarlanır ve yeni öğrenciler bilgilendirilir. Sınıf ve bina başkanlarının yardımıyla herkes yatakhanelerine yerleştirilir. | |
| | | Autumn Wistend Hufflepuff 5. Sınıf Öğrencisi
Mesaj Sayısı : 99 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 10405 Ekspresso Puanı : 11 Kayıt tarihi : 11/09/10
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 10 Perş. 16 Eyl. 2010, 02:07 | |
| Ani bir sarsıntıyla yatağın içinde fırlayan genç kızın zorlukla açtığı gözleri şaşkınlıkla neler olduğunu ararken, yatağın ucunda zıplayan kardeşini gördüğünde uykuya yenik düşerek kapandı ve Autumn içini çekerek yorgun bedenini yumuşak yastıklarla kaplı yatağına bıraktı. Küçük kardeşinin sonunda vazgeçip gideceğini umuyordu ama bunun sadece bir hayalden ibaret olduğunu da biliyordu aslında. En sonunda uykusundan vazgeçti ve gözlerini kısarak kardeşine doğru doğrulmasıyla birlikte kollarıyla onun küçük bedenini kavrayıp yatağa yatırdı ve gıdıklamaya başladı. İkisi birlikle kahkahalarla gülerken kapının çalınmasıyla başını kapıya çevirdi ve gelenin Ethan olduğunu görünce yüzündeki kahkahanın izleri yok oldu. Gözlerini devirerek ne istediğini sordu sinir bozucu üvey kardeşinin. Onun ve aptal babasının güzel anları bozmak gibi garip bir alışkanlıkları vardı zaten. Yine de Ethan fazla.. çekiciydi. Eğer üvey kardeşi olmasaydı ondan hoşlanabilirdi ama şu koşullarda, ondan nefret ediyordu. Kahvaltının hazır olduğunu ve hemen gelmezlerse bu seneyi evde oturarak geçireceğini söyleyen oğlana yastık fırlatarak cevap verdi. Ona ve bu alaycı tavrına gerçekten de katlanamıyordu ve Merlin’e şükürler olsun ki aynı binada değillerdi. Bu sayede onu okulda da görmek zorunda kalmıyordu. Oğlan ters bir bakışla karşılık verdikten sonra kapıyı çarparak onları rahat bırakmıştı. Autumn kardeşine dönerek gülümsedi, onun için Robin’den daha değerli hiçbir şey yoktu ve bu üvey kardeş saçmalığının onun psikolojisini iyice bozduğunu biliyordu. Gerçi kardeşinin zaten düzgün bir psikolojisi yoktu ki.. Zavallı çocuk diye iç geçirdi ve onun altın sarısı saçlarını karıştırdı. Bundan nefret ettiğini biliyordu ve onu kızdırmak hoşuna gidiyordu. Robin’in burnunu kırıştırıp ona dil çıkardığını gördüğünde yüksek sesle gülerek yataktan zıpladı ve işaret parmağıyla kapıyı gösterdi kardeşine. ‘ Dışarı, ablanın giyinmesi gerekiyor.’ Robin başını sallayarak onaylamıştı ve asker yürüyüşünün taklidini yaparak odadan çıkmıştı. Buruk bir tebessüm belirdi Autumn’un dudaklarında, kardeşinin konuşamaması onu çok üzüyordu. Bu sene okulda çok zorlanacaktı ve belki de daha da kötüye gidecekti durumu. Annesine defalarca tedaviye ihtiyacı olduğunu söylemişti ama lanet olası kadının gözü sadece sevgili kocasını görüyordu ve Robin’inse küçük olduğunu, büyüyünce düzeleceğini söyleyip konuyu geçiştiriyordu. Genç kız bu sefer iyice çıldırıp evde olay çıkartıyor, bağırıp çağırıp dışarı çıkıyordu. Annesinin gittiği için mutlu olduğunu düşünüyordu ve aslında annesi bu mutluluğunu saklama gereği duymuyordu. Sürekli huzursuzluk çıkartan agresif kızının bütün bir dönem uzakta olmasının verdiği o sevinci gizleme gibi bir çabası yoktu ve bu son günlerde Autumn’u iyice çileden çıkartmıştı. İç çekerek başını iki yana salladı, o da bu lanet evden uzaklaştığı için mutluydu. Yarım saatten kısa bir süre içinde mini eteğinin altına giydiği, dizine kadar gelen kırmızı çorapları ve onlardan kısa olan kahverengi botlarıyla birlikte merdivenlerin başında belirdiğinde herkesin bir acele içinde olduğunu fark etti. Kahverengi gözleri kolundaki saate kaydığındaysa bu acelenin nedeninin onları bir an önce evden göndermek değil de gerçekten gecikmeleri olduğunu anladı ve hızlı adımlarla aşağıya indi. Oturmaya gerek bile duymadan, masadan aldığı jambonu ağzına attı ve annesinin Ethan için getirdiği meyve suyunu alarak hepsini tek seferde bitirdi. Oğlanın bakışlarını görmezden gelerek omuz silkti ve mutfağa ilerlemeye başladı. Babası, yani öz babası, bir muggle olduğundan ve Autumn on bir yaşına gelene dek onunla birlikte yaşadıklarından mutfak muggle eşyalarıyla doluydu. Buzdolabını açarak içinden yeşil bir elma aldı ve yıkamaya gerek duymadan kazağına silerek yemeye başladı. Ethan bir keresinde ona en az bir dev kadar çok yemek yediğine dair bir şeyler söylediğinde kafasına fırlattığı elmalardan biriydi bu. O an gözünün önünde canlandığında dudaklarında oluşan o büyük gülümsemeyi saklayamadı. Evet, haklıydı. Ama ne var ki Autumn gerçekten de çok yemesine rağmen zayıf kalmayı başarabiliyordu ve bunu nasıl yaptığına dair kendisinin de en ufak bir fikri bile yoktu. Belki yaklaşık dört yaşından beri babasının ona öğretmiş olduğu bir muggle sporu olan tenisi çok sık oynadığı içindi, belki de Hogwarts’a gittiğinden beri aşık olduğu o muhteşem spor Quidditch sayesinde. Nedeni neydi bilmiyordu ve umursamıyordu da. Üvey babasının gidiyoruz diye bağıran sesini duyduğunda elması hala elindeydi ve bitirmeden onu atmak gibi bir niyeti yoktu. Elmasını da alarak içeriye geçtiğinde Ethan’ın alay dolu bakışları sinirini bozsa da belli etmedi ve hiçbir şey söylemeden arabaya bindi. Annesinin onun bu uyumlu tavırlarına şaşırdığını biliyordu ve içinden bunun tadını çıkartmasını diledi. Kavgasız bir sabahtı, şimdilik.. Can sıkıcı bir yolculuğun ardından – ki Autumn neden cisimlenemediklerini sorduğunda annesi insanların içinde birden bire belirmenin tuhaf kaçacağını söylemiş ama Autumn duvarın içinden geçmenin çok mu normal olduğunu söyleyerek yaşlı cadının sinirlerini bozmuştu – sonunda tren istasyonuna varmışlardı. Geçmeleri gereken duvara doğru yürürken annesi ve kocasının el ele tutuşmuş olduklarını fark etti ve kardeşine dönerek kusuyormuş gibi yaptı. İkisi birlikte gülmeye başladılar, duvara varana kadar. Geçmeleri gereken duvarın yanına geldiklerinde Autumn gitmek için bir adım attı ama annesi nazik bir şekilde kolundan tutarak durdurdu kızını. Kafası karışmış bir şekilde kaşlarını çatarak annesine baktı genç cadı.
‘ Kardeşinle ilgilenmeyi unutma Autumn.’ Kadının abartılı bir şekilde kırmızıya boyanmış dudaklarından dökülen bu kelimeler tiz bir kahkaha atmasına neden oldu genç kızın. Sanki hiç ilgilenmiyormuş da bütün iki yıl boyunca onunla ilgilenen kendisiymişçesine konuşuyordu annesi. ‘ Anne, sen iyi misin? Ateşin falan mı var? Robin’i düşünmeye mi başladın? Aman tanrım!’ Şaşırmış gibi davranmasıyla birlikte annesiyle dalga geçmeye başlayan Autumn kadının yüzündeki o şok ifadesini görünce kendini daha iyi hissetti. Yaptığı doğru değildi biliyordu ama kendisi üzüldükçe annesini de üzmek, onu incitmek istiyordu. ‘ Saygısızlaşma Autumn!’ ‘ Neden, sevgili üvey zavallıma rezil mi oluyorsun?’ ‘ Benimle böyle - ’ ‘ Onunla ben konuşurum Bayan Cholonis.’ Annesinin konuşması çekici ve hoş bir ses tonuyla birlikte kesilmişti ve şimdi o sesin sahibi kolunu genç kızın omzuna koymuştu. Bu haliyle ilgili bir ağabeyi andırıyor olsa da Autumn onun bu işten kesinlikle bir çıkarı olduğuna emindi. Kızının saygısızlıklarından bıkmış olan annesi ise bu teklifi başıyla onaylayarak kabul etmişti. Gözlerini devirdi Autumn ve oğlanın kolundan kurtularak duvara doğru koşmaya başladı. Annesine ve üvey babasına hoşça kal deme gereği duymamıştı, onların da bu gereksiz vedalaşmaya çok meraklı olmadıklarına emindi. Bütün bunların aksine duvardan geçtikten sonra öten tren düdüklerinin sesleri ve karşısındaki kırmızı tren rahatlamasını sağladı. Kendisinin hemen arkasından gelen kardeşine gülümsedi ve trene binerek kompartıman aramaya başladı..
