İsim: Daisy Jac Derjinov
Cinsiyet: Bayan
Sihirsel Soy: Melez
Kişiliği:
Daisy kendini insanlara tanitamaz. Bu nedenle etrafinda arkadasim dedigi insanlar bir elin parmaklarini gecemeyecek kadar azdir. Fakat Daisy her zaman iyi niyetle yaklasmaya calisir insanlara o kisiler yalnizca insane olduklari icin yasayan bir canli olduklari icin sever. Kimseyi ayirmaz, cunku ayirmanin yanlis bir sey oldugunu herkesin esit olduguna inanir. Cok yardimseverdir ne pahasina olursa olsun birilerine yardim eder. Sonunda kendine bir sey olacagini bilse bile. Karsilik beklemeden yapar bunlari. (Lejantta genişletilecektir. Şimdilik yalnızca bir bina seçilebilmesi için yazdım.)
Basit RP örneği:
Elita gece yatağına girdiğinde uyuyamayacağını biliyordu. Anneleri ile her şeylerini bir hafta önceden bitirmiş bu gün ise bavullarını son bir kez kontrol ettikten sonra kapatmış yarın sabah yola çıkmak üzere yatmışlardı. Yan odada kardeşinin de uyuyamadığına adı kadar emindi Elita. Uzun bir süre yatağından dönüp durduktan sonra uyuyakaldı. Hogwartsla ilgili rüyalara daldı…
Sabah kardeşinin kapıya vurması ve bağırmaları sonucu gözünü açtı. Canı hiç kalkmak istemiyordu. Gerinerek esnedi ve bu gün Hogwarts’a gideceklerini hatırladı. Ve yatağından inanılmaz bir hızla kalktı, az kalsın dünden koyduğu valizine çarpıp yere kapaklanıyordu son anda dengesini sağlayarak ayakta durmayı başardı. Hala kapısına vuran kardeşine bir şeyler mırıldanarak kapıya vurmasını kesti ve elini yüzünü yıkamak için odasından dışarıya çıktı. Evde resmen bir bayram havası vardı. Herkes oradan oraya koşuşturuyor, birbirlerine neşeli neşeli sesleniyorlardı. İlk önce bu Elita’ya garip gelse de yüzünü yıkadıktan sonra ailesine o da katıldı.
Sonunda haftalardır konuştukları, görmeyi her şeyden çok istedikleri Hogwarts’a gideceklerdi. Buna sadece saatler, adımlar kalmıştı… Elita üzerini giyindikten sonra aslında oraya cübbesi ile gitmek istiyordu çünkü oldukça hoşuna gitmişti. Siyah uzun bir pardüso gibi duran cübbe ile evden çıkması muggle komşular tarafından dikkatte çekmezdi fakat annesi üzerilerine cübbelerini değilde normal kıyafetlerini giymelerini, trende üstlerini değiştirebileceklerini söyledi. Trende giyeceklerse şimdi neden giyemiyorlardı? Boşuna uğraşacaklardı trende giyinmek için. Elita yinede annesini dinleyerek normal kıyafetlerini giyinmişti. Ve şimdi saçlarını –ilk defa- arkadan at kuyruğu yapmış şekilde kahvaltı masasında oturuyordu. Annesi ve babası sessizce önlerindekini yemek yerine Jac ve Elita’yı izliyorlardı. Elita izlenmekten pek hoşlanmazdı ama annesi ve babasına bir şey söyleyemedi ne de olsa uzun bir süreliğine birbirlerinden ayrılıyorlardı. Gidene kadar gülümseyip şirin kız taklidi yapmak zorundaydı ikiside. Elita ve Jac daha önce hiç ailelerinden ayrılmamışlardı. Elita’nın içini bir hüzün kapladı annesi ve babası onun en değerlilerindendi şimdi onlardan ayrılmak çok zor geliyordu. Ne de olsa daha annesi ve babasının dizinin dibinden ayrılmaması gereken bir yaşta idi. Hele de Elita gibi duygusal bir çocuk ailesinden ayrılmak ona Jac’den daha zor geliyordu. Zaten Jac ancak hangi binaya gidecekleri ile ilgileniyordu. Aslına bakılırsa bina Elita’nın umurunda bile değildi. Ama Jac gelip gidip ‘ hangi bina da olacağız? Ya Slytherin’e düşersek’ gibi saçma sapan sorular sorup duruyordu. Elita’nın gözleri yanmaya başlamıştı. Ne zaman ağlayacak olsa ilk önce böyle olurdu, annesinin yanında ağlayıp onları üzmeye hakkı yoktu bu yüzden masadan kalkarak odasına gitti ve ağlamaya başladı. Bazıları ağlamayı güçsüzlük gibi görse de Elita duygu yoğunluğunun dışarı çıkması gibi görürdü ve bu da ne güçsüzlüktü ne de başka bir şey tamamen insanların gereksinimi olan bir şeydi ağlamak.
