Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  EkspresEkspres  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Clarance Rothstein & Alexander Delahanty

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Alexander Delahanty
Çellist
Alexander Delahanty


Erkek
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Hnkav0
Mesaj Sayısı : 182
Yaş : 34
Kan statüsü : Muggle doğumlu.
Galleon : 11563
Ekspresso Puanı : 10
Kayıt tarihi : 25/02/09

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimeCuma 27 Şub. 2009, 21:40

-Sadece biraz sinirlerim bozuk, son günlerde çok fazla alıngan olmaya başladım.Çevremdekilerin dahi kalplerini kırar oldum.Böyle olmak istemiyorum ama yoruldum artık , insanları anlamak bence en zor şey.Hepimiz farklı bir yapıya sahibiz evet; ama ben ,benim için, en doğru olan insanı bir türlü bulamıyorum.'Daha yaşın küçük tüm bunları neden düşünüyorsun ,rahat ol biraz' diyeceksin biliyorum ama işte bu yönden sanırım ben babama çekmişim biraz. Oda benim gibi melankoli değilmiydi? Beni senin gibi anlayabilecek bir dost ,bir türlü karşıma çıkmadı.Dünya gittikçe daha fazla mı yalan gelmeye başlıyor acaba bana? Neyse seni bu tarz kafa karışıklıkları ile sıkacak değilim. Sanırım zaman geçipte biraz daha büyüdükçe herşey bana daha fazla çirkin daha fazla kirlenmiş görünmeye başlıyor. Senin bu mektubu okurken gözlerini bıkkınlıkla devirip bir of! çektiğini şimdiden görebiliyorum. Keşke senin gibi herşeyi komik olan yönü ile görebilsem. Biliyormusun bana bazen gereğinden fazla ilham veriyorsun.Senin o parlak bakışların ardındanki sevecen sıcaklığı özlemedim desem herhalde bir deyim ile yalan söylemiş olurum. Keşke sana benzemiş olsaydım ve keşke bu kadar melankolik bir yapım olmasaydı. Böylece herşey bana , sana olduğu gibi komik gelmeye başlardı ve senin gibi bütün kötülükleri birer oyuncak olarak görürdüm.Bana okumam için verdiğin o ilk kitabı unutmuyorum. Senin sayende tam bir kitap kurduyum artık.Hayal dünyamın genişleyip genişlemediğinden emin değilim ama bir çok şeyi eskisinden daha canlı olarak hayal edebiliyorum artık.Tam hayattan kopmak üzereyken beni hayata bağlamana o kadar alıştımki ,şimdi benden uzak durman ,bana hergeçen gün biraz daha ağır geliyor sanki...! Tüm bunları sana yazarken ne amaç güttüğümü gerçekten bende bilmiyorum , herhalde biraz saçmalıyorum. Belkide bu beni anlayabilen tek kişinin sen olması yüzünden kaynaklanan birşey , umarım canını sıktığım için beni mazur görürsün. Sadece seni özledim ve eskisi gibi yine benim dostum olmanı özledim.Bir ağabey değil , bir dosttun benim için ama şimdi benden uzaktasın ve ben seni uzun bir müddet göremeyeceğim , belki şansım yaver giderde Noel'de seni görebilirim. Biliyorum artık eskisi gibi olamayacağız ve sen biraz daha meşgul olacaksın. Senin hayatta karşına çıkan başarılarının altında kalmak ve bundan sorumlu olmak istemem. Neyse çok fazla uzatıp saçmalamak istemem. Her zaman seninle olacağım , seni bir kez daha seven kardeşin Alexander. -

Elindeki kalemi son bir darbe ile kağıda vurup imzasını atarken mürekkebin bıraktığı çizgi kıvrak bir biçimde ilerlemiş ve beyaz parşömen üzerinde güzelce bir şekil bırakmıştı. Çok fazla uzatıp ağabeyinin canını sıkmak istemiyordu, bu tarz tefarruatlardan her zaman sıkılırdı. Kabına sığamaz , haşarı ve yaramaz bir yapısı vardı .Yaşı ilerleyipte mezun olduktan sonra bakanlıkta hiçte kendine göre olmayan bir iş bulmuştu. İstediklerinin dilediği gibi olmadığını biliyordu , kendisi olsa bunu çok fazla takardı ama ağabeyi fazla gamsız olduğu için bunuda sorun etmemişti. Onun kendisinden biraz daha az büyük olmasını dilerdi. Böylece bu okula geldiğinden beri bir arkadaş bulamamış olmanın verdiği huzursuzluğu unutmuş olurdu. Gerard'a hiç benzemediğini biliyordu. Onun çevresi bir yığın arkadaş ile dolu olurdu genelde .Bunlarda kız ve erkekli gruplar mevcuttu. Bir çoğunun ona hayranlıkla baktığına gözleri ile şahit olmuştu. Belki kendide çevresindeki cadılar ve büyücülerden bu kadar somutlanmamış ve bir köşeye çekilip gölgelerin arasına sığınmamış olsaydı ağabeyinden daha parlak bir öğrenci olabilirdi.Sadece biraz açılması gerekiyordu artık. Bu huyundan ne zaman vazgeçeceğini bilemiyordu ama zaman gösterecekti herşeyi.

Düşünceler ile yığınlaşmış , karman çorman olmuş zihnini toparlamaya çalıştı. Parşömeni katlayıp mühürledi.Bir baykuşa sahip olmadığı ve ailesine bunu hatırlatmadığı için kendi kendine kızıp homurdanarak sandalyenin üzerinden hızla kalktı. Parşömenin altında duran diğer iki kitabınıda eliyle beli arasına sıkıştırdı. Baykuşhaneden çıktıktan sonra göl kenarına gidip kaldığı yerden okumaya devam edebilirdi. İki kitabı bir arada okumak gibi bir kaçıklık edinmişti son zamanlarda .Etrafına son bir kez daha göz gezdirdi, ortak salonda şimdilik hiç kimse görünmüyordu, bu sefer diğer zamanlardakinden daha sessiz ve güzel göründü gözüne , böylece laf dalaşıları ,gırgır ve şamata olmadan rahat bir nefes alabilecekti , tabi bu varsayımı her an birisi içeri bağıra çağıra dalıp ortalığı velveleye vermezse salondan çıkana kadar huzur bulmasını sağlayacaktı... Bir kaç adım atıp duvara asılmış minik bir aynaya bakarak dağılmış saçlarını eli ile hafifçe düzeltti. Parşömeni sağ eli içerisinde tuttuğu kitapların arkasında sıkıca kavrayarak saklamıştı , sanki birisi elinden kapıp kaçacak ve okuyup Alex ile dalga geçecekti. Paronaklaşmayaya çalışarak kendini toparladı.Mavi Ravenclaw armasının bulunduğu kara cüppesini üzerine geçirdi.Ortak salondan çıkarken kapı önünden bir an durakladı , o her binaya ait olan özel parolaların diğer taraftan mırıldandığını duydu ve hızla geri çekildi , kapı büyük bir gürültü ile açılınca birinci sınıflardan kısa boylu bir çocuğa tepeden bir bakış atıp kapıdan dışarı çıktı. Son zamanlarda fazla mı uzamaya başlamıştı ne ? Kendi yaşıtlarına bile tepeden bakar olmuştu artık.Uzun merdivenlerin yavaşça yerinden kıpırdayıp haraket ederek önüne gelmesine aldırış etmedi , bunları bu okula geldiği gün korku ile izlemişti ama şimdi o kadar ilgisiz duruyorduki merdivenlerin yerine oturmasını umursamayıp hızla üzerine atlayabilirdi.Neyseki kafasının içinde canlanan bu hayali gerçekleştirme aptallığına kapılmadan merdivenler sabitlenmişti.Bir kaç saniye sonra dışarı çıktığında tatlı bir meltemin yüzüne vuruşunu tüm teninde hissetmişti. Rüzgarı yüzünde hissetmeyi her zaman çok sevmişti.Bunun için Qudich'e bile yazılabilirdi ama şimdi sırası değildi. Baykuşhanenin önüne gelip merdivenleri koşar adımlarla hızla çıktı, son basamağa vardığında soluk soluğa kalmıştı.Bir an durup nefes aldı sonrada bir kapı bile yerleştirilmemiş olan kirişin olduğu yerden hızla içeriye girdi.Bu bitmek bilmez ani haraketleri bir çarpışma ile sonlanmıştı. Kitapları elinden kayıp hızla yere düşmüş ağabeyine yazdığı yazıların bulunduğu parşömen toza bulanmıştı.Şaşkınlıkla yere parşömenin tozla kaplanmış yüzeyine ardından karşısındaki kızın acı cekmiş gibi duran yüzüne baktı.
"Sanırım bu kısımda birbirimize aşık olmamız gerek ama siz nedense kafamı kıracakmış gibi bakıyorsunuz, yoksa benmi öyle bir izlenime kapıldım? " dedi kısık ve olgunlaşmış kırık çıkan bir ses tonu ile. Yine ne söylediğini bilmeden cümleler dökülüvermişti. Karşısındaki kızın bu samimiyetini ve espirisini kaldırıp kaldıramayacağından emin değildi yinede elini kıza uzattı. "Canınızı yaktıysam özür dilerim yardımcı olayım." dedi asil bir tavırla kendinden beklendiği gibi...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clarance Rothstein
Vampir



Kadın
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Hmbl7
Mesaj Sayısı : 190
Yaş : 34
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11775
Ekspresso Puanı : 7
Kayıt tarihi : 02/11/08

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimePaz 01 Mart 2009, 15:57

Günün ilk saatleri… Uyanmak için oldukça erken bir saat olduğunu bilmesine rağmen yatağın içinde dönüp durmuş, uykunun kollarında bir türlü bulamamıştı kendini. Uzun zamandır uyku konusunda sorunlar yaşıyordu,üstüne üstlük o anlamsız kabuslar yok muydu. Zaten çok nadir uyuyordu ve uyuduğu zamanda her defasında uykusunu bölen, hatırlayamadığı kabuslar… Giderek bu durumdan rahatsız olmaya başlamıştı, peki ya yapabileceği ne vardı ki? Annesinin zoruyla gittiği psikiyatrisin kullanmasını önerdiği ilaçlar bile fayda etmemişti. Gerçi iki gün bile kullanmamıştı ya. Belki de ilaçları kullansa bu duruma son verebilirdi. Annesi onu bu durumda görse kim bilir nasıl söylenirdi! Ama yapabileceği hiç bir şey yoktu, en azından şimdilik. Bu sonu görünmeyen kabuslar onu derinden etkilemişti, her defasında rüyasında canlandırdığı derinden gelen seslerle dünyaya gözlerini aralamaktan usanmıştı. Başı ağrıyordu. Lanet olası kabuslar sonrasında hep ağrırdı. Soğuktan tırnak kısmı siyanoza uğramış, ince, beyaz parmaklarını alnında gezdirdi. Elleri tenine değince ne kadar üşüdüğünü fark etti. Kabuslar başladığından beri nedenini bilmediği garip bir ürperti gelirdi üstüne. Her zaman olduğu gibi baştan aşağıya titredi. Bu kesinlikle tahammül edilemez bir durumdu ve daha fazla bu soğukluğu hissetmeyi reddederek yatağından kalkıp doğruldu. Uykuya hasret gözlerini odanın küçük penceresine doğrulttu. Kasvetli bulutlar ve duman kadar yoğun olan bir sisle çevrilmişti gökyüzü. Sabah sisi gölün üzerine çökmüş, yasak ormanın yaprakları sararmaya yüz tutmuş ağaçlarını bir kalkan gibi çevrelemişti. Hogwarts’ın çevresi oldukça sakindi, belli ki herkes hala yataklarındaydı ki kim neden sabahın bu saatinden tatlı uykusundan uyanıp da, ne yapacağını bilmez halde etrafta dolansın ki? Oh, kendini aptal hissediyordu.

Odanın içinde gezinerek dolabının olduğu bölmeye gitti. Önce aynadaki yansımasına baktı bir süre. Saçları haricinde bir sorun gözükmüyordu. Dağınık saçlarına şekil vermek istercesine elleriyle birkaç kez düzeltmeye çalıştı. Güzellik onun için önemliydi ve kimseye palyaço gibi görünmeye de niyeti yoktu. Günlük giydiği okul kıyafetleri ve cübbesini sırtına geçirirken gözleri dolabın içindeki bir fotoğrafa takıldı. Elleriyle uzanarak, üzeri toz tabakasıyla kaplanmış fotoğrafı yerinden çekip aldı. Üzerine üfleyerek tozlardan arınmasını sağladı ve gözlerini fotoğrafa sabitledi. Fotoğrafta dört üyeden oluşan bir aile ona gülümsüyordu. Siyah cübbesiyle aileyi kanatları altına almış olan baba Alexander, hiçbir zaman yüzünde gülücükler eksik olmayan, alımlı ve güzel olan anne Carrie, aptal bakışlarla objektife gülümseyen abla Joleyn ve simsiyah saçları olan, hayata donuk gözlerle bakacağına yemin etmişçesine bakan Clarance Rothstein… Bu fotoğraf çekildiğinde tam on yaşındaydı ve Clarance’ın ailesiyle çekildiği sayılı fotoğraflardan biriydi. Annesi dışında ailesini sevmediği bir gerçekti. Annesi onun vazgeçilmeziydi. Karakterini onunkiyle ilişkilendirerek, bu yaşına kadar hep onun izinde yürümüştü. Annesinin gülümseyen suratına, suratında beliren tebessümle karşılık verdi ve onu ne kadar çok özlediğini fark etti. Uzun zamandır görüşmemişlerdi. Ona bir mektup yazması annesini kim bilir ne kadar sevindirirdi. Mektup yazmaktan her ne kadar hoşlanmasa da bunu annesi için yapabilirdi. Dolabın kenarındaki çantadan bir parça parşömen ve tüy kalemini alıp masanın başına geçti. Bir an aklından ne yazabileceğini geçirdi ve aklından geçenleri kağıda dökmeye başladı.