Tren yolculuğunun ardından üzerindeki muggle kıyafetlerini çıkartmış, Hufflepuff cübbesi ve kıyafetleriyle birlikte Büyük Salonda binasının masasında oturuyordu. Kardeşini kayıklarla birlikte bırakmış olmanın verdiği huzursuzlukla sürekli saçlarıyla oynuyordu. Onun konuşamadığını bilmek ve tek başına bırakmak onu rahatsız ediyordu. Arkadaşları konuşurken dinliyormuş gibi yapıyor ve bakışlarını sanki uzun süre bakarsa kapıyı delebilecek ve arkasını görebilecekmişçesine kardeşinin gireceği kapıda sabitlemişti. Bunu çok uzun süre yapmasına gerek kalmadan kapılar açıldı ve bir grup birinci sınıf öğrencisi şaşkın bakışlarıyla birlikte içeriye girdi. Rahatlayarak gülümseyen Autumn, küçük kardeşini ilk bakışta fark etti ve ona el salladı hafifçe. Öğrenciler binalarına seçilirken Robin’in Hufflepuff’a seçilmesi için dua eden Autumn, ara sıra eski sevgilisine kayan bakışlarını çok da kontrol edebildiğini söyleyemezdi. Karşısının iki sıra solunda oturuyordu ve her zamanki gibi göz kamaştırıcıydı. Onunla yaz başında ayrılmış olmalarına rağmen Autumn’un içinde bu sene barışabileceklerine dair bir umut vardı, umuttan da öte, kesin bir düşünce. Onun kendisini sevdiğine inandırmıştı ve bütün yazı ondan mektup bekleyerek geçirmişti. Kardeşinin adının çağırıldığını duyduğunda dikkati dağıldı ve bakışlarını seçmen şapkaya doğru ilerleyen ufaklığa çevirdi. Şapkanın Hufflepuff diye bağırdığını duyduğunda diğerlerinden önce büyük bir sevinçle ayağa kalktı ve alkışlamaya başladı. Kardeşi koşarak masaya doğru gelince onu hemen yanına çekti ve kollarını etrafına sarıp sıkıca sarıldı ona. Oturması için yer açtı ve gülümseyerek parmaklarıyla çocuğun saçlarını karıştırdı. Kısa bir süre sonra seçmeler bitmiş ve yemekler gelmişti. Ev cinlerinin iyi iş çıkarttığını düşünerek çatalını bifteğe batırdı ve zaten çoktan dolmuş olan tabağına aldı. Narin, ufak tefek bir kız olarak görünmesine rağmen yediği onca yemeğe alışan arkadaşları ilk günkü gibi tuhaf bir şekilde bakmıyordu ona. Balkabağı suyundan bir yudum alırken bakışları yeniden eski erkek arkadaşına kaydığında neredeyse parmakları arasındaki bardağı düşürüyordu. Kahverengi gözleri iri iri açılırken gördüğüne inanamıyormuşçasına bir ifade yerleşmişti yüz ifadesine. Sevgilisi, yani eski sevgilisi, yanındaki sürtüğün boynunu gerçekten de öpmüş müydü? Hayal falan görüyor olmalıydı, böylesine iğrenç bir şeyi gördüğüne inanamamakla birlikte gözlerine dolan yaşları nasıl saklayacağını da bilmiyordu. İkiliye öldürücü bir bakış fırlattıktan sonra parmaklarıyla sıktığı bardağı sertçe masaya koydu ve büyük bir sinirle birlikte masadan kalktı. Doymuş falan değildi, tatlısını bile yememişti daha ama bu manzarayı daha fazla görmek istediğini de sanmıyordu. Hızlı adımlarla Büyük Salon’dan uzaklaşıp karşısına çıkan ilk koridora saptığında arkasından birinin koştuğunu fark etti. O ayak seslerinin sahibinin Dyras olmasını ve yaptıklarını açıklamasını umarak gözyaşlarını cübbesinin koluna sildi ve umutla arkasını döndü. Ancak karşısında bulduğu sinir bozucu üvey kardeşinden başka biri değildi ve o anda neden cübbesinin içinde bu kadar çekici durduğunu düşündüğünü bilmiyordu. Bu aptalca düşünceleri zihninden uzaklaştırdı ve dönerek yürümeye devam etti. Oysa oğlanın gitmesine izin vermek gibi bir niyeti yok gibiydi. Kolundan tutup kendisine doğru çevirmişti ve Autumn başını kaldırıp oğlanın derin mavi gözlerine baktığında onların içlerinde alaydan çok endişe olduğunu sezdi.
| |
| | | Robin Wistend Hufflepuff 1. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 24 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez Galleon : 10381 Ekspresso Puanı : 2 Kayıt tarihi : 13/09/10
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 10 Cuma 17 Eyl. 2010, 18:00 | |
| Yatakta son bir kez daha dönerek doğruldu Robin. Biraz ilerisinde yatan ablasının mışıl mışıl uyuduğunu görerek sessizce indi yataktan. Gözlerini ovuşturup, ses çıkarmamaya çabalayarak yürüdü oda boyunca ve hafif aralık olan kapıdan dışarı çıktı. Merdivenlerden aşağı inerek bir süre boş boş orada dikildikten sonra saate baktı. Birazdan kalkmaya başlayacaktı herkes hatta biraz geç kalmış sayılabilirlerdi. Ayağının yanında dolaşmaya başlayan Bofur’a küçük bir tekme attıktan sonra elini yüzünü yıkayarak annesini kaldırmaya gitti. Yanında yatan o adamın kafasına vurmak için onu zorlayan tüm isteklerini zorla da olsa bastırarak annesini hafifçe salladı. Ağır ağır açılan gözler önce Robin’e ardından hemen yanındaki saate dikildi. Ardından hızla doğrulan annesi o adamı uyandırırken Robin’e giyinip, ablasını kaldırmasını söyledi. Robin kafasını sallayıp odasına doğru koşmaya başladı. Merdivenleri çifter çifter çıkarak odaya daldı. Hemen üzerindekileri çıkararak geçen gece ablasının hazırladığı kıyafetlerle bir süre savaşıp en sonunda geçirdi onları üzerine. Ardından ablasının yatağına tek hamlede atlayarak zıplamaya başladı. Bofur ve Argall da dizine kadar gelen boylarıyla yatakta bir o yana bir bu yana zıplamaya başlamışlardı. Yatakta bir anda gözlerini açan ablası tekrar yatınca daha çok zıplamaya başladı Robin. İyice yükseldiği bir zıplayışta Bofur’a attığı tekmeyle onu kapıya yapıştırınca zıplamada onun yerini uzun saçlarıyla Summer aldı. Bir iki fazladan zıplayışın ardından ablasının pes ettiğini fark ederek zıplamayı bıraktı. Ablasının doğrulup iki elini ona dolamasıyla neye uğradığını şaşırarak kendini serbest bıraktı ve onun kollarında yatağa uçtu. Onu gıdıklamaya çalışan ellere bir an direndikten hemen sonra teslim olarak gülmeye başladı. Kısa bir sürenin ardından ablasının durmasıyla beraber derin bir nefes aldı ve kafasını ablası gibi kapıya çevirdi. Kapıdaki o sinir bozucu çocuğun ablasının sorusuna verdiği o alaycı cevabın ardından, Autumn’un ona fırlattığı yastıkla beraber Robin’in suratına kocaman bir gülümseme yayıldı. Çocuğun ayağının dibindeki Bofur da saldırmaya başlamıştı ona. O küçük elleriyle sinir bozucu çocuğun ayağını yumruklayan Bofur kısacık bir sürede galip geldi ve üzerine çarpan kapıyla beraber alevler saçarak patladı. Kıkırdamaya başlayan Robin ablasının saçını karıştırmasıyla beraber gözlerini sert bir şekilde çevirdi ona ve burnunu karıştırıp, dil çıkararak yeniden gülmeye başladı. Ablası yataktan inerek ona artık gitmesini söyleyince sırıtarak indi yataktan ve arkasındaki Argall ve Summer’la beraber tek sıra halinde çıktı odadan. Argall ve Summer, merdivenin başında Bofur’u bulmak için ondan ayrılınca kayarak indi merdivenlerden. Annesi kahvaltıyı hazırlamıştı. O adamla çocuksa daha gelmemişlerdi. Hazırlıklarını sürdürüyorlardı büyük ihtimalle. Sırıtarak masaya oturdu ve annesinin masaya koyduğu her şeyi yemeye başladı. Uzun bir süre yemeklerle boğuştu Robin. Masaya gelen o adamla çocuk bir şeyler yemeye başlayınca onlara bir şey bırakmak istemezcesine daha da hızlandırdı kendini. Kısa bir süre sonra merdivenlerde ablasını görerek doyduğunu fark etti Robin. Ablasının gelip o çocuğun meyvesuyunu almasıyla gülmeye başladı. Bir süre sessizce buna gülerken ablası içeri gitti, Bofur ayaklarından birine sarıldı. O adam artık gideceklerini söylediklerinde yavaş yavaş ilerleyerek bindi arabaya.