Birkaç dakika sonra annesi kapısını tıklattı ve “ Artık gidiyoruz.” Elita tek eliyle gözlerini avuşturarak “Geliyorum.” dedi. Ayağa kalktı ve odasına son bir kez göz attıktan sonra odadan çıkmak için kapıyı açtı. Fakat çıkmadan durdu ve yatağının yanında duran küçük çekmeceyi açıp bir defter aldı içinden. Kim bilir Hogwarts’da onları ne maceralar bekliyordu. Günlüğünü evde bırakmak olmazdı. Yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirdi ve annesi ve babasının yanına gitti. Jac ortalarda yoktu. Annesinin seslenmesine Elita’da katıldı ve biraz sonra kardeşi de yanlarına gelmişti. Kötü bir bakış attı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Kardeşine her ne kadar kızsa da onu çok seviyordu ve bunu Jac’de biliyordu. O yüzden bazen birbirlerini takmazlardı. Arabaya bindiklerinde birden Elita’nın içini sabahtan beri olmayan heyecan dalgası kaplamıştı. Bunu belli etmemeye çalışarak yol boyunca şarkı söyledi. Sonunda tren istasyonuna vardıklarında Elita “ Ama burası bildiğimiz istasyon.” dedi kimseden cevap gelmedi. Kardeşi de onun kadar şaşırmış olduğu için ona bir şey sormadı. Usulca anne ve babasının arkasından yürümeye başladı. Sonunda annesi bir duvarın önünde durdu ve duvarı işaret ederek “ İstasyon onun arkasında.” dedi. Elita daha ne olduğunu anlamadan babaları duvardan geçmiş ve anneleri onların da aynı şeyi yapmalarını bekliyordu. Elita yüzünde aptal bir gülümseme ile kafa salladı fakat geçmek zorunda olduğunu biliyordu. Biraz korkarakta olsa duvara doğru yürüdü ve oradan geçti. Garip bir duygu idi fakat çıktıktan sonra çok farklı bir yere geliyordu insan. Bir çok çocuk vardı ve aileleri ile vedalaşıyordu. * Bunların hepsi Hogwarts’a mı gidiyor?* diye düşündü Elita. Belli ki büyük bir okuldu. Arkasından ikizi onun ardından da annesi gelmişti. Elita son bir kez annesine ve babasına sarıldıktan sonra kardeşi Jac ile trene bindi. O kadar gürültü vardı ki kulakları uğuldamaya başladı. Koridordan geçerek buldukları ilk boş kompartımana girip pencereden el sallamaya başladılar. Biraz sonra trenin düdüğü duyuldu ve hareket etmeye başladı. Ailesi görüş alanından çıkana kadar el sallamaya devam etti Elita. Oturduğunda derin bir nefes aldı. Sonunda gidiyorlardı. Mutluydu, içindeki bu mutluluk tarif edilemez derece güzel bir şeydi. Ağzı kulaklarında Jac’e döndü “ E, neler hissediyorsun.” Aslında onun da kendi ile aynı şeyleri düşündüğüne neredeyse emin gibiydi.