‘Az önce çekildiğimiz son fotoğrafa bakınca seni ne kadar özlediğimi anımsadım. Ne kadar masum bir aile tablosu! Eğer o fotoğrafı çektirmem için zorlamasaydın, hayatta ablamla aynı karede bulunmayacağımı biliyorsundur. Zaten sen olmasan o ailede bulunacağım bile şüpheli, sırf senin için katlanıyorum. Neyse bunları konuşmak için yazmıyorum. Biliyorum, işlerin yoğun olduğundan pek görüşemiyoruz fakat Noel’de eve dönmeyi planlıyorum. Hogwarts’ta pek arkadaşım olduğu söylenmez, hepsi çocukça davranıyor. Yaşı gereği davranan bir kişinin bile olduğunu görmediğime yemin edebilirim. Bunun haricinde son zamanlarda uykusuzluk sorunu yaşamaktayım, bildiğin gece nöbetleri. Bunu duymak seni endişelendirecek ama bilmen gerektiğini düşünüyorum. En yakın zamanda görüşmek dileğiyle, seni özleyeceğim anne.

~ Clarance’


Clarance mektubu tekrar okuduktan sonra burun kıvırdı. Evet, biraz duygusal olmuştu ama bunlar tamamen içinden gelmişti ve annesinden çekinecek halide yoktu. Parşömeni kabaca kıvırıp cübbesinin derin cebine sokuşturdu. Ayaklarının arasında hissettiği sıcaklıkla irkiliverdi. Ayaklarına doğru eğilince sahibi üçüncü sınıftan sarışın bir kız olduğunu bildiği kahverengi tüylü bir kedi, ayaklarına sürtünmeye başlamıştı. Belli ki ilgi bekliyordu. Kedinin tüylerinin yumuşaklığı onu rahatlatsa bile, bu rahatlık hayvanı ittirmesini engelleyemedi. Faresi Axe haricinde hayvanlardan her zaman nefret etmişti. Axe ise on birinci doğum gününde annesi tarafından hediye edilmişti Clarance’a. Bir bakıma onun hayatında değeri vardı. Bunları düşünürken birden vücudunda hissettiği soğukluk yerini sıcağa bırakmıştı. Şakaklarından zonklayan acıyı hissediyordu. Ama o soğukluk yerine acı çekmeyi bile göze alabilirdi. Bunun için Tanrı’ya minnettardı. Soğukluğu giderdiğine göre artık baykuşhaneye gidip mektubunu annesine yollayabilirdi. Yatakhanenin kapısını çekerek ortak salon merdivenlerinin yolunu tuttu. Ortak salon bomboştu. Odanın içerisinde yanan şömine yüzünden içerisi havasızdı ve bu havasızlık başının dönmesine neden oluyordu. Daha fazla havasızlığa dayanamayarak ortak salonun kapısına ilerledi. Parolanın sözcükleri ağzından çıkar çıkma kapı ardına kadar açıldı. Artık gidebilirdi.

~~
Giriş kapısından çıktığında havada ki sisin dağılmış olduğunu farketti. Yasak ormanın sık ağaçları biraz daha belirginleşmişti. Ama o her zaman sisten yanaydı. Sisli havaları severdi. Genellikle sisin içinde saklanır, görünmezi oynardı. Bazen yalnızlık vazgeçilmezi oluyordu, ama şuan yalnızlığına küfrediyordu. Son zamanlarda sıklaşan kabuslar hayatını olumsuz etkilemişti ve artık ciddi anlamda birine ihtiyacı vardı. Kendini hiçbir zaman böylesine küçük görmemişti, ama kimseye de onunla arkadaşlık etmesi için yalvaramazdı. Düşüncelerinden sıyrılarak tekrardan bulunduğu konuma döndü. Baykuşhanenin taş merdivenlerini ikişerli çıkarak kirişten atladı. İçeri girer girmez ciğerlerini saran kokuyla parmaklarını burnuna götürdü. ‘Bu ne pislik böyle?’ diye geçirdi içinden. Ee, kokmayacağını düşünmesi aptallık olurdu zaten. Neyse ki işim uzun sürmeyecek diye düşündü ve elini pantolonunun cebine daldırdı. Mektup? Mektubu neredeydi? Düşürmüş olamazdı. Endişe içinde etrafa göz gezdirdi. Yok, yok, yok! Onu kimse bulmamalıydı, bu Clarance’ın karakteriyle zıt düşen duygusal mektup kimsenin eline geçmemeliydi. Alelacele kapıya doğru yöneldi, dışarıya çıktığında cebinden kayıp düşmüş olabilirdi ya da Hogwarts içinde. Hayır, hayır olamaz! Suratında hissettiği acıyla kaskatı kesildi. Yüzündeki zonklamaya birde yanma hissi eklenince iyice çileden çıkmıştı. Neydi şimdi bu? Gözleri hala kapalıydı ve darbenin nerden geldiğini öğrenmek için gözlerini araladığında karşısında duran çocuğa bakakaldı. “Sanırım bu kısımda birbirimize aşık olmamız gerek ama siz nedense kafamı kıracakmış gibi bakıyorsunuz, yoksa ben mi öyle bir izlenime kapıldım. Canınızı yaktıysam özür dilerim yardımcı olayım. " Ne? Kafasını kıracak gibi mi bakıyordu? Aptal! Karşısında durup özür dilercesine bakan çocuğu tanıyordu. Evet, bu çocuk uzun süredir Clarance’ın arkadaşlarının beğendiği çocuktu. Uzun süredir bakıp, kıkırdaşıyorlardı. Clarance’ın ise hiçbir zaman umurunda olmamıştı. Arkadaşlarının abarttığı kadar var mıydı ki? Çocuğu incelemeye koyuldu. Düz, açık kumral saçlar, yüz hatlarıyla uyumlu oldukça belirgin gözüken ela gözler ve dikkat çekecek derecede ki uzun boy. Kızların arzulayacağı tiptendi. Belki de dedikleri kadar vardı ama o herkesin sahip olmak isteği bir şeyi asla kabullenemezdi. Ama sırf kendini kanıtlamak uğruna ona sahip olabilirdi. “Gördüğüm üzere espri yeteneğin oldukça gelişkin, kızlarda bundan hoşlanıyor olmalı. Ama şuan hiç çekecek durumda değilim. Oh, hayır yardıma ihtiyacım yok ama umarım bir dahakine daha dikkatli olursun. Her neyse adım Clarance, Clarance Rothstein. Kötü bir tanışma oldu, öyle değil mi?” bulunduğu konum karşısında kendini tutamayarak gülmeye başladı. Canı acıyordu fakat bu umurunda bile değildi artık.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexander Delahanty
Çellist
Alexander Delahanty


Erkek
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Hnkav0
Mesaj Sayısı : 182
Yaş : 34
Kan statüsü : Muggle doğumlu.
Galleon : 11563
Ekspresso Puanı : 10
Kayıt tarihi : 25/02/09

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimePtsi 02 Mart 2009, 15:22

Hayır tek yapmak istediği bu değildi. Başkalarının kendisinden istediklerini yerine getirmeye çalışmak ve hep ikinci planda kalmak , birilerinin gölgesi altında saklanmak, bu olamazdı amacı.Belkide sırf bu yüzden değilmiydi herkesden uzaklaşması. Çevresindeki insanlarla muhattap olurken bile seçiciydi , hangisinin daha iyi olduğuna karar verene kadar düşünür ve bu zaman zarfı içerisinde kararsızlığı yüzünden elindekileride kaybederdi.Aptalca bir davranış değildi, hayır tam aksine akıllıcaydı ama bu gelecekteki Alexander'ın sonunu hiçte iyi göstermiyordu. Tedbirli ve soğuk davranmayı kesip , sürekli düşünmeyide bırakıp umarsızca davranırsa belki böylece daha mutlu olabilirdi. Yaşının verdiği dinçliğide hesaba katmak gerekirdi.Eğer Alexander artık bu sıkıntılarından kurtulmak istiyorsa kurtulacaktı, çünkü o kafasına taktığı şeyi eninde sonunda elde ederdi.Hiç kimse kusursuz değildi, peki o halde, neden kusursuzu arama çabalarına katlanıyorduki . Tek istediği mükkemmeliyete ulaşmış gibi duran insanlardan uzak kalmaktı. Böylelerinin burnu çok fazla havada olurdu ve hiçbir zaman yere sürtünmezdi. Kendisi mütevazimiydi bu konuda? Hayır hiçbir zaman mütevazi olduğunu söyleyecek kadar bile küstahlaşmamıştı.Bu varsayımlardan oluşmuş sözüne her zaman gülerdi. Neyseki çocukça davranışlardan artık olgunlaşmaya başladığı için uzak kalmaya çalışıyordu. O an Clarance'ye bakarken bile yanlış bir şey yapmamak , onu soğukluğu ve ruhsuzluğuyla incitmemek için tedbirli ve ölçülü davranıyordu. Her an değişen ruh halini , kararsızlıklarını ve birbirine uymaz düşüncelerle yoğunlaşmış zihnini gözlerini sıkıca açıp kapatarak gidermeye çalıştı, sanki böyle yapınca bütün kararmış düşünceleri gidecekmiş ve bir kaç saniye sonra tekrar aynı dengesizlikleri yaşamak zorunda kalmayacakmış gibiydi. Hem neden yanlış birşey yapsındıki bu kadar düşüncesiz olamazdı. Gerçi onu düşürerek zaten canını yakmıştı.Bu dikkatsizliğine içten içe kızdı. Bir penceresi bile olmayan baykuşhanenin içinde dolaşan kokuşmuş havayı içine solumamaya çalıştı , bir an nefes almayı kesip yüzünü ekşitti,dudağını büktü . Kokuya tepki vermesi fazla uzun sürmemişti mimikleri tekrardan buzdan oyulmuşçasına kusursuz ve kıpırtısız haline döndü . Zaten kokunun uzaklaşmasıda çok fazla sürmemişti pencere pervazlarından hızla içeri giren rüzgarın sayesinde . Yere düşen kitaplarını eğilip aldı zarfın tozlanmış yüzeyini eli ile çok değerli bir şeyini incitmiş gibi okşarcasına temizledi.

Dikkatini Clarance üzerinde topladığı için içerideki havanın kokusunu ve nefes almayı bile unutmuş gibiydi. Onun sözleri üzerine hafifçe gülümsedi. Kusursuzu oynayan kız olabilirmiydi Clarance? İlk defa biri üzerinde bu kadar çok fazla düşünmeden, kesin bir karara varmışçasına yüz hatlarında gezdirdi bakışlarını. Kusursuz olduğu apaçıktı.Koyu renk saçlarla çevrelenmiş yüz hatları bir mermerden oyulmuşçasına biçimli ve güzeldi. Bu kadar güzel olmasaydı bile çok önemli değildi Alexander için , o dış görünüme fazla önem vermezdi.Tek istediği, her şekilde konuşabileceği sadece güzellikten oluşmayan , konuştuğu zaman nükteli cevaplar verebilecek ve susup kalmayacak birisiydi , ve bu genç kızda fazlası ile vardı. Hem zekanın hemde güzelliğin aynı zamanda sadelikle birleşmiş haliydi. Onun yaptıklarının bir daha olmaması üzerine söylediği sözlere dikkat kesildi.Konuşmaya başladığında öncelikle genç kızın konuşmayı bitirmesini bekledi.