Sonunda Hogwarts’a gidecekti. Bu uzun zaman sonra Robin’i gerçekten heyecanlandıran bir şeydi. Bu, ablası Hogwarts’tayken geçen o sıkıcı zamanların artık sona erdiği anlamına geliyordu. Sonunda o da bir büyücü olacaktı ve ablası ne isterse yapabileceklerdi. Quidditch oynayacak ve ünlü bir Hufflepuff olacaktı. Suratına yayılan o aptalca gülümsemeyle insanları nasıl daha çok kandırabileceğini düşündü. Sonunda araba durduğunda neşeyle indi aşağıya. Annesinin o adamla elele tutuştuğunu göstererek kusuyormuş gibi yapan ablasıyla beraber gülmeye başladı. Bir duvarın önünde durana kadar güldüler. Orada annesinin yeniden ablasıyla kavga etmeye başladığını görerek Bofur’u izlemeye başladı. Hemen yanında ısınıyor, birazdan yapacağı koşuya hazırlanıyordu. O çocuğun konuşmaya girerek ablasının omzuna kolunu koyduğunu görerek sinirle kızardı Robin. Çok kısa bir süre sonra ablasının o koldan kurtulup duvara doru koştuğunu görerek gülümsedi. Ablasının her yıl yaptığı gibi o duvarın içinde kaybolmasıyla beraber, bu sefer kendisinin de geçicek olmasının verdiği heyecanla annesine el salladı ve hızla koşmaya başladı o duvara doğru. Hemen önünden duvara doğru o küçük ayaklarıyla koşan Bofur duvara çarptı ve Robin gözünü kapayarak geçti o duvardan. Yükselen seslerle beraber gözlerini açarak baktı etrafına. Büyük bir kalabalık vardı etrafta. Kalabalığın ardındaki o kocaman kırmızı trense Robin’in heyecanlanmasına neden oluyordu. Hogwarts Ekspresi... Heyecanla hemen önündeki ablasına yetişti. Onun dönüp Robin’e gülümsemesiyle beraber trene bindiler. Küçük bir arayışın ardından bir kompartımana geçtiler ve kısa bir bekleyişin ardından bütün Hogwarts öğrencilerini taşıyan o tren kalktı. Tren yolculuğu boyunca pencereden etrafı izledi ve ablasının ona aldığı şekerlemelerden yedi. Heyecan dolu bir yolculuğun sonunda üzerindeki cüppesiyle birlikte ablasıyla vedalaşıyordu Robin. Ablasına sıkıca sarılarak onun gitmesine izin verdi ve diğer birinci sınıfların arasına katıldı.
O küçük birinci sınıf topluluğu üçerli gruplara ayrılarak kayıklara bindiler ve kocaman bir gölün üzerinden Hogwarts’a ilerlemeye başladılar. Kimsenin kullanmadığı kayıkların hafif sallantısıyla beraber hızla atan kalbini hisseden Robin kayığın kenarında yüzen cücelere gülümseyerek bakışlarını Hogwarts’a çevirdi. Devasa şato Robin’in şu güne kadar gördüğü hiç bir şeye benzemiyordu. Her şeyden daha büyük, her şeyden daha güzel, her şeyden daha ihtişamlı ve her şeyden daha heyecan verici bir şeydi bu. Kayıklarla bir süre daha ilerleyerek göğü kaplayan Hogwarts’ın altına girdiler. Kısa süreli bir ilerleyişin ardından da durmaya başladı kayıklar. Robin kendi kayığının durmasıyla hemen kendini o kayıklar için hazırlanmış taş iskeleye attı. Sudan zorla çıkan cücelerin birbirlerini sıkarak kurutmalarını görerek gülümsedi ve ağır ağır ilerlemeye başlamış birinci sınıf grubuna katıldı. Kocaman bir kapının önündeki merdivenlerde durduklarında derin bir nefes aldı. Önünde kocaman bir Hogwarts macerası vardı ve hepsi hemen bu kapının ardında başlayacaktı. Karşılarına geçen bir adam Robin’in dinlemediği bir konuşma yaptı ve konuşmanın bitmesiyle o koca kapılar açıldı. Aralarında fısıldaşmayı bile kesmiş birinci sınıflar ağır ağır büyük salona girdiler. Birbirini takip eden bütün o küçük adımlarda heyecan vardı. Robin bakışlarını sarılara bürünmüş masada gezdirirken ablasının ona el salladığını görerek gülümsedi ve ona karşılık verdi. Ablasının orada olduğunu bilmek heyecanını yenmesini sağlıyordu. Grup beş masanın ortasındaki boşluğun hemen yanında durdular. Robin’in gözleri de diğer herkes gibi oradaki boşluğun ortasına konmuş sandalyeye kaydı. Sandalyenin üzerinde eski püskü bir şapka vardı. Daha ihtişamlı bir şapka beklemişti Robin; oysa ki önünde duran şapka buradaki kimsenin başına koymak istemeyeceği kadar eskiydi. Hemen yanındaki Bofur şapkanın kendisine çok yakışacağını söylerken onu hafifçe dürttü ayağıyla. Bir anda koca salon sessizliğe büründü ve şapka canlandı. Robin şaşkınlıkla şapkanın bir ağıza ve gözlere kavuşmasını izledi. O eski püskü şey ağzını açıp konuşmaya başlarken onun sandalyesinin yanında dans etmeye başlamış Summer’la Argall’ı izledi Robin. Salonda küçük bir alkış koparken selam vererek minik adımlarıyla masaların altına koşturdular. Robin suratına yayılmış o kocaman gülümsemeyi fark ederek yok etti onu. Etrafındakiler heyecandan gülümsemenin ne olduğunu unutmuş gibi görünürken bu kadar sırıtarak tüm dikkatleri üzerine çekerdi. İsimler okunmaya başlanıp öğrencilerin kafasına bir bir o şapka konarken boş gözlerle izledi onları Robin. Hufflepuff’a seçilen yeni arkadaşlarını büyük bir dikkatle inceledi. Şapkanın adını bağırdığı binalardan alkışların yükselmeye devam ettiği uzunca bir bekleyişin ardından Robin çağırıldı. Ağır adımlarla ilerledi o şapkaya doğru. Şu ana kadar aklından çıkardığı o soru şu anda kafasının içinde bir o yana bir bu yana zıplıyordu. Hufflepuff’a seçilmezse ne yapacaktı? Derin bir nefes alarak oturdu sandalyeye. Kafasına değen o eski şapkayı hissettiği bir an sonra şapka tüm salona haykırdı.
“Hufflepuff!”
Sandalyeden fırlayıp yeni binasının masasına doğru koşturmaya başladı. Masanın başında Bofur, Argall ve Summer da alkışlayanlar arasına katılmıştı. Masaya ulaştığında onu kutlayan eller arasından doğruca ablasına koşturdu. Bir kaç adım sonra ablasının onu yanına çekiştirirmesinin ardından, sarılmasına karşılık verdi. Uzun zamandır en mutlu günlerinden birini yaşıyor olmalıydı. Bir süre sarılmanın ardından ablasının ona açtığı yere oturdu. Birçok kızın arasındaki tek küçük ve erkek olarak başladı onlarla yemeğe. Onların konuşmalarını dinleyip gülüşmelerine katılarak masada ne bulduysa yedi. Şu ana kadar yediği en güzel yemekleri yemenin verdiği mutluluk ve merakla gömüldü o yemeklere. Bir süre sonra ablasının masaya bardağı sertçe vurmasıyla birlikte havaya sıçradı ve onun kalktığını görerek arkasından kalkmaya çalıştı. Bir anda omuzundaki eli hissederek başını diğer tarafa çevirdi. Ablasının siyah saçlı güzel bir arkadaşı onu kendine doğru çekerek oturmasını söylüyordu. Kıza gülümseyerek direnmeyi bıraktı ve ablasının arkasından bir kez daha baktı. Şu anda onun arkasında koşturmak istiyorsa da hemen yanındaki kızın yanından ayrılmamak da istiyordu. Kızın, adını söyleyip bir gülücük daha atmasıyla beraber ona karşılık vererek ablasının arkasından gitme isteğini bastırdı sonunda. Ablasından eninde sonunda ayrılacağını biliyordu ve şu an bunun için doğru zaman olarak geliyordu. Yemekleri yerken o yanındaki siyah saçlı güzel kızın ve diğer yanına oturan kızıl saçlı başka bir kızın sorularını kafa sallayarak cevapladı. Yemeğin sonunda tatlılarını da yiyerek karnını sonuna kadar doldurdu Robin. Şu ana kadar geçirdiği en eğlenceli gecelerden birini geçirmenin verdiği mutlulukla birinci sınıfları çağıran sarı saçlı uzun boylu kızın yanına gitti şölenin sonunda. Yanındaki bütün bir yılı geçireceği arkadaşlarının yanında olmak da bir başka heyecan veriyordu Robin’e. Hogwarts’ta geçireceği hayatı tahmin etmesi için bu gece yeterliydi zaten. Önünde onu bekleyen heyecanlı günlerin verdiği merakla birlikte yürümeye başlayan o küçük gruba katıldı.
| |
| | | Issa Philippe Ravenclaw 7. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 478 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11754 Ekspresso Puanı : 12 Kayıt tarihi : 09/12/08
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 10 Cuma 17 Eyl. 2010, 21:20 | |
| Hogwarts’ın açılacağı gün yatağında gözlerini açtığında, geçen yedi yılın ardından ilk defa heyecanlı veya mutlu değildi. Her zaman sığınılacak bir liman olduğu düşündüğü Hogwarts’a bu sene gitmemek için her şeye yapabilirde genç cadı. Tavana sabitlenmiş gözlerini akan yaşların zorlaması ile hareket ettirdi ve yatış pozisyonunu oturmaya çevirdi. Neredeyse bütün yaz tatili boyunca aynı şekilde uyanmıştı. Günlerinin de birbirinden farkı olduğu söylenemezdi. Annesinin hastalığı yetmezmiş gibi birde sevgilisi tarafından terk edilmişti. Evet terk edilmeyi hak etmişti belki de ama Issa’da son zamanlarda ne yaptığını bilmiyordu. Ne olmuştu yani çocuğun biriyle öpüşüp koklaştıysa? Hatalıydı ve bunun farkındaydı. Kendini nasıl affettirebileceğini bilmiyordu, bu yüzden de Hogwarts’a gitmek ve onunla yüzleşmekten büyük bir korku duyuyordu. Başlarda bu günün gelmesinin kendini bu kadar strese sokacağını düşünmemişti fakat şu anki hali işlerin ne şekilde yürüyeceğini gösteriyordu. Gözlerinden akan yaşlar ne içindi? Pişmanlık mı duyuyordu, yoksa sadece terk edilmenin koymuşluğu muydu bu? Ya da aldattığı erkek arkadaşına gerçekten aşıktı. Peki bunların hepsinin bileşkesi ortaya nasıl bir sonuç çıkarırdı? Kafasını yeniden yastıklara gömdü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bu sene Hogwarts’a gitmek istemiyordu işte! Yüzleşmekten korkuyordu, en kötüsü de onun kendinden nefret edebilmesinden korkuyordu. Hiçbir kaçış yolu yoktu; Hogwarts’a gidecekti ve başı dik duracaktı. Pişmanlığını veya korkularını kimsenin bilmemesi lazımdı. Altı senede çizdiği güçlü kız imajını bir yılda annesinin durumu ve sevgilisi tarafından terk edildiği için bunalıma girip bozamazdı. Peki bunu yapması ne kadar kolaydı? İçinde fırtınalar koparken, gülümsemek yani. Hiç kolay değildi ve bunun kendisi de farkındaydı.
Odasının kapısının çalınması ile ayağa kalktı, kendini düzeltmeye falan çalışmadan “Girin.” Dedi. Gelen babasıydı, sevgi dolu gözlerler kızına bakıyordu. Issa’nın kopyası gözler ve açık kumral gözler. Uzun, ince bir adamdı Issa’nın babası ama onun dünyasında her zaman en iri, en güçlü oydu. Çocukluğundan beri böyle olmuştu bu, Issa için tüm dünya bir yana babası bir yanaydı. Her şeyini konuşabildiği anlayışlı bir baba, daha ne isteyebilirdi ki bir kız? “Hayatım, iyi misin?” ses tonundaki endişeyi sezebiliyordu kız. Babasını da üzmek istemezdi, bu yüzden gülümsedi ve adamın yanağına bir öpücük bıraktı. “ İyiyim babacığım, yalnızca annemi bırakıp okula gidecek olmak canımı sıkıyor. Birde biliyorsun erkek arkadaş meseleleri, vereceği tepkiden korkuyorum baba. Ben onsuz ne yaparım bilmiyorum.” Adam derin bir nefes aldı ve kızının saçlarını okşadı, ne diyebilirdi ki? On yedi yaşında bir genç kızdı o. Onu rahatlatacak bildiği hiçbir şey yoktu, tanıdığı tek kız Issa’nın annesi idi ve dördüncü sınıftan beri birbirlerini üzmemişti onlar. İdeal çift olarak gösterilenlerdendi ikisi. Bu yüzden böyle bir durumda erkeğin ne düşüneceğini kızın ne yapması gerektiğini bilmiyordu adam. “ Akışına bırak kızım. Sen güçlüsündür, anneni de düşünme eminim her şey düzelecek.” Babasının kollarının kendini sarmasına ve gözlerinden yaşların akmasına izin verdi kız. Sevgi her şeyi çözebilirdi ve şu anda babasının sevgisini içinde bir yerlerde fazlasıyla hissediyordu. “Teşekkürler baba. Şimdi çok daha iyiyim.” “ O zaman hemen hazırlan ve kahvaltıya gel, annen senin için yatağından kalkmış.” Tam Issa annesi ve hasta uygunsuz davranışları konusunda bir konuşmaya başlayacaktı ki babası elini havaya kaldırarak susmasını işaret edip odadan çıktı. Şimdi kız kendini fazlasıyla rahatlamış hissediyordu.
Bavullarını ve gitarını kapının önüne koyduktan sonra mutfağa geçti. Annesi her zamanki gibi kötü görünüyordu ama yüzündeki gülümseme ve hareketli hali ile Issa’yı kandırmaya çalışırken harcadığı efor da hasta birisi için tebrik edilesiydi. Gülümseyerek masanın başına oturdu. “ Anneciğim benim için kendini yormak zorunda değilsin, normal davran lütfen.” Önünde duran portakal suyunu tek dikişte bitirdi ve normal günlere oranla iki kat daha fazla yedi. Heyecan, korku ve panik bir arada olunca ne yapacağını şaşırmışa benziyordu. Hatta sofrada babası ile onun işleri hakkında bir sohbete bile dalmıştı. Issa için ailesi herkesten önemliydi. Kimsenin bilmediği bir Issa idi o anne ve babasının yanında. Saygılı, sevgili küçük bir kızdı. Kaç yaşına gelirse gelsin onların koruması altında kendini hep iyi hissedecekti bu küçük kız. Kahvaltısını bitirdiğini düşününce babasına döndü; “ Artık gidebiliriz.” Adam hemen masadan kalktı ve kapıya doğru yürümeye başladı bu sırada ayağa kalkan ve babasıyla giden annesine şaşkınlıkla baktı Issa. “ Hey, sen gelmiyorsun. Kocaman kız oldum evde vedalaşacağız ve sen dinleneceksin.” Babasının da kendisini desteklemesi ile baba kız istasyonun yolunu tuttular. Bu yıl Hogwarts’da geçireceği son yıldı ve şu an bu yılın Hogwarts’da geçireceği en zor yıl olduğunu düşünüyordu. Babasını sarıldı ve öperek Hogwarts’a gitmek üzere trene bindi. Tanıdık birilerinin olmadığı bir yolculuk istiyordu bu yüzden birinci sınıfların doldurduğu bir kompartımana girerek ufaklıklardan birini nazikçe(!) cam kenarından kaldırıp kendisi oturdu. Çocuğun bütün yol boyunca kötü gözler ile ona bakması dışında rahat ve sakin bir yolculuk olmuştu.
