“Püfff!” Dağınık saçlarını karıştırarak daha fazla dağıtırken isyan bayrağını çekmek üzereydi çocuk. Daha yılın ilk derslerinde verilmeye başlayan ödevler şimdiden yeterince can sıkıcıydı doğrusu. Ödevlerden şikâyet ettiğinde 'Sen bir Ravenclawsın!' denilmesi de üzerine tuz biber oluyordu. Ne yani Ravenclaw olan herkes bütün ödevlerini yapan bir inek olmak zorunda mıydı? Ya da ödevleri sıkıcı buluyor olması onu daha mı az zeki yapıyordu sanki? Başkalarının ne dediği umurunda değildi fakat iki saate yetiştirmesi gereken bir tılsım ödevi olduğu gerçeğini umursamamazlıktan gelemiyordu maalesef. Önünde duran boş parşömen parçasına bakıyordu yarım saattir. Aslında tek çaresi olduğunun farkındaydı. Eninde sonunda yardım isteyebileceği tek kişi vardı. Böyle durarak vakit kaybediyordu sadece. Parşömen parçasını katlayıp cebine koydu ve hızlı adımlarla ayrıldı ortak salondan. Nagihan’ın nerede olduğunu bilmiyordu aslında. Fakat boş saatlerinde kütüphanede olurdu hep. Adımlarının kütüphaneye çevirirken tahmininin doğru olmasını umdu sadece. Gidiyordu ama Nagihan ona yardım etmeyi kabul edecek miydi bakalım? Genelde iki saat yalvarması gerekiyordu böyle şeyler için. Ne diye inat ediyordu ki sanki? Böyle şeyler onun için çocuk oyuncağıydı. Hem bu ödevler Calvino içinde bahane oluyordu. Böylece yanında daha fazla zaman geçirebiliyordu. Üstelik yalnız oluyorlardı. Onu kaşlarını çatmış bir şekilde ödevlerini yaparken izlemek çok eğlenceliydi doğrusu. Kızdığı zamanlar bile o kadar güzel oluyordu ki.
Kütüphaneye girmesiyle birlikte adımlarını yavaşlattı. Gürültü yapıp Madam Pince’i kızdırmak istemezdi. Ağır adımlarla ilerlerken Nagihan’ı arıyordu bakışları. Zaten çoğu boş olan masalardan birinde oturmuş önündeki kitaba kafasını gömmüş olan kumral kızı bulmak hiç zor olmamıştı doğrusu. Calvino onu görünce yüzüne yayılan gülümsemeye engel olamamıştı. Hemen saçlarına daha düzgün bir şekil vermeye çalışsa da pek başarılı olmuş sayılmazdı. Yine ses çıkarmamaya özen göstererek ilerledi. Masaya geldiğinden Nagihan hala onu fark etmemişti. Kızın karşısındaki sandalyeyi çekip oturdu. Hala kafasını kitabından kaldırmamış olan kıza dikti bakışlarını. Sadece onun duyabileceği bir sesle konuştu. “Hey! Aramızda mısın? İki saattir burada oturuyorum ama ruhun bile duymuyor.” Nedense onunla konuşurken bazı şeyleri abartmayı seviyordu. Bu Nagihan’ı kızdırıyor olsa da onun hoşuna gidiyordu. Alaycı bir gülümsemeyle nihayet kitabından ayrılmış olan kıza baktı. “Ne okuyorsun öyle kendini kaybetmiş bir şekilde?”
PS: Başlık bulamadım nokta koydum. Editlenecek o sonradan.