"Varlığından haberdar olmuş olsaydım sana çarpıp canını acıtmak gibi bir kabalıkta bulunmazdım. Dikkatsizliğim için üzgünüm. Bir dahaki sefere köşeleri dönerken durup ,çıkacakmısın diye kontrol etmeliyim.Aslında bu benim için hoş bir durum olurdu. Böylece her seferinde sen bana kızardın ve bende özür dilerdim.Böylece kendimi affettirmek için seninle daha fazla vakit geçirirdim.Kızların bu tarz nüktelerden hoşlandığını bilseydim daha akıllıca davranır ve çevremde bir sürü kızın dolaşmasına izin verirdim. Ama bu bana biraz fazla gelirdi. Bir tanesine ve en iyisine sahip olmak varken neden birden fazlasıyla uğraşıp kafamın karışmasına sebep olayımki." dedi kendinden beklenildiğinden daha fazla konuşmuştu. İlginç bir durumdu Gerard ile birlikteyken bile bu kadar konuştuğunu hatırlamıyordu. Tekrardan hafifçe gülümsedi ve bu sefer daha dikkatli olmaya çalışarak genç kıza bir adımda yaklaştı, elini zarif bir haraket ile tuttu, yumuşacık tenini hissettiğinde konuşmaya başladı . "Clarance , çok güzel bir isim. Anlamının ne olduğunu merak ettim doğrusu insanların adları ile yaşadıklarına inanırım ben. Benim adımda Alexander - Alexander Delahanty... ama hiçbir zaman mugglela'rın meşhur Alexander Graham Bell'i gibi veya şu Rus çarı Nikolayeviç gibi olabildiğim söylenemez." dedi. Ellini serbest bırakıp, geri çekildi. Bir aristokrat gibi davranmayı hiçbir zaman bırakamayacaktı.Diğer elinde sıktığı parşömenin ne halde olduğunu unutmuştu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clarance Rothstein
Vampir



Kadın
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Hmbl7
Mesaj Sayısı : 190
Yaş : 34
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11775
Ekspresso Puanı : 7
Kayıt tarihi : 02/11/08

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimeSalı 03 Mart 2009, 18:25

Hava beklediğinden daha sıcak olmasına rağmen, vücudunun tamamiyle üşüdüğünü hissediyordu. Son bir haftada ani değişimlerle baş gösteren hava olayları yaşamını alt üst etmeye yetmiş, hatta artmıştı bile. Son zamanlarda iliklerine kadar işleyen soğuk, titreme nöbetlerini de beraberinde getiriyordu. Hatta bazen nöbetleri o kadar yoğun geçiriyordu ki, soğuktan ölebileceğini bile düşündüğü oluyordu. Üstüne üstlük soğuklar, öncekilerden daha sert ve etkiliydi. Bu durumdan etkilenen tek kişi kuşkusuz Clarance’dı. Şimdi ise hafifçe esen bir meltemden bile etkilenmekteydi. Çarpışmanın etkisiyle alev alev yanan yüzüne vuran meltem daha da ürpermesini sağlıyordu ve soğuk, soluk bedeniyle giysisi arasına işliyordu. Üzerindeki tişörtün onu ısıtmadığı kanısına varınca, bir refleks olarak kollarını birleştirerek, parmak uçlarını kollarında gezdirdi. Etrafa göz gezdirirken gözü oğlana kaydı. Yere çömelmiş biçimde, çarpışma anında elinden düşürdüğü birkaç parça parşömeni toparlıyordu. Daha önce bu kadar dikkatli bakmamıştı. Bir an arkadaşlarının gerçekten haklı olabileceklerini düşündü ki oğlan bunu hak ediyordu. Onu anlatan tek kelime, ihtişamlıydı. Evet, son derece iştah kabartıcı. Ama şimdilik bunu dış güzellikle sınırlandırabilirdi. Bir kaç saniye öncesine kadar öldürücü bakışlar atarken, çocuğun yüzüne bakınca nefretin tozlarından geriye tek bir zerre bile kalmamış, yerine cana yakın bir tebessüm yerleşmişti yüzüne. Oh, Clarance bu kadar değişken olamazdı! Tamam, belki birçok konuda, ortamın etkisiyle değişiklik gösterebilirdi ama bu kadarı da fazlaydı. Neler oluyordu? Gerçekten çevresindekilerin dediği gibi anlık değişkenliğe mi yenik düşmüştü? Bu kadar değişken bir kişilik olabilir miydi? Belki de insanlar gerçekten haklıydılar. Ama onlar haklı olsalar Clarance bunu daha önce hissetmez miydi? Değişikliğe açık bir kişiliğe sahip olduğunun farkına varmaz mıydı? Bunu henüz tanımadığı bir kişiye duyduğu duygulardan çıkarması ne garip! Belki de yalnız kalmak onu derin düşünmeye itmişti ve burada bulunduğu sürece olumlu düşünmeyi de öğrenmişti. Evet, her ne kadar yalnızım diye hayıflansa da, yalnızlığın olumlu yönlerini de görmüştü.

"Clarance , çok güzel bir isim. Anlamının ne olduğunu merak ettim doğrusu insanların adları ile yaşadıklarına inanırım ben. Benim adımda Alexander - Alexander Delahanty... ama hiçbir zaman mugglela'rın meşhur Alexander Graham Bell'i gibi veya şu Rus çarı Nikolayeviç gibi olabildiğim söylenemez." Alexander doğrulmuş, üstüne üstlük ikisini de ortamın gergin havasına hapseden sessizliği bölmüştü. Düşüncelerinden sıyrılıp, dış dünyaya geri döndüğünde duyduklarını kafasında toparlayıp anlamaya çalışıyordu ki oğlan buna izin vermeden kendini tanıtmıştı. Alexander, ha? Bu babasının ismiydi. Kendi babasından hiçbir zaman hoşlanmadığı kesindi, fakat bu isim karşısında ki oğlan için oldukça sevimliydi. Peki ya algıladıkları? Gerçekten doğru mu duymuştu? Alexander’ın söylediklerini bir bir aklında sıralıyordu. * Varlığından haberdar olmuş olsaydım sana çarpıp canını acıtmak gibi bir kabalıkta bulunmazdım.* Oh, olamaz! Ne demek istemişti böyle? Alexander’ı daha önceleri hep bir köşede yalnız başına otururken görmüştü ve hiç arkadaşı yok mu diye düşünmediği de olmuyor değildi. Ayrıca kızlara karşı ilgisizliği de hat safhadaydı. Her zaman için Clarance’ın arkadaşlarının ilgisine kayıtsız kaldığını yalanlayamazdı. Hatta öyle ki Alexander başka kızların ilgisini çektiğinde Clarance’ın arkadaşları köpürüyorlar, Aexander ilgisizliğini koruyunca neredeyse havalara uçuyorlardı. Şimdi ise çekingen bir karaktere sahip olduğunu düşündüğü Alexander, karşısında durup neler söylüyordu. Öyle ki Clarance’a onunla daha çok vakit geçirmek istediğini söylemişti ve konuşmasını bitirip hafifçe elini uzatmıştı. Kendisine uzanan eli hafifçe sıktı. Ne kadar da sıcaktı elleri. Elini gerçi çektikten sonra bakışlarını tekrar oğlanın üzerinde sabitledi. Di kkatini en çok çeken şey kuşkusuz bakışlarıydı. Derin ve içten olan bakışlarının Clarance’ı etkilediğini yalanlayamazdı. Yüzü alev alev yanıyordu. Gittikçe kızaran yanakları utangaçlıktan çok arzuyu yansıtıyordu. Gözlerinde ki yeşilimsi derinlikte kaybolmaktan korkarak bakışlarını yere çevirdi. “Oh, söylediklerin beni cidden şaşırttı doğrusu böyle bir tepkiyi beklemiyordum. Erm, şey.. Clarance adının bir anlamı olmamasına rağmen, manevi değeri yüksek benim için. Clarance, büyükannemin adıymış. Kendisi bir tarihi roman yazarıdır. Bilirsin, Muggle tarihi. Bu yüzden Muggle’lar tarafından oldukça sevilen biriydi. Ölümü üzerine onun adını bana vermişler.Erm, şey o elinde tuttuğun şey de nedir? Burada olduğuna göre mektup göndermek üzereydin. Yoksa göndereceğin kişi senin için özel biri mi?” Kendini tutamamıştı ve ağzından çıkan sözcüklere içinden lanet okuyordu. Bu kadar kaba olmanın ne mantığı vardı ki? Kimse kim, ona neydi ki? Alexander’ın bakışlarını yoğun bir şekilde üzerinde hissediyordu fakat başını kaldırıp da yüzüne bakmaktan utanmıştı. Çocuğun vereceği tepkiden korkarcasına vereceği cevabı beklemeye koyuldu…


En son Clarance Rothstein tarafından Cuma 06 Mart 2009, 14:49 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexander Delahanty
Çellist
Alexander Delahanty


Erkek
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Hnkav0
Mesaj Sayısı : 182
Yaş : 34
Kan statüsü : Muggle doğumlu.
Galleon : 11563
Ekspresso Puanı : 10
Kayıt tarihi : 25/02/09

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimeÇarş. 04 Mart 2009, 15:18

Ne diyeceğini bilemiyordu , yada kelimelere nasıl başlayacağını çözebilmiş değildi. Nasıl bir anda böyle bir ruh hali içerisine girebilirdi ki? Bu onun varlığı ile hissettiklerinden kaynaklanan bir şeymiydi? Normalden fazla olan suskunluğunu ve içe dönüklüğünü fazlası ile atmıştı genç kızın yanında. Sebebi bariz bir şekilde ortadaydı, ondan bu kadar hoşlanmamış olmasaydı ağzını açıp bir iki kelime dahi laf edemezdi. Sanki garip bir tılsımla büyülenmiş gibiydi , söyledikleri sözler , ettiği laflar hiçbiri Alexander'ı rahatsız etmiyor , tam tersine onun merakla dolu bakışlarına şaşkın bir gülüş atıyordu her seferinde. Ne olabilirdi ki bu tılsım? Her erkeğin dikkatini çekebilecek bir güzellikte olmasından başka? Bu onun özel yeteneği felan olmalıydı. Hayır görüntü değildi derdi, insanların içerisinde bir yerlerde bir ruh olduğuna dair bir şey arardı ve Clarance'nin ruhu kirlenmemiş saf tatlı bir meraklılıkla yüzüne yansımıştı. Bir Slytherin'di ama görünüşünü kurnazlıkla hiç bağdaştıramamıştı kendisi. Belkide bu onun dez avantajı olabilirdi.Sonuç itibari ile kızın aklından geçenleri okuyamazdı. Yada hakkında ne düşündüğünü okuyamazdı değil mi? Sahi ne düşünüyordu acaba? Göz bebeklerinin içinde oluşan güneş ışığının dans ediyormuşçasına oynaşılarına takıldı. Birden bire içinde oluşmaya başlayan merak duygusunu nasıl gidereceğini bilemedi. Gittikçe daha fazla önemli olmaya başlamıştı hakkında ne düşündüğü. Aklından geçenleri okuyabilmek isterdi . Yoksa artık birilerine ilgi mi duymaya başlamıştı. Bu soru aklından geçince çekingen bir ruh hali içerisinde bürünmeye başladığını hissetti. Clarance'nin soğuk ve kadifemsi elli az önce uzaklaşmasına rağmen hala hissedebiliyordu avuclarının arasında. Sanki hiç varolmamış gibiydi daha önce ve yeni güneşin doğuşu ile birlikte yer yüzüne inivermişti genç kız. Bir ay'ın aydınlığı ile bir güneşin parlaklığı bir olabilirmiydi? Güneşin parıltılarına bakakaldı bir an için , o güneşin ışıltıları ile çekingenliği bir an belirmiş ardından yok oluvermişti ani ruh hali değişimleri sayesinde. Ne olduğunu kendi bile anlayabilmiş değildi ki? Acaba çarpışmalarında yaptığı espiri gerçekleşiyormuydu. Onun ne hissettiğini bilemeden bir adım atamazdı Alexander o kadarda cesur değildi. Konuşmaya başladığında hafifçe bir gülümseme belirdi yüz çizgilerinde daha önce hiç olmadığı kadar içten ve samimi ve sıcak bir şekilde. Onun meraklı bakışlarının elinin arasında sıktığı parşömene kaydığını farketti. Bunu kabalık olarak nitelendirmedi tam tersine yüzüne yansıyan meraklı bakışlar hoşuna gitmişti.

"Evet bir an unutmuşum , ağabeyim Gerard için yazdığım bir mektuptu , belki bilirsin biz henüz birinci sınıftayken o altıncı sınıfta öğrenciydi.Sanırım en yakın dostum oydu ve..." cümlesini tamamlamadan susup kaldı. Kendini acındırmak gibi bir derdi yoktu ve bu gururuna fazlası ile dokunurdu. İçine kapanık biri olsada herkesde olguğu gibi kendisininde bir egosu vardı ve bunu yıkmayı hiç düşünmüyordu. Acınmak isteyeceği en son şey olurdu. Ağabeyinden başka dostu olmayan ,kimse ile anlaşamayan sümsük biri olarak adlandırılmak istemezdi. Bu ağır olurdu özellikle yeni tanıştığı ve hoşlanmaya başladığı Clarance böyle düşünecek olursa . Belki o zaman insanlardan tamamen uzak durur ve kimseyede yaklaşma cesaretinde bulunmazdı. Elindeki kitapları pencerenin pervazına yerleştirip parşömeni aldı. Bir tümseğe konmuş kahverengi tombul bir baykuşa yaklaşıp ufak bir iple ayağına bağlamaya çalıştı, fakat eli üzerine baykuşun gagasının sertliğini hissedince hızla geri çekti, gagalamış ve beyaz teni üzerinde kızarıklık bırakmıştı. "Tabi ya! önce rüşvetini vermeliyim değil mi?" dedi cebinden bir parça yem çıkarıp önüne serpiştirdi. Sonra tekrar ayağına bağlamayaı denedi bu sefer yeterince başarılı olmuştu. Hayvanları iyi anlıyormuş gibiydi. Bu özellikle kedisi Max üzerinde belli oluyordu. Sahi o yine nerelere gitmişti acaba? Sanki düşüncelerini ve Max üzerinde hissettiklerini anlamış gibi beyaz ve kahverengi tüğlerle kaplı yavru kedisi içeriye girdi. Ağzındaki buruşmuş parşömen parçasına dikkat kesildi. "Bu da neyin nesi böyle? " dedi kirlenmiş zarfı çekip aldı , üzerinde hafifçe silikleşmiş Rothstain yazısını farkedince dağınık saçlarla çevrili başını kaldırıp genç kıza baktı. "Bu senin olmalı biraz bozulmuş ve parçalanmış gibi, anlaşılan Max'de bende bu gün sana fazlası ile zarar vermeye başladık" dedi bakışlarında özür diler bir ifade vardı.Kedi'de ayağına sürtünüp mırıltılar çıkarıp duruyordu. "e-e! öhm! seni bundan sonraki günlerde görebilecekmiyim yoksa bana çekip gitmemi mi söyleyeceksin?" dedi bu sorusunda çekindiğine dair bir tepki yoktu tam tersine rahat bir şekilde olduğu yerde geriye doğru kaykılmış ve sanki söyleyecekleri olumsuzda olsa bu onu fazla etkilemeyecekmiş gib rahat ve umarsız bir tavır takınmıştı .Halbuki bunun bir rol olduğunu kendiside biliyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clarance Rothstein
Vampir



Kadın
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Hmbl7
Mesaj Sayısı : 190
Yaş : 34
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11775
Ekspresso Puanı : 7
Kayıt tarihi : 02/11/08

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimeCuma 06 Mart 2009, 21:52

"Evet bir an unutmuşum , ağabeyim Gerard için yazdığım bir mektuptu , belki bilirsin biz henüz birinci sınıftayken o altıncı sınıfta öğrenciydi.Sanırım en yakın dostum oydu ve..." Alexander’ın yumuşak sesi ve ardı gelen sessizlik. Cümlesini tamamlamamıştı, tamamlamak istemedi diye düşündü. Clarance o cümlenin devamında nelerin gizli olduğunu merak ediyordu. Ondan gizlediği bir şeyler olduğu kesindi ki neden ona kendisi hakkında bir şeyi açıklamak zorunda olsun ki? Oh, aptal! Clarance kuşku dolu bakışlarla Alexander’ı süzerken, o ise elinde bulundurduğu mektubu baykuşun ayağına bağlamaya çalışıp bir şeyler fısıldıyordu ve kesildi. Biraz önceki sakin hava gitmiş yerine derinlemesine çökmüş, insanı ürküten türden bir sessizlik hakim olmuştu. Sessizliği bölen tek şey kuşkusuz rüzgarın uğultusuydu. Öylesine şiddetlenmişti ki… Baykuşhanenin penceresinin olmaması ne kötü! Rüzgar tuğlaların deliklerinin arasına girerek korkunç sesler çıkarmaktaydı, bir bölümü ise tamamen Clarance’ın yüzüne çarparak, saçlarını savuruyordu. Oh, bu kesinlikle korkunçtu. Sık sık üşüdüğünü hissettikten sonra rüzgardan nefret eder olmuştu Clarance. Birde ardına yağmur eklenince, tamamen çileden çıkıyordu. Gerçi yağmuru severdi o. Küçükken annesinin kızacağını bile bile hasta olmak pahasına yağmurun altında saatlerce durur, dinene kadar beklerdi. Öyle ki yağmurun onu kötülüklerden arındırdığını düşünürdü. Bunu her yağmur yağdığında yapmasa da annesinin elinden kurtulabildiğince fırsatları değerlendirirdi. Eve sırılsıklam döndüğünde ise tek bahanesi kuşkusuz annesine şemsiyesini evde unuttuğunu söylemek olurdu ki annesinin buna inandığı da pek söylenemezdi.

*Daha ne kadar?* söze dökülmemiş bu soru aklını kurcalamaya devam ederken, bir yandan da bakışlarını oğlanın üzerinde gezdirmeye devam ediyordu. Daha ne kadar bu sessizliğe maruz kalacaktı? Bir şey söylemesi gerekiyordu, evet ama bu durumda ne diyebilirdi ki? Alexander’ı daha birkaç dakikadır tanıyordu ve onun özel hayatı konusunda diretmeye hiç de gerek yoktu bu yüzden susmayı tercih etmişti. En iyisi de buydu zaten, en azından şimdilik. Kendini bu fikre alıştırmış olsa bile, hala aklının bir kenarında Alexander ve onun hakkında ki gerçekler yatıyordu. Oh, Tanrım! Neler oluyordu böyle? Yoksa Alexander’dan hoşlanmış mıydı? Üstüne üstlük daha yeni tanışmışlardı. Olamazdı, o buna henüz hazır değildi. Bu zamana kadar erkekleri hep bir araç olarak görürken, şimdi ki bu değişim de neyin nesiydi böyle? Alexander’ın içini okşayan sesini tekrardan duyması düşüncelerinden sıyrılmasına neden olmuştu. Alexander ilerde çömelmiş, yanında ki beyaz-kahverengi tüylü kedinin mırıldanmasını izliyordu, elinde ki ufak parça parşömenle. Olmaz! Bu Clarance’ın mektubuydu. Okumaması için Tanrı’ya dua ediyordu. Yoksa bu denli duygusal olduğunu bilmesi onun için hiçte iyi olmazdı. "e-e! öhm! seni bundan sonraki günlerde görebilecekmiyim yoksa bana çekip gitmemi mi söyleyeceksin?" Alexander’ın konuşmasında ki umursamazlık hiçte hoşuna gitmemişti. Yüzünü buruşturdu, sahi böyle mi düşünüyordu? Onu umursamıyordu? Ama olamazdı, gözleri kendini ele veriyordu. Hiçte becerikli değildi, ama içten içe etkilenmemiş değildi. Peki ya bu ikilemin içinden nasıl çıkacaktı… Aklında çakan şimşeklerle kendinden emin birkaç adım attı ve Alexander’ın tam dibinde durdu. *Ya doğrulursa?* diye endişelendi. “Sanırım beni görmende hiçbir sakınca yok, benim için sorun değil. Ama senin için görüşüp görüşmemek pekte umurun olmaz, yanlış mı düşünüyorum yoksa?” Şimdi doğrudan çocuğun gözlerinin içine bakıyordu. Peki şimdi ne yapacaksın akıllı çocuk? Merak ediyorum da, buna karşı koyabilecek misin?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lilith Samael
Vampir
Lilith Samael


Erkek
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty 37978406tk7
Mesaj Sayısı : 109
Yaş : 31
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11516
Ekspresso Puanı : 3
Kayıt tarihi : 02/03/09

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimeC.tesi 07 Mart 2009, 21:33

Markus'u, neşesinden ve çocuksu saflığından bir şey kaybetmemesi için tılsımlanmış kar kaplanını takip ediyordu. Sıradan Slytherin atkısı yerine tercih ettiği Burberry'nin son koleksiyonundan kaşmir yeşil atkı şimdiden canını sıkmaya başlamıştı. Bütün suçu, yani o Markus'u takip ederken peşine kızların takılmasını, kaşmirin büyüleyiciliğine veriyordu keyifsizce. Süet Lacoste ayakkabılarının nemlenmesine aldırmadan toprak patikadan çıkarak çimlerin arasına daldı. Kızların da onu takip ettiğini anlaması için arkasını dönüp bakmasına gerek yoktu, kıkırdaşmaları yeterince ipucu veriyordu. Özellikle giydiği pantolonun ortaya çıkardığını iddia ettikleri kıvrımları hakkında yaptıkları arsız bir espriden sonra nefes alamayacak duruma geldiklerini görür gibiydi. Daha fazlasını duymak istemiyordu. Markus'u izlerken huzur duymaktan başka bir şey de istemiyordu. Ipod'unu çıkarıp Tchaikovsky'i buldu. Ellerini cebine soktu. Ne yazık ki gözlerini de kapatamıyordu. Okul binasına yaklaştıkça kalabalık artıyordu. Birine çarparsa ondan kurtulmasının ne kadar süreceğini düşünüp bu seçenekten vazgeçmişti. Sadece güzel şeyler düşünerek de idare edebilirdi.

Annesinin üzerinde çalıştığı son tablosunu düşündü. Eskizlerde göründüğünden daha güzel olacaktı. Ancak üzerine o kadar düşünmüştü ki daha yapmadığı tablosunun hiçbir gizemi kalmamıştı. Belki kardeşinin yeni bir tablosuna başlayabilirdi. Birden aklına gelen bir isimle, soğukla alakasız bir şekilde yanakları pembeleşti. Gizemli kalmayı becerebilen bir modeli vardı aslında. Çünkü hiç resmini yapmamıştı daha önce. Hatta gözlerine bakmaktan yüzünü bile incelememişti. Yüzünün ayrıntıları mat bir ışıkla belirsizleştirilmişti sanki zihninde. Clarance Rothstein. Tek bir ismin üzerinde bu kadar etki sahibi olmasına alışkın değildi. Bu onu kızdırıyordu. Yine de kızın göz rengini yakalamak için hangi renkleri karıştırması gerektiğini düşünürken buluyordu kendini. Hele bir seferinde Clarance onunla didişirken, kendi içinde bu agresif halini nasıl yansıtabileceğini düşünürken yakalamıştı kendini. 'Clarance'ın buna ihtiyacı varmış gibi' diye düşündü birden. Onunla yakın olduğunu fark ederse Clarance'ı yolmaya hazır bir fan güruhu vardı çevresinde. Her ne kadar kafasındaki melun ses bunun ne kadar cılız bir bahane olduğunu fısıldayıp dursa da -bu yırtıcı dişi kendini koruyamayacakmış gibi- böyle olduğuna inanmakta diretiyordu. Hem onun göz önünde olmasını istemezdi. Clarance onun dokunmaya kıyamadığı taş bebeğiydi.

Düşüncelerini bir karara bağlamanın rahatlığıyla arkasını dönüp onu takip eden küçük gruba bakmaya lütfetti. Bu sırada Markus bir kurbağanın peşinden, küçük bir deliğe sığmaya çalışıyordu. Kızlardan biri çekingence ona el salladı. İlgisini dağıtmak için yeterince güzel miydi? Dudaklarının kenarı hafif bir kibirle büküldü. Arkadaşları tarafından dirseklere maruz kalan kızın gözleri önce dudaklarına kaydı, yavaşça geniş omuzlarına, ardından uzun bacaklarına -sanki daha önce hiç görmemiş gibi. Tristan bütün ümidini yitirerek bu sefer kurbağayı kapmış olan bir baykuşu takip eden Markus'un peşine takıldı yeniden. Yeterince hızlı hareket edebilirse- Büyük ihtimalle kızlar baykuşhaneye girdiğini görmemişti. Burada olacağını tahmin edeceklerini de sanmıyordu. Çünkü burayı sevmezdi. Kokulu, vıcık vıcık, pis. Aslında saklanmaya değmezdi, en azından o ince sesi duyana kadar düşüncesi buydu. Başka bir erkeğe Clarance'ın istediğinden de çekici gelen sesini duymak birden Tristan'ı çıldırttı.

“Sanırım beni görmende hiçbir sakınca yok, benim için sorun değil. Ama senin için görüşüp görüşmemek pekte umurun olmaz, yanlış mı düşünüyorum yoksa?”

Bu açık açık itirafa zorlamak değil de neydi. Üstelik Tristan'ı değil, başka birini - başka bir erkeği. Kendisini hiç böyle zorlamamıştı. Daha çok küçük kaçamakları yüzüne vurup kaçmaktan hoşlanıyordu Clarance. Hiç sohbete fırsat vermiyordu. Bu da kıza kahrolası bir gizem kazandırıyordu. Burnundan soluduğunu fark etti şaşkınlıkla. Yine de duruma el koymak istediğinden emindi. Evet, tek yapmak istediği yuları eline almaktı. Kuş pisliklerine basmaya aldırmadan olabildiğine hızlı ve sessiz merdivenleri tırmandı. Açıklığa bir göz attığında Clarance ve yanındaki çocuğun -her kimse artık- olabilecek en mükemmel şekilde durduğuna inandırdı kendisini. Cevap vermekte bocalayan çocuğu bir el hareketiyle susturup Clarance'a yaklaştı. Yavaşça soğuk ellerinden birini gözlerine koyup diğer elini beline doladı. Kaçmasına müsaade etmemek için hem sert hem de nazik davranmaya çalışıyordu. Biraz da gözdağı vermek amaçlı çocuğa şöyle bir bakıp, ılık ve şekerli kokan nefesini biraz eğilerek kızın yüzüne üfledi.

"Bil bakalım ben kimim, Rainy?"