Büyük salona girdiğinde derin bir nefes aldı kız. Bütün yolculuk boyunca yaşıtlarından kaçmıştı, buraya gelirken de kız arkadaşlarının arasında pısarak yürümüştü hep. Ama şimdi tabiri caizse kabak gibi ortadaydı hatta gözleri büyük bir heyecanla onu arıyordu. Köşe bucak ondan kaçıyor olsa da onu özlemişti de. Sadece bir saniye bile görse yeterli olurdu ona. Binasının masasında gördü onu; hiç değişmemişti hala aynı mükemmeliyet ile oturuyordu. Kendine kızgınlığı onu görünce iyice arttı. Nasıl olmuştu da bu çocuğu aldatabilmişti. Arkadaşlarının yanına oturdu ve sohbetlerine katılmaya, aklını dağıtmaya çalıştı. Ama olmuyordu işte gözleri ve aklı sürekli ona kayıyordu. Oturduğu yerde huzursuzca kıpırdanıyor ve perçemleri son derece düzgün olmasına rağmen sürekli onları düzeltip duruyordu. Huzursuzluğunu fark eden birkaç tane arkadaşı da olmuştu üstelik. Bütün yıl şu an içinde bulunduğu ruh hali ile geçemezdi. Bir şeyler yapması gerekliydi. Konuşmalıydı belki de onla. Ama bunu yapabileceğini sanmıyordu. Tören bitmiş bütün öğrenciler yatakhanelere doğru ilerlerken düşündüğü tek şey en azından onun konuşmak için bir şeyler yapabileceği ümidiydi. Evet neredeyse iki aydır görüşmemişlerdi ama Issa onun sevgisinden çok emindi, kendi sevgisinden olmadığı kadar hem de. Düşüncelere o kadar dalmıştı ki diğer öğrencilerin önden gittiğinin farkına bile varamamıştı, koridor neredeyse boş sayılırdı. Issa’da kendine yavaşça mırıldandı ve ağır adımlar ile yürümeye başladı. “Kendine gel Issa…” | |
| | | Ethan Cholonis Ravenclaw 6. Sınıf Öğrencisi & Sınıf Başkanı
Mesaj Sayısı : 59 Galleon : 10395 Ekspresso Puanı : 10 Kayıt tarihi : 12/09/10
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 10 C.tesi 18 Eyl. 2010, 16:45 | |
| Lanet olası okul… Yalnızca birkaç ya da üç beş saat sonra başlayacaktı. Yeni gelenlerin duyduğu heyecan tamamdı da, bu sene altıncı senesi için o yolculuğa çıkacaklar için pek de bir şey ifade etmiyordu bıkkınlıktan başka. Çünkü herkes olduğu gibi yeni gelenler ilk başta her şeyin bir oyun olduğunu, istedikleri gibi eğlenip büyü yapabileceklerini düşünüyorlar, yıl geçtikçe olayın düşündüklerinden çok daha farklı olduğunu öğreniyorlardı. Ve öğrendiklerinde yatağın içinde debelenip olabildiğince gitme işini geciktirmek için uğraşıyordu. Bunlardan biri de şüphesiz, yalnızca birkaç ay önce on altı yaşına basmış – ki fiziksel yapısı kesinlikle en az yirmiymiş gibi duruyor- çalan alarmın kulaklarını tırmalayan sesine karşı yüzünü buruşturmuş, yatağında tepinen Ethan idi. Derine inildiğinde Ethan kesinlikle mızmız ya da okul karşıtı biri değildi. Aksine, başarılı ve bir o kadar da soğukkanlı bir insandı lakin her ne kadar mutluluktan bir gram dahi taşımasa da bulunduğu yer, ayrılmak istemiyordu. Çünkü okulda Autumn’un – çok sevgili üvey kardeşinin- eski sevgilisinin yüzünü her gördüğünde bir tane patlatmak istiyordu. Hatta istemekten öte birkaç defa yeltenip, kendini sakinleştirmeyi başarabilmişti. Autumn, aslında üvey kardeşten çok fazlaydı Ethan için. Geceleri en kötü rüyasında araya girip gülümsemesini sağlayan, yüzünü her gördüğünde ondan nefret etmemesini dilediği, güne onu görerek başlamayı arzuladığı ve kendisine yolladığı nefret dolu bakışlardan çok değer görmeyi beklediği kişiydi. Bir evin içindeki iki yabancı olacak kadar uzaktılar birbirlerine. Ethan ve pek sevgili (!) babasının, ailelerini dağıttığı düşüncesi öylesine işlemişti ki Autumn’un kalbine, hiç kimse böyle olmadığına inandıramamıştı. Olaylar, kısacası ailelerin arasındaki şeyler Ethan’ı ilgilendirmiyordu. Gerçek annesi de fahişenin teki olduğundan dolayı aslında kurtulduklarına, babasının o aşağılık kadının kıçına tekmeyi bastığına seviniyordu. Aynı evde bulunduğu kimseyle bir diyalog içinde olmamak kimi zaman canını sıkıyor olsa da, Autumn ile kimi zaman ettiği kavgalar bile değerliydi onun için. O evde kalmaya devam etme sebebiydi belki de. Kızdığında daha güzel oluyorsun, erkeklerin klasik ve pek bilindik sözüydü. Çıktıkları kişileri kızdırdıklarında gönüllerini almak için söylerlerdi fakat Ethan çıkmıyordu Autumn ile. Onu kızdırdığını da biliyordu ancak hiçbir zaman klişeleşmiş sözü kullanmıyordu, kullanamıyordu. Kullanamayacağını da biliyordu. Daha önce kimsenin gözlerinde böylesine nefret görmemişti. Kendisini sevmediğini, hatta bir yerlere gidip dönmese umurunda olmayacağını biliyordu: Bilse de bir şey fark etmiyordu işte…
Yatakta bir sağa bir sola dönerken, bir anda yere düştüğünü hissetti. Acıyla inledi, belini tutarak, yatağın kenarından destek alarak ayaklandı. Söylene söylene ne yapacağını bilemezken, ellerini saçlarına daldırdı birkaç kez karıştırdı ve gözlerini kırpıp açtıktan sonra dolabını aralayıp birkaç gün öncesinden hazırlattığı sandığını sürükledi. Üzerine geçirdiği gömleği daha sonra iliklemeye karar verirken, içeriden duyulan ses Bayan yeni Cholonis’ten başkası değildi. Kahvaltının hazır olduğuna dair bir şeyler söyleniyordu. Sabahları kahvaltı etmenin öneminden falan filan bahsettiği zamanlardaki gibi bir ses tonu kullanıyordu. Ki ardından eklenen ricayı duyduğunda dudakları hafifçe kıvrıldı ve küçük bir gülümseme oluştu. Gidip Autumn’u uyandırması gerekiyordu. Odaları arasındaki mesafe oldukça kısaydı. Kapıyı tıklatmaya gerek duymadan içeriye girdiğinde çoktan uyanmış olduğunu ve kardeşiyle bulundukları neşeli ambiyansı bozduğunu fark etti. Ses tonunu ciddileştirdi ve kahvaltıya gelmesi gerektiğine dair bir şeyler mırıldandıktan sonra odanın kapısını çarpıp çıktı. Kahvaltı da artık cazip gelmiyordu kulağına. Birkaç dakika içinde aşağıya indiğinde Autumn, bakmamaya özen gösterdi. Bakışlarını bir başka tarafa yönlendirdi ancak kızın iştahının bir hayli açık olduğunu fark ettiğinde ithamlı birkaç bakış yollamaktan alıkoyamadı kendini. Babasına baktığında kafasıyla kalkmasını işaret ettiğini gördü, sandalyesinden kalktı ve evden çıkarak arabaya doğru ilerledi. Arabayla gitmekten nefret ediyordu fakat her yıl aynı şey oluyordu. Cisimlenmektense arabayla gitmek daha iyiymiş gibi…
Her yılki seramoniyi gerçekleştirmek için duvarın önüne geldiklerinde kavgasız bir sabah geride kalmış gibi gözüküyordu. Autumn ve annesi arasındaki sürtüşmeler yine kıvılcımlanıyor, her iki tarafında suratındaki ifadeler değişiyordu. Bir anda tüm bu tartışmaların babası ve kendisi yüzünden olduğu fikrine kapılan Ethan, araya girdi ve Autumn ile konuşacağını belirterek üvey kardeşini de alıp duvardan geçti. Autumn için bu hareketinin bir şey ifade etmediğini biliyordu ki amacı da kahramanlık filan değildi. Olayın uzamasını engellemek için yapmıştı. Ve elbette gecikmemek için. Ah, tamam çevresindekileri kandırabilirdi ama kendini kandırmakta bir çok insan gibi başarısızdı. Sonunda pes etti ve derin bir iç çekerek artık kendisi için hiçbir heyecan ifade etmeyen koca, siyah trene bindi. Autumn ve kardeşinin yanına oturamazdı, istenmezdi. Doğal olarak kendi arkadaşlarının yanına doğru ilerlemeye başladı. Kompartımanlar arasında ilerliyor olmak ve nefret ettiği simalarla karşılaşmak can sıkıcıydı. Nefret ettikleri yalnızca Autumn’a sarkan erkeklerle sayılı kalmadığı için olsa gerek her kafasını uzattığı yerden ucubeler fırlıyordu. Surat ifadesi hüsrana uğrayınca kompartıman aramaktan vazgeçip, sıradaki ilk yere oturdu. Nereye oturduğunun pek önemi yoktu, sonuçta herkes aynı yere, yani eski tatlı mutluluklardan çok uzak olan Hogwarts’a gidiyordu. Ve Autumn yeni bir sevgili bulduğunda, geçen sene ki gibi hayatı cehenneme dönecekti. Düşünmesi bile felaket gibiydi.
Her yıl ki klasik bücürleri ağırlama töreni, üst sınıfların ve tabii ki Ethan’ın uykusunu getirmişti fakat olabildiğince dikkatle o’nu yani Autumn’u izliyordu. Mimiklerini ve bakışlarının odaklandığı yeri takip ediyordu. Bakışlarının eski sevgilisine odaklandığını gördüğünde ellerini masanın altında yumruk haline getirdi ve boynundaki damarların bir anda belirginleşmeye başladığını hissetti. Bir şeyler ters gidiyordu. Onun yüzündeki acıyı görebiliyor, hissedebiliyordu. Sinirlenmişti. Oysa kardeşi binasına seçilirken onu mutlulukla alkışlıyor, kahkahalar atıyor olmalıydı. Hele ki son davranışını kesinlikle yapmamalıydı. Yani masadan kalkıp gitmesine bir anlam verememişti. Ani bir hareketle yeterince sıkışmış olduğu sandalyesini geri çekip hışımla koşmaya başladı. Koridora çıktıklarında ise birkaç metre ötesindeki genç kıza doğru koşup kolundan tuttu ve çevirdi. Yüzündeki endişenin belli olmasını istemese de saklayacak durumda değildi. Her ne olursa olsun bir şeylerin ters gittiğini ve onu kırdığını biliyordu. Cool çocuk havalarında ve alaycı gülümsemesiyle dalga geçen cümleler kurmak istemiyordu, istese de kuramazdı. Engel olamadığı telaşlı bir ses tonuyla ‘ Sorun ne? Bir anda sinirlenip kalktığını görünce bir şeylerin ters gittiğini anladım. Biliyorum, burada olmasını istediğin son kişiyim ama üvey de olsa kardeşin olarak bana anlatabilirsin, istiyorsan.’ Üvey kardeş kısmından bahsetmek sinir bozucuydu. Onu ne üvey ne de öz kardeşi olarak görmediği apaçık ortadaydı. Daha doğrusu görmek isteyen için. Üzüldüğünde üzülüyor, sevindiğinde, güldüğünde ise kalbindeki hareketlenmeyi hissedebiliyordu. Ve tüm bunlara rağmen iki yıldır ağzını bıçak açmıyordu. Nedeni ise açıktı; istenmediğini biliyordu.
| |
| | | Andromeda Beata Neaux Hufflepuff 7. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 171 Yaş : 30 Kan statüsü : Bilmiyor ancak Melez olduğunu düşünüyor. Galleon : 11699 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 03/12/08
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 10 C.tesi 18 Eyl. 2010, 17:24 | |
| “Beata! Buradayız!”
Sesin sahibini arıyordu mavi bakışları. Etraf o kadar kalabalıktı ki ve o kadar gürültü vardı ki sesin yönünü bile kavrayamamıştı. Neyse ki daha fazla geç olmadan ellerini kaldırmış kendisini göstermek için havaya zıplayan arkadaşını bulabilmişti. Kalabalığın arasında bir görünüp bir kaybolan esmer kıza bakarken gülmeden edememişti Beata. Hemen bavulunu alıp kalabalığın arasından sıyrılmaya çalışarak ilerlemeye başladı. Nihayet Raquel’in yanına vardığında nefes nefese kalmıştı. Bütün bir yaz görüşememenin hasretiyle sarılmışlardı birbirlerine. Bu sırada yalnız olmadıklarını ve Josh, Gabriél ve Max’in de orada olduğunu fark etti Beata. Raquel’in ‘Buradayız!’ derken neyi kastettiğini şimdi anlıyordu. Hasret giderip, kucaklaşma faslını bitirdikten sonra bavullarını ite kaka trene binmeyi başarabilmişlerdi. Çabucak kendilerine boş bir vagon bulup koltuklara yayılarak rahat bir nefes almışlardı. “Bu ne kalabalık abi ya?” İlk konuşan Max olmuştu. Her zaman şikâyet edecek bir şeyler bulabilen, geveze ama eğlenceli biriydi Max. Şimdi de kalabalıktan yakınıyordu. Haksız sayılmazdı gerçi. Bu sene geçen senelere nazaran daha kalabalıktı etraf. Camdan dışarıya kalabalığa dikmişti bakışlarını Beata. O sırada Josh’un bir şeyler söylediğini duymuştu fakat ne dediğini anlamamıştı. Şuan ilgisini çeken başka bir şey vardı. Kızıl saçlı küçük bir kız yaşlı gözlerle annesine sarılmış ağlıyordu. Sesini duyamıyordu ama ne dediğini tahmin edebiliyordu Beata. Trene binmek istemiyordu. Hogwarts’a gitmek istemediğinden değil sadece ailesinden ayrılmak istemiyordu. Annesine onunla gelmesi için yalvarıyordu büyük ihtimalle. Eğer bu küçük kız önünde duran yedi yıl boyu neler yaşayacağını bilseydi bir saniye bile düşünmeden trene atlardı. Onun yerinde olabilmek için nelerini vermezdi Beata. Bunun son senesi olduğuna inanmak öyle zordu ki. “Hey! Aramızda mısın?” Raquel’in omzunu sertçe dürtmesiyle sıyrılmıştı düşüncelerinden. Kahkahalarla gülen arkadaşlarına baktı. Onun kaçırdığı bir şeyler vardı anlaşılan. Sadece hafifçe gülümsemekle yetindi. Nihayet öğrenciler trene yerleşmiş ve kalabalık iyice dağılmıştı. Çok geçmeden tren de harekete geçmişti. Yolculuğun geri kalanında son sene hüznünü bir kenara bırakıp arkadaşlarının sohbetine katılmıştı Beata.
Aynadaki yansımasına bakarken yakasındaki armaya takıldı bakışları. Hufflepuff arması… İlk andan itibaren büyük bir gururla taşımıştı bu armayı üzerinde Beata. Bu binada olduğu için özel hissediyordu kendini. “Ağlamak için daha vaktimiz var. Son senemiz ve bu son büyük şölenimiz! Geç kalamayız.” Gabriél söyleyene kadar ağlıyor olduğunu fark etmemişti Beata. Hemen yaşlı gözlerini sildi ve yüzünde kocaman bir gülümsemeyle arkadaşına döndü. “Haklısın. Hadi gidelim. Max ortak salonda bizi bekliyordur.” Tıpkı tahmin ettiği gibi ortak salondaydı Max. Büyük şölenin başlamasına yirmi dakikadan fazla olmasına rağmen geç kaldınız diye şikâyet ediyordu. “Geldik işte Max. Uzatma da gidelim hadi.” Hızlı adımlarla ortak salondan ayrılıp büyük salonun yolunu tuttular. Bu sırada Max sızlanacak yeni şeyler bulmuştu kendine. Beata ve Gabriél’in sıkıntıdan üfleyip püflemelerine aldırmadan kafalarını şişirmeye devam ediyordu. Neyse ki büyük salonun kapısında Raquel ve Josh ile karşılaşmışlardı da susabilmişti. Raquel ve Josh Gryffindor oldukları için şölende aynı masada olamıyorlardı. “Nihayet gelebildiniz. Birazdan şapka töreni başlayacak. Bakalım kaç tane Gryffindor toplayacağız.” Josh her zaman binasını övmekten keyif alan biriydi. Sesindeki gurur ve özgüvende bunu çok açık gösteriyordu. “Bırakın gevezeliği. Hadi yürüyün.” Konuşmayı sonlandırıp herkesi masasına yollayan yine Beata olmuştu elbette. Onlara kalsa saatlerce orada laklak edebilirlerdi. Josh ve Raquel Gryffindor masasına ilerlerken diğer üçü Hufflepuff masasında yerlerini almışlardı. “Bütün profesörler gelmiş bile. Bak! Profesör Molaco işte orada. Sanki biraz yaşlanmış gibi.” “Hayır. Bence gayet iyi. Bina sorumlumuz olduğu için çok şanslıyız.” Bakışlarını Profesör Molaco’dan ayırmadan yanıtlamıştı Gabirél’i Armilla. Seçmen Şapka töreninin başlamasıyla büyük salona hâkim olan sessizlik onları da susturmuştu. Birinci sınıflar sırayla kendilerine gösterilen sandalyeye oturmuş ve kafalarına oturtulan şapka tarafından teker teker ait oldukları binalara yerleştirilmişlerdi. Daha sonra şölen başlamış ve masalar enfes yemeklerle dolmuştu. Büyük bir neşeyle yemeğini yemeye koyulmuştu Beata. Özellikle tatlılar harikaydı her zamanki gibi. Şölen bitip yarım saat önce masaları dolduran yemekler öğrencilerin midelerini doldurduktan sonra herkes yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Beata’da arkadaşlarının peşine takılıp ortak salonun yolunu tutmuştu. Son büyük şöleni hiçte fena geçmemişti. Midesindeki sancıya rağmen Hogwarts’ta en çok bu şölenleri özleyeceğine emindi. Kim bilir belki şansı yaver giderdi de birgün profesör olarak dönebilirdi Hogwarts’a. Özellikle de çikolatalı pastalar için bunun olmasını gerçekten dilerdi…
| |
| | | Nicholas Hooper Ravenclaw 7. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 33 Galleon : 10382 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/09/10
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 10 C.tesi 18 Eyl. 2010, 21:11 | |
| ‘Christina, lütfen saçmalama. Bırak sadece bir sefer olsun benimle gitsin.’ ‘Son kez söylüyorum, hayır! Eğer oğlunun yanında olmak…’
Aşağıdan gelen sesler gittikçe yükselince kırpıştırarak araladı gözlerini. Bu tartışmaya sertçe kapanan bir kapı ve kapıya atılan birkaç yumruğun sesi de eklenince sıkıntıyla sağa döndü yatağının içinde genç büyücü. Anne ve babası ayrılmış olmalarına rağmen babası arada sırada içkili bir şekilde eve geliyor ve saçmalıyordu işte. Normal bir genç olsa büyük ihtimalle annesinin yanına koşarak o adamı dışarı atmasına yardım ederdi ama şimdi, annesi o aptal muggle ile birlikteyken, içinden hiç aşağıya inip tartışmada annesine destek olası gelmemişti. Bu tür aile işlerine burnunu sokmaktan hiç hoşlanmazdı ve zaten okuldaki son senesiydi. Bir sene sonra okuldan da bu lanet evden de defolup gidecekti. Annesi dilediğince sevinebilir ve eve istediği kadar erkek arkadaş getirebilirdi. Aşağıda sesler kesilmiş gibiydi, şimdilik. Anlaşılan annesi bu sefer sevgili eski kocasını evden çabuk sepetlemeyi başarmıştı. Yatağının karşısındaki duvarda asılı duran o büyük, eski ve aptal saate kaydı uyku dolu bakışları. Birazdan yatağıyla vedalaşıp aşağıya inmezse büyük ihtimalle annesi uyandırmak için gelecekti ve sabah sabah onun Nick’in geç saatlere kadar dışarıda kalıp sonra sabahları uyanamaması hakkındaki uzun öğütlerini dinlemek zorunda kalacaktı. O kadın önce kendine çeki düzen verseydi ya! Söylenerek üzerine dolanmış olan çarşafı tekmeledi ve hazır bir şekilde yatağının ayak ucunda duran valizinin en üstünde duran kazaklardan birini aldı. Hazırlandığında, ki aşağı yukarı beş dakika sürmüştü, yorgun adımlarla aşağıya indi ve üzerinde kahvaltı olmayan masaya baktı. Annesi kahvaltı hazırlamayı unutacak kadar meşgul olmalıydı. Tembelce mutfağa girdiğinde annesini sabahlığıyla tezgaha yaslanmış düşünceli bir halde buldu. Ne sürpriz ama. Kendine kahve hazırlarken ona nesi olduğunu sorma gereği bile duymamıştı. Evet biliyordu, çok düşüncesiz davranıyordu ama onlardan ve bitmek bilmeyen gereksiz sorunlarından bıkmıştı artık. Belki de bu yüzden bir an önce okula dönmeyi istiyordu. Okul aklına geldiğinde her zamanki o anlam veremediği boğucu his belirdi karnının içinde. Bunun son senesi olmasıyla veya sınavları verememekten korkmasıyla bir ilgisi olmadığını bilmesiyse iyice bunaltıyordu onu. O aptal kız onu aldatmış olmasına rağmen nasıl hala ona dair bir şeyler anımsadığında böylesine garip hissedebildiğini anlayamıyordu ve şimdi geçen iki ayın üstüne onu görmek isteyip istemeyeceğine emin değildi. Sanki biraz özlem vardı içinde, ona duyduğu nefrete karışmış bir şekilde. Oysa normalde böyle bir şeyi çok önemsemez, yoluna devam ederdi ama konu Issa olduğunda.. Her şey öylesine farklılaşıyordu ki.. Issa.. Adı ve genç cadının yüzü zihninde belirdiğinde tuhaf bir gülümseme oluştu dudaklarında. Ancak ne var ki bir sonraki sahne, genç cadıyı o iğrenç bulanık Ravenclaw’ın kolları arasında gördüğü o sahne, yüz hatlarının gerilmesine ve yumruklarını sıkmasına neden oluyordu. Bu anıyı zihninden göndermek istercesine başını sallarken kahvesini aldı ve çalan kapıyı açmak için koridora yöneldi. Annesinin hareketlendiğini fark etti, muhtemelen babası henüz pes etmemişti. Kapıyı açtığında gözlerini devirdi sıkılmış bir ifade ile. Babasını içeri davet etti en ufak bir kelime bile söylemeden. Hep aynı şeyler, yine saçma sapan açıklamalarla dolu bir konuşma yapıp kendini affettirmeye çalışacaktı. Neden hiç vazgeçmiyor ki.. diye söylendi içinden Nick. Neydi yani annesini onun için bu kadar vazgeçilmez kılan? Lanet cadılar.. Onların yeniden tartışmaya başlamasına fırsat vermeden valizlerini aşağıya indirdi Nick. ‘Geç kalmak istemiyorum. Çıksak artık?’ Hangisiyle gideceğini bilmiyordu ama annesini sabahlığıyla beraber istasyona götürmek istemediğine emindi. Annesi de onaylarcasına yorgun bir şekilde başını salladığında, onun için biraz üzüldüğünü fark etti aslında. Hafifçe iç çekip omuz silkti, kesinlikle ikisinin arasına girmek istemiyordu. İstediklerini yapabilirlerdi, ona dokunmadıkları sürece. Babasının valizlerini almasına izin verdi ve arabaya doğru yürüdü. Ne demeye arabayla gidiyorlardı anlamamıştı zaten. Yine de bunu tartışamayacak kadar doluydu zihni, genç bir cadı ve onu yeniden görmekle.
Hogwarts’a vardığında üzerinde Ravenclaw cübbesiyle birlikte binasının masasına doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı, bir yandan Issa’yı görmeye çalışarak. Mümkün olduğunca ondan uzak bir yere oturmaya çalışsa da aslında bu çok mümkün olmamıştı. Karşısında, iki üç sıra ötede duruyordu genç cadı bütün güzelliğiyle birlikte. Bakışları kesiştiğinde, kendisinin bile şaşıracağı derecede öfke dolu bir bakış attı ve yemeğine döndü. Yemek boyunca ona bakmamaya çalışsa da eninde sonunda bir şekilde konuşması gerektiğini biliyordu. Tanrım! Neden bunları düşünüyorum ben?! Ona bakmayı kesti ve kızı bir süreliğine de olsa aklından çıkarttı. Kısa bir süre sonra yanında oturan arkadaşına dönerek yeni Quidditch takımlarıyla ilgili bir sohbete dalmıştı bile.. Yemeğin sonu geldiğinde tembelce oturduğu yerden kalktı ve binasına doğru ilerlemeye başladı koridor boyunca. Ne var ki sevgilisini öpme cesaretine kalkışmış o çocuğu gördüğünde daha fazla kendisini tutamadı ve biraz ilerisinde yürüyen Issa'ya yetişti. Eğer kendi canı yanıyorsa, onunkini de yakacaktı. ‘Hey, neden küçük sevgilinin yanında yürümüyorsun Issa?’ Başıyla onu aldattığı çocuğu işaret etti, yüzüne beceriksizce yerleştirdiği alaycı gülümsemesiyle birlikte. Ama genç kızın kolayca görebileceğini biliyordu, aslında son derece kırgın olduğunu. Issa yürümeyi kestiğinde ve ağzını açıp bir şey söylemek için ona döndüğünde gülümsemesinin yüzünde donduğunu fark etti Nick. Kızın o muhteşem güzellikteki gözlerinin içine baktığında, ona olan kızgınlığına dair en ufak bir kırıntı bile bulamadı. Ona oracıkta sarılıp dudaklarıyla buluşmayı öylesine istiyordu ki, bunu yapmamak için kendisini zor tutuyordu. Yürü Nick, kalırsan dayanamayacağını biliyorsun.. Ancak yürümek bir yana, konuşmuyordu bile. Nasıl oluyordu da sadece sıradan bir kız ona böylesine duygular yaşatabiliyordu?
| |
| | | Casey Paul Logan Ravenclaw 1. Sınıf Öğrencisi
Mesaj Sayısı : 19 Galleon : 10733 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 20/03/10
| Konu: Geri: Büyük Şölen ~ 10 C.tesi 25 Eyl. 2010, 20:16 | |
| Ona bir ömür gibi gelen tren yolculuğu boyunca çıt çıkarmamıştı, normalde konuşmadan duramayan Casey. Aynı kompartımanı paylaştığı, formalarından Slytherin olduklarını anladığı öğrenciler ondan çok daha büyük ve oldukça suratsız olduğundan pek bir şansı da olmamıştı. Ama onun derdi terslenme veya çekinmekten ziyade seçimlerden ötürü duyduğu endişeydi. Aile geleneği ya da baskıdan ötürü girmek istediği bir bina yoktu. Dört binadan hangisine uygun olduğuna da emin olamıyordu bir türlü. Slytherin her zaman havalı görünen bir bina olmuştu onun için, zindanlarda olduğundan haberdar olduğu ortak salonundan öğrencilerinin tavrına kadar birçok yönüyle okulun en popüler binalarından olduğunu biliyordu. Ama kompartımanındaki suratsız tiplerden birine benzemeyi de istemiyordu doğrusu. Ayrıca o havalı duruşları hiç eğlenceli değildi, ilginç de bulsa Slytherin binasının öğrencisi olsa sıkılacağından emindi. Gryffindor’a da giremeyeceğini biliyordu, zaten Merlin korusun! Kahramanlığa meraklı, kafayı cesaretle bozmuş bir gurup. Gerçi aralarından komik ve iyi anlaşması mümkün birçok tip çıkması da mümkündü ama kesinlikle ait olduğu bina Gryffindor olamazdı, ondan emindi. Hufflepuff’a gelince her zaman biraz silik, arka planda kalan bir binaymış gibi geliyordu Casey’e, ayrıca adalet meraklısıydı birçok öğrencisi, adalet de onun işine gelirse gerekli bulduğu işine gelmezse gereksiz bulduğu bir kavramdı. Ravenclaw’u fena bulmuyordu, çoğu öğrencisi zeki oluyordu ve o da bu tanıma kesinlikle uyduğunu düşünüyordu. Ama biraz da inek tipler vardı o binada, o kısmı kulağa sıkıcı geliyordu. Seçmen şapkanın doğru bir karar vereceğine pek inandığı da söylenemezdi hani, ne tür bir tılsımın şapkanın insanların kişiliklerini anlayıp onları doğru binalara seçmesini sağladığını anlamıyordu. Tren okula yaklaştıkça gerilmişti, gergin hali de kendine sinir olmasına neden olmuştu. Bu kadar heyecan yapması gereksizdi, ne olurdu ki en kötü ihtimalle? Onu trene geri koyup eve yollayacak halleri yoktu herhalde.
Büyük sınıfların kendi kendini çekiyormuş gibi duran arabalara binip uzaklaşmasını izlerken iki üç öğrenciyle paylaştığı kayığın içinde büzülmüştü. Havanın oldukça soğuk olduğunu ve kışlık cüppesini giymesinin daha mantıklı olacağını biraz geç anlamıştı. Gölün karanlık sularına bakarken suratı asıldı. Süpürgeyle seyahat kesinlikle kayıkla seyahatten daha güvenliydi. Ona dibine inmek imkânsızmış gibi gelen suyun içinde ne tür canlıların yaşadığı konusunda az bir bilgisi vardı ve ne demeye kayıkla gittiklerini anlayamıyordu. Gözleri kayığındaki çocuklardan birine takıldı. Suratında sanki kötü bir koku almış gibi bir ifade vardı, göz göze geldiklerinde Casey’de hoşnutsuz bir ifade takındı. Muhtemelen kendini tüm dünyadan üstün gören bir baş belasıydı çocuk. Yanındaki kıza döndü, kayıktaki dördüncü kişi olan sarı saçlı çocukla konuşuyordu ve her ne kadar bir şeyler söylemeye niyetli olsa da Casey konuşmasının gereksiz olacağını düşünmüştü. Harika.
Kayıklardan inerken bir an için dengesini kaybedip gölü boylamasına ramak kalsa da bunu dışında halinden memnundu Giriş Salonunda durduklarında. En azından kuruydu, bu da bir şeydi. Üstünü başını düzelten birkaç kişiyi görünce o da saçlarını düzeltmeye çalıştı ama pek faydası olmamıştı. Büyük Salon’a girerken en öndeki öğrencilerdendi, normalde umursamayacak olsa da tüm okulun onları izliyor olması hoşuna gitmemişti. Profesörlerin oturduğu masanın önündeki tabureye ve üstündeki eski püskü şapkaya bakınca yine o nedenini bile anlamadığı tedirginliğe kapıldı. Seçmeler düşündüğünden hızlı başlamıştı zaten. Seçmen Şapka’nın bazen bir saniyede bazen birkaç dakikada bir binalardan birini haykırmasını izlerken okunan isimlere dikkat bile etmiyordu. O yüzden kendi ismi okunduğunda tabureye gitmekte biraz gecikti, kıkırdamalara yol açmıştı bu. Öfkeli bir tavırla şapkayı kafasına geçirdi, burnuna kadar inmişti. Karanlık şapkanın içine bakmak hiç ilginç olmadığından gözlerini kapamayı tercih etti. Şapkanın mırıldandığını duyabiliyordu ama ancak birkaç kelime seçebiliyordu aradan. Bir dakika, ne demişti o? Kibirli mi?
“Ravenclaw!” Her ne kadar şapkayı bütün okul gibi o da duysa da ne dendiğini anlaması yine gecikmişti biraz. Örnek bir Ravenclaw olduğu söylenemezdi o anda. Ayağa kalkıp şapkayı çıkardı ve tabureye geri koydu. Işığa alışamamıştı bir an, gözlerini kırpıştırdı. En sonunda Ravenclaw masasındaki bulduğu ilk boş yere çöktüğünde sırıttı. Bu bina için ölmemiş olsa da memnundu halinden. Etrafındaki herkes ondan çok daha büyük ve uzun gibiydi, ayrıca bir kısmını oldukça inek olarak tanımlanabilir bulmuştu, yine de… Ondan sonra iki kişinin Gryffindor’a seçilmesiyle seçmeler bitti. Müdür konuşurken Casey öğrencileri incelemeyi bırakmış bakışlarını boş altın tabak ve kupalara dikmişti. Trende yediği birkaç kazan pastasını çoktan sindirmişti, ne kadar acıktığını tabakları görene kadar anlamamıştı. Müdürün konuşmasının bitmesiyle tabaklarda beliren yemeklere baktığındaki ilk düşüncesi tüm masayı silip süpürebileceğiydi, önündeki tabağı biftek, patates kızartması, sosis, bezelye, havuç ve daha bir sürü şeyle doldurduğunda bile değişmemişti bu. Nitekim yemeğinin yarısına geldiğinde belki biraz fazla abarttığını ve doymuş olduğunu düşündü, tam da bu sırada tabaklardaki yemekler yok olup yerini aklına gelebilecek her türlü tatlıya bıraktı. Bir süre nündeki çikolatalı pastayı didikledikten sonra başını kaldırıp masadakileri izlemeye başladı. Kendi yaş gurubundakilerden uzak otursa bile konuşma potansiyeli olan, sevecen birileri de çıkardı herhalde. | |
| | | Charlie von Diederich Seherbaz Karargahı & UBBP Genel Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2101 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12545 Ekspresso Puanı : 49 Kayıt tarihi : 05/05/08
| | | | | Büyük Şölen ~ 10 | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |