Kış, geleceğinin haberini hep sonbaharla yollar yeryüzüne. Eylül ayı geldi mi ne o buhranlı havalar kalır ne de sinirden deliye dönmüş insanlar. Tabi Hogwarts’ın açılmasına bayılmayan öğrencilerin sitemleri yayılır bu kez havaya. Mesela Castor da onlardan biriydi. Ağustos’un ortalarına geldiler mi hemen hayıflanmaya başlardı. Ne zaman okul günü gelip çatar, sabah yüzünde daha da donuk bir ifadeyle giderdi tren garına. Bu yıl yine aynı şeyler tekrarlanmıştı. Bir hafta boyunca bitmek bilmeyen okul alışverişi, annesinin bitiremediği dırdırı, milyon tane uyuz insanla bir arada yaşamak… Castor’un sinirleri iyice gergindi tantanayı atlatmasına rağmen. Kime patlayacağını gerçekten bilmiyordu ve en küçük bir neden bile onu tartışmanın ortasına sürükleyebilirdi. SBD senesini atlatmış olmasına rağmen sanki hala yük omuzlarında gibiydi. Yaklaşan yedinci sınıfla aynı mıntıkada hareket eden FYBS’ler sonunu getireceğe benziyordu. Çünkü sınavlardan hoşlanmazdı Castor. Muhteşem bir öğrenci değildi ve profesörlerin gözündeki soğuk öğrenci statüsünden yükselemeyeceğine de adı gibi emindi. Zaten dersleri de o kadar taktığı söylenemezdi. Genellikle geceleri uyumayıp gündüzleri derslerde ya da orada burada kestirdiği birkaç dakikayla dinlemeye çalışırdı. Gerçi ne kadar verim alınabilirse… Sadece gözleri birine takıldığı zaman odaklanabilirdi. Kızın yüzüne saatlerce bakar ufacık bir duygu değişimini dahi anlamaya çalışırdı. Onunla göz göze geldiğindeyse aniden kafasını çevirir ya da yanındaki kıza bakıyormuş gibi yapar, onu incittiğini bilirdi. Öyle zamanlarda genellikle kendini öldürmek istiyordu. Ya da kaynayan yağ ile doldurulmuş bir kazana balıklama dalmak… Ne zaman onun yanına gitse saçmalardı ya da yüzünde bir morarma veya karartı olurdu. O yüzden göz hapsine son vermişti bu yıl. Aslında hala ciddi anlamda izlediği söylenebilirdi. Sadece… Bakışlarıyla çarpışan yeşil gözler artık sıklaşmıştı ve galiba Desdemona her şeyi anlamıştı. Kendi kendine söz verdi ona bakmayacağına dair. Hayır, bakmayacaksın. Uzak dur. Kızdan hemen uzaklaş… Aslında şu son birkaç saati yaşanmamış sayarsak çok da vahim değildi durumu. Castor somurtmadığı ya da Desdemona yanına yaklaştığı anda kaçmadığı sürece. Korktuğu; sevgisinin büyüklüğüydü. Onu sevmekten, deli gibi sevmekten korkuyordu. Sevgisinin ulviyetinin kıza zarar vermesinden korkuyordu. Eğer Sihir Tarihi gibi sıkıcı bir dersten çıkıp yanına gelmiş kıza sırt çevirmeseydi, eğer ondan kaçmasaydı belki bugün bir şansı olabilirdi. Ama o, bu fırsatı kendi elleriyle tepenlerdendi. Desdemona’nın olaya bozulduğunun da farkındaydı. Bilmiyordu kaçışının ona daha da zarar verdiğini. Bilseydi… Bilseydi, çok daha farklı olabilirdi her şey.
Bir süredir takip ettiği kızı ağacın ardından izlemeye devam ediyordu. Evet, ondan kaçmıştı ve şimdi de takip ediyordu. Bu düpedüz dengesizlikti. Bazen kendi davranışlarına bir türlü anlam veremiyordu. Belki de genlerinden gelen bir bozukluktu bu. Desdemona tam ayağa kalktığı sırada vücudunda bir yerlerde peyda olan cesaret kıvılcımının minik beynine uyup ona doğru yürümeye başladı. Eğer yapabilseydi o an kendine bir yumruk atabilirdi. Ne kadar salaktı. Bu güne dek hiç bu denli tedbirsiz olmamıştı. Hem pat diye karşısına çıkmak konusunda hem de ondan kaçmak konusunda… Yüzü öfkeden kaskatı olmuştu. Evet, öfkeliydi ama tüm öfkesi kendineydi. Eğer kızın görüş alanına girmemiş olsaydı oradan çekip gidebilirdi ama o minnacık cesaret kıvılcımı tüm hücrelerini ele geçirmiş, devasa bir ateş topu haline gelmişti. Koşmaya başladığını gördüğünde bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı. Yüzündeki ifade sanki donup kalmıştı ve düzelmeye niyeti yoktu. Soğuktu, kaskatıydı, korkutuyordu. Ardından koşmaya başladı ve kolunu tutup kızı hızla kendine çekti. “Bıraksana, ya bırak!” Kolunu fazla sıktığını ancak Desdemona’nın bağırışından anlayabildi ama eli sanki donmuştu. Ona temas edebiliyorken bırakamazdı. Beyni uyuşmuş gibiydi. Gözleri O’nun gözlerine dalıp gitmişti. Artık canını yaktığını düşünerek elini gevşetti. Kanı damarlarından hızla akarken tuttuğu soluğunu bırakıp elini kızın kolundan çekti. Kolu saten gibiydi. Kendini biraz daha kaybederse saçma bir harekette bulunabilir ve ardından okkalı bir tokat yiyebilirdi. “Ben… Özür dilerim. Bugün için-” Eliyle kolunun kavradığı kısmını göstererek “Her şey için…” Her şeyin içine onu sevdiği de dâhildi. “Ne istiyorsun?” Ne mi istiyordu? O an yalnızca tek bir isteği vardı. Diğerlerinin istemediği her şeyi… Ne bedenini ne dudaklarını… Yalnızca ruhunun küçücük bir bölümünü istiyorum. Dilinin ucuna kadar geldi. Söyleyemedi. Söyleyemezdi. Gözlerine çöken hüznün dışarıdan belli olması umurunda bile değildi. Kızın gözlerinin içine bakarak konuşmaya çalıştı. “Hiçbir şey istemiyorum Desdemona. Senden ne isteyebilirim ki?” Senden daha fazla ne isteyebilirim? …