Hatırlayacağını biliyordu. Kızın kalbinin atışlarının hızlanışını duyumsamaktan ziyade hayal etti. Clarance Rothstein. 'Sen parlak olamazsın.' dedi ilk onu gördüğünde takınmaya çalıştığı ilgisiz ses kafasının içinde o zamanı taklit ederek, Clara'nın anlamını kastederek. 'Daha çok yağmurlu bir gün gibisin.' Yağmurlu bir günü ne kadar sevdiğini veya zarafet anlamına gelen isminin ikinci kısmının ona ne kadar uyduğunu dile dökmemişti tabii ki. Ancak ondan sonra ismini orasından burasından kırparak Rainy yapmıştı. Rainy. Karşıdaki çocuğa baktı tekrar. Clarance onundu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexander Delahanty
Çellist
Alexander Delahanty


Erkek
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Hnkav0
Mesaj Sayısı : 182
Yaş : 34
Kan statüsü : Muggle doğumlu.
Galleon : 11563
Ekspresso Puanı : 10
Kayıt tarihi : 25/02/09

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimePtsi 09 Mart 2009, 14:42

Clarance'nin cümleleri ile bir an bocalasada kendini çabuk toparlamıştı. Söylediklerini anlamamışmıydı yoksa cümlelerini seçerken kibar olmaya çalışıpta, yanlışmı anlaşılmıştı. Onunla fazlası ile ilgileniyordu.Kimse ile bu şekilde konuşmaya çalışmazken bile genç kızın karşısında ne söyleyeceğini şaşırıyor ve bocalıyordu. Sadece önüne seçenek sunmuştu. Alex ile görüşmek istemezdi veya isterdi. Onun önüne bir seçenek sunmalıyıd çünkü kararsızlıklardan veya emin olunmayan cümlelerden hoşlanmazdı.Yada şöyle mi söylemeliydi .Ya benim olmalısın yada benim. Bu biraz fazla kabaca olsada daha iyi bir scümleymiş gibi geliyordu. Çünkü içinde bir yerlerde ortaya koymadığı kimseye göstermediği gerçek kişiliği bunun böyle olmasını söylüyordu. 'İstediğim her ne olursa olsun onu elde ederim.' Aklından geçen düşüncelerin bölünmesi ile kaşlarını çatması bir olmuştu. Bu da kimdi böyle? Ah! şu kendini fazlası ile beğenen çocuk değilmiydi o. Kızların peşinde koşturduğu ama onunda yüz vermiyormuş gibi garip havalara bürünen genç çocuk. Bir an aklından bu düşünceler geçerken çatılmış kaşları eski haline dönmüş , içten içe yükselmeye başlayan kahkahayı durdurmaya çalışmıştı. Sinir bozucu davranmak istemiyordu. Sadece yanlarına gelen ve adının Tristan olarak bilindiği kendini beğenmiş bu çocuğa düzgün davranmaya çalışıyordu. İğneyi batırıpta saklanan o haylaz çocuklar gibi davranmaya başlayabilirdi. Laflarını sokuşturur ve kenara çekilirdi ama şu an sırf hoşlandığı kızı elinden almaya çalıştığı için ona yumruğundan tattıracak değildi. Bunun için daha fazla ileri gitmesi ve Clarance'nin kendisine evet dedirtmesini sağlamaktı. Küçük basit rollerle değil kendi gerçekliliği ile yapacaktı bunu. Ama yinede içindeki o kıskançlaşmaya başlayan erkeksi güdülerini bastıramadı.Konuşmaya başlarkenki ses tonunu iyi ayarlamaya çalıştı. Tipik bir buz dağıydı ve bunu eritebilecek tek kişi Clarance idi.


"Ben cevap vereyim hiç zahmet etme, kendini çok fazla beğenen ve okul binasında aynaların her önünden geçişinde , aynada yansıyan yüzüne şehvetli bir öpücük konduran budalanın teki." fazlamı ileri gitmişti.
Geri bir adım attı ve cüppesinin önünü çekiştirip hafifçe düzeltti.Trista'nın ellerini onun üzerinden çekmesini bekledi, bir anda Tristan'ın Clrance'ye olan yakınlığını kıskanmaya başlamıştı . Onun sevgilisimiydi ki? Hayır olamazdı.Tristan'ın yanında çok fazla görmemişti Clarance'yi. Belkide ondan hoşlanıyordu. Bu durumda ne yapabilirdi ki? Yine bir seçenek mi sunacaktı onun önüne. Clarance'ye özür diler bir bakış ile baktı ama ona söyleyeceği sözlerin bu çocuğun gelmesi ile bölünmesinden rahatsız olmuştu.
"Özür dilerim Clarance demin söylediğim cümleleri yanlış anladın , seni her an, her saniye görmek istiyorum sadece sana bir seçenek bırakmayacak kadar kabalaşmak istemedim. Benden hoşlanmamış olabilirdin, sadece tek istediğim seni rahatsız etmemek o yüzden cümlelerimi seçerken dikkatli olmaya çalışıyorum ama beni yanlış anladın." Clarance'ye bu kadar yakın olmak harikaydı ve bu büyülü anın bir anda başka biri tarafından bozulması moralini bozmuştu. "Benim kız..." benim kız arkadaşım olurmusun diyecekti ama buna o an cesaret edememişti ,cümlesini yine yarıda kesmişti tedirgin bir halde, bunu ona daha rahat bir ortamda kimsenin olmadığı bir yerde söylemeliydi. Tristan denilen şu çocuğun kendi hakkında ne düşündüğü umurunda değildi ama onun varlığı daha özel bir şekilde konuşmasını bölüyordu.


İyi yetiştirilmiş birisi değilmiy di? Herşeye sinirlenmeyen . Cevap verirken düşünmeden konuşan o garip tiplerden değildi.Nasıl davranacağını , nerede ne söyleyeceğini iyi bilirdi. Belkide duruşundaki bu donukluk olgunluğundan kaynaklanan bir şeydi ama bu Tristan'ın gelmesi ile bozulmuştu. Bir anda etrafına ördüğü o duvarlar yıkılmış ve karşısında duran gence gerçek yüzünü göstermeye başlamıştı. Yinede ailesinin o bilindik yüzünü şu an sinirlenip bozmamalıydı . Delahanty'ler soylu iyi yetiştirilmiş ve nerede ne yapacaklarını iyi bilen insanlardı.Saygınlıkları ve dürüstlükleri ile tanınırlardı.Belkide evlerine tuttukları şu kofti tarafından yetiştirildiği için böyleydi.Hiçbir zaman şımarık bir çocuk olmamıştı. Bu imkansızdı babasını ve annesini görmüyordu bile doğru düzgün , onlar hep bir seyehat içerisinde olurlardı. Çocukluğunda gerçek kişiliğinde olabildiği ve bir şekilde hep gülüp ,türlü muzurluklar yapabildiği kişi kahyaları ve ağabeyi Gerard'dı. Üçünün evde yalnız kaldıkları günleri unutmuyordu .Babasının ve annesinin işlerini bahane ederek uzaklaştığı giderken bir sürü galleon bıraktığı ve bir kaç ayda bir gördüğü ebeveynlerinin yüzündendi Alex'in böyle bir kişiliğe bürünmesi. Geceleri korku ile uyandığında yanında kim vardı? ebeveynlerinden bile kendine daha çok değer veren o kahya değilmiydi? Hogwarts'a başladığı ilk gün ağabeyi ile vedalaştığı tek kişide o değilmiydi? Soylu ve iyi yetiştirilmiş bir aile idiler evet ama o kadar sorumsuzdularki bu Alex'in gerçek kişiliğinden sıyrılıp buzdan bir kalıp içerisine girmesine sebep olmuştu.Bir anlık belkide bir kaç saniye süren dalgınlığından ve düşüncelerinden kurtulup karşısında duran iki gence baktı. Biri bu buz dağından kurtulmasını sağlayabilecek biriydi , belkide eskisinden daha beter olmasını, insanlardan iyice soyutlanmasını sayğlayacaktı!... Diğeri ise herşeyi ile kendinden emin olan ve hakkında adından başka hiçbir şey bilmediği biriydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clarance Rothstein
Vampir



Kadın
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Hmbl7
Mesaj Sayısı : 190
Yaş : 34
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11775
Ekspresso Puanı : 7
Kayıt tarihi : 02/11/08

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimePtsi 09 Mart 2009, 18:14

"Bil bakalım ben kimim, Rainy?"

Bir anda gözlerinin önüne kapkara bir perde inmişti, bu yumuşak sesi duyarken. Karşısında ki ses, midesinden kelebekler uçuşmasını sağlayan yumuşak ve sıcak bir tondaydı. Ardından Clarance’ın şaşkın ifadesi karşısında, bir el beline dolandı. Bir an panikleyip kaskatı kesildi. Clarance hem vücudunu saran sıcaklıktan, hem de arkasında duyduğu sesten etkilenmişti- öyle ki nefes alış-verişi normalin üzerine çıkmaya başlamıştı. Kemiklerinin eridiğini, kaslarında ki tüm gücün adeta emildiğini hissediyordu. Vücudunu saran kolla beraber azalan soğukluk onu rahatlatmış, gevşemesine neden olmuştu. Peki ya bu sesin sahibi kimdi? Rainy… Bu ismi ona -tek bir kişiden başka- böylesine kim yakıştırabilirdi ki? Oh, tabiî ki de Tristan Khajoh! Aklından geçen isimle bir an donup kaldı. Olamazdı! Bu ses Clarance’ın Moody’sine aitti. Her ne kadar ona bu isimle hitap etse de, ona kendi içinde yakıştırdığı isimle hitap etmek için can atıyordu, Moony… Tıpkı bir ayın gizemliliği gibi, ışıklar saçıyordu çevresine, girdiği her ortamı sempatikliğiyle ısıtıyordu. Tıpkı bir güneş gibi. Onun için Clarance ise güneşi esir alan yağmurlu bir gündü. Bu yüzden Tristan ona ‘Rainy’ diye hitap ediyordu. Tristan’ın onunla ilgilenmesi, onun için önemli olduğunu hissetmek inanılmaz bir duyguydu, özellikle de böylesine kızların çevresinde pervane gibi döndüğü birinin kızlara kayıtsız kalıp sadece Clarance ile ilgilenmesi daha da mutluluk vericiydi. Hatta şimdiye kadar kimse onunla bu kadar ilgilenmemişti. Clarance bu aşırı ilgi karşısında ne yapacağı kestirmekte zorlanıyordu. Midesinde bir yanma hissediyordu. Yanmanın sebebi yememiş olmaktan değil, farkına varır varmaz ‘ne yapacağım?’ Sorusunun aklına gelmesiydi. Sahi ne yapacaktı, ne yapabilirdi ki bu durumda? Alexander… Neredeyse bir saattir aynı ortamda bulunduğu ve onu bu bir saatlik zaman diliminde derinden etkilen oğlan. Clarance kendini hiç bu kadar garip hissetmemişti. Hayatında ilk defa iki oğlan arasında kalıyordu. Aslında insanların duyguları onun için hiç önemli değildi ve şimdiye kadar hiçbir zaman duygusal ilişkilerinde ciddi olmamıştı. Peki ya şimdi? Şimdide mi ciddi olmamalıydı? Tanrım, hayır bunu onlara yapamazdı. Çünkü ilk defa bu kadar ciddiydi. Oh, annesi küçük kızının bu düşündüklerini duysa kim bilir ne denli gurur duyardı! Peki hangisi Clarance’ın ruhunu daha çok okşuyordu?

Alexander’ın Tristan’a söylediği iğneleyici sözlerin üzerine Clarance çocuğun suratının ne hal aldığını görmek istedi. Gözlerini bir perde gibi kapatmış olan el buna engel oluyordu. Ama o eli indirdiğinde nelerin olabileceğinden korkup, Tristan’ın kendi isteğiyle kendini bırakmasının daha mantıklı olabileceğini düşündü. Tristan kendisinden bir cevap beklerken, Alexander kendisinin yerine cevaplamıştı. Ne kadar da olgun diye düşündü. En azından böylesine saçma bir nedenden dolayı kendini rezil edecek kadar ahmak değildi. Peki ya neden Clarance’ın yanıt vermesine izin vermeden kendisi atılmıştı? Bu çabada neyin nesiydi böyle? Yoksa korktuğu başına gelmiş miydi? Birkaç dakika öncesine kadar Alexander’ın kendisinden hoşlanmasını isteyerek, onu arzularken şimdi bunun olmaması için Tanrı’ya dua ediyordu. Yoksa aklının bir kenarında verdiği tüm güvensizliğe rağmen vazgeçemediği aşkı Tristan mı yatıyordu? "Özür dilerim Clarance demin söylediğim cümleleri yanlış anladın , seni her an, her saniye görmek istiyorum sadece sana bir seçenek bırakmayacak kadar kabalaşmak istemedim. Benden hoşlanmamış olabilirdin, sadece tek istediğim seni rahatsız etmemek o yüzden cümlelerimi seçerken dikkatli olmaya çalışıyorum ama beni yanlış anladın." ‘Oh, yapma Alexander! Sessiz çığlıklarımı duy ve ne olur sus!’ Alexander ondan cevap beklercesine yeniden konuşmuştu. Clarance’ın ise hala gözleri bağlıydı. Bunu yapmak için çok geç olduğunun farkına varıp gözünün üstündeki eli tuttu. Bir an Tristan elini yakalayıp hiç bırakmayacakmış gibi sımsıkı tutsa da, elini bir hışımla çekip kurtarabilmişti. Gözleri aydınlığa açılınca kamaşmıştı. Gözlerini kırpıştırarak aydınlığa alışmaya çalıştı. Sonunda gözlerinin bulanıklığı geçmişti ve bulunduğu ortama baktı. Oh, tahmininde yanılmamıştı, bu Tristan’dı. Tam karşısında da kaçamak bakışlarla onu süzen Alexander duruyordu. Bu kareyi lanetlercesine hiç yaşamamak istemeyi dilerdi. Bir tarafta dört yıldır tanıdığı ve her seferinde ondan hoşlandığını dile getiren Tristan Khajoh , diğer tarafta ise daha yeni tanımış olmasına rağmen onu her kelimesiyle etkileyen Alexander… İkisi de meraklı gözlerle Clarance’a bakmayı sürdürüyorlardı. “Tristan! Ne işin var burada? Yoksa, etrafında pervane gibi dönen kızlardan saklanmak için en uygun yerin burası olduğuna mı karar verdin? Az önceki küçük oyununda gözümden kaçmadı değil, artık beni de o kızlar gibi etkilemek için fırsat kolladığını düşünüyorum. Oh, Alexander meraklanma yanlış anladığım yok, sana dediğim gibi beni görmende bir sakınca yok. Sadece seni biraz sorgulamak istedim, hepsi bu.” Bu çarpık konuşmasını bitirdikten sonra zordan da olsa gülümsemeyi başardı. Az önce Alexander’ın ağzından kaçırdığı yarım bırakılmış cümleyi hesaba bile katmamıştı. Ne olduğunu tahminen kestirebiliyordu fakat ortamı daha fazla germenin manası yoktu. Bunun farkına vardığını belli edercesine Alexander’a anlamlı bir bakış atmanın ona yeterli olacağını biliyordu. İkisi arasında bir seçim yapmak zorunda değildi, bu kısacık sürede kendini şartlandıramazdı. Sadece biraz zamana ihtiyacı vardı, sadece zaman…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lilith Samael
Vampir
Lilith Samael


Erkek
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty 37978406tk7
Mesaj Sayısı : 109
Yaş : 31
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11516
Ekspresso Puanı : 3
Kayıt tarihi : 02/03/09

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimePtsi 09 Mart 2009, 20:05

Tanımadığı sarışın-kumral çocuğa, büyük kedilerden birinin avına baktığı gibi bakıyordu. Ne yapacağını kestirmeye çalışıyordu, antilobun ne yana koşacağını anlamaya çalışan bir çita gibi. İlk başta kahkaha atacağını sandı, kahkahalarını yutarken yüzü acı çeker gibi garip bir ifadeye döndü. Ne olduğuna odaklanamıyordu. Clarance önünde gerilmiş bir yay gibi tedirgin dururken, kollarının arasında, bunu kendinden beklemesi acımasızlıktı. Şimdiden üzerine atılmadığına göre ve cüppesinin renklerine bakılırsa çocuğun sözleriyle saldıracak olması daha da can sıkıcıydı. Aslında hemen şu an Clarance’ı omzuna atarak uzaklaşmalıydı. Ah şu ‘nezaket’ kuralları, ne kadar çok şeyin önünü tıkıyordu. Mecburen o da maskelerini takınıp dilini sivriltecekti. Ne kadar? Clarance’ı düşündü midesinde hafif bir ağrı belirerek, karşısındakinden ne kadar hoşlanıyordu? Onu köşeye sıkıştırışını düşündü. Kendinden fazlaysa zaman yitirmeye bile değmezdi ama hissediyordu bir şekilde. Önündeki ince uzun vücut gevşemeye başlamış, bir şekilde rahatlamıştı. Tristan kalkan olarak önüne bu duyguyu koyup çocuğun Clarance yerine zekice (!) bir cevap verişini alaycı bir sırıtışla dinledi.

"Ben cevap vereyim hiç zahmet etme, kendini çok fazla beğenen ve okul binasında aynaların her önünden geçişinde, aynada yansıyan yüzüne şehvetli bir öpücük konduran budalanın teki."

Cevap vermeden çocuğun kendi söylediği şeylerin vicdanını nasıl rahatsız ettiğini izledi. Dudaklarındaki gülümsemeyi engelleyemiyordu. Ancak ellerini oldukları yerde bıraktı, sadece biraz daha gevşetti Clarance’ın istediği takdirde kurtulabilmesi için. Aslında engelleyemediği gülümsemesi çok eğlendiğinden değildi. Acı bir gülümseme, bozuntunun kendini belli etmeyen gülümsemesi. Zihinfendarlara karşı değil ama her zaman iyi bir savunmaydı. Böylece yakınlık duymadığı okulunun erkeklerinin gözünde ne olduğunu da öğrenmiş oluyordu. Kıskançlık? Onları suçlayamazdı. Sadece kendisine duyulan bu karşılıksız negatiflikle ilk defa yüz yüze gelmişti. Omuz silkip çokbilmiş Ravenclaw’ın saldırısının nereye gideceğini dinlemeye zorladı kendini, artık Clarance’a dönmüştü. Eh, bu durumda gözlerini kapatarak Clarance’a iyilik yapmış oluyordu.

"Özür dilerim Clarance demin söylediğim cümleleri yanlış anladın, seni her an, her saniye görmek istiyorum sadece sana bir seçenek bırakmayacak kadar kabalaşmak istemedim. Benden hoşlanmamış olabilirdin, sadece tek istediğim seni rahatsız etmemek o yüzden cümlelerimi seçerken dikkatli olmaya çalışıyorum ama beni yanlış anladın."

Ne laf kalabalığı ama! Birden bitmediğini anladı bastırılmış bir panik duygusuyla. "Benim kız..." Devamını bekledi sabırla. Sağır edici sessizlik. İlk katlanamayan Clarance oldu. Hışımla Tristan’dan kurtuldu. Birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Tristan kendisine veya karşıdaki çocuğa kızamayacağını bildiği için sadece ‘tesadüf’e kızdığını tahmin ediyordu. Neden? Ne yapmayı planlıyordu ki? Neden sadece şu çocuğu yollayıp Tristan’ın ilk kez açık açık uzattığı eli tutmuyordu? Fokurdayan bir kızgınlık duyumsadı, ihanet duygusunun körüklediği bir kızgınlık. Clarance açık açık kendisine ihanet ediyordu. O kadar kendi açıklarını kollayıp yüzüne vurduktan sonra, böyle bir ironinin ne kadar acınası olduğunun farkında mıydı? Bir adım geriledi.

“Tristan! Ne işin var burada? Yoksa etrafında pervane gibi dönen kızlardan saklanmak için en uygun yerin burası olduğuna mı karar verdin? Az önceki küçük oyununda gözümden kaçmadı değil, artık beni de o kızlar gibi etkilemek için fırsat kolladığını düşünüyorum. Oh, Alexander meraklanma yanlış anladığım yok, sana dediğim gibi beni görmende bir sakınca yok. Sadece seni biraz sorgulamak istedim, hepsi bu.”

Gülümsüyor muydu? Kendine laf soktuktan sonra bu Alexander çocuğuyla kibarlıktan kırılıp dökülmeler de neydi? ‘Artık beni de o kızlar gibi etkilemek için fırsat kolladığını düşünüyorum.’ Bir kahkaha attı. ‘Beni görmende bir sakınca yok.’ Ellerini cebine soktu. Belli ki Clarance o kadar süre zarfında bir kez bile kabuğun altına bakmamıştı. Zahmet mi etmemişti? Kendisi bilirdi. Yalnızca, nasıl derler, umutlanmıştı. Kendisini anlayabilecek biri bulma telaşı değildi onunki, kendisine cevap verebilecek birini bulabilmekti; gözlerine bakıp, nasıl düzgün bir fiziği olduğunu düşünmeden konuşabilen birini bulabilmek. Başını arkaya atıp bir kez daha kahkaha attı. Şimdi her şey daha sıradan ve komik geliyordu.

”Aslında en uygun yer burası değil, en yakın yer. Ne yazık ki burada bile kaçamıyorum hayranlarımdan.” dedi çenesiyle Clarance’ı işaret ederek. Bunun onu çıldırtacağını bilmek garip bir haz veriyordu. Bir şeyin gri Fendi pantolonuna sürtündüğünü hissetti. Markus, kafasındaki çiziklerden anladığı kadarıyla baykuşların gazabına uğramış Markus, iri gözlerle şefkat bekliyordu. Tristan ikilemde kalarak duraksadı. Uluorta sevgi gösterilerinden hoşlanmasa da büyümemek için tılsımlanmış yavru kar kaplanının iri mavi gözleri karşı konulmazdı. Eğilerek, üzerinin pislenmesine aldırmadan kaplanı kucağına aldı. Çenesinin altında elini dolaştırdı, Alexander’ı tamamıyla yok saymak, Clarance’ı ise çıldırtmak. Çok da hoşuna gitmişti doğrusu. Olayı biraz daha deşmek, yani Clarance'ın istediğinin tam tersini yapmak bir sorun teşkil etmezdi herhalde.

"Gerçi bana kalsa aynalarla dolu bir odayı tercih ederdim ama madem burdayım, devam edin siz şu şey - Alexander'la. Kendisi pek şaşırtıcı olmayan bir şekilde kendi yansımasını değil seni öpmeyi tercih eder herhalde. Tabii senin benim için yakın zamana kadar aynı hissettiğini düşünecek olursa bu epey ilginç olacak. Devam edin." Gülümsedi. Ben buradayım dercesine cüppesini çıkartıp bir tümseğe serdi ve üzerine yerleşti. Belki geri dönülmez bir hata yapmıştı, belki de olayı tamamen başka bir boyuta taşımıştı. Her şekilde o bir Slytherin’di eninde sonunda. Clarance ondan ne bekleyemeyeceğini bilmeliydi. Bunlardan biri de müsamahaydı, üstelik böyle büyük bir ihanete karşın. Sahte bir ilgiyle bir çocuğa bir de kıza baktı. Asıl soru, Clarance buna değer miydi?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexander Delahanty
Çellist
Alexander Delahanty


Erkek
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Hnkav0
Mesaj Sayısı : 182
Yaş : 34
Kan statüsü : Muggle doğumlu.
Galleon : 11563
Ekspresso Puanı : 10
Kayıt tarihi : 25/02/09

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimeSalı 10 Mart 2009, 17:17

Tanrının gazabına uğramış ve zekadan biraz daha yoksunlaşmıştı sanki Tristan. Yüz güzelliğinin yanında bu kibiride nereden geliyordu. Hiçbir zaman bu şekilde beğenmemişti kendisini , beğenecekte değildi. Hiç kimse kusursuz değildir. Kusursuz olduğuna inananlarda sadece aptallardır. Vücudunda sinirle dolu bir ürperti dolaşmaya başlasada kendini hızla toparladı.Hayır sözlerindeki kendini beğendiğini söyleyen ifadede değildi Alex'in takıntıları. Kendinden emin duruşlarında idi. Aslında bir bakımdan güzel bir özellikti bu şekilde bir çok hısmını alt edebilirdi. Güven ve güveniyor olmak iyiydi ama bir yerde sadece saçma biri yerine koyardı onu. Belkide yanlış tanımaya başlamıştı Tristan'ı ama onun bu tavırları kendi üzerinde başka bir etki yaratmıyordu. sırf bu yüzden bu tip insanlar olduğu için değilmiydi şimdiye kadar kendini hep yalnız hissetmişti. Bir kerecik bile olsun kimse biraz daha az beğenmeyecekmiydi kendini. Onun kusursuz bir heykeltraşın en mükemmel şekilde yonttuğu bir sanat eseriymişçesine duran yüz hatlarına , hızla değişen alaycı mimiklerine baktı . Alex'i hafife alıyordu anlaşılan, varsın hafife alsın , bu çok önemli değildi. İnkar etsede kendi tipik egolarıda vardı çünkü. Peşinde koşan kızlar sürüsü. Buna gülümsemeden edemedi.Belkide o kızların peşinde koşuyordu, bu tepkilerden bu kadar memnun olduğuna göre. Evet kızların ona bu tarz tepkiler vermesi onu biraz daha yüceltirdi değil mi? Daha kusursuz daha mükemmel yapardı. Erişilmez olur ve artık hiç kimseyi beğenmez olurdu. Bu tarz ön yargıyla yaklaşıyordu çünkü eninde sonunda bunun gibi veletler beklendiğinden daha şımarık olurlardı. Onun hakkında daha fazla nasıl bir yargıya varacağını bilemiyordu. bu kadar emin olmadan önce iyice tanıması gerekiyordu ama ilk izlenimleri ve ilk karşılaşmaları çokta iyi bir sonuç bırakmamıştı.

Clarance'ye baktı. Onun kararsızmış gibi duran yüz çizgilerine. Böyle olacağını biliyordu, her zaman en iyisini daha fazla hak ettiğini düşünecekti ve öyle bir zaman gelecektiki kendini kenara itip daha iyilerini aramaya başlayacaktı. Alex adımlarını sağlam atan biriydi. Ondan hoşlanmıştı ama kararını verene ve emin olana kadar peşinde koşturmayacaktı.Soyunun bilindik tipik gururunu taşıyordu. Hiçbir zaman ve hiçbir zaman asla kendi gururunu ayaklar altına sermezdi bunu ona herkesden farklı hisler hissettiğini anlamaya başlasada yapmayacaktı.Duyuglarını dizginlemesini biliyordu neyseki. Yinede küçük bir umutla ışıldayan gözlerine Tristan'ın varlığı ve Clarance'nin kararsız duruşları ile gölge düşmüş , eski haline kabuğuna çekilmişti. Hayat böyleydi işte , insan ilişkileride bunun gibiydi.Kim sana daha fazla yanaşır ve her dedeğini hiçbir koşul beklemeden yerine getirir ve bir kölesiymiş gibi davranırsa o en iyisi olurdu, eh tabi bunun yanında birde o kişinin gönlünü süsleyecek ve çevresindekilere dilediği gibi havasını atabileceği bir güzelliği varsa... İlerideki hayat arkadaşını belirlemek için çok fazla erkendi. Zaman herşeyi gösterecekti. Özellikle genç kızın hisleri üzerinde.Alex acınası biri değildi böylede olmayacaktı. Aslında bir yerde onun bu tavırlarına hak vermek gerekirdi. Daha yeni gördüğü birisine birden bire nasıl gereğinden fazla ilgi duymaya başlayabilirdi ki? En azından onu etkileyebilmek isterdi.Sadece onun kimin daha iyi olduğunu karar vermeye çalışıyormuş gibi durmasına içerlemişti. Yinede rolüne sadık kalarak bunu belli etmedi.

Tristan'ın son sözleri üzerine hafifçe gülümsedi. Güzel cevap vermişti doğrusu. Önce ona doğru hitap edercesine konuştu. "Düşüncelerimi nasılda okuyorsun bu konuda çok fazla yetenekli olmalısın ama şuda bir gerçekki eğer Clarance'yi öpecek olsaydım önce onun bunu istiyor olması gerekirdi.Bundan emin olduğum gün kendimi ondan esirgemeyeceğimden emin olabilirsin." dedi sonra genç kıza döndü. "Bir gün olurda aklına gelirsem bana küçük bir haber yollaman yeterli , işte o gün herşeyi geride bırakıp geleceğimden emin olabilirsin." düşünceleri ile zıtlaşan sözcüklerini gereğinden fazla sakin bir ses tonu ile söylemişti. Bunu salt Tristan'ı gıcık etmek için mi söylemişti yoksa tüm bunları söylettiren hislerimiydi? Hayır aslında Tristan'ı bu yolla değil daha farklı yollarla deli edebilirdi ama bu şu an uğraştıracak ve iç açıcı bir durum değildi. Clarance'ye küçük bir adımla iyice yaklaştı sağ elini iki avucu arasına alıp hafifçe tuttu, soğukluğunu ve yumuşaklığını teninde hissetti tekrardan, hafifçe kaldırdı ve kendi sıcak dudaklarına dokundurdu küçük bir öpücük ile sonra geriye bırakıp genç kızın yüzüne baktı dikkatlice , gözlerindekini okumak istercesine. "Anemi.. ellerin gereğinden fazla soğuk , bu rüzgarda kendini hasta edeceksin. Merak ettiğim şey dudaklarınında soğuk olup olmadığı belki bir gün izin verirsinde bende bunu öğrenmiş olurum..." bir kaç adım geriye gelip genç kızdan uzaklaştı. Başını çevirip camdan içeriye vuran ışık huzmelerine, gözlerine yansımasına ve acıtmasına aldırış etmeden meydan okurcasına baktı. Arından başını tekrar çevirip genç kıza baktı, gözleri ışığın yüzüne yansıması nedeni ile kararmıştı bir an için , gözlerini kısıp genç kızın yüzünü seçmeye çalıştı .Derse geç kalmıştı. Eski yazıtlar profesörü ilk defa yaptığı bu hataya tahammül edecekmiydi bilmiyordu ama bir an önce gitmesi gerekiyordu. Sonunda karaltı geçipte kendine geldiğinde konuşmasını sürdürdü

"Seninle tanışmak güzeldi Clarance , ben derse fazlası ile geç kaldım şimdi gitmem gerekiyor , en yakın zamanda görüşmek üzere." dedi başı ile hafifçe selam verdi. Son kez Tristan'a baktı . "Tekrar görüşmek üzere Khajoh" kapıdan geçerken ,rüzgarın etkisi ile pelerini uçuşmuş merdivenlerden hızla indiğinde ise gerisinde o bilindik soğuk havasını bırakmıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clarance Rothstein
Vampir



Kadın
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Hmbl7
Mesaj Sayısı : 190
Yaş : 34
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11775
Ekspresso Puanı : 7
Kayıt tarihi : 02/11/08

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimeSalı 10 Mart 2009, 19:22

"Gerçi bana kalsa aynalarla dolu bir odayı tercih ederdim ama madem burdayım, devam edin siz şu şey - Alexander'la. Kendisi pek şaşırtıcı olmayan bir şekilde kendi yansımasını değil seni öpmeyi tercih eder herhalde. Tabii senin benim için yakın zamana kadar aynı hissettiğini düşünecek olursa bu epey ilginç olacak. Devam edin." Tristan her defasında aynı şeyi yapıyordu. Hiç bıkmaz mıydı bu çocuk aynı şeyleri tekrarlamaktan? Bu iğneleyici sözcüklerin altında yatanın, sırf Clarance’ı kızdırmak olduğuna yemin edebilirdi. Çünkü her defasında aynı tablo gerçekleşiyordu, oğlan kızıp Clarance’ın küçük çaplı sinir krizleri geçirmesini sağlıyordu, daha sonra ise Clarance her zaman yaptığı gibi çocuğun küçük kaçamaklarını yüzüne vurup kendini bir şekilde haklı konuma getirmeye çalışıyordu. Bunu yaparken ‘tüm bunlar sana müstahak’ dercesine bakışlar atmayı da ihmal etmiyordu. Ama bunun farkında olsa bile Tristan’ın her sözü çileden çıkmasına yetip, artıyordu bile. Tüm bunlara rağmen şimdi davranışlarının dozunu kaçırmış oldukça ileri gitmişti, anlamadığı tek şey onun davranışlarını bu kadar sınır tanımaz kılan neydi? Clarance’ın ona karşı olan tepkisi mi? Düşündü… Ona kırılmış mıydı, Tristan mı? Çocuğun suratına baktı. Başka sefer olsa bakışlarını üzerinden eksik etmezdi, şimdi neden bakmıyordu? Clarance konuşmadan önceki davranışlarıyla şimdi ki bir miydi? Az önce, ilk defa bu kadar cesaretli davranıp kıza yakın olmuşken, şimdi neden böylesine umursamaz davranıp kabuğuna çekilmişti? Oh, Clarance onu sözleriyle incitmişti, hem de en umulmaz zaman da. Ama onun alınabileceğini nerden bilebilirdi ki? Sonuçta onu dört senedir tanıyordu ve üç senenin de hakkını verebilecek kapasite de çok ortama girmişti onla, haliyle neler yapıp, neler yapamayacağını az çok kestirebiliyordu.

Clarance… Ne kadar da güç duruma düşmüştü. Hayatında hiçbir zaman bu denli kararsız kalmamıştı. Bu kararsızlık onu tüm düşüncelerinden alıkoyup, duygu karmaşasına sürüklemişti adeta. Karşısında duran iki oğlana baktı. İkisinin de onu delicesine arzuladığını biliyordu, peki ya hangisi Clarance’in ruhunu okşuyordu? Aslında onlara vermesi gereken ve ya verebilecek bir cevabı yoktu. Sadece cevap verme isteği duyuyordu kendinde. Kendi içinde kopan fırtınalara artık bir son vermesi gerekiyordu. Ama bunu yapması bu ortamda pek sağlıklı olmazdı, özellikle de Alexander ve Tristan didişirken ikisini izleyip düşünmek aptalcaydı herhalde! Birbirlerine taş atmadan bir saniye bire duramıyorlardı. Alexander, Tristan’ın söylediklerine cevap vermekte geç kalmamıştı, pes doğrusu. Clarance düşünüyordu… Tek istediği sonradan üzülmemekti. Oh, neden sabahın bu saatinde bu lanet olası yere gelmişti ki? Yapılabilecek daha mühim işleri vardı aslında, bu durumda derse girse daha mutlu olabileceğini düşündü. Sonuçta bu bermuda şeytan üçgeninin içine düşmeyi önlerdi. Bu arada Alexander gelip tam önünde durmuştu. Clarance’ın elini, tüm soğuğa rağmen sımsıcak olan eliyle tutup yine aynı sıcaklıkta ki dudaklarına götürüp ufak bir öpücük kondurdu. Tabi giderken Tristan’a sataşmayı da unutmamıştı. "Anemi.. ellerin gereğinden fazla soğuk , bu rüzgarda kendini hasta edeceksin. Merak ettiğim şey dudaklarınında soğuk olup olmadığı belki bir gün izin verirsinde bende bunu öğrenmiş olurum..." Alexander’ın yumuşak sesini bir kez daha hissediyordu kulaklarında.” Clarance içinin ürperdiğini hissetti, Alexander ondan uzaklaşırken. Küçük çaplı laf sokmalarla anlatmaya çalışıyordu içinden geçenleri. Anlamamak mümkün müydü acaba? Yoksa Clarance mı sadece böyle düşünüyordu. Belki de yanlış düşünmekteydi ama bunun cevabını ancak zaman verebilirdi.

Alexander’ın tamamen uzaklaştığı kanısına vardığında bakışlarını direkt olarak Tristan’a çevirdi. Clarance onu bakışları ile süzerken Tristan ise kabuğuna çekilmiş vaziyette oturduğu yerden kar kaplanıyla ilgileniyordu. Kafasını kaldırdığında Alexander’ın gitmesi üzerine yine Clarance’a sataşacaktı, buna adı gibi emin olduğuna yemin edebilirdi, neredeyse üç senedir gözlemlediği çocuk bu incinmişlik karşısında karakter değiştirmezse tabii. Tristan çevresinde ki her insan tarafından sevildiği için –bu erkeklerde ters tepiyor- her zaman sevilmeye alışıktı. Clarance ise bu zinciri kırıyordu şimdi, incinmesi çok doğaldı. Ama Clarance onu Alexander’dan daha yakın gördüğü için davranmaması gerekse de böyle davranmıştı, kırılmayacağını bildiği için. Çünkü o ailesiyle sorunlar yaşasa da hiçbir zaman yeni tanıştığı birine nezaketsizce davranacak kadar kötü yetiştirilmemişti. Tristan’a doğru yaklaştı ve bulunduğu tümseğin önünde çömeldi. Hala ona karşı bir tepki göstermemesine rağmen Clarance ısrarla Tristan’ın kar kaplanını okşayan elini iki avcu paralel olacak şekilde ellerinin arasına aldı. Elin sıcaklığıyla heyecanını bastırmaya çalışaraktan derin nefes aldı. “Tristan, ben az önceki olay için senden özür dilerim. Ben sadece seni kendime yakın gördüğüm için, Alex’e nezaketsizlik etmek istemedim. Benim için değerli olduğunu bil ve artık şu suratında ki umursamaz ifadeyi bir an önce sil. E-e, sanırım artık bana kızmazsın öyle değil mi?” Sonunda konuşabildiğine duacıydı. Daha önce Tristan’ın karşısında hiç bu kadar tedirgin olmamıştı. Tristan ona kızdığında her defasında onun tekrardan kendisini affedeceğini biliyordu fakat şimdi o kadar emin değildi, bunun için çocuğun güneş ışığında parlayan gözlerine bakması yeterdi belki de…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lilith Samael
Vampir
Lilith Samael


Erkek
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty 37978406tk7
Mesaj Sayısı : 109
Yaş : 31
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11516
Ekspresso Puanı : 3
Kayıt tarihi : 02/03/09

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimeCuma 13 Mart 2009, 09:22

Kumral çocuk gülümsedi, Alexander. Cevabını beğendiğini ve güzel bir cevap verebileceğini düşündüğünü görmek Tristan’ın canını sıktı. Aman ne eğlenceli! Muhtemelen bir Ravenclaw olarak durumun özetini ve önündeki iki insanın kişilik analizini içinden binlerce kez yapmıştı. Eğlenceli olacağını söylediği şey aslında sadece zaman kaybıydı, evet, adını daha önce öğrenme zahmetine bile girmediği birinin kendine laf sokma çabalarına cevap vermek. Kızlar çoktan uzaklaşmış olmalıydı. Şimdi gider, Clarance’ın özür dilemek için gelmesini beklerdi. Onu burada tutan neydi peki? Kendine itiraf etmekte bile zorlandığı şekilde, Clarance’ı ikilemde bırakan, Alexander’da göremediği şey ne olduğunu anlayabilmekti. Kendisine gösterdiği önyargıyla kendisini basit durumuna düşürmüş olsa da verdiği cevap o kadar da aptal olmadığını düşündürüyordu. En azından Clarance’ı kıskanışını basit davranışına gerekçe olarak gösteriyordu Alexander için. ’Düşüncelerini okuyormuşum.’ diye tekrarladı içinden, ifadesini değiştirmeden; donuk gözler, kıvrık dudaklar. Yine o bezgin ruh haline dalıyordu. Anlamsız geliyordu her şey. Kelimeleri yakalayamıyordu. Biraz dikkate değer olması gerekiyordu oysa. Söz konusu Clarance’dı. Değersiz sözcükleri, jest ve mimikleri Clarance’la süsleyerek dinlemeye çalıştı, ona bir kez bile bakmamasına rağmen.

”…işte o gün her şeyi geride bırakıp geleceğimden emin olabilirsin."

Başını kaldırıp Clarance’a bakmaya, bütün konuşma boyunca ilk kez tenezzül etti. Yüzünde bir uykudan uyanma ifadesi bekliyordu ama Clarance hala olasılıkları tartmakla uğraşıyordu. Onu sarsıp kendine getirmek istedi, bir Ravenclaw bu kadar ‘mantıksız’ bir şeyi bu kadar sakin bir sesle söylüyor olamazdı. Amacı bu durumda olsa olsa Tristan’a rakip olmaktı. Sırf ismi yüzünden, hakkında söylenenler yüzünden Clarance’a olmayacak şeyleri vaat etmek: Çocuk hakkındaki ilk görüşü oluşmuştu: İstediğini elde etmek için çenesini kullananlardan. Yanılmıştı, iki saniye sonra gördü ki sırf çenesini değil kendisini de kullanıyordu. İçinden yükselen, bastırdığı alaycı dalga fısıldadı Tristan’ın kulağına; ‘Bu seni yapmakla suçladığı şey değil miydi? Üstelik sadece fiziğini kullanıyordun sen?’ Çocuk Clarance’ın elinden öpüp, dudaktan bir öpücüğe de her zaman açık olduğunu lafı dolaştırarak belirttikten sonra gözlerini kırpıştırdı. Tristan sırıttı, bir kız gibiydi bu çocuk. Birisiyle yarışa girmedikten sonra duygularını itiraf etmesi bile zor geliyordu ki Tristan gelmeseydi Clarance’a bu kadar ilgi göstereceği de şüpheliydi. Sırıtması iğneleyici bir bakışa döndü, çocuk mesafeli bir şekilde veda ederken de değişmedi.

"Tekrar görüşmek üzere Khajoh."

Kendisini tekrar görmek istediği için onu suçlayamazdı. Ancak kendisi de ‘Alexander’ın soyadını öğrenmeye zahmet etse iyi olurdu yoksa bu kadar havalı bir şekilde veda edemeyebilirdi. Clarance’a kaçamak bir bakış attı. Hala kumral Romeo’sunun arkasından bakmakla meşguldü. Söze önce onun girmesine izin verecekti, özür dilemesi gerekiyordu. Eğer söze Tristan başlarsa, yıllardır öğretildiği üzere bir soğukluk maskesi takması –imkânsızdı. İlgisizmiş gibi davranacaktı, bunu hak etmişti. Ve ilgisizmiş gibi davranmanın en iyi yolu gerçekten ilgisiz olmaktı, başka bir şeye odaklanmak. Asasını çıkardı, kar kaplanının kafasındaki dört küçük çiziğe dokunup yavaşça mırıldandı. Revirde insanlar üzerinde başarması zor olan büyüyü, kar kaplanında kullana kullana pratikleştirmişti. Asayı tekrar cebine sokup pıhtılaşmış kanı temizlemek için Markus’u hareketsiz tutmaya çalışırken elleri birden durdu. Minik, buz gibi iki el, normalde gücü yetebilirmiş gibi fakat güvensiz, ellerini tutuyordu. Clarance vücudunu sarsan bir soluk aldı. Tristan hafifçe yumuşadığını hissetse de yüzüne bakarak ona yardımcı olmaktansa pencereden dışarı dikti gözlerini.

“Tristan, ben az önceki olay için senden özür dilerim. Ben sadece seni kendime yakın gördüğüm için, Alex’e nezaketsizlik etmek istemedim. Benim için değerli olduğunu bil ve artık şu suratında ki umursamaz ifadeyi bir an önce sil. E-e, sanırım artık bana kızmazsın öyle değil mi?”

Sakinleşmesi gerekiyordu ama kızın sözleri tam tersine etki yapmıştı. Alex’e nezaketsizlik yapmak istememiş… Kendisi de oradaki bibloydu işte, küçük köpek Ally’nin işediği ve sahibi Clarance’ın tek kelime etmediği. Ellerini kızdan kurtardı ama geri çekeceğine kızın beline kenetledi. Tümsekten aşağı atlayıp onu yerine çıkardı, duvarla arasına sıkıştırdı. Bu sefer hoyrat davranıyordu, kendine hakim olamayarak. Sağ elini kızın çenesine götürerek tuttu. Yandan ışığa rağmen dikkatlice profilden baktı. Kafasına kazımak istiyordu bu görüntüyü. Resmi yapacak ve bu işkenceden kurtulacaktı. Clarance’ın büyüsünü yok etmek istiyordu, başkasının yörüngesine girmek onun için böyleydi işte. Diğerleri tarafından yargılanmak istemiyorsa ellerine malzeme vermeyecekti. Kafasını yavaşça çevirdi kızın; alnını, burnunu, çenesini inceledi. Gözlerine bakması gerekiyordu artık, uygun renkleri görmesi gerekiyordu. Aldığı nefes göğüs kafesini titretti. Tristan kızdan destek almak ister gibi bir adım daha yaklaştı. Yeşil. Yeşili gördüğünde o üzerinde düşünemeden sözcükler ağzından dökülmeye başlamıştı.

”Benim öpücüğümü istemediğini söyleyişini duymadım Rainy.” Gözlerine dik dik baktı. Biraz eğildi, dudakları aynı hizadaydı. Biraz da yaklaştı. ”Ama Ally’i istemediğini de duyamadım. Bu dudaklar konuşmak için değilse niye?” Sesi acı bir alayla doluydu. Hem kendisine hem de Clarance’a acı mı çektirmek istiyordu? Bu Tristan değildi. Alaycı ifadesi tamamen kayboldu, şimdi sadece acı çekiyor gibiydi. ”Onları kullanmayı öğrendiğinde cevabını bana verirsin. Ama ben Romeo’muz gibi sonsuza dek beklemem.” Dudaklarının hemen kenarındaki bene acelece dudaklarını değdirdi. Sonra kızın altından cüppesini almaya zahmet etmeden bir köşeye sinmiş duran Markus’u bir baş hareketiyle çağırıp kapıya ilerledi. Yavaş hareketleriyle yalvarıyordu, Clarance’a hızlı öğrenmesi için.

Yarım saatte bu kadar oluyo' bebeem, okula geç kalmayı göze aldım =P Beğenmezsen editlerim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clarance Rothstein
Vampir



Kadın
Ruh hali : Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Hmbl7
Mesaj Sayısı : 190
Yaş : 34
Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11775
Ekspresso Puanı : 7
Kayıt tarihi : 02/11/08

Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Empty
MesajKonu: Geri: Clarance Rothstein & Alexander Delahanty   Clarance Rothstein & Alexander Delahanty Icon_minitimePtsi 16 Mart 2009, 20:31

Az önce çekinerek de olsa ellerini tuttuğu çocuğun, şimdi inatçılıkla yüz hatlarını incelemekteydi. Ne kadar da kusursuz! Güneş ışığının etkisiyle kıvrılan yüz hatları oldukça etkileyiciydi. Suratında ki umursamaz ve alaycı tavrına bakılırsa yüz hatlarıyla mimiklerini kullanma da oldukça başarılıydı da. Clarance’a bakmıyordu ama onun varlığından dolayı olsa gerek gözlerine düşen gölgeleri seçebiliyordu. Belki de bu çok daha iyiydi, onun için. Çünkü Moody’nin gözlerini üzerinde hissedince ona bakma zorunluluğu duyacaktı. Bu zamana kadar doğrudan gözlerinin içine bakmaya asla cesareti olmamıştı -ki bu durumdayken nasıl bakabilirdi ki? Birden ellerinden kayan sıcaklığı hissetti. Ellerini çekmişti işte! Önceden olsa bu fırsatı kaçırmayacağına yemin edebilirdi. Belki de artık onu istemiyordu, sadece geçici bir hevesti onun için Clarance. Gerçekten düşüncelerini doğruluyor muydu Tristan’ın yaptıkları? Fakat ani bir hareketle yerinden fırlayıp Clarance’ı belinden kavrayıp tümseğin üstüne oturtmuştu. O an yaşadığı şaşkınlıkla gördüğü şeyin yanılgı olup olmadığını düşünmeye başlamıştı. Ellerinin arasında ki sıcaklığı şimdi yüzünde hissediyordu. Oğlan eliyle çenesini tutarak sert bir hareketle başını güneşe doğru çevirdi. Güneş ışınlarına maruz kalan gözlerini hafifçe kıstı. Bir yandan da korkuyla öpecek mi diye içinden geçiriyordu. Oysa ki Tristan bir buz parçasıymışçasına ifadesiz ve kımıldamadan duran kızın yüzünü belleğine kaydediyordu. Ama neden? Daha önce hiç bu kadar dikkatlice incelediğini görmemişti. Ya bu hoyrat davranışlarda neydi? Bunları düşünürken bir yandan da Tristan’ın ona yaklaştığını hissediyordu. Evet, yavaşça yaklaşıyordu…

Nefesini yüzünde hissedene kadar konuşmamıştı ve sonunda mühürlü dudaklar açılmaya başlamıştı. ”Benim öpücüğümü istemediğini söyleyişini duymadım Rainy.” Oh, sonunda doğrudan gözlerinin içine bakıyordu, Clarance’da öyle. Bakışlarından anlaşılıyordu ne kadar öfkelendiği fakat ne kadar kızsa da ona olan bağımlılığından vazgeçemeyeceğinden emindi. Tristan konuşurken yüz ifadesi de konuşmaları doğrultusunda yüzündeki alaycı ifade siliniyordu. Giderek ciddileşmeye başlamıştı ki Moony’yi ilk defa böyle görüyordu. Onu bu denli değiştiren şey Clarance’ın basit sandığı davranışlar mı olmuştu? Daha da yaklaştığın da oğlanın dudaklarını teninde hissediyordu adeta. Ateş gibi yanıyordu. Alt çenesinin sol tarafında ki iki küçük bene öpücük kondurmuş ve geri çekilmişti. Neydi bu şimdi? Tristan’ın açık biri olduğunu ve Clarance’ın dudaklarını delicesine istediğine emindi, hatta bunu her fırsatta başarabilirdi. Fakat şimdi yapmamıştı, hem de elinde fırsat varken. Kar kaplanını alarak uzaklaşıyordu. Hem de Clarance’ın altında ki emanet cübbesini almadan. Gitmesine izin veremezdi, yarım kalan öpücüğü tamamlamadan…

“Cübbeni almadan ve beni burada bırakaraktan nereye gidiyorsun? Sahiden bunu yapabilecek misin? Bunu yapabilecek kadar kızgın mısın bana?” Doğrudan ışıl ışıl parlayan gözlerinin içine bakıyordu, sadece ona odaklanmıştı. Az önce ki yarım kalan öpücüğü tamamlamak için can atıyordu. Ama bunu Tristan’dan bekliyordu ki nasıl böylesine ona kayıtsız kalabiliyordu ki? Sadece şaşırmıştı, kafasında Tristan’ın ona oldukça bağlı olduğu fikrini yer edindirmişti sadece. Olay bundan ibaretti belki de… Çocuk durup arkasına bakınca Clarance ona daha da yaklaşmıştı, hatta soluğunu yüzünde hissedebildiğine adı kadar emindi. Çocuğun boyu biraz daha uzun olmasına rağmen ayak parmakları yardımıyla dudakları neredeyse aynı hizadaydı. Kendine engel olamayarak ellerini boynuna doladı, şimdi daha güvende hissediyordu kendini. Tristan’ın suratına bakmadan dudaklarına yakın bir yere küçük bir öpücük kondurdu. Tristan’ın buna kayıtsız kaldığını görünce gözlerini kapattı. Korkudan değil heyecandandı bu. Çocuğun dudaklarına kısa ama tutkulu bir öpücük kondurdu. "Cevabını aldın mı Moony?"Heyecandan kelimeler ağzından dökülmekte zorluk çekiyordu ve ancak bunları söyleyebilmişti. Oysa ki içinde sözcüklere sığdıramadığı onca şey varken... Kalbi göğsünü parçalayacak gibi atıyordu. Tristan’ın bunu hissetmemesini dileyerek, bakışlarını yere çevirdi ve çocuğun bir şeyler söylemesini beklemeye koyuldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Clarance Rothstein & Alexander Delahanty
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Dyre Clarance Rothstein
» Chelsea Ellen Rothstein
» Alexander Delehanty
» Alexander Lachowski

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Mantar Pano :: RPG İçi Sayfalar-
Buraya geçin: