“This is the story of my life
These are the lies i have created…” küçük evin salonundan diğer odalara yayılan melodik insanı içine çeken gizemli sesi umursamadan söyleniyordu genç kadın. Henüz güneş kendini göstermeyi yeni bırakmış ve şehri karanlığa gömmeye hazırlanırken her zamanki şeylerdi kafasına takılan.’O’ umursamazken ‘o’na karşı duyduğu büyük aşk. Günün yirmi dört saatini kaplayan bir beyin jimnastiği idi onu düşünmek. “Akla Pakla” asasının hareketleri ile aynı anda ağzından dökülen bu kelimeler mutfak tezgâhının üzerinde biriken pisliği temizledikten sonra eve müzik yayılmasını sağlayan televizyonu kapattı ve ev dünya ile eş zamanlı olarak karanlığa gömüldü.
Bütün gün evde oturduğu ve amaçsızca Muggle programlarını izlediği düşünülürse olması gerektiğinden çok daha fazla yorgundu. Ayakları onu taşımak istemiyormuşçasına parkelerin üzerinde sürünüyorlardı. Genellikle güneş battıktan sonra evin kapıları ardındaki dünyaya merak salmazdı ama bu gün bambaşkaydı. Bu gün; yeni güne merhaba dediğinden beri yaptığı her şey farklıydı aslında. Normalde dalıp gittiği ve ona tatlı gelen su damlacıklarının sesinden rahatsız oluyor; mutfağa her girişinde neredeyse haftalardır görünümünü unuttuğu büyük tozlu saate bakıyordu. Yaşamını sürdürdüğü bu alan bile ona küçücük geliyor mutluluk ve hüsran arası duyguları her adımını engelliyordu. Kendini büyük bir alışveriş merkezinde ne yapacağını planlamamış iki zayıf kızın etrafa bakınıp karar vermeye çalışmasına benzeyen bu durumdan kurtarmaya çabalaması gerekiyordu. Oysa kendini birkaç santim ilerideki koltuğa bırakması bile eziyet gibi geliyordu. Tüm düşüncelerinin arasında kaybolmuş çok insan vardı ama yalnızca “o”nu çekip aldı içlerinden. O. Belki de tanıdığı insanların arasından hakkındaki düşünceleri en yanlış olandı, bu durum ne kadar acı verse de.
Kayıtsızca bedenini üzerine serdiği yumuşak sayılabilecek koltuktan bir dönüş yapıp tozlu saati görüş alanına aldığında kendisine gelmesi kısa sürdü, zaman daha önce hiç bu kadar yavaş geçmemişti ama son bir saat - sadece düşünerek geçirdiği son bir saat- saniyelerden de az gibi geliyordu ona. Yavaş adımlarla kısa bir koridordan geçiyordu şimdi –ne kadar bu koridor ona kilometrelerce sürüyor gibi görünse de- üzerinde birkaç çizgi karakter yapıştırması olan siyah ve geniş gar dolabının kapağını tüm gücüyle kollarına hükmederek yana doğru savurdu. Ne zaman üst üste duran pantolonlarıyla askılara serpiştirilmiş etekleri arasında karar vermeye kalksa pantolonları ön plana çıkardı bu gün de farklı olmadı, gördüğü ilk eflatun t-shirtünü eleyip hemen arkasındaki siyah t-shirte uzandı. Hiçbir zaman ne giyeceğini ya da saçını nasıl yapacağını düşünmezdi bunun nedenini genellikle tembelliğine bağlardı. Hiçbir şeyi tam yapmayan, sıkılgan üşengeç bir genç bayandan daha kötü ne olabilirdi bilmiyordu.
Kendini gecenin kollarına attığında Muggle kentinin sokakları tam anlamı ile boştu. Belli aralıklar ile dikilmiş çoğu yanmayan sokak lambalarının arasından yürürken yüzüne çarpan ayazı umursamıyordu. Tam anlamı ile siyahlara bürünmüş genç kadın gecenin içinden fark edilemeyecek kadar soluktu kızıl saçları dışında. Basıp geçtiği tabanın soğukluğu içine işliyormuşçasına üşüyordu. Cübbesini andıran dizlerine kadar inen ceketine sarılarak adımlarını hızlandırdı. Parka vardığında gözleri aradığı kişiyi bulmuştu “Ah beklettim değil mi? Özür dilerim.” Yeşil gözleri af dilercesine bakıyordu.