|
| - Maskeli Balo - | |
|
+36Haley Brooke Scott Ivyanne Lynn Black Şişman Keşiş William Julian O'Neil John Stewen Peterson Stefania Valérie Bécaud Angelina Voleta Anderson Leonore Joanna Légende Tatyana Johnson Lily L. Black Issoria Lathonia Eurydice Black Karyn Mia Silethe Marietta Dennise Black Lily Johnson Lisa Wanders Lyra Helen Varens Christopher Alex Peterson Indis Oak J. Engelbert Adolf Maynard Griswald Elina Lora Dark Lumina April White Mathilda Mythill Emily Dawn Schneider Sasha Slof Marveille Croweix Nicole Marissa Magdalene William Kunz C. Engelbert Vynsja Croweix Christian Dayrnt Black Disbel Molaco Johnny Amoux Malfoy David Kevin Johnson Odessa Meredith Poulter Dorothée Juliette Lemieux Amortentia Cécile Derwent 40 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13574 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 19:40 | |
| Sihir Bakanlığı; Hogsmeade'deki büyük araziyi değerlendirerek bir Maskeli Balo düzenler. Haziran ayının son haftalarında yapılacak olan bu baloya giriş ücreti 10 Galleon'dur. İngiltere'den başka ülkelerde yaşayan cadı ve büyücüler bile; bu balo için hazırlanır, kostümlerini özenle seçerler. Beauxbatons, Durmstrang, Hogwarts ve birkaç büyük büyücü okulu da ücreti ödeyen tüm öğrencilerini getirir. Bakanlık elinden gelen her türlü organizasyonu düzenler, çeşitli sanatçıları çağırır, geniş bir sahne ve dans pisti kurar. Görüntü göz kamaştırıcıdır; arazinin çevresi bembeyaz örtülmüş, üzerinde her türlü yiyecek ve içecek olan masalarla donatılır. Havada asılı duran renk renk balonlardan ve ışık saçan alev toplarından, kararmış gökyüzünün bir kısmını görmek mümkündür. Sahnenin çaprazında masalar ve sandalyeler bulunur. Etraf garip kostümler içerisindeki insanlarla doludur, garsonlar ellerinde tepsilerle içki servisi yaparlar. | |
| | | Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13574 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 19:40 | |
| "Bilgi verdiğiniz için teşekkürler; Bay Taviér."
Gökyüzündeki erişilmez alev topunun insanları kavurduğu; sıcak bir yaz günüydü. Amortentia havanın getirdiği bunaltıcı ruh halinden kurtulabilmeyi umarak, dersi biter bitmez eline bir kitap alarak odasındaki rahat koltuğuna yerleşmişti. Yorucu bir yılın sonuna gelmek onu sevindirse de; aylardır Dumbledore’dan haber alamamanın ve emrinde çalıştırdığı, öğrencilerini emanet ettiği iksir profesörünün bir ölüm yiyen olduğunu öğrenmesinin burukluğunu taşıyordu. Her zaman satır aralarını bile gören o keskin gözleri, şimdi önündeki sayfaya yoğunlaşmakta zorlanıyordu. Nemli havadan rahatsız olan kadın, kitabını masaya bıraktı ve yuvarlak gözlüklerini çerçevesinden tutarak çıkardı. Fiziksel sorunlarını düşünmüyordu bile, asıl rahatsızlığı bedeniyle ilgili değildi. Ruhu yorulmuştu onun. Kimsenin aşmasına izin vermediği çelik zırhı; insanların üzüntüleriyle, acılarıyla yara almıştı. Olası bir saldırıda yıkılmaktan, pes etmekten korkuyordu Amortentia. Mücadeleci, hırslı yapısından vazgeçmeyeceğine dair binlerce söz vermişti kendisine; ama emin olamıyordu. Hafızasının ön sıralarına sıkışarak oturmuş binlerce düşünceyi kafasından atmak istercesine gevşetti bedenini, koltuğuna iyice yayıldı. Zihnini biraz olsun arındırmak için kullandığı düşünselini bir dostuna ödünç verdiğinden beri, kendini olduğundan daha yorgun hissediyordu.
Kısa bir zaman sonra kapalı gözlerini araladı, yapılması gereken bir iş gelmişti aklına. Birkaç gün önce tesadüfen öğrendiği bir gerçek sonucunda Azkaban’a gönderdiği genç Malfoy hakkında bilgi alması gerekiyordu. İstemeyerekte olsa, vücudunu rahat koltuktan kalkmaya zorladı. Şömineyi kullanacaktı. Birkaç dakika sonra; başı Seherbaz Bürosu’ndaki şöminenin içinde, Riley Taviér ile konuşuyordu. Genç kadının tutuklu yargılanacağını öğrendikten sonra; bilgi aldığı adama teşekkür ederek odasına döndü. Akşamın geç saatlerinde Hogsmeade’de büyük bir arazide yapılacak olan Maskeli Balo hatırına gelince, duraksadı. Vekil müdire olarak öğrencilerine sahip çıkmasının ve onlarla birlikte orada bulunması gerektiğinin farkında olsa da, içinden bir ses gitmemesini ve şatoda kalıp dinlenmesini bağırıp duruyordu. Fakat kısa bir süre sonra sorumluluk duygusu içindeki kötü sesi bastırdı ve Amortentia’yı öğle yemeğini yapmak için Büyük Salon’a yönlendirdi. Koridorlar tıklım tıklımdı, öğrenciler hararetle birbirlerine kostümleri, sevgilileri ve yeni öğrendikleri dans figürleri hakkında bilgi veriyordu. Şimdiden makyajını yapmış, giyinmiş olan bile vardı. Amortentia sinirle koridorda tren beklermişçesine duran öğrencileri dağıttı ve biraz olsun boşalan koridordan çıktı. Patates püresi ve rostoyla karnını doyurdu ve ellerini çenesinde birleştirerek, bir süre salonda kaldı. Öğrenciler onun orada bulunduğunu bildikleri için hareketlerine çeki düzen veriyor, olası tartışmalardan uzak duruyordu. En nihayetinde Amor da; sona kalan öğrencilerle birlikte salonu ev cinlerinin temizlemesi için terk etti.
Dış görünümüne her zaman özen gösterir, temiz ve şık olmak isterdi. Diagon Yolu’ndan aldığı bordo tuvaletin beklentilerini karşılayacağını umuyordu. Şık kıyafetin her santimetrekaresine çiçek şekli verilmiş, bir tek kollar sade bırakılmıştı. Aynanın önünde kendini ne hale getireceğine karar vermeye çalışan Amortentia; sonunda giysiyi üzerine geçirince, eski zamanlardaki kraliyet saraylarındaki kadınlara benzediğini kendine itiraf etmek zorunda kaldı. Tabii bu görünümü yakalamak bir tuvaletle olacak şey değildi. Her zaman ensesinde tek tüy çıkmayacak şekilde sıkı sıkı topladığı dalgalı saçlarını bir hamlede açtı. Kolay şekil almayacağını biliyordu; ama sadece özel günlerde kullandığı kaliteli bakım seti, ona yardımcı olacaktı. Acele etmeden, rahat bir tavırla ilk önce saç için kullanılacak olan iksiri çantadan çıkardı. Garip bir rengi vardı. İçine katılan bir maddeyle kötü koku giderilmişti. Amor yeşil solüsyondan eline biraz sıktı ve saçlarının uzunluklarına sürmeye başladı. Bir yandan da yapmak istediği saç modeline konsantre oluyordu. Yoğun bir çabanın ardından, saçlar yavaş yavaş şekillenmeye ve havalanmaya başladı. Hiçbir toka ile tutturulmadan, estetik bir şekilde havada duruyordu saçlar. Amortentia aynada gördüğü aksinden oldukça memnun kalarak alev rengindeki diğer solüsyonu yüzüne sürmeye koyuldu. İlk önce teninde hafif bir yanma hissi duysa da, acı anında kayboluyor, yerini öncekine göre daha gençleşmiş bir cilde bırakıyordu. Üstüne sürdüğü hafif bir pudra ile yüzündeki solgunluğu da gideren Amor, mavi gözlerini belirginleştirdikten sonra açık renk bir ruj sürdü. Aylardır olmadığı kadar güzelleşmişti. Gülümseyerek değerli olduğu kadar ihtişamlı görünen kolyesini boynuna taktı ve ayağa kalktı. Pırlantalarla süslenmiş gümüş topuklu ayakkabısını da giydikten sonra; balo için hazırdı, şimdi gidip öğrencilerini ve diğer öğretmen arkadaşlarını kontrol etmesi gerekiyordu.
Günün geri kalan kısmı; onun beklediğinden daha yoğun ve hızlı geçti. Heyecanlı öğrencileri hizaya getirmek hiçte kolay değildi, sert profesörün sözleri etkisini yalnızca birkaç dakika gösteriyor; sonra ya bir tartışma alevleniyor, ya da öğrenciler her şeyi bir kenara bırakıp hararetli sohbetlerine devam ediyorlardı. Tüm hazırlıklar bitince, diğer profesörler de yardıma geldiler ve şato bahçesindeki testraller hazırlandı. Sıraya dizilen öğrenciler, Derwent’ın yönlendirmesiyle arazideki arabalara bindiler. Olası bir kargaşa çıkmasını engellemek amacıyla, işler yavaştan alınıyordu. Hayaletler de arabaların yanından süzülerek gelecek, kutlamaya renk katacaklardı. Herkes yerleştirilince, ‘kalk’ emri verildi ve testrallerin onları balo arazisine götürmesi yalnızca beş dakika sürdü. Tahmin edildiği gibi, giriş oldukça kalabalıktı, her yerden insanlar, biletlerini vererek içeri girebiliyordu. Amortentia en öndeki testralden indi ve sırayla öğrencilerini içeri sokmaya başladı. Görevliler çabuk davranıyor, işlerini kolaylaştırıyordu. Sonunda Amortentia da; herkesin ardından içeri girmeyi başardı. Gerçekten de etkileyici bir manzaraydı, oldukça geniş olan arazinin sağ tarafına kurulmuş sahne ve dans pistinin yanı sıra, çevre üzerinde her türlü yiyecek ve içecek bulunan masalarla donatılmıştı. Bir köşe, konukların yoruldukları zaman oturmaları için konulmuş zarif sandalye ve masalarla doluydu, garsonlar ellerinde tepsilerle içki servisi yapıyorlardı. İnsanlar o kadar garip kostümler içerisine girmişti ki; Amortentia kendini soyutlanmış hissetti, ancak kendini haklı görüyordu. Yüz bin galleon teklif edilse; o kıyafetlerin herhangi birinin içine girmezdi. Başını iki yana sallayarak bir kadeh şarap aldı ve eski dostlarından birinin ona el salladığını görünce ona doğru ilerledi. Gençler gibi dans edip eğlenmeyecek olsa da, bu balo onun eski simaları görmesini sağlayacaktı.
En son Amortentia Cécile Derwent tarafından Çarş. 27 Ağus. 2008, 19:02 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Dorothée Juliette Lemieux Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 34 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11882 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 19/08/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 19:41 | |
| Son zamanlarda kafasındaki soru işaretleri; hayatını olumsuz yönde etkilemişti. Kendisini bir kafese hapsedilmiş gibi hissediyordu; masum bir mahkûm gibi çaresizdi. ‘Kan’ hakkında düşünceleri çoktan şekillenmiş olmasına rağmen; bir tarafta yer alıp almaması gerektiği konusunda doğru kararı alamıyordu. Korkuyordu. Vereceği cevap; onu geri dönüşü olmayan, çıkmaz bir yola sokacaktı. Karanlık Lord affetmezdi. Ya ‘evet’ diyip saflarına katılacak ve inandıkları için savaşacak; ya da ‘hayır’ diyip bir köşeden olanları izlemekle yetinecekti. İkincisi ona daha mantıklı gelse de; gururuna yediremiyordu bunu. Lemieux gibi asil ve köklü bir aileden geliyordu, uzaktan yakından tüm akrabaları karanlık taraftaydı. Fransa’da çıkan safkan hareketlerinin öncüleri arasında Lemieux’lar da yer alıyordu. Ayrıca babası Grant ve annesi Beneathe de onun güvenilir bir mürit olmasını istiyorlardı. Tüm bu insanların isteklerini, beklentilerini, daha o doğmadan çizilmiş hayat çizgisini nasıl göz ardı edebilirdi? ’Belki de bütün bunlardan çok, kendi düşündüklerimi önemsemeliyim.’ diye düşündü elinde tuttuğu kırmızı şarap dolu kadehinden bir yudum alırken. Önemli olan onun düşünceleri, onun inançlarıydı; annesinin ve babasının değil. Ancak ne zamandır düşünmesine rağmen; gerçekten neyi istediğine bir türlü karar veremiyordu. En azından geçmişinin tozlu sayfalarında kaybolmaması ve geleceğini şekillendirmek için çabalaması onun ayakta kalmasını sağlıyordu. Uzunca bir süre istekleriyle baş başa kaldı; neden sonra daldığı ikinci dünyasından çıkıp, gerçek dünyaya döndü. Kapısı ısrarla çalıyordu, daha taşınalı çok az zaman olmuştu; gecenin bu saatinde kim, neden gelmişti? Soğukkanlılığını kaybetmeden oturduğu rahat koltukta bacak bacak üstüne attı ve ev cininin birine girişte beklemesi gerektiğini söylediğini duydu. Baker yanına gelip eski arkadaşlarından Victoria’nın geldiğini söyleyince, vakit kaybetmeden içeri almasını emretti. Hogwarts’ta aynı dönemde, aynı binada okudukları bu eski arkadaşıyla; o Avusturya’ya döndüğünden beri görüşememişti. Mektuplarından birinde; onun St. Mungo’da çalıştığını duyunca, evinin adresini vermiş, en kısa sürede görüşmek istediğini belirtmişti. Ancak bu kadar özlenmesi garip gelmişti, genç kadın görüşmek için ertesi günü bekleyememiş miydi?
Ev cininin içeri girebileceğini söylemesiyle, esmer, uzun boylu bir kadın odada belirdi. Dalgalı, simsiyah saçları geniş omuzlarına dökülüyordu. İri, güçlü elleriyle birkaç tane poşet tutuyordu. Çene yapısı büyüktü, kahverengi gözleri yüzüne göre biraz fazla küçük kaçıyordu. Saçlarıyla bütünleşen, ciddi bir takım vardı üzerinde; siyah bir ceket ve altına çizgili bir tayyör. Kibar sayılamayacak kadar geniş ayakları; yüksek ökçeli, siyah topuklu ayakkabılarının içinde pekte hoş bir görüntü yaratmamıştı. Onu baştan aşağı süzünce, eski erkeksi havasından hiçbir şey kaybetmemiş olduğunu görüp gülümsedi Juliette. Victoria adındaki kadın; gözlerindeki pırıltılarla arkadaşının gülümsemesine karşılık verdi ve ona sarıldı. Yüz ifadesinden çok heyecanlı olduğu anlaşılıyordu, yanakları kızarmış, keskin, minik gözleri parlamıştı. İki eski arkadaş kısaca hayatlarının gidişatını birbirlerine anlattıktan sonra; Juliette; Victoria’nın dedikoducu kimliğinden hala sıyrılamamış olduğunu anlamıştı bile. Esmer kadın hararetli bir şekilde anlatmaya devam ederken, bütün gün ertesi gece yapılacak olan Maskeli Balo’ya hazırlık yaptığını ve onun kostümünü görmeden hiçbir yere gitmeyeceğini açıkladı. Juliette’in kaşları havaya kalktı, bu kadın, sadece onun tuvaletini görmek için bunca yol mu tepmişti yani? Soğuk bakışlarını ona dikerek içini okumaya çalıştı, ancak heyecandan başka yakalayabildiği sonuç yoktu. Sonunda onu başından savabilmek için kostümü göstermekten başka çaresi olmadığına karar verip, ev cinine yapması gerekeni anlatan bir bakış attı. Baker genç kadının yanında beklerken, Juliette’te odasına gitti ve ahşap dolabının kapaklarını araladı. Sihirle büyütülen dolap, büyük bir salon görünümündeydi. İçeri geçti ve oradan beyaz tuvaletini çıkardı. Gerçekten de bununla güzel görüneceğinin bilincindeydi. Gülümseyerek tekrar salona geçti ve elini havaya kaldırarak, Victoria’ya nasıl olduğunu sordu. Esmer kadın, zaten küçük olan gözlerini iyice kısarak bir çığlık koyuverdi. "Ah, hayatım, bu tuvaletin içinde peri kızı gibi olacaksın!” Gerçekten abartılı olan bu tutum, tam da ondan beklenecek bir şeydi, öğrencilik yıllarından onun kişilik yapısını alışan Juliette aldırış etmedi ve kıyafetini yerine astırdıktan sonra oturup arkadaşıyla bir kadeh içki içti. En nihayetinde kadın çıkıp gittiğinde derin bir nefes aldı ve sırf onun yüzünden Fransa’ya dönebileceğini düşündü.
Ertesi gün çok yoğun geçecekti, Sihir Bakanlığı’nın Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi’nde çalıştığı için, Maskeli Balo’ya dışarıdan gelecek olan davetlileri karşılamaya o da gidecekti. Daha sonra eve geçmelerine ve hazırlık yapmalarına izin verilecekti, hukuk bürosunda çalıştığına şükrediyordu bu yüzden. Sıkıntıyla iç geçirdi ve işlerini hallettikten sonra yatağına uzandı. Yeni işine başladığından beri tüm günleri dolu dolu geçiyordu. Birdenbire onu rahatsız etmek isteyen soru işaretleri tekrar hafızasına üşüşünce, kendini uykunun kollarına teslim etti. İçki etkisini göstermiş, gözlerini anında kapatmasına neden olmuştu. Derin bir uykunun ardından, Baker’ın sesiyle uyandı. İşe gitmesi gerekiyordu. Sert bir dille cini yanından kovduktan sonra homurdanarak ayağa kalktı ve giyindi. Çalışmasa, babasından aldığı parayla ömür boyu istediği gibi yaşardı ama bu yapısına aykırı olduğundan, erkenden uyanmayı tercih ediyordu. Gece ardı ardına yuvarladığı kadehler yüzünden başı zonkluyordu. Sıkıntıyla kahvaltısını yaptıktan sonra Baker’a talimatları verdi, çantasını aldı ve bakanlık binasının önüne cisimlendi. Tahmin ettiği gibi çok yoğun bir gün olacağa benziyordu, bina çok kalabalıktı. Bürosuna çıktı ve okunması gereken dosyaların raporlarını tutmaya başladı. Sekreterin getirdiği kahveyle biraz açılmış, kendine gelmişti. Sonunda masa başı işler bittiğinde, konukları karşılamak için toplanılan bölüme gitti. Kendi dairesinde çalışan yaklaşık on kişiyle beraber akşama kadar onlarla ilgilendiler ve balonun faydaları, toplumları kaynaştırmasıyla ilgili uzun bir konferans dinlemek zorunda kaldılar. Bundan pek memnun olmasa da, elinden geldiğince sabırlı davranan ve kendisine düşen her görevi yapan Juliette; eve döndüğünde çok yorulmuştu. Hazırlanması için bir saatten az vakti vardı; hızla sıcak bir duş yaptı ve bedenindeki tüm kaslarının gevşemesini sağladı. Beyaz tuvaletini giydikten sonra; ayağına ince topuklularını geçirdi ve makyaj setiyle birlikte aynanın karşısına oturdu. Solgun, beyaz tenin üzerine sürdüğü ince bir tabaka pudra, onu güzelleştirmişti. Gözlerinin etrafına siyah kalem çekti ve dudaklarını uçuk bir kırmızıyla renklendirdi. Birkaç hafta önce çıktığı alışverişte, saçları sihirle mükemmel hale getiren bir set satın almıştı. Onu çıkardı ve talimatları uygulamaya koyuldu. İlk önce sıcak, eritilmiş bir tür kremi saçının her tarafına yediren Juliette; sırayla diğer yazılanları da yaptı ve en nihayetinde, kahverengi saçları şık bir topuz haline geldi. Sonra setin içerisinden çıkan klavuzun sayfalarını çevirdi ve göz rengi değiştirmek için yapılması gerekenleri birkaç defa okuyarak iyice kavradı. Solüsyon için gereken her malzemeyi masasına yerleştirdi ve hızlı bir şekilde iksiri hazırlamaya koyuldu. On beş dakika sonra; bir şişeden turkuaz rengi iksiri içiyordu. Şişe boşalınca, yeni görünümünü merak ederek aynaya baktı. Kıvırcık bir tutam saç, alnına düşüyor, güzelliğine zarafet katıyordu. Eskiden kahverengi olan gözlerinde şimdi okyanusun mavili yeşilli pırıltıları dolanıyordu. Narsist bir tavırla gülümsedi ve son hamlesini yaptı: Beyaz pırlantalarla süslü tacını başına geçirdi. Boy aynasında gördüğü genç kadın; Karlar Kraliçesi’nin adeta bir kopyasıydı.
Minik, zarif beyaz çantasını da koluna taktıktan sonra; Baker’a çıktığını haber verdi. Sonra da kutlamanın yapılacağı arazinin biraz ilerisine cisimlendi. Bakanlık aylardır bu proje üzerinde çalıştığından yapılan her şeyden haberi vardı; herkes gibi süslemeleri ve diğer detayları merak etmiyordu bu sayede. Nazik bir şekilde kapıdaki adama giriş davetiyesini verdi ve içeri geçti. Alan çoktan dolmuştu; okulların küçük öğrencileri getirmesine baştan beri karşı çıkan Juliette; ortalıkta birbirlerini kovalayan minik çocukları görünce sinirlendi. O sırada üzerine hissettiği bakışların sahibini aramak için başını çevirdi, önsezilerinde yanılmamıştı. Öğrenci olduğu belli, genç, kumral bir kız kendisini süzüyordu. Şeytan kostümüyle çok ilgi çekiyordu. Kırmızı – siyah deri kostümü, eldivenleri, boynuzları ve topuklu çizmeleriyle bir şeytanın uyumunu yakaladığı ise su götürmez bir gerçekti. Ancak sadelikten hoşlanan ve bu tür saçmalıklardan nefret eden Juliette; kızı küçük gören bir bakış attı. O ise buna aldırış etmeden kalabalığın arasında gözden kayboldu. Daha sonra; Sihir Bakanlığı’ndan arkadaşlarının ileride bir grup oluşturduğunu gördü ve el sallayışlarına karşılık verdi. Elbette kimse onun bir sevgilisi olduğunu tahmin etmiyordu, gelen tekliflerin hepsini kibarca reddetmesine de bir anlam verememişlerdi. Oysa ki Juliette’in; Fransa Sihir Bakanlığı’nda ‘Bakan İkinci Asistanı’ rütbesiyle görev yapan; Timothée Emmanuel Molyneux adında bir sevgilisi vardı. İlişkileri yeni başlamıştı ve gayet iyi gidiyordu, baloda yalnız kalmayacak olması sevindirici bir noktaydı zaten. On beş dakikaya yakın bir süre bekledikten sonra; içeri giren yakışıklı, esmer bir genç adam, gülümsemesini sağladı. Kahverengi gözlerinin içinde pırıltılar dolanıyordu, ona yakışan, hafif kirli bir sakal bırakmıştı. Uzun boyluydu ve güzel bir vücudu vardı, siyah, dağınık saçları ensesine kadar uzanıyordu. Etrafına bakındı ve sağ tarafta onu bekleyen sevgilisini görünce gülümseyerek o tarafa yöneldi. Juliette reddettiği arkadaşlarının şaşkın bakışlarını umursamadan Tim’in elini tuttu ve şiveli İngilizcesini bırakıp Fransızca konuşmaya başladı. Yanlarından geçen bir garsonun elindeki tepsiden iki kadeh beyaz şarap aldı ve Tim’i arkadaşlarına tanıştırmak için, şaşkın gruba doğru ilerledi. Eğlenceli bir gece olacağa benziyordu. | |
| | | Odessa Meredith Poulter Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 331 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11977 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 05/07/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 19:44 | |
| Güneş yavaş yavaş hayat bulur, parıl parıl parlayan sarımsı ışınları ile şatonun en ücra köşelerini bile aydınlatırken, koşuşturma başlamıştı. Yatakhaneler; yeni kostümlerini deneyip arkadaşlarına gösteren, makyajını nasıl yapması gerektiğini sorup duran kızların yüksek sesli fısıltılarıyla dolmuştu. Profesörler ve erkek öğrenciler ise; bu gürültünün kurbanı olmuşlardı. İstemeseler de, onlarda Maskeli Balo’nun heyecanını yaşayan öğrencilerin kervanına katılmışlar, hazırlıklara şimdiden başlamışlardı. Koridorlar balık istifi gibiydi adeta; Büyük Salon’a gidip karınlarını doyurmak isteyenler, bu telaşa bir anlam veremiyor, homurdanıp duruyorlardı. Genç Ravenclaw öğrencisi Meredith Poulter’da, sabahın erken saatlerinde uykusu bölündüğü ve gözlerini açtığı anda etrafında kahkahalar atarak Maskeli Balo’ya birlikte gitmek için kendilerine edilen teklifleri anlatan kızları gördüğü için oldukça sinirliydi. Şafak sökerken tepesindeki bağrışmaları duymamaya çalışarak başını yumuşak yastığına gömmüş, çabalarının sonuç vermediğini görünce de ağzından kötü bir söz çıkmamasını sağlamak için dişlerini sıkarak yataktan kalkmıştı. Çatık kaşları ve oynamayan mimikleri; öfkeli olduğunu belirtiyordu. Ne yazık ki yatakhaneyi paylaştığı kızlar; onun alev saçan gözlerini görünce laubali bir tavırla yanına yaklaşmış, geceyi yalnız geçireceği için bu kadar sinirlenmemesi gerektiğini söylemişlerdi. Meredith’in ise; bu kadarına dayanabilecek ne gücü, ne de sabrı vardı. Ani bir hareketle ayağa fırlamış ve ağzından savrulan bir küfür ile odadaki tüm gürültünün kesilmesine, kızların gülüşlerinin dudaklarında donmasına neden olmuştu. "Sevgililerinizden başka işiniz gücünüz yok mu sizin?" Ellerini beline koymuş, şaşkınlıkla onu izleyen dört kıza bakıyordu. Binasında onca sevdiği arkadaşı varken, bu saçma insanlarla bir arada kalmak zorunda olması, bir yıl boyunca içerlemesine neden olmuştu zaten. Ancak bununla yaşamayı öğrenmeye doğru attığı her adımda karşısına bir engel çıkmasına dayanamıyordu. Uykusuz kalmasından ve tepesinde saatlerce anlamsız, mantıksız konularda konuşulmasından dolayı oldukça öfkeliydi. En nihayetinde anlık şaşkınlığını cesarete dönüştürebilen, ince vücutlu, kızıl saçlı bir kız öne çıkmış ve Meredith’in daha da huysuzlaşmasına neden olacak bir tavırla, sırf kendi sevgilisi yok diye onlara bulaşmaması gerektiğini söylemişti. Bu sözler de; dananın kuyruğunu koparmıştı tabii. Kızın ağzından çıkan her kelime, birer iğne gibi; bir yıl boyunca içinde tuttuğu ve gittikçe büyüyen balonuna değiyor, onu patlatana kadar pes etmeyeceğini göstermek istiyordu. O anda; Meredith kendinden hiç beklenmeyen bir şey yaptı: Karşısında durmuş, ona pis pis sırıtan kıza bir tokat indirdi. Yatakhane hiç olmadığı kadar sessizleşmişti şimdi. Meredith bu kadar düştüğü için içten içe kendini suçlasa da; pişman olduğunu belli etmemek için gözlerine alaycı bir bakış yerleştirdi.
Meredith’in ağır elinden bir tokat yiyen kızıl saçlı kız ise, hiçbir tepki gösteremeyecek kadar şaşkındı. Bir o kadar da utanmıştı. Söylediklerinden değil, arkadaşlarının yanında tokat yemekten. Çillerle kaplı sağ yanağında kıpkırmızı bir el izi oluşmuştu. Birkaç saniye sonra ne yapacağını bilemeyen bir ifadeyle arkasını dönüp onları seyreden arkadaşlarına baktı ve gözlerine dolan yaşları göz pınarlarına geri göndermek istercesine yutkundu. Karşısındaki kızın alaycı bakışları içine işliyordu. Aniden içinden gelen bir öfkeyle, öne atıldı ve elini kaldırdı. "Sakın!" Meredith kendisine tokatın karşılığını vermek için kalkan eli tam zamanında yakalamıştı. Kızın bir şey yapmasına izin vermeden konuştu: "Sakın bir daha bunu deneme. Sakın." Sesi tonu isteminin dışında şiddetleniyordu. Gözleri birer ateş topu gibi parlıyordu. Dört kız; korktuklarını belli etmemek için soluklarını bile tutmuşlardı. Meredith’in deli doluluğunu, aniden öfkelenip her yeri darmadağın edebileceğini çoktan öğrenmişlerdi; ama şiddete yönelik bir eğilimi olduğu akıllarının ucundan bile geçmezdi. Tam tersine; babası annesini öldürdüğünden dolayı, bu konuya çok karşı olması ve etrafta kavga ederken birbirine fiziksel açıdan zarar veren insanları gördüğü anda ayırmaya çalışmasıyla bilinirdi. Şimdi bu tokatta neyin nesiydi? Sorgulayıcı bakışlarını kahverengi saçları, bal rengi gözleriyle mükemmel bir uyum içerisinde olan kıza dikmişlerdi. Meredith tüm gözlerin kendisine dikilmesine aldırış etmeden derin bir nefes aldı ve sakinleşmeye çalıştı. Bir gününün dahi olaysız geçmemesinden nefret ediyordu. Tiksinen bir ifadeyle tekrar başını çevirdi: "Bu tokatı hak ettin." Sonra tuvalete yöneldi ve kapıyı arkasından çarparak oldukça gürültülü bir ses çıkardı. Boğucu ortamdan ve kendisine yöneltilen kötü bakışlardan uzaklaştığına sevinerek, kenarda duran plastik tabureye oturdu. Hiçbir zaman öfkesine hâkim olmayı başaramamıştı; ama bir gün birine tokat atacağını da hiç düşünmemişti. Zayıf parmaklı elleriyle alnına düşen kahküllerini başının arkasına doğru sıvazladı. Gözyaşları yanaklarını ıslatırken kalktı ve küçük pencereyi araladı. İçeriye dolan tatlı meltem, açık saçlarını hafif hafif dalgalandırdığı gibi, kısa sürede ıslanmış yanaklarındaki gözyaşlarını da kurutmuştu. Meredith’in öfkesi kendineydi. Mantığını kullanamayıp anlık duygularına yenik düştüğü için suçlu hissediyordu. Sinirini yenebilmek için sıkıca birbirine kenetledi ellerini ve başını yavaşça aynaya çevirdi. İri gözbebekleri, az önce yaptığı davranışla ne kadar saçma bir tutum takındığını göstermek istercesine bakıyordu ona. Sınavları bittiğinden beri dengeli uyumanın verdiği etkiyle, gözlerinin etrafındaki mor halkalar yok olmuştu. Çıkık elmacık kemikleri ve dolgun dudaklarıyla, güzellik konusunda fena sayılmadığını düşündü. O gün biraz erken kalktığı için solgundu sadece, ama karnını iyice doyurduktan sonra, enerjik haline döneceğinden kuşkusu yoktu. Herkes akşam için bu kadar heyecanlanırken, onun sakin kalması yadırganacak bir davranıştı zaten. İstemeyerekte olsa, bu vesveseden etkilenmiş ve kendisine şık bir kostüm almıştı. Hayatında bir defa bile yüzüne pudra sürmemiş bir genç kız olarak, o gece de bu alışkanlığını bozmaya hiç mi hiç niyeti yoktu. Saçına vereceği şekil ve giyeceği kıyafeti ile ortama uyum sağlayacağını düşünüyordu.
Yüzüne çarptığı buz gibi su, beklediği gibi işlevini yerine getirmiş, onu iyice ayıltmış ve düşlerinin etkisinden sıyrılmasına yardımcı olmuştu. Aceleyle yüzünü kuruladı ve kapıyı açtı. Dört kız, yataklardan birine oturmuş, fısıldaşıyorlardı. Meredith onlara sert bir bakış fırlattıktan sonra ahşap oymalı sandığından asasını çıkarttı. Gardırobundan bir pantolon ile bluz alıp giydi ve umursamaz bir tavırla yatakhaneyi terk etti. Tam da tahmin ettiği gibi; koridorlar kalabalık ve insanı bayıltacak kadar sıcaktı. İnsanlar sanki bir yere yetişmeleri gerekiyormuş gibi birbirlerini itip kakıyor, argo sözcükler söyleyerek tartışmalara ve kavgalara zemin hazırlıyordu. Yolun ortasında birbirine gece giyecekleri kostümlerden, dans edecekleri sevgililerinden ve okuldaki diğer tüm dedikodulardan bahseden kızlar ise işi tümden içinden çıkılmaz hale getiriyordu. Meredith’in sabahki öfkesi her saniye daha da artıyor, beyni duygularına hakim olması için ona sinyaller gönderiyordu, bir gün için bir tokat yeter de artardı bile. Ellerini de dişleri gibi sıkarak, kendini kontrol etmeye gayret etti. En nihayetinde Büyük Salon’a ulaştığında, rahat bir nefes aldı ve geveze kızlardan uzakta bir yerde olmasına özen göstererek, boş bir yere oturdu. Üzerinde bir asadan fışkıran mor büyü parıltıları olan, büyükçe bir bardağa balkabağı suyu doldurdu ve ekmeğine böğürtlenli reçel sürerek yemeye koyuldu. Günü çok olumsuz başlamıştı, en azından yalnız kalarak biraz keyiflenmek istiyordu ki, omzunda hissettiği bir el, aniden arkasına dönmesine ve şaşkın bir ifadeyle ona dokunan kişinin kim olduğunu anlamaya çalışmasına neden oldu. Koyu kumral bir çocuktu; Meredith’in ne renk olduğunu saptayamadığı, gri sayılabilecek gözleri vardı. Bakır rengi parıltılar taşıyan dağınık saçları, ensesinde dışa doğru kıvrılıyordu. Minik burnu; Meredith’in ‘kaydırak’ tabir ettiği şekilde, ucu kalkıktı. Dudakları ise yüzüne göre fazla dolgundu; ama genel olarak yakışıklı sayılırdı. Küstah bir havası vardı, bu da karşısında ona ne istediğini sorarcasına bakan genç kızı deli etmişti. "Evet?” Çocuk daha ilk saniyeden böyle ters bir yanıt almayı beklemiyordu besbelli, hayal kırıklığı dolu gözlerini kıstı ve kendini toparlamaya çalışarak sordu: "Şey… Bu gece benimle baloya gelmek ister misin diyecektim.” Meredith az kalsın bir kahkaha atacaktı. Karşısında ona çıkma teklifi eden çocuk, ondan en az birkaç yaş küçük olmalıydı. Alaycı gözlerle ve kıvrılmış dudaklarla ona bakarken, boyunun da ondan uzun olduğunu fark etti. Çocuksa onun gözlerindeki parıltılara umutla bakıyor, içten içe olumlu bir yanıt almayı bekliyordu. Genç kız adını bilmediği bu genç delikanlıyı kırmak istemiyordu; bu yüzden elinden geldiğince (!) kibar olmaya çalışarak, yalnız takılmayı yeğleyeceğini söyledi ve kıkırdayarak çocuğun süngüsü düşerek gitmesini izledi. Yaşıtı olan kızların böyle yakışıklı bir erkeği neden yalnız bıraktıklarını anlayamamıştı, okuldaki çoğu arkadaşı sevgililerinde dış görünüşten başka şeye önem vermiyordu çünkü. İç çekerek servis tabağından birkaç tane sosis aldı ve yeterince doyduğuna; Baykuş Postası’nı bekleyecek kadar sabrı olmadığına karar vererek, yatakhaneye geri döndü. Kızlar hala bıraktığı yerden devam ediyor gibi görünüyordu, kostümlerini giymişler, makyajlarını yapıyorlardı. Hışımla ilerleyip süpürgesini aldı ve tek bir kelime etmeden dışarı çıktı. Daha fazla bu telaşa, gürültüye katlanabileceğini zannetmiyordu, bunaltıcı, kapalı bir alanda kalmaktansa, biraz hava almayı yeğlerdi.
Hava; bir yaz günü olması gerektiği kadar sıcak ve nemliydi. Yakıcı güneş, özellikle Meredith gibi beyaz tenli olanları daha da çok kavuruyordu. Genç kız elini bir yelpaze gibi kullanarak sallamaya ve kendini serinletmeye çalıştı, ama pek bir faydası olduğu söylenemezdi. Kulaklarının altı terlemeye başlamıştı. Keyifsizce süpürgesinin üzerine bindi ve Quidditch Saha’sının çevresinde uçarak tur atmaya koyuldu. Hafif, tatlı bir meltem yüzüne vuruyor ve onu az da olsa serinletiyordu. Kendini son derece özgür hissetti ve hızını arttırdı, kalelerin içinden geçiyor, rüzgârdan olabildiğince faydalanmaya çalışıyordu. Ensesinde düzgünce topladığı saçları, hızın etkisiyle dağılmış, omuzlarına dökülmüştü, kahkülleri gözlerine giriyordu. Aldırış etmeden uçmayı sürdürdü, çok büyük bir keyif alıyordu. Sonunda kendini durması gerektiğine ikna ederek aşağı indiğince, öğle yemeği çoktan hazırlanmıştı bile. Süpürgesini yerine bıraktıktan sonra azalmış olan kalabalığı aşıp Büyük Salon’a girdi ve nefis kokulu yemekleri midesine indirdi. Çoğu kişi makyajını tamamlamışa benziyordu, Meredith onların aralarında kendini son derece sade hissederek rahatsız olsa da, bu onu makyaj yapmaya ikna edememişti, sadece kostümüne uyacak hafif bir şeyler düşünüyordu. Rahat bir tavırla yatakhanenin kapısını açtığında; kızların içeride olmadığını görüp sevindi. İstediği gibi hareket edecek olması ferahlamasına neden olmuştu, kıyafetiyle ilgili abuk sabuk yorumları dinleyip yeniden sinirlenmek ve elinde olmadan bir şey yapmak istemiyordu. Oymalı, ahşap gardırobunu açtı ve özenle geceki sürprizi askıdan aldı. İnsanların onu şeytan halinde görünce ne düşüneceklerini merak ediyordu, böyle bir gecede bile muzurluk peşinde olması gerçekten de şaşırtıcıydı. Kıyafet kırmızının en can alıcı, ateş rengindeydi. Uzunca bir süre onu giymeye çabaladı, deri vücuduna yapıştığından, şortu vücut kıvrımlarına yerleştirmek kolay olmamıştı. Sonra siyah kemerini taktı ve uzun tırnaklı eldivenini giyip gri boyunluğunu taktı. Kostümün arkasında iki tane kırmızı kanat vardı. Meredith yüzünde komik bir ifadeyle boy aynasına yöneldi ve aksini görünce kendini tutamadan bir kahkaha attı. Feci halde komik görünüyordu. Hızla yürüyerek ayaklarına şeytan kırmızısı, topuklu çizmelerini; boyunluğunun altına da bir inci kolye geçirdi ve boynuzlarını başına taktı. Kulaklarından sallanan, ortalarına birer pırlanta yerleştirilmiş haç küpeleri de görünümüne ayrı bir hava katıyordu. Tam bir dişi şeytan olmuştu. Kıkırdayarak aynanın önüne bir sandalye çekti ve şeytan makyajını yapmaya başladı, ancak zaman geçtikçe ne kadar beceriksiz olduğunu anlıyordu. Sadece gözünün çevresini boyamanın yeteceğini düşünmüştü, ama siyah boyayı her yere bulaştırmıştı. Birden aklında bir şimşek çaktı; en iyisi Megan’ın yanına gitmekti. Güzelliğinden başka bir şey düşünmeyen bu iyi niyetli kız; ona yardımcı olabilir ve makyaj sorununu halledebilirdi. Sevinçle yatakhaneden çıktı ve herkesin ona bakarak gülmesine aldırmadan, diğer yatakhaneye geçti. Tahmin ettiği gibi aradığı kişi aynanın önüne yerleşmiş, makyaj tazeliyordu. Meredith’i görünce yüzünden bir şok dalgası geçti, sonra da bir kıkırdama nöbetine tutuldu. Genç kız; arkadaşının böyle güldüğünü hiç görmediğinden, ona bakınca o da kahkahalar atmaya başladı. Sonunda kendilerine gelebildiklerinde, Meredith nacizane isteğini yaptı ve Megan seve seve kabul etti.
En son Odessa Meredith Poulter tarafından Salı 26 Ağus. 2008, 19:48 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Odessa Meredith Poulter Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 331 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11977 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 05/07/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 19:44 | |
| Aynanın önüne zorla oturtturulan Meredith; gözlerini rahat olmaya çalışan bir havayla kapattı ve kendini Megan’a teslim etti. Bir kalem gözlerinin çevresinde dolanıyor, aynı zamanda da dudakları boyanıyordu. Şaşkınlıkla bunun nasıl olduğunu merak edip gözlerini açtı ve arkadaşının sihirli makyaj setinden faydalandığını gördü. Tabii, nasıl da aklına gelmemişti! Gülerek tekrar başını arkaya yatırdı ve bir pamuğun yüzüne değmesiyle irkildi. "Hayır, hayır. Pudra ve fondoteni benden uzak tut, Meg." Megan işine karışılmasından son derece rahatsız olmuşa benziyordu, sabırla söylenen uzun sözlerin ve yakınmaların ardından, arkadaşını azıcık pudra sürdürmeye ikna etti. Yaklaşık on dakika sonra; aynada kendisini gören Meredith; bir çığlık koyuvermiş, ardından da kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Yine de, bu hali gözüne çok komik geldiğinden, makyajını silmemeye razı oldu. Giriş Salonu’nda toplanmalarına daha birkaç saat vardı, bu süreç içinde beklemek onun canını çok sıkacağından ve kostümüyle süpürge üzerinde uçamayacağından, Megan’a içten teşekkürlerini sunup kendi yatakhanesine, kitap okumaya döndü. Zamanı en iyi böyle geçiriyordu, aksi takdirde yelkovanla akrep ona karşı cephe alıyor, yavaş hareket ediyorlardı. Çevrilen sayfaların hışırtısı, zamanın geçmesini sağladı ve sonunda beklenen vakit geldi çattı. Yatağında uzanmış rahat rahat “Elfler”i okuyan Meredith kitabını kapattı ve Giriş Salonu’na giden koridorlara yöneldi. Bu sırada çevresindekilerin kostümlerini inceliyordu; zombiler, vampirler, kurt adamlar, korsanlar, melekler doldurmuştu etrafı. Dişi Şeytan’ı görenler ise gülmeden edemiyorlardı; ondan da tam böyle bir şey beklenirdi, haşarılık yapmadan edemezdi. Kalabalıkla beraber hareket etti ve Profesör Derwent’ın talimatlarını duydu, her şeyi kontrol ediyordu yine en önde. salona giren her öğrenci sıraya giriyor, ses çıkarmadan düzgünce bekliyordu. Sıra ona gelince; bina sorumlularının şaşkın bakışlarını üzerine hissetti, üzerinde değerli taşlar bulunan, güzel bir tuvalet giymiş kadın gülmemek için kendini zor tutuyor gibiydi. Meredith azar işitmek istemediğinden aceleci davrandı ve salondaki sırasına geçti. Herkes hazır olunca, okul arazisinde konumlanmış olan testrallere doğru ilerlediler. Meredith ne yazık ki onları görebiliyordu; annesini öldürülürken izlemişti şimdi. İç geçirdi ve çektikleri arabaya oturdu. Herkes hazır olunca, kalkış sinyali geldi ve Hogsmeade’e doğru yola çıktılar; herkes bu garip kostümlerle yürümek zorunda kalmayışlarına içten içe seviniyordu.
Balo; köyün ilerisindeki büyük dağlık arazide yapılacaktı. Öğrenciler yapılan gezilerde bu alanı görmüştü, böyle büyük bir organizasyon için arazinin nasıl bir duruma getirildiğini merak ediyorlardı; çok pis ve düzenlenmemiş bir bölgeydi çünkü. Çeşitli ülkelerden büyücüler gelecek, farklı okullar öğrencileriyle katılacaklardı, Britanya Bakanlığı bunu çok önemsemiş ve çok görkemli bir kutlama hazırlamıştı. Meredith zaman geçtikçe, az da olsa heyecanlandığını fark etti. Herkes konuşup gülüşürken, o sessizliğini koruyordu. Sonunda arabalar durdu ve profesörlerin talimatlarını dikkate alarak, sırayla inmeye başladılar. Sıra ona gelene kadar en az on beş dakika geçmişti, sıkılmış bir tavırla yere indi ve topuklu ayakkabılarla yürümenin pekte kolay olmadığını düşünerek, kapıda duran görevlilere biletini uzatıp içeri girdi. Gördüğü manzara karşısında gözleri kamaşmıştı; sonu görünmeyecek kadar büyük bir alanın kenarları, bembeyaz örtülü masalarla donatılmıştı. Üzerlerinde akla gelebilecek her türlü yiyecek ve içecek vardı, içkiler de dahil olmak üzere. Sağ tarafta, sanatçıların sahnesinin önünde oldukça geniş bir dans pisti, çaprazında da masalar ve sandalyeler yer alıyordu. Renk renk, büyük balonlar sihirle havada tutuluyordu, aralarından artık kararmaya başlayan gökyüzü görünüyordu. Aydınlanmayı sağlamak amacıyla yine havada bağımsız durması sağlanmış süslü lambalar vardı. Ayaklarını bastığı yemyeşil çimenin üzerine rengârenk çiçekler serpiştirilmişti; dolaşan görevliler, ellerinde tuttukları buketleri konuklara veriyor, ardından da reverans yapıyorlardı. Her tarafta garip kıyafetler giyen insanlar vardı; Meredith öyle kostümler gördü ki, kendisininkinin çokta dikkat çekmeyeceğini anlayınca rahat bir nefes aldı. Açık seçik kıyafetler giyenler bile vardı. Çaprazında; Karlar Kraliçesi kılığına girmiş, güzel, asil bir kadın içkisini yudumluyordu. Dimdik, kendinden emin bir duruşu vardı; saçlarını ensesinde zarif bir topuz yapmıştı. Masmavi gözleri soğuk bakıyordu. Meredith onu bir yerlerden hatırlıyor gibiydi, konsantre olup hafızasını biraz zorlayınca Gelecek Postası’nda çıkan bir haberde bakanlıktaki yeni atamasından bahsedildiğini hatırladı. Yanılmıyorsa adı Jull ya da Juliet gibi bir şey olmalıydı. Dikkatli bakışlarla kostümünü süzdü, genç kadın yerlere kadar uzanan tuvaletiyle bütünleşmişti adeta. Elinde tuttuğu kırmızı şarap kadehi, üzerindeki saf beyazla uyum sağlıyordu. Güzelliğine ve duruşuna hayran kalsa da; göründüğü kadar masum olmadığı izlenimini edindi Meredith. Birdenbire kadın izlendiğini fark etti ve soğuk bakışlarını çaprazındaki şeytan kılıklı kıza yöneltti. Gördüğü komik kostüm karşısında kaşları havaya kalktı ve yüzünü alaycı bir ifade bürüdü. Meredith’te bundan rahatsız olup kapı kenarında durmaktan vazgeçti ve eğlencenin tadını çıkarmaya çalışarak yanından geçen garsonun elindeki tepsinden bir kadeh ateş viskisi aldı. Hogwarts’ta yaptıkları gizli partilerin vazgeçilmezi içkiydi. Arkadaşlarını görmek umuduyla etrafına bakındı; ama onların sevgilileriyle olacaklarını tahmin edince viskisinden bir yudum almakla yetindi. Sadece gecenin keyfini çıkarmalı, deli gibi dans etmeliydi, tabii ayağındaki yüksek ökçeli, tüylü topuklu ayakkabıyla ne kadar edebilirse. | |
| | | David Kevin Johnson Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 412 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12292 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 19/01/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 19:49 | |
| Sabahın ilk ışıklarıyla pencereden sızan sıcak, bir o kadar da bunaltıcı güneş ışınları, yatakhanenin bordo perdelerini aklayıp içeriyi aydınlatıyordu. Hogwarts’daki son gecelerini bu saatlerde uyanıp zamanını düşünmekle harcayan David, buradaki mutluluğunun son günlerinin tadını çıkarıyordu. Hogwarts’ın son haftaları, sınavlar yüzünden oldukça sıkıcı geçse de, Sihir Bakanlığı tarafından düzenlenen ve bu akşama yerleştirilen Maskeli Balo, sıradanlığı ve sıkıcılığı parçalayarak döneme damgasını vuracaktı. Sol kolunu büküp kafasına dayayarak yatağına uzanmış, sağ elindeki asayı döndürürken düşünceleri bu şekilde olan David, Hogwarts’daki son haftasının mükemmel olacağını ümit ediyordu. İlk defa böyle bir düzenleme yapan Bakanlık, tam da onun mezun olacağı sene için düzenlemişti bu partiyi. *Eh, aferin onlara.* Suratına yayılan koca gülümsemesiyle gözlerini asasından alıp yatakhanede gezdiği sırada, diğer arkadaşlarının horultularını ancak işitebilmişti. Sessizliği bozan tek şey de buydu zaten. Geçen haftanın Cuma gününün bitimiyle biten FYBS ve SBD’ler, beşinci ve yedinci sınıf öğrencilerinin de geçen hafta sonundan itibaren Hogwarts’ın arazisine çıkmalarını sağlamıştı. Özellikle bu son iki günde şatoda, yemek saatleri dışında öğrenci görmek pek bir anormallikle karşılanır olmuştu. FYBS’lerinin ardından diğer yedinci sınıflar gibi David’in de omuzlarındaki yük kaybolurken, içi büyük rahatlık ve huzur duygusuyla dolmuştu. Meslek hayatını, kariyerini etkileyecek Feci Yorucu Büyü Sınavları’nın harikulade geçmesi bunun en büyük etkeniydi. Aldığı yedi SBD’nin hepsinden geçeceğini umut ediyordu. Geçen haftaya yayılan bu yedi sınavın en güzel geçeni, hiç şüphesiz Karanlık Sanatlara Karşı Savunma’ydı. Griselda Marchbanks’e uygulamasını sunduğu Karanlık Sanatlara Karşı Savunma’dan koca bir ‘O’ almayı, hem Seherbaz olma emellerine karşı, hem de tüm Ölüm Yiyen’leri yakalamaya yönelik arzusu için istiyordu. Seherbaz olmak için gerekli beş SBD’nin dışında ek olarak Aritmansi ve Astronomi derslerini de almıştı. Aritmansi’nin mantığını kuvvetlendireceğini düşündüğü için almışken, Astronomi dersini sadece zevk için almıştı; çünkü gökbilimine ve gökyüzünün sınırsız büyüklüğüne olan ilgisi oldukça fazlaydı.
Düşüncelerinin dönüp dolaşıp FYBS’lerine gelmesinden memnun olmasa da, sınavlarının beklediğinden çok daha iyi geçmesinden oldukça hoşnuttu ve düşünmek, boşuna zaman harcamak gibi geliyordu ona. Kafasındaki düşüncelerin bu yönde olanları silip tekrar baloya odaklanırken, kendini korsan kıyafetleri içinde görmeye çalıştı. Beline takacağı kılıç kılıfına, gerçek bir kılıç koymak oldukça gereksiz olurdu; ne de olsa Muggle yöntemleriyle birine zarar vermektense asasını kullanmayı tercih ederdi. Boş kılıf da oldukça berbat görünürdü veya kılıçsız bir korsan… Metalden yapılmış bir kılıcı ufak bir biçim değiştirme büyüsüyle sert bir plastiğe dönüştürebilmeyi umarak yatağından kalktı. Hazırlıklara her ne kadar şimdi başlamayacak olsa da erken uyanmak ve Hogwarts’daki son günlerini dolu dolu geçirmek istiyordu. Üzerindeki pijamalarını hızlıca değiştirip, şimdi odanın neredeyse yarısını dolduran güneş ışınlarının aydınlattığı kırmızı, altın sarılı işlemeli halının üzerinden geçerek yatakhane kapısına yöneldi. Odadaki her şeyden daha fazla sıcak olan kapı tokmağının, elini yakmasını az da olsa engellemek amacıyla tokmağı, hızla çevirip kapıyı ardına kadar açtı. Tiz bir yere sürtme sesi… Omzunun üzerinden yatakhane arkadaşlarına baktı: Neyse ki hiçbiri rahatsız olmamıştı. Dönen, taş ve mermer merdivenleri aşıp Gryffindor Ortak Salon’una indi. Kolundaki kol saatine baktı: saat henüz yedi buçuktu. Ortak Salon’un bomboş olmasının alışılmışın dışında olmayan bir durum olarak görüp, portre deliğinden aşağıya kaydı, Şişman Hanım’ım portresini savurup açtı. Şimdi güneşin, en ücra köşesini bile doldurduğu dar koridordaydı. Duvarın en tepesindeki mazgaldan içeriyi dolduran güneş ışınları, oldukça yakıcıydı. Dar koridoru aşıp; ışık almayan ve boş olan altıncı katın koridoruna indi.
Hızlı yürümeye özen gösteriyordu; çünkü… Düşündüğü başına gelmişti: Karşısında ona sırıtan Peeves duruyordu. Gözlerini Peeves’dan kaçırıp yoluna devam etmeye karar vermişti ki Peeves, süzülerek tam tepesine gelip elindeki su dolu balonu kafasına bıraktı. Kafasında patlayan balon, tişörtünü aşıp sırtından aşağıya kayarken soğuk bir ürperti duydu. Son günlerini kavgasız, tasasız ve mutlu mu geçirecekti? Kim demiş?! Eli, balo kıyafetinde kılıcını takmayı düşündüğü yere uzandı. Peeves bir balon daha atmayı beceremeden büyük bir refleksle asasını salladı. Okulun hortlağına zarar vermek yasaktı belki fakat şuan ortada hiçbir öğretmen göremiyordu. Asasından son süratle mor bir ışık fırladı, Peeves’ı göbeğinden vurarak elindeki üç, su dolu balonu düşürmesini sağladı. Dudağı gülümsemeyle kıvrılan David, Peeves’ın suratındaki şok ifadesine aldırmadan asasını yerine koyup yoluna devam etti. İkinci katın koridoruna ulaşmıştı ki karşısına Apollon çıktı. Ayaklarını sürüye sürüye ona yaklaştı, pis ellerini kaldırıp David’i omzundan tuttu; yetişebildiği en yüksek yer orasıydı. Suratına yayılan gülümsemeye anlam veremeyen David, Apollon’un elini, omzundan savurdu. Soran bakışlarına devam ederken kollarına bağlayıp ciddi bir ifade takınmaya çalıştı, saldırıya hazırdı; ne de olsa hiçbir suç işlememişti. Hala sırıtan Apollon: “Şu koridorları ne hale getirdiğine bir bak! Her yer su içinde! Bıktım bu öğrencilerden! Kafanı ıslatıp ne diye geziniyorsun seni soytarı!” Tüm ciddiyeti salıveren David, şaşkınlık belirtisini yansıtmamaya çalışarak asasını bir kez daha çekti. Bunu tamamen unutmuştu, Peeves’a içinden okkalı bir küfür savurdu. Hiçbir açıklama yapmaksızın asasından bu sefer turuncu ışınlar çıkartıp koridor boyu uzanan damla damla sulara Emme Büyüsü uyguladı. Üst katlardakiler güneş sayesinde büyük ihtimalle çoktan buharlaşmışlardı, zaten de Apollon sorsa sadece bu katı ıslattığını söylemeyi düşüyordu. Şaşkınlığı tamamen yok olurken yerini alan ufak bir rahatlık duygusuyla Apollon’a döndü. Artık gülümsemiyor, aksine kızıyor gibiydi. Belli ki okulun son haftasında bir öğrenciye daha ceza vermek, oldukça hoşuna gidecekti. Apollon’un yanında daha fazla kalmaması gerektiğini hissedip kafasına bir Kurutma Büyüsü yaparak yoluna devam etti.
Giriş Salon’una ulaştığında mutfağın bulunduğu koridordan Büyük Salon’a ilerleyen Hufflepuff son sınıf öğrencilerinden Samara’yı gördü; Samara'ya başıyla selam verip Büyük Salon’a hızlı adımlarla yürüdü. Gryffindor Yemek Masası, oldukça boştu. Birkaç küçük sınıf öğrencisi bir arada oturmuş, hızlı hızlı konuşurken David, yanlarından geçip ona bakmakta olan erkek öğrenciye –muhtemelen ikinci sınıf- göz kırptı. Koca bir gülümsemeyle ona karşılık veren küçük çocuk, arkadaşlarına dönerken David de masanın en ucuna oturup kahvaltısını yapmaya koyuldu. Hogwarts’ın bu yemeklerini özleyeceğini düşünüyordu ki aklına bu yemeklerin sahipleri geldi: evcinleri. Mutfağın yerini, nasıl bir yer olduğunu bu zamana kadar hiç mi hiç mi merak etmemişti; fakat şuan bunu göz ardı ettiği için kendine kızıyordu. Samara’ya bunu sormayı aklının bir köşesine yazıp kahvaltısını yapmaya devam etti. Yavaş yavaş tüm öğrenciler Büyük Salon’a akın ederken, David’in yanı da arkadaşlarıyla dolmuştu. Konuşup şakalaşıyor, Hogwarts’ın son günlerini eğlenerek geçiriyorlardı ki bugünleri, Hogwarts’da bir daha yaşayamayacağı için bir burukluk vardı David’de. Her ne kadar kimseye belli etmese de, buradan ayrılmak… Diğer herkes neredeyse kahvaltılarının yarısına gelmişken David, kahvaltısını bitirdiği için Gelecek Postası’nı ve Büyücü Giyim Mağazası’ndan sipariş ettiği balo kıyafetini beklemeye koyuldu. Çok geçmeden Büyük Salon’a akın eden yaklaşık iki yüz baykuştan ikisi David’in boş kahvaltı tabağına kondu. Gelecek Postası ayağında bağlı olan baykuş, bir an önce kurtulmak istermiş gibi sağ ayağına öne uzattı. David de ilk onun yükü alıp, sol ayağındaki keseye bir knut koydu ve baykuş uçup giderken Büyücü Giyim Mağazası’ndan sipariş ettiği, kıyafeti taşıyan baykuşa döndü. Baykuş, masadaki salamdan bir tane kapmış yerken David, baykuşun ayağındaki gereğinden ufak paketi aldı. Anlaşılan pakete Büyütme Büyüsü veya Derinleştirme Büyüsü uygulanmıştı. Baykuşun portakal suyundan içmesine izin verip ufak pakete bacaklarının üstüne koydu ve arkadaşlarının sohbetine katıldı.
En son David Kevin Johnson tarafından Çarş. 27 Ağus. 2008, 12:14 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | David Kevin Johnson Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 412 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12292 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 19/01/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 19:49 | |
| ~~Akşam Yemeği ve Sonrası~~
Akşam yemeğinde moraller pek bir iyiydi. Herkes bu geceki balodan söz ediyordu; balo herkesin ağzında sakızdı adeta. Sevinçle koşuşturan küçük sınıflar, birbirleriyle şakadan da olsa dalga geçen üst sınıflar… Sabah gelen postasını kahvaltıdan sonra derse az bir zaman kala denemişti. Aynanın karşısına geçtiği zaman kendini kılıçsız; fakat tam anlamıyla bir korsan gördüğü için satıcıya memnuniyet duydu. Ne de olsa satıcı bu kostümü kafasına göre yollamıştı; balo son anda haber verildiği –hatta düzenlendiği için- birçok kişi gibi David de kıyafetini göremeden almıştı. Siparişinden bu yana daima tedirgindi; kendine yakışmayacağı bir şeyi üzerinde görmek… Fakat satıcı her kimse, David ayna karşısında kendini kontrol ederken oldukça iyi dilekler edinmişti. Kostümünün tek bir eksik yanı vardı: Kılıcı yoktu. Her ne kadar kılıç kefeni olsa da kılıcı yoktu. Satıcının kocaman bir kılıç yollamamasını normal karşılıyordu tabi; ama bu sorununu da Biçim Değiştirme’deki başarısıyla kapatmıştı. Amacını uygulamış, kılıcının sert plastikten olmasını sağlamıştı. Akşam yemeğinde herkes gibi mutlu olmasının asıl nedeni de buydu. Gryffindor Yemek Masası, her zamanki gibi oldukça sesli ve neşeliydi. Yedi yıllık bir tecrübe, David’e birbirini en çok kovlayan binanın Gryffindor olduğunu öğretmişti ve ablası gibi bu binada olduğu için kendiyle gurur duyuyordu. Yemek, diğer sıradan günlere oranla daha fazla iştah kabartıcıydı; anlaşılan evcinleri herkesin tok karınla baloya katılmasını istiyordu.
Harikulade bir akşam yemeğinden sonra, saat neredeyse sekize geliyordu ve baloya yalnızca iki üç saat kalmıştı. Genelde bayanlar, böyle durumlarda vakte daha çok ihtiyacı olduğunu söylenirdi; fakat bugün, bayanlar gibi bayların da hazırlanmak için fazla zaman ihtiyacı vardı, en azından David’in. Uzayan akşam yemeği Hogwarts’da, bu akşamlık daha fazla boş vakit geçirmelerini engellemişti. Herkes yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı ki vekil müdüre Profesör Derwent, ayağa kalkıp herkesten on Galleon alınarak yapılan parti için Hogwarts'dan çıkış saatini söyledi; hemen sonra ekledi: Testrallerin sürdüğü arabalarla gidilecekti. Birçok kişinin testralleri görmediğine emindi David; ne var ki o, geçen sene ablasının ölümüne tanıklık ettiği için testralleri görmeye başlamış, almadığı Sihirli Yaratıkların Bakımı dersinin profesörüne durumdan bahsetmişti. Nihayetinde de siyah derili, derilerinden kemik görünün yaratıkların testral olduğunu öğrenmişti. Masadan kalkıp diğer Gryffindor’larla Kuzey Kulesi’ndeki Gryffindor Ortak Salon’una çıkarken kafasında soru işaretlerinin hepsi kaybolmuştu.
Gryffindor Ortak Salon’una varmak için birer birer portre deliğinden tırmanmak zamanlarının bir kısmını alıp götürmüştü. Gryffindor’luların oluşturduğu kuyruğa en son katılan David, ortak salona da en son girenlerden olmuştu. Bu saatte bomboş olan bir Gryffindor Ortak Salon’u… Herkes gelir gelmez balo için hazırlanmak üzere yatakhaneye koşmuştu anlaşılan. Yatakhaneye giden mermer merdivenleri aşıp kendi yatakhanesine ulaşırken, John’un hızlı hızlı hazırlanıp hazırlıklarını neredeyse bitirmiş olması, içine sona kalmışlık duygusun çökmesine neden oldu. Daha fazla vakit kaybetmeyip hazırlanmaya koyuldu. Derinleştirme, Genişletme veya Büyütme Büyüsü’nün uygulandığını düşündüğü paketin içine elini daldırıp korsan kıyafetini çıkardı. Sert plastikten yapılma kılıcı yatağının üzerindeydi hâlâ ve o anda kıyafetin tek eksiğinin farkına vardı: Korsan gözü bandı yoktu. Kıyafetinde eksiklik oluştursa da kendisi için bunu avantaj sayıp, buna kafa yormayarak hazırlanmasına devam etti.
Korsan kıyafetlerini giymek, düşündüğü gibi zor bir şey değildi; aksine oldukça kolay olmuştu, bu. Fakat saçlarını ve sakallarını yapmak için olağanüstü bir Biçim Değiştirme becerisi sergilemesi gerekmişti. Uzayan saçlarının önlerini, yine Biçim Değiştirme büyüsüyle örmüş, aynı şekilde çenesindeki sakalını da iki farklı şekilde örüp sonlarına boncuk takmıştı. Belinin sol tarafındaki kılıç kefenine, sert plastikten yaptığı kılıcını koyup tam takır hazırken ayanın karşısına geçti. Saçını ve sakalını yaparken tabi ki aynanın karşısındaydı; fakat kıyafetine fazla dikkat etmemişti. Şimdi aynanın karşısında duranın gerçek bir korsan mı yoksa David mi olduğunu ayırt etmek de kendi bile zorlanmıştı. Şapkası bile bir korsanınki nasıl olabilirse, aynen öyleydi; Kocaman, yamuk dikdörtgenler prizması gibiydi. Suratına kocaman bir gülümseme yerleşti, istemsizce. Yavaş adımlarlar boş yatakhanesinden çıktı ve Gryffindor Ortak Salon’una indi. Herkes birbirinin kıyafetini yorumluyor, eğlenip kahkahalara boğuluyordu. Arkadaşlarının bulunduğu ortama gidince ilk onların da kendisinin korsana pek benzemesinin ve bunun ardından, ufak kahkaha atmalarına şaşırmadı. Sonra da arkadaşlarının kıyafetlerini gözden geçirdi: Brooke saçına taktığı yapraklı taç, üzerine giydiği bembeyaz ve ayak bileklerine kadar uzanan elbiseyle muhteşem görünüyordu. John ise savaşçı gibi giyinmişti ve bu, ona oldukça yakışmıştı; bir atı eksikti.
Herkes yavaş yavaş Gryffindor Ortak Salon’unu boşalttı ve birkaç dakika sonra tüm Gryffindor’lular da, Giriş Salonu’nda bekleyen diğer üç binanın öğrencilerine katıldılar. Herkes birbirine bakıyor, yorum yapmadan sessizce başıyla onaylıyor veya koca gülümsemesini suratından eksik etmiyordu. David’in dikkatini çeken ilk kişi ise Dayrnt olmuştu. Saçının bir tarafı kırmızıydı ve kırmızı kıyafetinin arkasında kocaman kanatlar yükseliyordu. Oldukça ilgi çekiciydi ve David ister istemez ona bakıp gülümsedi. Başka bir Slytherin’li ve altıncı sınıf öğrencisi Elizabeth, mavi şapkası ve siyah elbisesiyle dikkatleri üzerinde toplamıştı. Yakınlarındaki Marv ise dekolteli siyah bir elbise giyip, buna uyumlu bir maske takmıştı. Ravenclaw’dan Lily ve Johnny, yan yana durmuş tuhaf maskeleri ve şık elbiseleriyle uyumlu görünüyorlardı. Hufflepuff’tan Samara, denizkızını andırıyordu. Başkalarını süzemeden içeriye gelen Profesör Derwent ve diğer profesörlerin eşliğinde Hogwarts’a geldiklerinde testrallerin onları bıraktıkları yere kadar yürüdüler. Testrallerin çektiği çok sayıdaki araba orada hazır bekliyordu.
Arkadaşlarıyla aynı arabayı paylaşan David, on beş dakikalık yolu oldukça eğlenerek geçirdi. Arabalarından kahkaha hiç eksik olmazken, gülmekten gözlerinden yaş bile gelmişti. Kafasını, içerideki pencereden çıkarttığında durumun pek de anormal olmadığını gördü; çünkü testrallerin sürdüğü hemen hemen her arabadan neşeli bağrışmalar, kocaman kahkahalar geliyordu. Sessiz duran birkaç arabada ise profesörlerin olduğunu düşünerek pencereden kafasını içeri alıp, muhabbete döndü.
Hogsmeade’in yolundan geçerken köy halkından birçok kişi onlara el sallayıp, iyi eğlenceler diliyordu. Her ne kadar buna pek bir anlam veremese de, böyle bir şey yapmanın doğruluğunu kabul ediyordu. Sihir Bakanlığı tarafından balo için özel olarak tasarlanmış alan geldiklerinde duran arabalarından inip ortalığı kolaçan edenlere katılan David, mükemmel dekoratifler karşısında heyecanlanmasına engel olamadı. On Galleon’un gereksiz olduğu düşüncesini kafasından silip, herkesten toplanan bu paranın oldukça iyi kullanıldığını kanısına vardı. Yanında arkadaşlarıyla birlikte dağların arasında süslenmiş bu büyük alanı gezerken, Hogsmeade halkından birkaç kişiyi gördü: Üç Süpürge sahibesi ve oldukça şeker bir kadın olan Madam Rosmerta, Domuz Kafası sahibi ve sert görünüşlü Bay Knitten de dâhil daha bir sürü kişi… Ufak bir çete gibi etrafı gezerlerken, gözlerini parıldayan dekoratiflerden almayan David, sohbetten kopmuştu ve şimdi tamamen farklı şeyler düşünüyordu. Tüm bu altın sarısı dekorlardan, insanın gözünü alması oldukça zordu ki David de Brooke tarafından dürtülmese tüm bunların içinde kaybolacaktı. *Tuhaf bir Çekim-Büyüsü mü var acaba?* Arkadaşlarına dönüp bir an önce balonun başlamasını beklemeye koyuldu.
Out: Bir mesaja sığmadı.
En son David Kevin Johnson tarafından Çarş. 27 Ağus. 2008, 12:28 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Johnny Amoux Malfoy Tılsım Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1643 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12201 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 12/03/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 20:02 | |
| *"Ruhumu teslim ettim sana benliğimle birlikte. Vücudumu bıraktım sana. Her şeyimi bıraktım. En değerli varlığımı bıraktım. Canımı verdim sana. Kurban ettim kendimi, karşılık beklemeden. Hayatımı bağışladım sana, sırf sen hayatta kalasın diye. Peki sen ne yaptın. Verdin mi bana ruhunu? Etkiledin mi beni? Hayır… Üzdün beni. Yüzüstü bıraktın. Karanlığa düştün sonucunda. Sen bedenini teslim ettin mi benim için? Nankörlük yaptın. En güzel değerimi aldın benim. En önemli değerimi… Bundan sonra sen benim için asla yoksun. Kalbime kazımıştım ismini, kalbimin en büyük yerine. Ve onu silmek benim için hiçte zor olmayacak bu yaptıklarından sonra. Karanlığa mahkum edeceğim seni. Hayatını mahvedeceğim. Çürüteceğim. Acı çekerek öleceksin. Uzun ve yavaş bir ölüm seni bekliyor. Ama belki de daha kolay bir yolu vardır. Evet daha kolay bir yolu var. Avada Kedavra.”
Kurumuş ve çatlamış dudaklarının arasından süzülen o iki sihirli sözcüğün ardından uzun boylu bir kadın yere usulca yığılmıştı. Kadının geriye bıraktığı tek şey elinde tuttuğu esnek asasıydı. Annesinin, ablasına ettiği bu laflar gerçek anlamda kötüydü. Hem de çok kötü. Peki ne yapmıştı annesi? Ablasını öldürmüştü. Nasıl kıymıştı evladına? Nasıl yapabilmişti. Havada uçuşan yeşil ışık fıskiyesi ablasının kalbine çarpmıştı. Ablası yerde gözleri irice açılmış şekilde hareketsiz ve refleksel hareketler sergilemeden uzanıyordu. Annesine kızgın bakışlar atarken gözü bulundukları ortamı incelemeye koyuldu. Buraya nasıl geldiğini bile hatırlayamıyordu. Her tarafta tek katlı evler vardı. Evlerin çatılarında ve dökülen pencere kenarlarında erimeye yüz tutmuş kar birikintileri vardı. Etraflarını saran ateş çemberi gözlerini açmasını zorlaştırıyordu. Kara cüppeli ve korkunç maskeli ölüm yiyenler etrafını sarmıştı Rocio, Johnny ve annesinin. Ellerinde meşale misali yanan sopalar vardı. Yerde tıpkı çatılardaki gibi erimeye yüz tutmuş çamurumsu kar birikintileri vardı. Gökyüzü bulutlardan görünmeyecek durumdaydı. Güneş, bulutların ardına saklanmıştı yine. Cılız ışıkları neredeyse ulaşamıyordu onlara, bulutların arasından geçmekten zorlandığı için. Kalbinin atış sesleri her tarafı doldurmuştu sanki. Yüreği resmen ağzında atıyordu. İnce bedenini bırakmak istiyordu karların üzerine. *Ne oldu perilerim, arkadaşım olmayacak mısınız artık?* Bütün varlığını kaybetmiş gibi hissediyordu. Sinirden gülmeye başlamıştı. Kahkahalar atarak gülüyordu. Dudaklarının soluşunu izliyordu artık. O gülüşmelerini gözyaşına çevirmek istemiyordu, yapmayacaktı zaten. Üzüntüsünü bastırmak için gülecekti. Aklından saçmasapan binbir türlü düşünce geçiyordu. Cüppesinin en derininde bulunan asasını başından beri sıkı sıkıya kavrıyordu. Soluklaşmış ve bulanıklaşmış gözlerini yerde usulca yatan ve gözleri irice açılmış olan ablasına doğrulttu. Yapması gereken şeyi biliyor muydu acaba? Ablasının intikamını almalı mıydı? Cüppesinden çıkardığı asasını üstünde eciş bücüş bir paçavra olan ve gözleri buz kesmiş annesine doğrulttu. Annesi bir hamle yapmaya yeltenmişti anlaşılan. Ama buna izin vermeyecekti. Sessiz bir şekilde bağırdı.
“Expalliarmus.”
Aynı anda annesinin asası yere tıkırtılar eşliğinde düştü. Annesi artık savunmasızdı. Kendi hatasını anlamıştı zaten. Yapmayacaktı. Ablasını öldürmeyecekti. Hiç mi düşünememişti acaba?“Çıldırdın mı sen? Delirdin mi? Ne yaptın ya da neden yaptın. Biliyorsun anne. Bunun cezasını en ağır şekilde çekeceksin. Ablamın intikamı alınacak. Avada Kedavra.” Asasının ucundan soluk bir yeşil ışık huzmesi çıkmıştı. Annesine giden yarı yolda kesilmişti ışık, yere düşmüştü. Öldürmek istemiyor muydu acaba annesini? Ama buna kararlıydı onu öldürecekti. Öldürmese vicdanı rahat edemeyecekti. Bu nedenle asasını yavaşça kaldırdı. Kararlıydı. Vicdanını rahat ettirmek istiyordu. Ablasının yerde yatan ölüsünü ardında bırakmak istemiyordu. Sıkı sıkıya tuttuğu asasını iyice kaldırdı havaya. İyiden iyiye soğumuştu hava. Donmasına çok az kalmış gibi hissediyordu. Ama donmadan önce yapacak bir şeyi vardı.
“Avada Kedavra.”
Annesi gözleri irice açılmış bir şekilde yere yığılmıştı. Zaferdi bu işte. Galipti….*
*****
“Olamazzzzzzzz!!” diye bir çığlık koptu Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu Kule No 3, yani Ravenclaw kulesinde. Bu çığlığa yatakhanedeki herkes uyanmıştı. Uykularından bölünmenin rahatsızlığını duyan yatakhane arkadaşlarını büyük bir ‘of’ çekerek olduğu yere kendilerini bıraktılar. Zaten herkes birazdan uyanacaktı. Büyük salondaki leziz yemekler için. Rüyanın etkisinden çıkamamıştı hala. Hiç çıkamayacak diye korkuyordu. Ablası için endişeleniyordu. Rüyalarının gerçekleşmesinden korkuyordu gereksiz yere. Ama aklında tamamen başka düşünceler vardı. Yarın yapılacak maskeli balo için kıyafet seçimi yapacaktı. Çok ihtişamlı bir balo olacağını düşünüyordu. Yatağından doğrularak her gün giydiği cüppelerini bir çırpıda giydi. Dışarıdaki hava oldukça güzeldi. Güneşli olmasına rağmen gölün yarattığı hafif ve dengeli bir rüzgar vardı. Heyecandan kalbi biraz daha atmaya başlamıştı. Aynı heyecanı yürümesine vurmuştu. Dengesiz adımlarla büyük salona ilerledi. Büyük Salon her zamanki gibi tıklım tıklım doluydu. Profesör Derwent her zamanki gibi olduğu yerde, yemeğini yiyordu. Birçok profesör, nazik olmaya çalışarak çatalları ve bıçaklarıyla yemeklerini yiyordu. Salona yine güneşli bir hava süsü verilmişti. Neredeyse hiç bulut yoktu gökyüzünde. Tabağına aldığı çeşit çeşit kahvaltıyı istemsizce yemişti yine. Kahvaltılarının vazgeçilmezi olan mısır gevreğini de yedi ve ortak salona kaba adımlarla ilerledi. Dönemin biteceği güne oldukça çok az kalmıştı. Ama şimdi dersleri unutacaktı, her şeyi unutacaktı. Ablasını bile unutacaktı. Konsantre olması gerek tek şey maskeli baloydu. Hangi kıyafeti giymesi gerektiğini bilemiyordu. Belki de annesi ona bir kıyafet gönderecekti. Noel Balosun da giydiği kıyafetin aynısından gönderirse onu asla giymezdi. Noel balosunda ne gibi zorluklar yaşadığını unutmak istiyordu. Smokinin kuyruğu ikide bir ayaklarına dolanmıştı. Kaç kez düşmüştü kim bilir ve Darch ile dans ederken kim bilir kaç kez ayağına basmıştı. O günleri hatırlamayı kesmek istemiyordu. Keiran kaç kez gülmüştü ona… Peki neden ölmüştü o? Noel balosundan hemen sonra. Aynı yerde duyurulan acı gerçek. Hatırlamak bile istemiyordu. Nasıl bir şok yaşadığını hatırlamak istemiyordu. Hayatına kaldığı yerden devam etmek istemiyordu o anda. Eski günleri yad etmek belki de ona göre değildi. Çünkü her seferinde gözleri doluyordu. Parmaklarıyla, burun çekme sesi eşliğinde göz yaşlarını istemsizce silerek kendini yatağa hızlıca bıraktı. Adımları buraya nasıl getirmişti onu? Düşünceye dalmaktan her şeye unutmuştu. Kendi kendine, acımsı bir şekilde gülerek, kendini yumuşacık yatağa iyicene gömdü. Bedenini hapsetmişti oraya. Belki de biraz dinlenmesi, biraz uyuması lazımdı. Gerçi uyumak bile ona zor geliyordu aslında, her uyuduğunda bir rüya görüyordu. Ama buna rağmen, kısık gözleri kapanana kadar kısıldı, sessiz bir ortamda tek başına kalmış gibi uykuya gömüldü. Yine bir kabus başlıyordu onun için. Rüya ne kadar uzun gözükse bile, saniyeler içinde kalkacak ve çığlık çığlığa bağıracaktı. Sonra rüyanın etkisinden kurtulacaktı.
*Loş ışığın aydınlattığı sonu gelmez nahoş koridorlarda, su sesleri eşliğinde ilerlemeye devam ediyordu. Ayağında bir ayakkabı, üstünde her ne hikmetse Slytherin cüppesi ve kafasında geniş, kırmızı bir şapka vardı. Bu uyumsuz giysilerin hepsi daha yeni ıslanmıştı. Nasıl veya neden ıslandığını hatırlayamıyordu. Bunun nedenini de araştıracak halde değildi. Dudakları, konuşmak istermiş gibi birbirine hızlıca deyip duruyordu. Vücudu da aynı ritmik tempoyla dudakları gibi isteksizce kıpırdanıyordu. Titriyordu… Üşümüş olabilirdi veya korkmuş. Kafasını bir yere çarpmış ve bitkisel hayata girmiş insanlar gibi hissediyordu kendini. Hafızasını kaybetmiş gibiydi. Bu kırmızı şapkanın, bu Slytherin cüppesinin üzerinde ne işi olduğunu bilmiyordu. Bu koridorların neresi olduğu hakkında herhangi bir fikri yoktu. Bu rüyanın kısa sürmesini umuyordu, çünkü korkunçtu. Uzun ve dar koridorlarda ne işi olduğunu bilmiyordu. Bu koridorları aydınlatan tek ışık kaynağı, her on metreye bir yerleştirilmiş, karşılıklı duran meşalelerdi. Onlar bile, aydınlatma işini doğru düzgün gerçekleştiremiyordu. Bir an dışarıya çıkmak istiyordu. Çıkamazsa delirecekti sanki. Loş ve dar koridorlar onu iyice boğmaya başlamıştı. Boğazını, görünmez ellerin tuttuğu hissedebiliyordu. Cüppesini çıkartmak isteyen ruhların, onu sardığını hissedebiliyordu.
“İşte başlıyoruz.” İliklerine kadar işleyen korkunç bir soğuk tüm bedenini sarmıştı. Mevsim değişiyordu sanki. Kış mevsimine dönmüş gibiydiler. Kalbinin hızlı atışları, kulaklarına dolan hışırtılarla iyice hızlanmıştı. Hayatı değişiyordu, çağ değişiyordu sanki. Uzun pelerinli, iğrenç kokulu yaratıklar her yerini sarmıştı. İğrenç ve çürümüş elleri olan, solgun bakışlı, geniş ağızlı bir ruh emici, diğer arkadaşlarıyla birlikte onun etrafını sarmıştı. Aynı ruh emici iğrenç elleriyle onun boğazını kavramış ve ruhunu emmeye başlamıştı. Hayatının tükeneceğini hissediyordu. Ruhu tükeniyordu artık. Bir ruh emici için tükeniyordu. Hayatının bundan sonra devam etmeyeceğini düşünüyordu. Korkunç ve iğrenç düşünceler eşliğinde ruhu emilmeye devam ediyordu. Sonra pat! İşte o an gelmişti. Uyandığı an. Bir pat eşliğinde uyanıvermişti. Bu korkunç kabusun içinden kurtarılmıştı.*
Sesli bir çığlık koptu yatakhanede. Pat sesinin nereden geldiğini öğrenebilmişti. Baykuşu içeriye hızlıca girmişti ve kafasını duvara çarpmıştı. Pençesinde tuttuğu kutuyu aldı ve baykuşuna, minnettar olduğunu belirtmek amacıyla birkaç parça yem verdi. Meraktan kutuyu eliyle iki kez salladı. İçinden bir kumaş sesi çıkmıştı. Ne olduğunu gerçekten merak etmişti. Sıkı bir şekilde kapatılmış kırmızı, tahta kutuyu, telaşlı bir şekilde açtı. Aynı anda kırmızı bir ışık fıskiyesi çıktı dışarıya. O anda ise mavi yatağını bir kıyafet süsledi. Annesini balo için gönderdiği sihirli bir kıyafetti. Bir smokine benziyordu, ama tam olarak bir smokin değildi. Boyuna göre birazcık uzun olan beyaz-gri bir gömlek, siyah bir ceket ve altında hepsini tamamlayan siyah bir pantolon vardı. Gömleğin renginin bir ton koyusu renkte olan papyonu takmama kararı almıştı.
Baloya testrallerle gitmek ayrı bir heyecan olacaktı onlar için. Testrallere şu ana kadar hiç binmemişti, hatta onları görmemişti bile. Sihirli Yaratıkların Bakımı dersinde öğrendiği kadarıyla onları sadece ölüm görenler görebilirdi. Onların nasıl bir şey olduğunu epey bir merak ediyordu. Ama görebilmesi imkansızdı. Onları görmek için ise birisinin ölümünü görmeyi istemezdi. Onları görmeden, onların üzerine binmek, Johnny’e deli saçması geliyordu. Havada tek başına uçuyormuş gibi bir his olmalıydı.
En son Johnny Amoux Malfoy tarafından Ptsi 27 Ekim 2008, 18:22 tarihinde değiştirildi, toplamda 15 kere değiştirildi | |
| | | Johnny Amoux Malfoy Tılsım Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1643 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12201 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 12/03/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 20:03 | |
| Bir Saat Sonra
Herkes akşam yemeği için hazırlanıyordu. Birçok öğrenci büyük salona ilerlemeye başlamıştı bile. Herkes maskeli balo için oldukça heyecanlıydı. Giyecekleri kıyafetlerden bahsediyorlar ve prens-prenses olmanın hayal ediyorlardı. Aynı hayal Johnny için de geçerliydi. Hogwarts’daki itibari ve diğer birçok şey için bu oldukça önemliydi. Aslında seçilmezse bile onun için fazla önemli değildi. Önemli olan bu baloya Lily ile gitmesiydi. Onunla dans edeceği için mutluydu. Yaklaşık beş aydır sevgili olarak yaşıyorlardı. Beş ay ne kadar çabuk geçmişti. Ortak salona karşılaştıkları ve sıcaklığı hissettikleri günü daha dün gibi hatırlıyordu. Düşünceleri, leziz yemeklerin kokusunu bulunca son buldu. Ravenclaw masasının en ucuna oturarak tabağına, önünde bulunan tüm yemeklerden birkaç parça aldı. Hepsi de oldukça leziz görünüyordu. Yaklaşık yarım saat içinde tabağında bulunan tüm yemekleri yiyerek balkabağı suyunu içti ve büyük salondan ayrıldı. Burası onun içini pek açmıyordu. Ders çalışmak için pekte uygun bir yer değildi zaten. Sürekli öğrencilerin olduğu bir yerdi. Onun için vazgeçilmez olan yer kütüphaneydi. Kütüphanenin tek eksiği zaten Madam Pince’ydi. Johnny de onu rahatsız edecek pek bir şey yapmıyordu zaten.
Bugün erken yatmanın onun için daha iyi olabileceğini düşünüyordu. Çünkü yarın epey bir yorulacaktı. Maskeli balo’nun kaç saat süreceği konusunda bir fikri yoktu. Ancak çok uzun sürmesini diliyordu. Belki de şu ana kadar Hogwarts’da yapılan en önemli etkinliklerden biriydi maskeli balo. Bir sevgilisi vardı neyseki. Tek başına gitmektense, bir partner ile gitmeyi yeğlerdi. Belki de bir sevgilisi olmasaydı tek başına gitmek zorunda kalacaktı. Böylece prens olma şansını da kaçıracaktı.
Artık kendini düşüncelere boğmanın saçma bir şey olduğunu kabul etmeye başlamıştı. Neden bu kadar düşünüyordu sanki? Onun için en iyisi iyi bir uyku çekip yarın yapılacak olan yolculuğa kendini bedenen ve ruhen hazırlamaktı. Ruh hali olarak oldukça hazırdı zaten. Geçen dönemlerde Madamoiselle Laurent’in öğrettiği dans dersleriyle bir şeyler yapmaya çalışacaktı. Çünkü bu dönem dans derslerini almayı istememişti. Ona göre oldukça sıkıcı ve kimine göre gereksiz bir dersti. Kafasını yastığa hızlıca koydu. Baloyu düşünmenin verdiği heyecanla kalp atışları biraz daha hızlanmıştı. Kenarı mavi işlemeli kalın yorganını zarifçe ayaklarının altına çekerek uyumaya koyuldu. Bir rüya görmemeyi umardı. Bugün zaten yeterince rüya görmüştü.
*****
Yeni bir güne uyanmanın keyfiydi bu belki de. Gülümseyen sıcacık güneşe merhaba demişti her sabah yaptığı gibi. Serin serin esen bir rüzgar, yarı açık pencereden sırtına doğru esiyordu. Kenarı Ravenclaw temsili kartal resmi ile süslenmiş olan tül istemsizce çırpınıyordu rüzgarın etkisinden. Aynı çırpınmayı üzerindeki gecelikte sergiliyordu. Johnny geceliğini sessizce çıkararak kıyafetini giydi. Annesi ilk defa onun için uygun bir kıyafet göndermişti. Uzun bir kuyruğu olan siyah renkli bir smokin vardı kıyafette. Kenarı bembeyaz tüylerle işlenmiş ve alnıyla birlikte elmacık kemikleri ve gözlerini kapatan bir maske vardı. Altında smokini ile uyumlu bir siyah renkli bir pantolon vardı. Her adım attığında pantolondan minik bir hışırtı sesi duyuluyordu. Gömleğiyle aynı renkte olan bir papyon onu tamamlıyordu. Ayrıca maskeye ek olarak şapka benzeri bir şey ve şapkanın üzerinde uzun bir kuş tüyü vardı. Oldukça beğenmişti bu kombinasyonu. Kahvaltısını yapar yapmaz Hogwarts’ın açık arazisine doğru yol aldı. Birçok öğrenci kıyafetleriyle hazır bir şekilde testralleri bekliyordu. Belki de testraller oradaydı. Ama Johnny’nin görmesi imkansızdı.
Lily’i yakalamıştı gözleri. Kıyafeti Johnny ile oldukça uyumlu olmuştu. Onun üstünde bembeyaz ve derin dekolteli bir elbise vardı. Maskesi neredeyse tüm yüzünü kapatmıştı. Elbiseyle aynı renkte olan maskenin kulak misali iki tane çıkıntısı da vardı. Onu görünce kalbi durmuş gibi olmuştu. Elinden utangaç bir şekilde tuttu. Dudaklarını kıpırdatmakta zorlanıyordu. Belki de hiçbir şey demese onun için daha yararlı olacaktı. Takıları ve eldiveni tamamlamıştı Lily’i. Johnny’den daha şık olduğu kesindi.
15 Dakika Sonra
Kısa bir zaman diliminin ardında müdire Profesör Derwent’ın emri üzerine testrallere binildi. Profesörlerin yardımıyla binmişti Johnny. Çünkü onları göremiyordu ve gören birinin ona yardım etmesi lazımdı. Kendini havada hissediyordu bir testralin sırtında olmasına rağmen. Yüzlerce öğrenci havadan bir metre yukarda oturmuş bir şekilde bekliyordu. Oldukça garip bir durumdu aslında. Gidecekleri yerin yakın olmasını umuyordu. Daha havalanmamışken bile kendini kötü hissetmişti. Testrallerin toprağı pençeleriyle eşlemesini izlerken ani bir şekilde havalandıklarını fark etti.
Testralleri göremese bile eline bir çıkıntı gelmişti. Testralin tepesi olmalıydı. Onu korkuyla tutarak rüzgarın tadını çıkarmaya başladı. Oldukça serin bir rüzgar esiyordu. Testrallerin uçma hızından kaynaklanmalı ki midesi bulanmıştı ve başı dönmüştü. Elbisesini havalandırıyordu rüzgar saçıyla beraber ritmik bir şekilde. Bu yolculuğun bir an önce bitmesini umuyordu. Daha fazla dayanamayabilirdi. Biraz garip gelmişti ona aslında. Havada tek başına uçuyormuş gibiydi. Düşecek gibi hissediyordu. Yere bakmamayı tercih ediyordu. Ama kısık gözleri yere doğru bakınca büyük bir topluluk ve çok güzel bir alan görmüştü. Testrallerde anında aşağıya doğru bir hamle yapmıştı. Nihayet balo alanına gelmiş olmalıydılar.
Kısa bir yolculuk ve sonunda onları bekleyen büyük bir sürprizdi bu alan. Çünkü oldukça güzel bir alan olmuştu. Havada asılı bulunan renkli renkli süsler ortama gayet hoş bir hava katmıştı. Renkli süslerden neredeyse hiçbir yer gözükmüyordu. Ortama güzel bir müzik yaygındı. İçeceklerin ve yiyeceklerin satıldığı bir alan vardı. Birçok ünlü büyücü yerlerini çoktan ayırtmış olmalıydı. Çünkü birçoğu gelmişti. Kalbi biraz daha hızlanmaya başlamıştı. Oldukça eğlenceli geçecekti birkaç saati. Gözleri Lily’i bulduğunda onun yanına doğru hamle etti ve elinden tutmaya başladı. Balonun bir an önce başlamasını umuyordu. Büyük, yeşil arazinin sağ tarafında büyük bir dans pisti bulunuyordu. Ünlü bir sanatçının veya sanatçıların çıkacağını umuyordu. Birçok sima ve yüzü belirgin olmayan siluet karşı karşıyaydı. En öndeki testralden inen Amortentia, her zamanki sert ve kaba adımlarla, balo arazisine 10 galleon karşılığında girdi. Johnny, siyah işlemeli pantalonunun cebinden 10 galleon çıkararak, sıra ona gelince görevliye verdi. Kocaman bir araziyi almıştı ayaklarının altına. Birçok kişiyi görebiliyordu. Bütün öğrenciler burada olmalıydı. Tepede, sihirle asılı duran süslerden gökyüzünün bir kısmını görebiliyordu ancak. Lily'nin elini sıkı sıkıya kavrayarak adımlarını, danstan yorulan büyücüler için olan sandalyelere doğru yöneltti. Lily ile beraber rahat, puf benzeri sandalyelere oturdular. Lily'nin oldukça güzel gözlerine bakakalmıştı yine. Bu gözler Johnny'nin bedenini çekip alıyordu sanki. Ruhunu çekip alıyordu. Sanki karşısından Lily değil, bir ruh emici oturuyordu ve onun ruhunu emiyordu. Her ne olursa olsun onun için, kendini feda etmeye hazırdı. Karşılık beklemeden.
En son Johnny Amoux Malfoy tarafından Ptsi 27 Ekim 2008, 18:22 tarihinde değiştirildi, toplamda 8 kere değiştirildi | |
| | | Disbel Molaco Hufflepuff Bina Sorumlusu, SYB Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 398 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11940 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 19/08/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 20:08 | |
| Disbel kafasını yerden kaldırdı. Yaslandığı duvardan bütün ortak salonu görebiliyordu. Duvara yapışık elleriyle kendini biraz kaydırarak etraftaki hoş telaşı izlemeye başladı. Balo vardı ve bunun için herkes hazırlanmaya başlamıştı. Bazıları çoktan hazırlanmış, bazılarıysa ellerinde maskeleri veya kostümleriyle duran birçok kişi konuşmaktaydı şu anda. Yüzündeki gülümsemeyle artık kendisinin hazırlanma zamanı geldiğini düşünerek duvardan ayrıldı. Ağır adımlarla ilerledi yatakhanesine doğru.
Yatakhanede kimse yoktu. Kendini yatağının üstüne bırakarak daha çok zaman olduğunu gördü. Diğerleri de büyük ihtimalle sonra hazırlanacaktı. Erkenden hazırlanmasının ona pek bir zararı olmazdı. En fazla birkaç kişiyle kıyafeti hakkında konuşurdu. Hemen üzerini çıkardı. Baloyu öğrendikten sonra ailesinin ona gönderdiği yarı açık paketi aldı yatağının altından. Kim olduğu hakkında pek bir fikri yoktu bunun. Önceki denemesinde giysinin göründüğü kadar rahatsız olmadığını anlamıştı. Tek parça kıyafeti çıkararak yatağın üstüne attı. Bu haliyle gri çarşaf benzeri bir şeyi andırıyordu. Ardından onu eline alarak kafasını sokması gereken yeri aradı. Bir süre kıyafetle boğuştuktan sonra kafasını içine soktu. İçeriden dışarısı bulanık olarak görünmekteydi. Kafasının yaptığı uzun bir yolculuktan sonra dışarı çıkmasıyla beraber kollarını da giysiye soktu. Üstüne baktığında kıyafetin hala bir kostüme benzemediğini gördü. Tam o anda kıyafet yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Neler oluyordu? Disbel ayaklarındaki baskıya karşı koyarak düşmemeye çalışıp gözlerini yumdu. Bir süre sonra sıkışmanın yüzüne yayıldığını hissetti. Kıyafet durana kadar birkaç saniye bekledi. Sonunda durmuştu. Önceki deneyişinde bunların hiç biri olmamıştı. O zaman üzerinde kıyafetleri olduğu için olmuş olmalıydı bu.
Ağır adımlarla, ki artık hızlı adım atamıyordu, yatağın ucundaki boy aynasına doğru ilerledi. Onun önünde durup derin bir nefes aldıktan sonra kendine baktı. Şaşkınlıkla arkasına dönüp tekrardan aynaya döndü. Kendinin olmayan bir yüz altında kendisininkinden daha az atletik bir beden vardı; ancak Disbel’in ağzının hala açık olmasına neden olan şey ise, arkasındaki yatağın, gri tonlardaki karnının içinden görünmesiydi. Yüzü, saçalarlı gözleri, baştan aşağı saydam bir griye bürünmüştü. Elinde olmadan sesli şekilde güldü kısa bir süre. Ardından ortak salondakilerin vereceği tepkiyi düşünerek gülümsedi. Eliyle yüzüne dokundu yavaşça. Yanağını avuçlayarak bir süre bekledikten sonra hafifçe kaşlarına dokundu. Biraz yaklaşarak grilerin içindeki mavi gözlerini yakalayarak tekrardan gülümsedi. Ardından ayaklarına bakarak bir iki adam geri attı. Attığı adımlar nasıl olduğunu anlamasa da süzülüyor gibi görünüyordu şu anda. Bu kostüm mükemmel bir şeydi. Yavaşça yatağına doğru ilerleyerek paketi yatağın altına doğru soktu ve yatağın üstündeki kıyafetleri katlayarak yastığının üzerine koydu. Ardından yeniden aynanın önüne geçti. Bunu her istediği zaman giyebilecek olmasını umdu bir an. Balo sonrası bir daha kullanılamayacak olması oldukça kötüydü. Yine de bu gece bu kıyafete sahip olmak onu oldukça mutlu ediyordu. Balo şu anki kadar sorunsuz geçerse evde ailesine nasıl teşekkür edeceğini bilmiyordu. Bu kadar kısa sürede böyle bir kostüm yollamalarından dolayı çok mutluydu Disbel. Bir anda kapıdan gelen sesle kafasını çevirdi. Bir anda içerisi her gece olduğu kadar dolu olunca gülümsedi Disbel. Giyinmek için gelmiş olmalıydılar. Tam zamanında bitirmişti işini. Yavaşça, kendisine yönelmiş kafaların arasından, kapıya doğru ilerken gelen “Sen misin Garda?” sorusuna kafa sallayarak yanıt verdikten sonra dışarı çıktı.
Dışarıdaki telaş hale yerli yerindeydi. Kostümlülerin sayısı gözle görülür bir şekilde artmıştı. Ağır adımlarla biraz önce yaslandığı duvara doğru ilerledi. Birçok göz bir süre üzerine kilitlenip ardından konuştuklarına dönüyordu. Bazılarının onun hakkında konuştuğunu hissedebiliyordu. Gülümseyip iki elini de arkasından duvara koyarak kendini ağır ağır duvara yapıştı. Etrafı izlemeye başladı. Aslında her gün yüzünü gördüğü insanlardan farklı birileri vardı karşısında sanki. Bu görüntülerin ona hatırlatacağı bir şey arasa da hiçbir şey gelmedi aklına. Gülümsemesini bozmadan izlemeye devam etti. Kendisi hakkında konuşan bir grubu izlemeye başladı. Canı sıkılmaya başlamıştı. Bir hiçliğe bakmaktaydı sanki. Gözlerini kapayarak bir süre bekledi. Bir anda karşısından gelen sesle yerinden sıçradı. Duvara boylu boyunca yapışmış bir şekilde karşısındaki kıza baktı. Küçük, sarı saçlı bir çocuktu. Üstünde bu kadar yakından ne olduğunu anlayamadığı yüzünün yarısını kapayan bir maske vardı.
“Sen nesin?”
Disbel gülümseyerek baktı kızın yüzüne. Ardından ağır ağır cevap verdi. “Ben bir hayaletim. Adım Garda.” Kızın şüpheli bakışlarından sonra gelen gülümsemeyle Disbel de ona gülümsedi. Kız uzaklaşıp arkadaşlarının yanına giderken onu izledi. Belli ki arkadaşlarına Disbel’i anlatıyordu. Yapışmış olduğu duvardan ayrılarak birkaç adım attı. Ortak salon hızla dolmaktaydı. Belki de artık gitme zamanı geliyordu. Hiç acele etmeden gitmek için ağır adımlarla ve yolda ona bakan birinci sınıflara gülücükler dağıtarak ortak salonu aştı ve dışarı çıktı. Dışarıda kimse görünmüyordu şu anda. Balodan önce mutfağa gitmek iyi olabilirdi ancak şimdi ona vakit harcarsa sonra işlerin aceleye gelme ihtimali vardı. Macera aramaya hiç mi hiç gerek yoktu şu anda. Adımlarının hızını değiştirmeden yürümeye devam etti. Bir anda olduğu yerde çakılıp kaldı. Asasını yanına almamıştı. Cüppesinin cebinde bırakmıştı onu. Kostümün izin verdiği bir hızla ilerleyip yine girdi Hufflepuff ortak salonuna. Ortak salon o çıktığından daha da doluydu şimdi. Hızlı adımlarla yatakhanenin kapısına kadar gitti. Kapıyı açıp içeri girdi telaşlı bir şekilde. İçerisi boş bir kazanı andırıyordu. Belli ki diğerleri bu süre içinde hazırlanıp ortak salona gitmişlerdi. Hızla yatağının üzerine doğru gitti ve oraya kollarıyla yaslanarak yastığın üzerindeki cüppesini boylu boyunca serdi. Bir süre boğuştuğu iç ceplerden elini asasıyla birlikte çıkardı sonunda. Rahatlayarak gülümsedi ve kostümde asasını koyacak bir yer aradı. Tam da sağ cebinin orada asanın tamamını içine alacak bir cep vardı. Asa o cebe girip adeta görünmez olurken Disbel şaşkınlıkla bıraktı onu. Ağır adımlarla ortak salona gitti. Rahat rahat hareket etmeyi planlıyordu ama artık pek rahat olamayacaktı artık anlaşılan. Ortak salondakiler birer birer dışarı çıkmayı başlamıştı. Adımlarını diğerlerine uydurup onların arasına katıldı. Etraftaki kostümleri incelemek istese de sadece önüne bakmakla yetindi. Bir süre öylece yürüdü. Bir süre sonra gelen Ravenclaw ve Gryffindorlılarla birleşene kadar Disbel pek etrafa bakmadı. Ancak bu iki grupla birleşip oluşturdukları büyük grupta bir sağına bir soluna bakmadan edemedi. Bir süre sonra Slytherinliler de onlara katıldı. Birçok farklı kostüm vardı etrafta. Birçok kanat görmekteydi Disbel. Siyahlı mavili birbirinden çok farklı kostümler de dikkatini çekmekteydi.
“Başka bir hayalet daha demek…”
Disbel sağına baktığında yanında uçan hayaleti görerek ağzı açık bir şekilde yürüdü bir süre. Şaşkınlığının geçmesinin ardından hayaletin kim olduğunu çıkarmaya çalıştı. Büyükçe göbeğinin üstünde duran elinin birleştiği düşük omuzlarla tombul bir surat. Şişman Keşiş’ti bu. Ona attığı küçük gülümsemenin ardından konuşmaya başladı Disbel.
“Ben Garda. Kostümüm güzel mi?”
“Ah, Garda. Tahmin etmeliydim. Tabi kostümün çok güzel. Keşke havada süzülebilseydin. Baloya kadar benim yanımda gelmeni isterdim doğrusu.”
Disbel Keşiş’e gülümseyerek karşılık verdi. Artık daha fazla yürüyecek bir yol kalmamıştı. Kapıdan topluca çıkarlarken Disbel direk karşıya baktı. Okula gelirlerken kullandıkları arabalar şu anda buradaydı. Grup biraz hızlanmış bir şekilde hiçbir şeyin çektiği o arabalara doğru ilerlerken Disbel de onlara katıldı. Arabaları çeken hayvanları hep merak etmişti. Eğer onları görebilseydi şu anda yanlarına koşar ve uzun süre onları izlerdi. Ancak göremiyordu işte. Bir yandan görebilmeyi çok istese de bir yandan da istemiyordu. Görmesi için gerekli olan şeyi düşünmek bile istemiyordu şu anda. Düşünceleri kafasından atarak arabalara kadar yürüdü. Bir arabaya altıncı olarak en kenardaki koltuğuna bindi ve gülümseyerek arabanın kapısını kapadı. Hogwarts’ta geçirdiği bunca sene boyunca görmediği kadar büyük bir balo görebilirdi bu akşam. Yanında kendinden küçük birkaç Hufflepufflı vardı. Hepsinin üzerindeki kıyafetler Disbel’inkine göre sönük kalacak durumdaydı ki hepsi şu anda ona bakmaktaydı. Bir süre boyunca arabalara binildi. Ardından nedeni anlaşılmayan bir sessizlikle beraber gelen bir bekleyiş başladı. Bu süre içinde arabalardaki insanlar yavaş yavaş konuşmaya başladılar tekrardan. Disbel ise Hogwarts’a baktı uzun uzun. Bir anda gelen sesle kafasını ileriye çevirdi. En öndeki araba hareket etmeye başlamıştı. Ardından bir diğeri ve sonra bir diğeri. Disbel kendi arabalarının tekerleri gıcırdayarak harekete geçtiğinde oturduğu yere biraz daha kuruldu. Arabalar hızla Hogwarts’tan uzaklaşıyordu. O heybetli taş duvarlara sahip şato gözden kaybolana kadar onu izledi Disbel. Bir süre sonra bakışlarını önlerindeki arabaya çevirdi. Tekerlerinin her bir dönüşü bir diğerininkiyle eşit gibiydi. Ve o kadar hızlı dönüyorlardı ki Disbel onlara bakmaktan kendini alamıyordu. Yanındaki küçük Hufflepufflılar fısıldayarak ve arada gülüşerek konuşurken Disbel arabaların duracağı yere ulaşmasını bekledi heyecanla. Artık dağların arasından gitmekteydi arabalar. Dağların bazıları izlenmeye değerdiler ancak Disbel şu anda önüne bakmaktaydı sadece. Hevesle balonun olacağı yeri görmek için bakıyordu dağların arasındaki loşluğa doğru. Bir süre bakıştığı o loşluğun bir anda göz kırptığını gördü Disbel. Gelmiş olmalıydılar. Arabalar hızlarını azaltarak ilerleyişlerini durdururken Disbel arabalardan inen ilk öğrencilerden biri oldu. Burası… Disbel’in gördüğü en ihtişamlı yerlerden biriydi. Kendisinin burasının içinde iyice görünmez kalacağından korktu bir an. Böylesi bir yerin nasıl yapıldığını anlamak güçtü. Şaşkınlık içerisinde oraya bakmaya başladı. Bembeyaz örtülü o masalar sanki özenle koyulmuş ve sonu zor görünen bir ipi andırmaktaydılar. Dikkatini masalardan zorla çekti Disbel. Havada asılı duran ve etrafın hala aydınlık kalmasını sağlayan o lambalara bakmaya başladı. Hepsine uzun uzun baktı. Hogwarts’ta bile bu kadar ihtişamlılarını görüp görmediğini düşünüyordu. Bir anda arkasına dokunan elle birlikte arkasına hızlı bir şekilde bakış attı. Tepkisinin aniliği arkasındaki küçük çocuğu da şaşırtmış olmalıydı ki masum bir şekilde elini ileriye doğru uzattı. Artık ilerlemeye başlamışlardı. O da grubun hızına yetişerek ilerlemeye başladı. Olduğu yere çakılıp kalmamak için başını yerde tutmaya çalışıyordu.
**Tek mesaja sığdı =)**
En son Disbel Molaco tarafından Salı 26 Ağus. 2008, 22:57 tarihinde değiştirildi, toplamda 3 kere değiştirildi | |
| | | Christian Dayrnt Black Britanya ve İrlanda Qudditch Karargahı Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1281 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12316 Ekspresso Puanı : 4 Kayıt tarihi : 28/01/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 20:30 | |
| || Balo İçin Güzel Bir Giriş || Akşam saatinde aynanın karşısına geçmiş balo için hazır bulunan kıyafetlerini deniyordu. Heyecanlıydı biraz. Partnersiz olarak gitmenin burukluğunu yaşıyordu içinde. İlk kez yalnız kaldığının farkındaydı ve bu insana biraz koyuyordu. Şimdi bunu unutmak için başını iki yana salladı ve kanatlı elbisesini giydi. Kanatları kullanıp kullanamayacağını denemek için zihninden kanatları oynatmaya çalıştı. Evet, hareket ediyorlardı. Kendi kendine ' Süper bir beceriniz var Madam Malkin. Size yaptırdığımdan asla pişman olmayacağım sanırım. ' diye düşündü. Sonra onlarla uçmayı denedi odanın içinde. Çocuklaştığının farkındaydı fakat içinde akıl alınmayacak bir merak vardı ve bu denemesini söylüyordu. Elbette karşı gelememişti. Çok fazla olmasada biraz yükselmişti ve ona biraz umut verdi bu. Bu onun aklına bir an için Testrallerle gitmeyeceğini sokmuştu fakat bunun imkansız olduğunun bilincindeydi ve havadan indi. Suratını asarak her şeyi kontrol etti ve aşağıya inmeye koyuldu.
Kapının önüne vardığında herkesin kıyafetleriyle orada hazır olduğunu gördü. Çok güzel kıyafetler vardı, profesörlerde bile. Dayrnt'da kendi kıyafetini beğenerek almıştı ve bu kıyafetle ortalıkta kasıla kasıla dolaşabilirdi. Tabii partneri yoktu tek sorun oydu. Bu sorun aklına gelince tekrar suratını astı ve etrafına bakındı. Etrafına bakınırken gözleri Alessia'yı buldu. Gözleri birbirine çalıştı ve Alessia gözlerini Dayrnt'dan ayırdı. Onunda partneri yok gibiydi. Dayrnt buna sevinsede orada ona birilerinin sulanacağını biliyordu ve bundan çok tedirgin oluyordu. Alessia sevmeye bilirdi fakat Dayrnt ona bağlanmıştı ve ondan ayrılmaya niyeti yoktu. Ne kadar görüşemeseler, ayrı kalsalar, vs, vs... Aşk buydu işte. Birbirlerini unutmuyorlardı - tabii bu Dayrnt için geçerliydi. Bir an için Alessia'nında onu sevdiğini düşündü fakat gözlerini kaçırma tarzı nefret eder gibiydi. Gözlerini devirdi ve testrallere ilerlemeye başladı.
Testralleri görebiliyordu. Buna üzülmüyordu aslında. Gördüğü ölüm yakın çevresinden değildi. Sadece babası ile Muggle semtinin içinden geçerken bir adamın kendini kestiğini görmüş ve bu olayı şaka sanmıştı. Bunu yaşının üstüne atmıştı sonraları. Aslında küçükken aptal olmasından kaynaklanıyordu. Fakat o bunu hiç kabul etmezdi. Kendine bile yalan söylerdi gerektiği zaman. Fakat şimdi söylemiyordu. Bariz yalnızdı işte. Bunun konuyla ne ilgisi var bende bilmiyorum. Burada yazanların hepsi onun düşünceleri. Oradan oraya atlaması hep onun suçu. Ben onun zihninin yazıcısıyım diyebiliriz. Biraz hikaye veya kitap anlatıcısı gibi. Fakat benim anlattığım Dayrnt'ın yaşamı ve zihni..!
Herkesin testrallere yaklaşmasıyla oda birine atadı ve profesörleri bekledi. Daha sonra herkesin hazır olduğunu gördüğünde kulağına eğildi ve: " Hadi dostum, tam gaz olarak Balo'ya gidiyoruz! " dedi ve testralin birden hızlandığını fark etti. Tüyleri diken diken olmuştu - kanatları bile. Düşme korkusu yüzünden sıkıca sarıldı. Onun ellerinin kenetlenmesi testralin etinin sıkışmasına yol açmıştı. Hayvancağız birden acı bir çığlık koyverdi. Herkes -uçarken bile- Dayrnt'a bakınca birden ellerini gevşetti ve gayet cesurca gitmeye devam etti. Aslında korkuyordu ve korkak biri için cesur taklidi yapmak fazlasıyla zordu. Fakat Alessia yanında uçarken asla kendini rezil etmezdi. Testralden düşmek bile olsa ucunda yinede Alessia sayesinde korkusunu yenebilirdi. Kimi zaman ölmek isterdi zaten. Hayal kurardı hep. ' Ben can çekişsem, Alessia yanıma ağlayarak gelse ve başımı dizlerine alsa, beni terk etme dese, bende çok üzgünüm desem ve ölsem. Acaba onun yaşamı nasıl olur? ' diye geçirir aklından ve Alessia'nın hayatını kurkulamaya başlar. Her kurguya göre yüz ifadesi ve tavırları değişir. Çünkü çok alıngandır ve olmamış olayları olabilecek sanır!
Dayrnt bunları düşünürken testralin üstünde dengesinin iyicekötüleştiğini fark etmemişti. Birden testral altından kayıyor gibi oldu ve ayaklarını hayvana kenetleyerek kanatlarını çırpmaya başladı. Düştüğünü hissettiği sırada -Alessia'da onu düşüyor sanmıştı- Alessia'dan bir inilti koptu. Dayrnt korkuyla ona baktı. Bir yandan kanatlarını çırpıyordu ve hava atıyordu. Diğer yandan ise Alessia'nın neden korktuğunu merak etmişti. Fakat Alessia tam olarak Dayrnt'a bakıyordu. Dayrnt utandı ve kafasını önüne eydi. Acaba Alessia kanatlarından mı korkmuştu, düşmesinden mi? Bu konuda bir fikri yoktu fakat dikkatlice düşününce mantıklı bir sonuca vardı. Alessia'nın korkusundan geçmişti artık. Demek ki Alessia bir gözüyle onu izliyordu. Dayrnt bunu düşününce biraz havalndı. Zaten narsist biriydi, bu düşünce onu daha kötü bir vaka haline geitrdi. Kanatlarına biraz daha güc verdi. Şimdi neredeyse en öne geçmişti. Kollarnı açtı ve aksesuar olan kanatlarını kullanmayı kesti. Yoksa bir profesörden azar yiyecekti. Bunun için testralini yavaşlattı ve en arkaya geçti. Şimdi rahattı, yinede biraz tedirginlik vardı tabii!
Testrallerden indiklerinde Dayrnt hemen Alessia'nın yanına gitti. Sıkıca kolundan tuttu ve öğrencilerin daha seyrek geçtiği bir yere götürdü. Kolunu ıraktı ve ona ciddi ciddi: " Alessia bak, bana neden böyle davrandığını bilmiyorum. Bana olan duyguların geçti mi yoksa sadece bir heves miydi bilmiyorum. Şu durumda tek bildiğim şey; ben seni seviyorum. Seni üzecek bir şey yaptıysam beni affet fakat, lütfen bana böyl davranma! " dedi Dayrnt sabırsız bir tavırla. Alessia: " Ama Dayr... " demişti ki birden Dayrnt elini onun beline doladı ve nu öpmeye başladı. Kompartımandan sonra şimdi burada öpüşüyorlardı. Yine aynı duyguyu vermişti Dayrnt'a. Fakat onları izleyen 2 ufak feledi görünce dudaklarını Alessia'nın dudaklarından ayırdı ve çocuklara göz kırparak gitmelerini işaret etti. Çocuklar koşuşturarak onlardan uzaklaştı. Şimdi Dayrnt tekrar Alessia'ya dönmüştü. " Ne diyorsun? Beni seviyor musun... yoksa cevabın olumsuz mu? " dedi Dayrnt. Alessia bir an bir şye demedi. Sadece sırıttı. Dayrnt bu sırıtışı hiç beğenmemişti. O yüzden ona baktı ve: " Ne? " dedi. Alessia ona akrşılık olarak: " Seni seviyorum. Aslında böyle aptal bir düşünceye nasıl kapıldığını bilmiyorum. Daha hiçbir şey belli olmadan kendimi kaptırmaktan korktum. " dedi ve bu sefer Alessia onun beline dolanmıştı. Dayrnt'ın gözleri bir anda açıldı ve öpüştüğü kıza baktı. Evet bu gerçekten sevdiği kızdı. Gözlerini kapattı ve Dayrnt'da ona dolandı. Gece Dayrnt için çok güzel başlamıştı. İşte şimd mutluydu. Sevdiği kızın beline dolanmıştı ve balonun olduğu yerde çiftlere selam veriyordu. Gözlerini Alessia'ya çevirdi. Tam o sırada Alessia'da ona bakıyordu. Dayrnt gülümsedi ve ona bir öpücük kondurdu. Alessia na gülümsemeyle karşılık verdi. Anlaşılan Alessia'da mutluydu. Ama her mutluluğun bir sonu vardır. Dayrnt bu mutluluğu elde etmişti fakat kafasında hala bir ünlem vardı. O da ' Bu gece asla bitmemeli! ' idi! | |
| | | Vynsja Croweix The Nocturnal Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1500 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12304 Ekspresso Puanı : 5 Kayıt tarihi : 11/02/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 21:05 | |
| Issız, karanlık bir koridorda duruyordu rüyasında. Düşündüğü, daha doğrusu hissettiği ilk şey, havanın aşırı derecede soğuk olmasıydı. İstemsizce titredi, üzerindeki siyah, uzun tuvaletin etekleri uçuşurken. Burnuna çarpan ağır, değişik bir koku da rahatsız ediyordu onu. Biraz yosun, küf ve klor kokusu karışmıştı. Onun için yaşam, korku ve ölüm demekti bu koku. Acı var burada, ızdırap var. Kapana kısıldın çıkamazsın. Korkmuş, küçük bir kız çocuğunun sesiydi bu... Kafasının içinde yankılanıyordu, hiç susmayacakmış gibi. İlk anlarda biraz bu sese -belki de 'sesin sahibi olan kıza' demek daha doğru olurdu- acımıştı, ama ona saatler gibi gelen saniyelerin ardından öfkelenmeye başlamıştı. Elleriyle kulaklarını kapatmak istedi, fakat başını eğdiğinde ellerinin zincirlerle duvarlara bağlanmış olduklarını farketti. Çığlık atmaya çalıştı, fakat sesi çıkmıyordu. Başını geriye atıp, tüm gücüyle zincirleri kopartmaya çalıştı. Bileklerinin olağan dışı bir şekilde ağrıması dışında bir değişiklik yoktu. Şimdi yanaklarında, alnında ve açık olan omuzlarında ter tanecikleri belirmişti. Yıllardır mavi olmaya çalışmış, fakat griye hapsolmuş gibi gözüken solgun gözlerini tavana diktiğine kendi görüntüsüyle karşılaşmıştı, tek bir farkla. Aynadaki kızın yüzünde beyaz bir maske vardı. Sanki bir tür maskeli balodaymış gibi... Mutluydu kız, kahkahalar atıyordu ardı ardına. Kendi etrafında dans edermişçesine dönerken bir an Ales onun uçacağını sandı. Ama öyle olmadı, sadece görüntüsü giderek saydamlaştı... ve kayboldu. Sen yaptın... Sen öldürdün onu, değil mi? Oysa ki ikiniz de mutluydunuz. Ama sen ne yaptın, onu kabullenemedin. Bir gün olacaktı bu. Biliyordum. O lanet olası seslerden birisi daha... İleriki günlerde Nessa olarak tanımlayacağı, sözünü sakınmayan, güçlü sesti bu. Nessa, onun çocukluk arkadaşı. Daha doğrusu 13 yaşındayken tanıştığı, 14 yaşında ise aniden soğuduğu. Bunun nedenini asla öğrenememişti o, ama Ales ona söylemeyi hep düşünmüştü. Neydi sahiden? Şimdi kendisi bile unutmuştu. Hatırlamak istemiyorsun diyelim şuna, kızım.
" Ah, kapa o lanet çeneni artık! "
Bu sözcükler bir fısıltı halinde dudaklarından dökülürken, gerçekte, Slytherin Kızlar Yatakhanesinde yatarken yüzünü bir şok ifadesi bürümüştü, ve sözlerini tamamladığı anda gözleri bir inci tanesi gibi birden irice açıldı. Yaptığı ilk şey, nerede olduğuna bakmak olmuştu. En kötü kabuslarının bir araya geldiği o koridorda değildi beklediği gibi, gördüğü yerden kilometrelerce uzakta, sıcacık yatağındaydı. Fakat kendisini öylesine inandırmıştı ki gördüklerinin, hissettiklerinin gerçek olduğuna... Güvende olduğuna inanamıyordu. Rüya görüyorum, diye düşündü. Kendimden geçtim, ve rüya görüyorum. Aslında hâlâ o yerdeyim... o koridor. Bunu düşünmesi bile küçük bir sarsıntı yaşamasını sağlamıştı. Elleri yatağının köşelerine tutunurken, sanki kutuplardaymış gibi titriyordu. Yaklaşık 20 saniye sonra geçti, ama ona sorsanız " 3 dakikadan daha az değildi. " derdi. " Belki 5-6 dakika... Emin değilim. O soğuğu, atmosferi düşününce bu sefer sadece yüzünü buruşturmakla yetinmişti. O kadar gerçekçiydi ki... Belki de bu yüzden yatakhanede olmadığını düşünüyordu. Kendisini oraya ait hissetmişti her nasılsa. Nefret etse de ait. Korktuğu söylenemezdi, acı ve ızdırap vardı orda sadece. Fiziksel olmasını tercih edebilirdi, bu tip acılarda bir bebek kadar hassas olmasına rağmen oradakine göre hiçbir şeydi bu. Bir milyon örümceği bile yutardı, fakat oraya bir daha gitmezdi. Zincirler... Bu sözcük zihnini kurcalamaya başladığı anda bileklerini hızlıca havaya kaldırdı. Falcıların 'kader çizgisi' dedikleri yerlerde 5-6 santim kalınlığında, mor-kırmızı izler oluşmuştu. Gördüğü bu şey karşısında yatağa mıhlanmıştı âdeta. Gerçekten olmuştu bu. Yaşamıştı. Hissetmişti. Aynı kokuyu bile alıyordu işte, o yosun kokusunu. Ürkekçe etrafa bakındı, sanki orada kimsenin olmadığını bekliyormuş gibiydi. Yapması gereken ama bunu istemediği birşeymiş gibi... Tanrıya şükür, herkes sapasağlim yerinde uyuyordu. Yoksa aklını kaçırmışçasına çığlıklar atmaya başlayabilirdi. Sakin olmaya çalışarak gözlerini yumdu sıkıca. Olanları duymamış, hissetmemiş, görmemiş gibi yapmaya çalışacaktı, ne var ki üç maymunu oynamak onun gözünde bir lükstü şu anda. Aradan geçen birkaç dakika içinde zihni düşünceden düşünceye atlamaya, saçmalamaya başlamıştı. Uykuya dalacağının bariz belirtileri. Yarın balo var... Derin ve kısmen mutlu bir uykuya dalmadan önceki son mantıklı düşüncesi buydu.
" Hayııır, bu küpeler kesinlikle uymaz. "
Kendisinden bir yaş küçük olan Lindsay'e ne giymesi gerektiğini söylerken, içinden bu kızda ufacık bir zevk kırıntısının bile bulunmadığını geçiriyordu. Ah, sanki uğraşacağı bir sürü başka derdi yokmuş gibi bir de bu çıkmıştı. Gloria's adında, okulun oldukça yakınında olan bir giysi dükkanında herhalde 1 saattir ayakta dikiliyordu, hem de o yaşlı budala yarasının iğneleyici bakışları altında. Hem de okuldan kaçarak gelmişti buraya. Puan kaybını önemsemiyordu ne yazık ki, sonuçta 90'lardalardı ve diğerleriyle aralarında en az 150 puan vardı. Bu da 1 hafta kadar bir sürede Peki niye? Onunla neredeyse hiçbir ilişkisi olmayan bu kız sırf ondan yardım istedi diye. İçindeki bazı... eh... 'merhamet' diye tanımlanabilecek şeyler yüzünden insanları yüzüstü bırakmaktan hoşlanmazdı. Ona önceden yardım edeceğini söylemişti, fakat onu aldatan, yalan söyleyenlerden hiç hoşlanmaması, onun bunu başkalarına da yapmayacağı anlamına gelmiyordu galiba. Hem, elinden geleni yapmıştı ki. Yani, ona giymesi gereken elbiseyi, doğru takıları, çantayı ve ayakkabıları da göstermişti. Daha fazla ne yapabilirdi ki? Eh, eğer 10 saniye içinde kızın beyninde mucize eseri bir şimşek çakmaz da, ona karşı çıkarsa, o zaman Vyns de kendi işine bakardı. Evet, insanları yüzüstü bırakmaktan hoşlanmazdı. Ama yine de arada birkaç istisna olurdu, her zaman her şeyde istisnalar vardı. Derin bir nefes alıp, içinden 10'a kadar sakince saydı. Bir... İki... Üç... Dört... Beş... Altı... Yedi... Sekiz... Dokuz... On. Kollarını kavuşturup, alaycı bir şekilde kıza baktı. Eh, doğrusu elinden geleni yapmıştı. Eğer baloya bir 'çiçek' olarak değil de, 'böcek' olarak gelirse de, kesinlikle en ufak bir vicdan azabı hissedeceğini düşünmüyordu. Buna göre, artık kendi işiyle ilgilenebilirdi.
" Bak... Sana yardım edeceğimi söyledim, değil mi? Ettim de. Gerisi sana kalmış, benden bu kadar. Bir 'mermere' daha fazla yardımım dokunmaz. "
Minyon tipte olmasına rağmen onun yanında bile oldukça ufak tefek kalan bu sarışın kızın, yardıma muhtaş bir köpek yavrusu gibi bakan masmavi gözleri çoğu kişide acıma ve merhamet hisleri uyandırırdı. Ama o, yavru köpeklerden nefret ederdi. Saçlarını savurup, kızın birşeyler söylemesine fırsat bile bırakmayan bir sabırsızlık ve küstahlıkla dükkanın diğer ucuna doğru hızlı adımlarla ilerledi. Birkaç saniye sonra, dükkanın kapısının sertçe kapandığını duymuştu. Kendi seçimiydi, kızım. Hiç ilgilenmeseydin bile kimse seni kınamazdı. O ufak merhamet kırıntını yokedemedin, değil mi? Nessa diye tanımladığı sesin söyledikleri hoşuna gidecek ya da gitmeyecek türden değildi, sesteki o küçük, üzgün ve biraz, gerçekten de çok az kızgın tınıyı farkettiğinde bunu anlamıştı zaten. Ama yine de söylediği her şey doğruydu, bu da inkâr edilemezdi. Yine de, sadece o 'merhamet' işinden söz ettiği için kızmıştı sözde Nessa'ya. Duygularını belli etmenin hep bir zayıflık olduğunu düşünen bu kız için, belki de her şey içinde en kötüsü 'acıma ve merhameti belli etmek'ti. İçinde olan şeyi yalanlayamaz, inkar edemezdi. Ama pekâla saklayabilirdi. Neredeyse tüm yaşamı boyunca da yapmıştı bunu. Ama... Hogwarts'a başladığından beri... Sinir bozucu bir kahkaha ve ardından gelen ses, sözünü kesmişti. İstisnalar, istisnalar. Öyle değil mi, küçük Kittie? | |
| | | Vynsja Croweix The Nocturnal Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1500 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12304 Ekspresso Puanı : 5 Kayıt tarihi : 11/02/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 21:06 | |
| Kittie... Ona bu söz en son 11 yaşında söylenmişti, tam 11 yaşında. Yağmurun bardaktan boşalırcasına yağdığı bir Kasım günü. 13 Kasım, doğumgünü. Neşeyle pastasındaki mumları üflerken bu sözü son kez annesinden duyacağını bilmiyordu. Nedense, o ve Marv Hogwarts'a başladıktan sonra aile bağları iyice zayıflamıştı. Hoş, eskiden de pek sağlam oldukları söylenemezdi ya... Güçlü bir sesle bütün o saçma sesleri susturmaya çalıştı. Kittie, Nessa. Kapa çeneni seni lanet olası zırvalık, bana 'kızım' da deme. Aman Tanrım, bütün bu saçmalık kafamın içine ne zaman sokuldu hem? Cevabını çok iyi bildiği bir soruyu kendine sormasıyla, bu soruya o çok iyi bildiği cevabı vermemek için kendisini çok zor tutuyordu. Ama sağolsun, küçük tatlı Kittie cevabı vermişti bile. 13 Kasım. Kes sesini dedim, zırva. Sesi kapatılmış bir radyo gibi sustu Kittie. Vyns'in homurdanmaya benzeyen sesi sadece zihninde duyulmamıştı, normalde de konuşmuştu. Bu da, o ihtiyar Malkin yarasasının kulakları dikerek ona dönmesi için paha biçilmez bir fırsata dönüşüvermişti. Ona deliymiş gözüyle bakan yaşlı kadının iğneleyici bakışlarını üstünde hisseder hissetmez, o ana kadar eline aldıkları içerisinden en güzellerini hemen seçip, tezgaha doğru ilerledi. Kırmızı tonlarında döşenmiş, oldukça büyük odanın içerisinde sadece o ve Gloria olmasına rağmen burada en az 100 kişi bulunuyormuş gibi bir kalabalığın ortasında durduğuna yemin edebilirdi. Uzun, siyah, gri ve beyaz renkleriyle dolu olan ihtişamlı ipek tuvaleti tezgahın üstüne atıverdi, sanki ona göre hiçbir mânası yoktu. Elinde beyaz, ucunda bir kuş tüyü bulunan maske ve bir çift hafif topuklu beyaz ayakkabıyı da tezgahın üzerine aynı hızla bıraktı. Değeri en az 100 Galleon'u bulan elbiseyi bu şekilde hoyratça fırlatmasıyla neredeyse şoka giren kadın, onun homurdanmasını da hesaba katınca bunu bir anda normal görmeye başladı. Eh, ona göre kız deliydi. Hoş, Vyns'de kadınla fikir birliği içerisindeydi o sırada. Yani, kim hem normal olup, hem de kafasının içindeki birtakım seslerle tartışmaya girerdi ki? İçinde salgın bir hastalık gibi beliren düşünceler dizisini kararlılıkla kovduktan sonra, tezgaha yanaşıp aynı kararlılıkla, güçlü bir ses tonuyla konuştu.
" İşim bitti. Sürekli beni gözlediğine göre, bunu sen de biliyorsun. Bunu söylemem boşunaydı demek. Her neyse, lafı uzatmam gerekmez. Kaç Galleon? "
Küçük kertenkelenin suratının o anki halini görmesi, tüm o sinirini ona unutturup, bir anlık, sonsuza kadar süreceğini sandığı bir neşe dalgasına kapılmasına neden oldu. Eh, dediğim gibi bir anlık olmuştu bu sahte neşe dalgası. Sonra yine kendi kuytu, karanlık köşesine çekilmişti. Yıllardır uğramadığı, yanından bile geçmediği, o en kötü kabuslarının toplamının gece çocukların yataklarının altına saklanan canavarlar gibi en karanlık köşeye saklandığı yer... İşte şimdi bu lanetli, uğursuz mekana yeniden davet edilmişti. Benliğinin bir kısmı oraya aitti, böylece oradan uzunca bir süre uzak kalması imkansızlaşıyordu. Attığı ilk adımla beraber günler, belki de aylar sürecek olan bir dönem başlamıştı. Kabuslarla süslenmiş, suskunluk ve yanlızlıkla da taçlandırılmış olan Karanlık Dönem... Çabuk atlatırdı bunu belki de, sanki iyi durumları yüzünden hapishaneden çabuk çıkan suçlular gibi. Onu bu 'iyi duruma' sürükleyecek olan faktörler, ilk başta arkadaşlarıydı. Her şeye rağmen onlarla görüşmeye devam ederse, ruh halinde neredeyse gözle gözülür bir düzelme olurdu. Diğer faktör de... diğer faktör yoktu. Onu etkileyebilecek tek şeyi zaten söylediği şeydi, onun dışında ise hiçbir şey.
" 210 Galleon. "
Kadının bu kısa ve net -fazlasıyla kısa ve net- cevabı eğer Vyns'i düşüncelerinden sıyırmasaydı, birkaç saat daha burada dikilip o eski, tozlu düşünme makinasını çalıştırmakla uğraşabilirdi. Kısa, siyah eteği, diz boyu olan siyah süet çizmeleri ve beyaz, siyah kurukafalı tişörtüyle büyük ölçüde uyum sağlayan siyah-beyaz kurukafalı çantasına elini daldırıp bir süre arandı. Çantanın en diplerinde -ki buraya ulaşması biraz uzun sürmüştü, sonuçta çantasına 'bavul' demek daha uygun olurdu- özenle siyah ojeyle boyanmış olan tırmakları deri bir keseye dokunduğunda büyük bir rahatlama hissetti genç kız. Yatakhanede unutmuşl olması fikri bir an zihnini meşgul etmişti çünkü, ve bu da onun başına gelebilecek en kötü şeylerden biriydi o anda. 210 Galleon. Az buz bir para değildi, ama aldıkları için kesinlikle değerdi. Derin bir nefes alıp, içinde 230 Galleon bulunan keseyi kadına fırlattı. Galiba kese kadının bir yerine çarpmıştı, çünkü tok bir çarpma sesi duyulmuştu. Bu sefer gülme isteğini bastırmaya zahmet etmedi, kıkırdama sesleri eşliğinde, eli 3 poşet ve 1 çantayla dolu bir halde dükkandan koşar adım çıktı. 70 dakika sonra okuldan ayrılacaklardı, onun daha hazırlanması da gerekiyordu ve geç kalması, onun 'Bugün Sözlüğünde' hayatının bitmesi demekti.
" Tanrı aşkına! Çabuk ol Vyns! "
Eğer ayakkabılarını giymeye çalışarak zıplayıp durmasaydı, sırtına uzanan dümdüz saçları, ihtişamlı tuvaleti ve maskesiyle baloya katılan bir prensesi 1000'e katlayabilirdi. Saçlarıyla fazla uğraşmak istememişti, zaten bu halleriyle bile oldukça hoş gözüküyorlardı. Hem, o değil miydi ki doğallık, sadelik manyağı? Bu durumda ne gerek vardı Victoria döneminden kalma buruşmuş yaşlılar gibi saçlarını bir palyaçonun elinden geçmişçesine abartılı bir hâle sokmanın? Sonunda giyebilmişti ayakkabıları, ama bu sefer de ufak bir denge sorunuyla karşı karşıyaydı. Durmadan sarhoş gibi iki yana sallanıyordu, yüksek sayılabilecek zarif topukların üzerinde durmak onun için ip üstünde yürümekten daha da beceri isteyen bir hâl almıştı birden. Tüm yaşamı boyunca, topuklu ayakkabı giyerse sadece dolgu topuğu tercih eden bir kız için hayatının ilk balosunda böyle bir rezillikle karşı karşıya kalmak oldukça iç sıkıcı bir şeydi. Dün gece olanları tamamen unutmuş gibi, neşe ve biraz da sinirle hazırlanıyordu. Makyajı da bitmişti işte, hazırdı. Yüzüne kondurduğu ufak ama içten -ki bu onun için büyüklüğünden daha önemliydi- bir gülücükle yatakhane kapısına doğru ilerledi.
Birkaç dakika sonra, bahçede inanamaz gözlerle Testrallere bakıyordu, daha da önemlisi, onları görüyordu. Düşündüğü ilk şey, 'sahiden iğrenç yaratıklar' olmuştu. Ama gözleri onlara bakmaya alışınca, yani onları gerçekten oldukları gibi görünce bir hayvanda bu kadar asaletin nasıl toplandığını anlayabilmiş değildi. Toynaklarını yavaşça yere vuruşları, bir kedinin esnemesi gibi ince zarlı, dikenli kanatlarını gerip gerip kapatmaları... Bir canlının bunlara hayran olmaması imkansız, diye düşündü başta. Ama ardından buruk bir gülümseme izledi bunu. Kaç kişi birisinin ölümünü görecek kadar şanslı olur ki? Doğru, kendisini bir bakımdan şanslı görüyordu. Bu hayvanları görme şansına kaç kişi erişebilirdi? Bedeli de sadece birkaç gece gözlerinizin önünden gitmeyen çirkin bir görüntü olurdu, tabii ölüm akrabalarınızdan birine ait değilse. Eğer bir akrabasının ölümünü görmüş olsaydı, ona bunu hatırlattıkları için hayvanlardan nefret ederdi. Geçen yaz yaşlı bahçıvanları Warwick'in ölümüne şahit olmuştu, nedeni neydi peki? Ah, tamam. Kalp krizi. Mahalledeki o çocuklar yaşlı adamın kulübesine taş atmayı çok severlerdi. Bir gün abartıp, camları kırmışlardı. Civarda bilinen adıyla Topal-Wick sendeleyerek kulübeden çıkmış ve onları kovalamaya başlamıştı. Dengesini kaybedip düşünce bir süre yerde debelenmiş, ama çocuklardan başka duyan olmamıştı. Çocuklar da yanına gelemeyecek kadar korkmuşlardı. Zavallı adam tam da Vyns'in bahçeye çıkıp, onun yanına koştuğu anda kalp krizi geçirmişti. Birkaç saniye sonra, artık bir bahçıvanları yoktu. Bu, aynı zamanda Vyns'in üzüldüğü tek konuydu. Açıkçası, o adamdan kimse hoşlanmazdı. Vyns de o topluluğun içerisinde olsa da belli etmezdi hiçbir zaman. Bazı kişiler kör gibi el yordamıyla atlara binmeye başlayınca, düşüncelerinden sıyrılmıştı yine. O anda gözleri, Dayrnt'ın gözleriyle birleşmişti. İşte korktuğu şey. En yakın arkadaşlarından birine ettiği ihanetin kanıtı olan bakışmayı o sonlandırmıştı gözlerini kaçırarak. Hızlıca Testral'e bindi, bir profesönel edâsıyla. Belki de 'Testral'e Nasıl Binilir?' eğitimi almıştı geçmiş yaşamlarında, tabii eğer öyle birşey vardıyda... Sevdiği çocuktan uzaklaşmak istemesi garip geliyordu ona, oysa ki duygularının karşılık bulduğunu öğrenmeden önce hep beraberlerdi. Şey, en yakın arkadaşlarından biriydi o. Kaçmak istercesine Testral'e sıkıca sarılıp gözlerini yumdu. Uç bakalım, seni garip hayvan.
Oldukça yumuşak geçen bir yolculuğun ardından araziye inmişlerdi. İlk inenlerden birisiydi, böylece alanın ihtişamını daha fazla izleyebilecek bir süresi vardı. Balo başladığında dans edecek olduğundan buna zamanı kalmayacaktı. Hoş, şu ana kadar kimseden davet almamıştı. Bunun görünüşü değil, karakteri ile ilgili olduğunu bilmesi... onu biraz narsist bir kişi yapmıştı. Yani, her erkeğin 'şap' diye çıkma teklif edemeyecekleri, ulaşılması zor bir kız. Onu üzen tek bir yanı vardı bu durumun, Dayrnt'den de bugüne kadar hiç ses çıkmamıştı. Birbirlerini seviyorlardı, fakat çıkmıyorlardı. Oldukça garip. Bugün, diye fısıldadı simsiyah gökyüzüne. Bu gece herşey değişebilir. Belki bir yıldız kaymıştı gökyüzünde o bunu söylerken, ya da balo marifetini gösteriyordu. Bir meteor kayarken bile söylemiş olabilirdi, bu durumda meteorların sihirli olduklarına inanacaktı. Cümlesi biter bitmez Dayrnt yanında belirdi. Bir an, söylediklerimi mi duydu diye düşündü. Fakat o kadar alçak bir sesle söylemişti ki bunları... kendisi bile duyamamıştı neredeyse.
" Alessia bak, bana neden böyle davrandığını bilmiyorum. Bana olan duyguların geçti mi yoksa sadece bir heves miydi bilmiyorum. Şu durumda tek bildiğim şey; ben seni seviyorum. Seni üzecek bir şey yaptıysam beni affet fakat, lütfen bana böyl davranma! "
" Ama Dayr... "
İçinden geçen cümleye daha doğru düzgün başlamamışken bile, Dayrnt elini onun beline doladı. Kompartımandan sonra yine aynı duyguyu vermişti bu Vyns'e; aşk, güven ve arzu. Ama bu daha içten gelmişti ona her nasılsa, kompartımandakinin gerçekliğinden hep şüphelenmişti. Belki de beni avutmak içindi, gerçek değildi. Yakın arkadaştık, oldukça yakın. Onu sevdiğimi söylemiştim, değil mi? Sadece gelecekte, karşılıksız olduğunu öğrenince çok üzülmemem için bir teselli, ufak bir öpücük. Birçok gece, uykuya dalmadan önce bu sözler zihnini oyalayıp durmuştu. Ama bu sefer, hepsinin sadece kuruntu olduğunu anlamıştı. Belki de bu anın hiç bitmemesini istiyordu, ama birilerinin onları izlediğini hissettiğinde hafif bir utançla karışık kızgınlıkla doldu içi. 'Çocuklar nasıl olur' sorusunun yöneltildiği bir ebeveynde olduğu gibi. Dayrnt de farketmişti anlaşılan, sırıtırken ufak bir işareti ile çocuklar aksi yöne koşmaya başlamışlardı.
" Ne diyorsun? Beni seviyor musun... yoksa cevabın olumsuz mu? "
" Seni seviyorum. Aslında böyle aptal bir düşünceye nasıl kapıldığını bilmiyorum. Daha hiçbir şey belli olmadan kendimi kaptırmaktan korktum. "
Doğruydu da, kelimesi kelimesine. Eğer Vyns ona onu sevdiğini söylemişse, cevabı nasıl olumsuz olabilirdi ki? Cevap vermeden önce birkaç saniye yüzünde bir sırıtışla dikilmişti. Belli ki öpücüğün şokunu hala atlatamamıştı, ancak kafasını tamamen toparladıktan sonra cevap verebilmişti. Hiç birşey belli olmadığı için ona soğuk davranmıştı onca gündür, evet. Çünkü eğer çıksalardı kendisini böyle suçlu hissetmeyecekti. O kadar kötüydü ki bu his... Sanki en iyi arkadaşının kocasıyla aralarında başlayan bir ilişki vardı. Dayrnt başkasına aitken onu görmeye dayanamayacağından da kaynaklanıyordu bu durum tabii, ama çoğunlukla söylediği yüzdendi. Bakışları yeniden birleştiğinde düşünce dizisine bir ara verdi ve kısa bir an, zihnini tüm mantıklı düşüncelerden soyutlayıp gözlerini kapattı. Bu sefer o Dayrnt'ın beline dolanmıştı, yine öpüşüyorlardı. Küçük bir ara, ardından gülümsemeler ve bir öpücük.10 dakikada 3. defa, ha? Fena sayılmaz, hiç de fena sayılmaz. Yüzünde anlamlı bir gülücükle Dayrnt'e baktı. 3 defa, ve ortada birşey olduğu hâlâ kesin değildi. Kesinleşmesi için yapacağı hamleyi bir soru olarak yönelticekti Dayrnt'e, gerisine de karışmayacaktı. Hafifçe ona yaklaşıp, kulağına eğildi. Gökyüzüne fısıldadığıyla aynı ses tonuydu bu, ama mutluluk tınıları hemen duyuluyordu.
" Sanırım, hayatımdaki en mutlu gün. "
Ardından başlayan müzikle bu cümlenin doğruluğu daha da sağlamlaşmış oldu. Ying ve yang. Dün en kötü, bugün en iyi. Yaşamındaki her şeyi toplarsak mutlak sıfıra eşitlenirdi zaten. Her şeye bir mutluluk katsayısı versek... mesela düne -1000, bugüne de +1000 düşerdi. Toplamları da, 0. Ama bugünü dengeleyecek kadar kötü olabilecek birşeylerin olabileceğini düşünmüyordu hiç, ya da hayalgücü bunu düşünebilecek kadar geniş değildi. Bileklerindeki siyah izler görünmesin diye -daha çok, fazlasıyla hoşuna gittiği için- taktığı siyah renkli dantel gibi duran eldivenler kıyafetinin son tamamlayıcılarıydı. Bugün, o rüyanın etkisinden kurtulamadığı halde nasıl böyle mantıklı kararlar verebildiğine şaşırıyordu aslında. Hepsi de iyi sonuçlara varmışlardı. Bir tek Lindsay Projesi'nin hayal kırıklığı yüzünden kendisini biraz kötü hissetmeye başlamıştı, birkaç metre uzağında duran kısacık, sarı-yeşil elbise ve kırmızı topuklu ayakkabılar giymiş olan kız, kuğuların arasındaki bir fare gibi toplumun arasında hemen göze çarpıyordu. Tabii o giydiği fosforlu renklere sahip olan elbiseyle -ki modeli yine de hoştu- karanlıktaki bir lamba gibi aksi mümkün olmazdı. Buruk bir şekilde kıkırdadı, ona merakla bakan Dayrnt'ı farkedince sadece parmağıyla Linds'i gösterdi. İkisi gözgöze geldiklerinde yüzlerinde anlamlı bir gülümseme belirmişti yine. Dayrnt ellerini Vynsjã'nın beline doladığında, yine bir öpücük ve ardından da bütün gece sürmesini dilediği dans gelmişti. İnanılmaz kalabalık yine inanılmaz olan arazide dans edip, gülüşürken gökyüzünden yine inanılmaz parlaklıkta bir yıldız kaydı. Belki Vynsjã'nın sözleri için biraz geç kalmıştı o, ama başkalarınınkileri gerçekleştirmeyeceği ne malumdu?
~ Bir mesaja sığmadı. Mutlu oldum, yoksa kendimi ezilmiş hissedecektim.
En son Alessia V. Devereux tarafından Salı 26 Ağus. 2008, 22:01 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | William Kunz C. Engelbert
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 281 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11919 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/08/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 21:32 | |
| Malikânesinde ki geniş çalışma odası karanlık ve iç bunaltıcıydı. Sıkı sıkıya kapatılmış perdelerden içeri süzen birkaç damla ışık huzmesinden başka odayı aydınlatan hiçbir şey yoktu. Üzerinde uyuya kaldığı ufak tefek koltukta iki büklüm olmuştu, koltuktan yere düşen pek çok çeşit dosya vardı, tıpkı masasının tümünü işgal eden dosyalar gibi. Sağ kolunu destek olma amaçlı kafasının altına yerleştirmişti, sol kolu ise yere oldukça yakın koltuktan sarkmıştı, ahşap zemine değiyordu. Odanın büyük kapısı sertçe vuruldu, ancak herhangi bir yanıt gelmeyince kapıyı büyük bir gıcırtıyla açıp içeri girdi. Gelen sarı saçları beline dek uzanan, mavi gözleri çekici bir şekilde parlayan, uzun boylu ve oldukça kadınsı bir vücuda sahip Fransız yardımcısı Elishia’dan başkası değildi. Kadın içeri girdikten hemen sonra odanın havasızlığına ve iç karartıcı görünümüne karşı yüzünü buruşturdu. Ardından oldukça alışkın olduğu bir manzaraymış gibi koltukta uyuyan adama baktı. Kısa bir iç geçirişin ardından elinde getirdiği dosyayı masanın üzerine bıraktı. Masanın üzerinde yanmaya devam eden küçük lambayı kapattı ardından pencereye yöneldi. Yere kadar uzanan şaha şalı bordo perdeleri sertçe çekerek açtı. Gün ışığı akın akın odayı doldurmaya başlamıştı bile.
Güneşin uykusunu bölmesinden huzursuzluk duyan büyücü rahatsızca kıpırdandı. Sarışın cadı topuklu ayakkabılarını yere vurarak koltuğun önüne geldi ve dimdik bir şekilde beklemeye başladı. Bunun fayda etmediğini görünce parmaklarıyla saçını geriye attı ve: “Bay Engelbert.. Uyansanız iyi oluğ.” dedi. Sesindeki kışkırtıcı ton fark edilmeyecek gibi değildi. Kanepede uzanmış durumdaki adam gözlerini kırpıştırarak açtı. Yarım aralanan, uykulu, yeşil gözleri karşısında duran kadına kaydı. Kadın hiçbir şekilde hareket etmiyor sadece Will’e bakıyordu. Adam uyuşan kolunu kafasının altından çekti ve her bir yanının tutulduğunu hissederek yavaşça doğruldu. Karmakarışık olan sarı saçları yüzünü kapatıyordu, kollarını koltuğun sırt kısmının üst yüzeyine doğru gerdirerek açtı, bacaklarını hafifçe öne doğru uzattı ve o her zamanki umursamaz ifadeyle genç cadıya baktı.
“Tamam, uyandım işte, şimdi şu lanet perdeleri kapatabilir misin?” kadının kafasını iki yanına sallaması üzerine bezginlikle ona baktı ardından omuz silkerek ağaya kalktı. Genç cadı etkileyici sesiyle tekrar konuşmaya başladı: “Bay Engelbert, neden yatak odası duruğken burağda sabahlıyorsunuğz? Sağlığınızdan endiğşe ediyorum.” dedi bozuk aksanı ile. Bir Fransız olduğu her halinden belli oluyordu zaten. William elini boşluğa doğru savurdu, bu ‘Will Sözlüğü’ nde “Boş versene” anlamına geliyordu. Ve yaklaşık iki yıldır onun yanında çalışan kadın artık onu biraz olsun tanıdığı için sözü uzatmadı ve odadan çıkmadan önce: “Şu evdekiğ cine kahvaltınızı hazırlamasını söyleyeceğim.” diyerek kapıyı arkasından kapattı. Oda da tamamen yalnız kalan adam cama doğru yöneldi, gözlerinin hala ışığa alışamamış oluşu onları kısmasına neden oldu. Güneş gökyüzünün tam ortasındaydı, bu da demek oluyordu ki çoktan öğle olmuştu…
Ferah bir görünüm kazanmaya başlayan odaya geri döndüğünde, odanın ne kadar dağınık olduğunu fark etti. Perdelerle aynı renkteki koltuk her gece üstünde uyuyan adamdan ötürü işlevini yitirmiş gibiydi. Büyük, ahşap masasının üstü çeşitli kâğıtlar ve evraklarla dolup taşıyordu. Hemen yandaki dosya dolabı da karman çorman bir vaziyetteydi, masanın paralelinden geçen, ahşap zeminin çıplaklığını biraz olsun gideren yumuşak, bordo halıda da bir-iki kâğıt vardı. Bunları toplaması epey zamanını alacaktı.. Ama bugün yapacağı daha iyi bir işi yoktu nasıl olsa. Kollarını sırtının ardında birleştirerek gerindi, uykusunun açılmasını istiyordu. Bu aralar bakanlık epey yoğundu ve gece gündüz çalışıyordu, bu nedenle günlerdir yatak odasına bile çıkmaya tenezzül etmiyordu ya! Yavaş adımlarla masasına doğru ilerlerdi, yerden topladığı kâğıtları masasına bıraktı ve işe koyuldu. Bütün dosyaları, evrakları en baştan düzenlemesi gerekecekti ki açıkcası bu hevesle yapmak isteyeceği bir iş sayılmazdı! Ama başa gelen çekilirdi, yapmak zorundaydı. İstese bu işi Elishia’ya bırakabilirdi, o iş yerindeki en güvenilir yardımcısıydı, ama kendi işini kendisi yapmayı yeğlerdi zaten bu aralar özel hayatına fazlasıyla karışmaya başlamıştı, öyle ki her gün dosya bırakma, eksik dosya tamamlama vs. bahaneleriyle eve geliyordu.
William’a duyduğu ilgi açıktı ama bu onun umurunda bile değildi. Yine de çevresinin güzel kadınlarla dolu olmasını severdi, pek çoğunun suratına bile bakmasa da çirkin, şişko ve sinir bozucu adamlar yerine güzel kadınları yeğliyordu. Kim istemezdi ki zaten? Dosyaları açıp tek tek hangi tarihe ait olduğunu kontrol etti, buna göre bir düzene oturtmaya başladı. Aradan bir on beş dakika geçmişken odanın kapısı yeniden çalındı William’ın onayının ardından kapı açıldı içeri iki kişi girdi. Biri yardımcısı Elishia diğeri ev cini Nubby idi. Nubby elinde bir tepsi tutuyordu, Elishia’nın denetiminde William için hazırlanan kahvaltı olmalıydı bu. Tepsiye biraz daha dikkatli bakınca bunun çift kişilik bir kahvaltı olduğunu anlamakta güçlük çekmedi, Nubby onunla yiyemeyeceğine göre Elishia kendisine de pay çıkartmış olmalıydı, ama buna aldırmadı iki yıl boyunca pek çok kez yemeğe çıkmışlar, iş dışında görüşmüşlerdi. Her ne kadar kadın bunu son zamanlarda abartmış olsa da(!)
İçeri girdikten sonra Elishia tepsiyi cinin elinden aldı ve gidebileceğini söyledi, bu evin hanımefendisi tavırları William’ın sinirini bozsa da ses çıkartmamaya çalıştı. Genç cadı sakin hareketlerle tepsiyi koltuğa götürdü nezaket kurallarını harfiyen uygulayarak koltuğa oturdu, ardından William’da oturduğu sandalyeden kalktı ve o yöne gitti, koltuğun diğer ucuna oturdu. Tepsidekilerden atıştırırken Elishia orada yokmuş gibi davrandı, sonunda sessizliği bozdu ve “Neden geldin?” diye sordu hiçte kibar olmayarak. Cadı istifini bozmaksızın “Dosya getiğdim, masanın üzeğrinde.” dedi. William kafasını iki yana salladı: “Bunları getirmene gerek yok, hepsi ertesi günü bekleyebilir iş yerinde bana verebilirsin, her gün evime gelmen gerekmez Elishia.”
dedi. Kahvaltısı bitmişti, balkabağı suyu ile dolu olan bardağını aldı ve tekrar masasına seğirtti, kadın bu kaba davranışa içerlemiş gibi görünüyordu. Diğer yandan bu hareketlere alışkın olduğu için üzerinde durmamaya çalıştı ardından: “Pekiğ, ben gidiyoğrum. Bu arağda bugüğn Bakanlığın düzenlediği maskeli baloğ var hatırlatğmamı söylemiştiğniz” dedi ve hışımla odadan çıktı. William bu sözle neye uğradığını şaşırdı. Maskeli balo! Elbette, bunu nasıl unutabilmişti, Indis’e mektup bile yazmamıştı daha, hem kostümünü de alması gerekiyordu. Mathilda ile kavalye olacağı için geç kalmamak zorundaydı. Ah ne ahmaklık! Elini olabildiğince çabuk tutmak zorundaydı. Sandalyesine biraz daha yaslanırken “Nubby.” dedi, bağırmaya yakın bir tonda. Aradan geçen otuz saniyelik bir zaman diliminin ardından bir “şak” sesi duyuldu ve ev cini önünde beliriverdi. Üzerinde eski püskü siyah bir elbise vardı. Gözleri kocamandı ve hoş bir gri tonundaydı, neredeyse bir ruh kadar beyazdı, kulakları hafifçe aşağı doğru sarkmıştı. İtaatkârca başını öne eğdi
“Efendimiz Nubby’imi çağırdılar? Efendimizin bir arzusu mu var?” dedi, sesindeki burukluk netti. William cini tepeden tırnağa süzdü ardından “Madam Malkin’s ten özel olarak dikmesini rica ettiğim balo kıyafetlerini al ve getir. Elini çabuk tut.” dedi. Cin iyine aynı itaatkâr hareketlerle ortadan kayboldu. Cinin gitmesiyle birlikte William’da işe koyuldu. Masasının üzerini tamamen kaplayan kâğıtların arasından Indis’in ona iki gün önce yazdığı mektubu bulup çıkarttı, mektuba yeniden göz gezdirdikten sonra boş bir parşömen parçası ve bir tüy kalem aldı. Tüy kalemi masanın üzerindeki mürekkebe daldırıp çıkarttı ve parşömene yazmaya başladı. Birkaç dakikanın sonunda mektubu bitirmişti, yukarı kata çıktı; yatak odasına. Kafesinde pinekleyen baykuşu Kedrick’i çıkarttı ve parşömeni bacağına bağlayarak Indis’e mektubu yolladı. Daha sonra duvardaki saate baktı, çok az vakti kalmıştı. Neredeydi bu sersem cin? Tam bunu düşünürken yeniden bir “şak” sesi işitildi, Nubby elinde kendisinden kat be kat daha büyük bir kostümü ihtiyatla tutar halde belirdi. William kıyafetleri cinin elinden çekip aldı ve ona gidebileceğini söyledi, ev cini tekrar yok oldu. William kıyafeti özenle çıkarttı, kız kardeşinin istediği gibi kanatları bulunan bir kostüm diktirtmişti. Kostümü kırmızılarla kaplı yatağına koydu ardından banyosuna yöneldi. Yaklaşık yarım saat sonra kirlerinden arınmış olarak banyodan çıktı. Hemen üzerini değiştirdi, aynanın karşısında geçti kendisine çeki düzen verdi ve son bir kez baktı. Oldukça ‘hoş’ görünüyordu doğrusu. Ona hafifçe bol gelen beyaz pantolonu, metalik mavi ve açık kahverenginin karışımında bir ceket, büyük ve beyaz kanatlar, kaslı kollarını dolayan siyah iplere bağlı metalik mavi eldivenleri ve ensesine uzanan sarı saçlarıyla son derece cezp ediciydi.
En son William Kunz C. Engelbert tarafından Perş. 28 Ağus. 2008, 15:39 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | William Kunz C. Engelbert
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 281 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11919 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/08/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 21:33 | |
| Hazır olduğundan emin olduktan sonra yeniden çalışma odasına inmek için merdivenlere yöneldi. Uçuk mavi bir renkteki halıyla kaplı merdivenleri ağırbaşlı ve sakin adımlarla indi ve odanın kapısını açarak kendini yeniden buraya kapattı. İşten arta kalan zamanlarında çoğunlukla zaman harcadığı yerdi burası. Hala yığın halinde öylece duran dosyalara baktı ve gözlerini deviridi. Arada bir onunda eğlenmeye ihtiyacı vardı ne de olsa. Bakanlık balo fikriyle gerçekten isabetli bir karar vermişti doğrusu. Ama William’ın baloya katılmaktaki asıl amacı biricik kız kardeşi Indis’i görmekten başka bir şey değildi. Noel’den beri görüşmemişlerdi ve doğrusu onu çok özlemişti, kız kardeşiyle bir arada olamadığı bunca yılın acısını çıkartmak istiyordu. Indis ile tanıştıktan sonra hayata daha sıkı sarılmıştı çünkü sorumluluğunu üstlendiği biri vardı artık ve hayatını düzene sokma zamanı gelmişti. Tanışmalarının üzerinden henüz iki yıl geçmişti ama sonuçta onlar kardeşti, aynı kanı taşıyorlardı, anne ve babaları aynıydı. Ve William onunla tanıştıktan sonra hayatında Indis’ten değerli başka hiç kimse kalmadığını anladı, o masum küçük cadı William’a hiç tatmadığı duyguları tattırmıştı. Aşktan bile daha üstündü bu duygu, öyle ki gözünü bile kırpmadan onun için kendini feda etmeye razıydı. O güzel kız, o masum kız, o zeki kız kardeşiydi. William’ın kardeşi.. Ve William bundan gurur duyuyordu. Onu ne kadar özlediğini bir kere daha anladı, haftada en az bir kere mektuplaşmalarına karşın özlemişti işte! Ve biran önce kardeşini görmek istiyordu, saatine bir kez daha baktı henüz vakit vardı. Belki de bu vakti dosyalarını düzene koymakla değerlendirebilirdi. Kurulduğu koltuktan kalktı ve ayakları onu geri geri götürse de masasına doğru ilerlemeye başladı.
Dosyaları yeniden tarih sırasına doğru üst üste dizerken bir yandan da balonun nasıl geçeceğini düşünüyordu. Şuanda Bulgaristan’da yaşayan kendisinden epeyce büyük ama çok iyi dostu olan Charles’ın ve ailesinin ricası sonucu onları kıramayarak Charles’ın kız kardeşi Mathilda ile gidecekti baloya. Mathilda ile tanışalı neredeyse 3 yıl oluyordu. Kendisinden iki yaş kadar büyük, sevdiği bir cadıydı Mathilda. Onunla gidiyor olmaktan şikayetçi değildi elbette.. Mathilda’nın mecburen onunla geleceğini biliyordu ama bu çokta önemli bir ayrıntı değildi, önemli olan birlikte güzel vakit geçirmeleriydi. Her ne kadar ona karşı duygusal bir şey hissetmese de bu gece ona kendini mükemmel hissettirmeliydi, her kadının hakkıydı bu, hem çok iyi bir kavalye olduğunu da bir şekilde ona ispatlamalıydı.. Tüm bunları düşünürken dosyaları yarıladığını fark etti, gayet başarılı olmuştu ama ne yazık ki daha fazlası için hiç vakti yoktu. Duvara monte edilmiş Indis’in hediyesi olan aynadan kendine bir kez daha baktı, elleri yardımıyla sarı saçlarını dağıttı, böylesi ona daha çok yakışıyordu. Maviye dönen gözlerini kendisinden ayırdı ve dimdik duruşunu yeniden kazanarak odadan çıktı. Cisimlenebilmesi için evinin etrafını sarıp sarmalayan koruma büyülerinin dışına çıkması gerekiyordu bu nedenle hızlı adımlarla önce en alt kata indi ardından dışarı çıktı, büyük bahçeyi geçti ve evin arazisinden çıktı.
Hava iyiden iyiye kararmaya başlamıştı, üşüdüğünü hissetti, böylesi bir kostüm ile üşümemek mümkün değildi zaten. Rüzgâr suratını yalayıp geçer ve zaten karışan saçlarını daha da karıştırırken elini asasına götürdü ve asasını salladı. Yeniden dimdik durabildiğini hissettiğinde ve o basıcı histen kurtulduğunda Hogsmade’deydi, balonun düzenleneceği geniş alandaydı, yavaş adımlarla salona doğru ilerlerken çok uzaklardan gelen kurt ulumalarını işitti ama istifini bozmaksızın yoluna devam etti. Buz mavisi ile lacivert renklerinin hâkim olduğu gökyüzünde ay yeni yeni doğmaya başlamıştı, turuncu renkteydi ve sadece ufacık bir parçası görünüyordu. Rüzgâr yüksekliğin artması nedeniyle daha da şiddetlenmişti ve William tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Kutup yıldızından başka yıldızsa görünmüyordu en azından şimdilik. Parti alanını şimdi net olarak seçebiliyordu. Ayın ve yıldızların ışığı gecenin karanlığını aydınlatmaya yeterli olmamıştı, havada öylece aslı duran ışıklara gözü takıldı. Çeşitli renkteki balonlarda onlara eşlik ediyordu. Küçük kokteyl masaları tüm alanı kaplamıştı, beyaz örtülerle süslü masalar yemyeşil çimenlerle uyum içerisindeydi. Sanatçılar için ayrılan sahne tam anlamıyla harikaydı. Gerçekten etkileyici bir manzaraydı karşısındaki. Arazinin başladığı yere yakın bir yerlerde durdu, etrafı gözetlemeye başladı. Tek tük insanlar gelmişti ama Hogwarts kadrosu hala eksikti. William sessizce Mathilda’yı beklemeye başladı, o beklerken ay gökyüzünde tam olarak görünmüştü. Dolunay.. Ve yıldızlar artmaya başlamıştı, tek tük artan yıldızlar kutup yıldızının yanında çok cılız kalsa da güzel bir görünüm oluşturuyordu. O böyle gökyüzünü incelerken işittiği gürültü ile kafasını gürültünün geldiği yöne çevirdi. Mathilda, yanında pek çok profesör ve arkasında öğrenci kümeleriyle araziye doğru yaklaşıyordu. Yüzüne hemen o karşı konulamaz gülümsemesini yerleştirdi, parlayan mavi gözlerini onda odakladı ve nihayet güzel cadı yanına geldiğinde hafif bir reverans ile önünde eğildi. Ardından başı dimdik, vücudu eğikken tüm çekiciliği ile gözlerini ondan ayırmazken cadının narin elini yavaşça dudaklarına götürdü ve minik bir öpücük kondurdu.
Yeniden doğrulduğunda kadının gülümsediğini fark ederek daha da içten gülümsedi. Karşısında dimdik ve kendinden emin duran cadıyı baştan aşağı rahatsız edici değil zevk verici bir şekilde inceledi. Kendine ufak bir itirafta bulunması gerekirse kadın oldukça güzel görünüyordu. Parlak, siyah saçlarını açık bırakmıştı, yeşil gözleri bir yandan anlamsızca diğer yandan mutlu bir şekilde William’ın yakışıklı suratına bakıyordu. Kostümü ise oldukça ilgi çekiciydi. Birkaç dakika süren bu seramoninin ardından William sonunda dudaklarını araladı ve konuşmaya başladı: “Merlin Aşkına! Akşamın bu vaktinde doğan Güneş’te neyin nesi diye sormuştum kendime, meğer senmişsin.” dedi muzip bir gülümseme ile. Kadının ona güzel bir gülümseme ile karşılık verişinin ardından “Ciddiyim.. Bu gecenin tüm yıldızlarından hatta Ay’dan bile daha parlak bir ışık saçıyorsun.” dedi. Ardından kadının sağ tarafına geçti ve kolunu dirsekten bükerek Mathilda’nın elini zarif bir hareket ile dirsek boşluğuna koydu. Saçlarını hafifçe geriye atarken “Bu geceyi bana bahşettiğin için minnettarım.” dedi yine o karşı konulmaz gülümseme ile ve çift sakin, asil ve özgüven dolu adımlarla ihtişamlı bir şekilde düşenmiş balo alanında ilerlemeye başladı… | |
| | | Nicole Marissa Magdalene Fontjoncouse Otel Ortağı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 4533 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12681 Ekspresso Puanı : 75 Kayıt tarihi : 02/07/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 21:41 | |
| Ne kadar da çabuk geçiyordu zaman, daha dün Hogwarts’daki ilk günlerini geçiriyordu. Başına belalar açıyor, hiçbir zaman kendi başını belanın içinden dışarı atamıyordu. Daha bir sene geçirmesine rağmen Hogwarts’da bir sürü acı ve tatlı olaylar geçirmişti. Hatta bu olaylar kaderinin ona getirdiği talihsizliklerle bir zincir haline gelmiş, ardından da kafasında binlerce düşünceyle darmadağın olmuştu. Sanki Nicole yaptığı tüm hatalarının cezasını bir bir ödüyordu. Belki de çok inandığı ve sevdiği kaderi onu yüzüstü bırakıp, sonradan yüzüne gülecekti. Kardeşinin ölümü, bayılışı ve üstüne kafasını çarpıp sert bir şekilde vurması yaşadığı her şey zalim bir şekilde sonuçlanarak onu iyice altüst ediyordu. Hogwarts’a ilk geldiğinde görünüşü ile insanın ağzını uçuklatacak kadar muhteşem bir görüntüye sahip olduğu için kendiyle gurur duyup, bu okula gideceği için kendi kendine böbürlenmişti. Fakat Hogwarts’ın ilk günleri çok güzel ve göz kamaştırıcı olsa da son dönemde yaşadığı acılardan sonra Hogwarts’ın ilk insanların gözünü boyadığını sonra insanların kişiliğine göre kendi biçiminde yönetim altına aldığını düşünür hale gelmişti. Belki de hayatında ki bir aldatmaca da bunun üstüneydi. Her şeyi oyun gibi görüp küçümsediği için Hogwarts onu lanetlemiş olabilir miydi ya da kaderi ona bu kadar şans verdiği için pişman olup bütün her şeyi tersine mi çevirmişti. Hogwarts’a istese istemese de suç atıyordu, ama hala Hogwarts’a hala ilk günkü gibi hayrandı. İstediklerini vermediği için bilmediği bir şeyi suçlamak ve yakarmak yaşadıklarından sonra ona hiç mantıklı gelmiyordu. Çünkü eski yaşantısında kendi yaptığı bir şey olmadığı için ve birkaç kitap sayesinde kaderin onu yönlendirdiğine inanmış ve hep mutlu kalacağını sanarak büyük bir aptallık etmişti. Hayal kırıklarını paylaştığı yer de Hogwarts’dı. O esrarengiz manzara insanı bilinmez bir yere sürüklerken gittikçe içine sürükleyip Nicole günden güne bağımlı bir hale getiriyordu. Sabah her zaman erken kalkıp kapıyı ilk açıp o temiz havayı içine çekmek onu bir an olsun mutlu ediyordu Nicole’ü. Hayatı kendi kendine yazıp biçip oynadığı bir oyun olarak görüyordu. Sonunda bir yardımcısının çıkacağını ve ardından da bu filmi için ailesinin onu tebrik edeceğinin hayallerini kuruyordu. Oysa yaşadıkları her şey gerçeğin ta kendisiydi. Acaba ne zaman kendi hayal âleminden çıkıp başka gerçek hayatta gözlerini açacaktı. Kardeşinin öldüğünü öğrenip ayıldıktan sonra bütün her şeyi bırakmıştı, dengesizken kendini bilmez bir delilik haline gelmişti. Oradan oraya yolunu kaybetmiş küçük bir çocuk ya da kendini seven çok mutlu rolü yapıyor gören Hogwarts yaşanları gördükleri manzarayla şok içinde bakıp sonra Nicole’ün bu dengesizliklerinden korktukları için acele adımlarla kaçarcasına ya yollarını değiştiriyor ya da ona en uzak köşeyi bulup hızlı adımlarla yürüyüp yanından ayrılıyorlardı. Günler geçtikçe herkes iyileşmesini beklerken o gittikçe yerin dibine batıyordu. Bazen sevmediği bulanık birine sarılırken ya da konuşurken buluyordu kendini. Nicole, bu durumu kendi fark ettikten sonra sessiz bir şekilde yanından ayrılıyordu. Kimse de ona bu konuda hiçbir şey diyemiyor, ardından bir yorum ya da dedikodu yapamıyordu. Slyterin’den birkaç arkadaşı bu durumu Profesörlere söylüyor onlarda buna bir çare bulamıyor. Kendi kendine atlatacağı günün gelmesi için dualar ediyorlardı. Nicole kendi yarattığı sorunların farkına varmadığından aklı da kütüphane de çarptığı masa yüzünden sersem ama bir o kadar da zeki bir hale geldiğinden yaptığı hiçbir şeyi tam olarak kestirip düzeltemiyordu. Okulun kapanmasına yakın olan haftada ise yaşadığı şoku atladığını düşünüyor ve etrafında ki herkes bunu görünce onu hayatta bağlamak için sevse de sevmese de tanışıp ya da konuşup hal hatır sorup oyalamaya çalışıyordu. Az da olsa destek olmanın yararı vardır diyen ve acıyı bilen herkes ona elinden gelen yardımı yapmaya hazırdı. Profesörler bile gelip baş sağlığı diliyor ve ardından da bayılıp kafasını çarptığından geçmiş olsun diyorlardı. Nicole herkesin ona acıdığından habersiz bir haldeydi, artık etrafında ki kimseyi önemseyemiyordu. Ama bir kişi vardı ki o onun hem en nefret ettiği kişiydi. Hem de kendinin anlam veremediği bir şekilde yakın ve sıcak hissettiği Hogwarts’da ki en sevdiği kişiler arasındaydı. Hayatında ki bu ilk yaşanan sevgiden çok fazla kişinin haberi yoktu, fakat bazen kendisine gelme sebebinin o olduğunu bile düşünüyordu.
Son hafta yapılacak bir bakanlık partisi o büyük acılardan ve yaşadığı olaylardan sonra yarasına tuz basacak bir eğlenceli bir umut haline gelmişti. Kardeşi ölse de bu çok süren matemi ve dinlenmesine bir son vermek istiyordu. Ailesinin gururlu bir şekilde kalmasını ister. Arkasından ağlansa bile bu olayın çok uzatılmamasını ardından da o olamasa bile o varmış gibi her şeyin daha çok bağlı bir şekilde yaşanmasını dileyip gerçekleşmesini beklerdi. Nicole bunlara hiç kendini bağlamamış iplerinde bütün sıkı ipleri bir anda gevşetmiş, altüst olan hayatına hiçbir şekilde iyi yönden destek olmamıştı. Bundan sonra olacak her şeyin iki katını yaşayıp iki katı eğleneceğine söz verdi, dışarıdaki bulutları görmek için camdan dışarı bakarak hayatını hep kardeşiyle yaşamışçasına eski ve kendi düşlediği yeni anılarıyla süsleyecekti. Uyuduğu an kardeşi onunla transa geçip, diğer dünyada yaşadığı anıları anlatırdı belki de. Nicole de ona Hogwarts’daki her şeyi bütün ayrıntılarıyla anlatır. Anne ve babasının yanına gitmeyi dört gözle beklediğini ona onu cenaze de ziyaretine geleceğini belli ederdi. Rüya da olsa bunları görmek ona iyi gelirdi. Hayat bir oyun değil miydi zaten sahnede artık Nicole olmalıydı. Acılı haberlerden dolayı hep mutsuz olmak sonsuza kadar böyle yaşayabilir miydi acaba, kendini bir çöp kutusu yerine koymak imkânsız olsa gerek diye düşündü. Parti günü yaklaştıkça o daha çok göze çarpacak örnek davranışlarda buluyor, herkesi kendine şaşılacak derece de hayran ediyordu. Sihir bakanlığı bu sene bütün her şeyi en şahane şekilde yapıyordu. Kutlama partisinde şaşalı bir orkestra en ünlü olan birkaç şarkıcı çağıracaklardı. Nicole bunu duyduğu an kendini o günde nasıl olacağıyla ilgili bir hayalin içine attı. Belki de orda çok beklediği beyaz atlı prensini bulurdu. Eskiden bu konuları çok sevmezdi, ama şimdi her şeyi paylaşabileceği öyle biri olsa ne güzel olurdu. Ona destek olur, kendisine gelmesine yardımcı olurdu. Hogwarts bu kutlama için her şeyi önceden büyük bir titizlikle hazırlamış. Bu kutlamaya profesyonelce hazırlanıyorlardı. Önceden Hogwarts öğrencilerinden para toplamış ve ardından tüm büyücüleri davet etmişti. Nicole bunları öğrendikçe kendini daha fazla bu işin içine kaptırıyor ve uzunca bir süre düşünüp ne giyeceğine, ne takı takacağına en ince ayrıntısını bile özenle hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan hazırlanmaya çalışıyordu. Maskeli balo olacağını öğrenince bunun için ailesinden özel kıyafet isteyeceğini belirten bir mektup yazmaya ve kardeşinin ölümünden sonra onlara hiçbir şey yazmadığı için bir mektup yazmaya karar vermişti. Nicole mektupta kendinden çok bahsetmeden sanki olayları büyük soğukkanlılıkla karşılamış gibi yazmaya başladı.
“Sevgili Anne ve Baba; Mektubunuz elime geç geldiğinden cevap yazamadım. Ayrıca da aldığım haberden sonra biraz kafa dinlemeyi uygun gördüm. Size şimdi mesaj yazıyorum. Çünkü bu son günlerimde sizin bana az da olsa, ihtiyacınız olduğunu düşündüm. Maddi bir şekilde yanınızda olamasam da manevi bir şekilde yanınızdayım. Yanınızda olmadığım için çok mutsuzum, ama derslerime öncelik vermem gerekiyordu. Annecim sana güzel bir haberim var, okulun ikinci yıllı olduğundan Bakanlık bir maskeli balo yapıyorlar. Bu yüzden, senden özel tasarımda olan ya da yapabileceğin bir elbise istiyorum. Kardeşim için de hepimize baş sağlığı diliyorum. Onun için üzgün olmamanızı istiyorum. Hayatta tek istediği hiç kimsenin onun için üzülmemesi, aksine bir şekilde inadına onun için yaşamasıydı. Hepinizi çok özledim. Kızınız Nicole."
Mektubu yazdıktan sonra, gözünden bir iki damla yaş gelmişti. Etrafında hiç kimse olmadığı için elinin tersiyle gözünde yaşları sildi. Ardından maskeli baloda annesinin nasıl bir kıyafet yollayacağını mektubu okuyunca nasıl sevinç içinde babasına yakarıp gözünde yaşlarla tekrar tekrar mektubu okuyacağı gözlerinin önüne geldi. Manevi bir şekilde hayat onları derinden çökertmeye çalışsa da maddi bir durumda ayakta kalmaya çalıştılar ve sonunda başarmışlardı. Kardeşinin ölümü onlara hem bir deneyim hem de bir tecrübe olmuştu. Çünkü hayatlarında hiçbir zaman böyle bir acı yaşamamış bu onları zor da olsa bu deneyimi yaşamaya yöneltmişti. Ayrıca da yaşadıkları acı da onların her ana sımsıkı sarılmalarını sağlayıp büyük bir tecrübeyi aile birliğiyle atlatmalarına neden olmuştu. Nicole çok sarsılsa da ailesine bunu belli etmemişti. Çünkü annesinin ondan daha çok üzüldüğünü babasının da bu durumdan zor durumda kaldığını adı gibi biliyordu. Babasına destek amacıyla böyle bir mektup atmış, onları az da olsa sevindirmek istemişti. Belki de böyle düşünmek istiyordu. Hayatında ki yaşadıkları bundan sonra değişecekti ya da bunun sayesinde her şey birbirine vesile olup büyüyecek, onun önünü açıp genişletecekti. Bunu kabul etmek zor olsa da iyi veya kötü kabul edip hayatına o olmadan devam etmek zorundaydı. Bu yüzden düşündüğü tek şey onun gitme sebebini ailevi bir görev gibi düşünüp ölmesinin onun kurtuluş ve ailenin arınış yöntemi olarak düşünüyordu. Bu çok acı vermişti, fakat bir daha ki sefere böyle bir şey olsa bile her şeyin dolu tarafından başından böyle bir olay geçtiği için rahat bir şekilde bakabileceklerdi. Eğer kardeşi hafıza kaybıyla ömür boyu yaşasaydı, ailesi her zaman ona üzülüp ağıtlar yakacaktı. Oysa şimdi onun iyi bir yere gittiğini düşünerek kendilerini avutabiliyorlardı. Nicole zor da olsa alışacak, sonunda da kardeşi ve kendi için yaptığı her şeyi öldükten sonra ona anlatacaktı. Sonra gene eski günlerdeki gibi gülüşüp eski hallerine döneceklerdi. Bu ana kavuşmak zor olsa da elinde sonunda her şeyi başarıp o da ölecekti. Belki bu olay yarın olmayacaktı, ama elbet bir gün o gün gelecek ve sonunda kardeşine kavuşacaktı. Mektubu yazdıktan sonra gene içindeki sesse yenik düşmüş bir durumda bu düşüncelere dalmış. Kendini avutmak adına bir şeyler bulduğu için bir anlığına mutlu olmuştu. İçinde bir yerlerde kardeşinin acısı olacaktı, ama şu günlerde bunu en az şekilde belli edip herkese karşı güçlü bir kız olarak namını duyurmalıydı. Ardından da Sihir Bakanlığı tarafından yapılan maskeli baloda göz kamaştırmalı ve bu kadar çabuk iyileşen Nicole herkesin ağzını bir karış açık bırakacaktı. Balo gününe yaklaştıkça Nicole gittikçe heyecanlanıyor. Ailesine yazdığı mektubun cevabı gelmediği için kızıyordu. Okulda her şey eskisinden daha iyiydi. Herkes her istediğini yapar, bir duruma gelmişlerdi. Sevmeyenler bile onun gösterdiği bu olgunluk ve güç gösterisinden dolayı onlar tanışmak istiyorlardı. Nicole büyük günü beklediğinden herkese elinden geldiğince iyi davranmaya çalışıyordu. Maskeli baloya son üç gün kalayken; Nicole’ün baykuşu Mari ağzına sarılı bir küçük notla büyük salona gelmişti. O akşam yemeğini yedikten sonra Nicole tam kalkarken karşısında Mari’yi görünce küçük bir çığlık attı. Kâğıtta kısa ve öz şekilde bir cümle ve ardından da imzayla beraber bir dilek yazılıydı. Nicole ilk hayal kırıklığına uğramış bir ifadeyle Hogwarts koridorlarından Slyterin ortak binasına çıkan koridorlardan geçiyordu. Kâğıdı sıkıca tutuyor, sanki yazılanları okumak yerine hissedip üzüntüyle hıncını çıkarıyordu.
Slyterin ortak binasına geldiğinde herkesin yemek yediğinden, hiç kimsenin olmadığını anladığında derin bir nefes alıp kendini toparladı. Etraf o kadar sessizdi ki Nicole bir an kendi aldığı nefesten korkmuştu. Sonunda elinde sımsıkı tuttuğu kağıdı açmaya başladı kağıt o kadar burumuştu ki kağıdı açıp onu okunur bir şekle sokması baya zaman almıştı. En sonunda kâğıdın okunur bir şekle geldiğini gördü ve kağıdı en ince ayrıntısına kadar bakarak okumaya karar verdi. Kağıtta;
“Sevgili kızım Nicole; Kıyafetlerini sihirle saat 12’de odana yollayacağım. Kendi ellerimle hazırladığımdan beni mazur görürsün umarım. Annen Eliza."
Nicole mektubu okurken şaşkınlık içerisindeydi. Fakat mektubun sonunu okuduğunda o şaşkınlık büyük bir hayal kırıklığına dönüşmüştü. Mektubu annesinin yazdığını el yazısından anlamıştı, ama neden bu kadar kısa ve özdü. Nicole hiçbir zaman yapmadığı şekilde yazmıştı son mektubunu, sevgiyle bitirmişti. Şimdi annesi sevgiyle bitirmiyor hatta eskisinden de beter bir dille çok resmi ve sert bir üslup kullanıyordu. Nicole şoka girmiş bir şekilde öylece mektupta yazanlara bakıyor, tekrar tekrar okuyup bunun nedenini çözmeye çalışıyordu. Sonunda odasına gidip saat 12 beklemeye karar verdi. Neden böyle bir saat verdiğini de bilmiyordu Nicole annesinin çok kızmış, sinirlenmiş ve agresif bir hale gelmişti. Eski yerine gelen neşesi ailesinin mektubuyla destek vermediklerini göstererek bir aleve su serpmiş gibi Nicole’ü de söndürmüştü. 11.30 ‘da Nicole uyuklamaya başlamıştı, kendini kitapla ya da müzik dinleyerek oyalamaya çalışıyordu, fakat uykusuna sonunda yenik düşmüştü. Rüyasında yanında annesinin belirip yanına geldiğini ona sarıldığını görüyordu. Ama bu olay o kadar gerçekti ki onun kokusunu içine çektiğini hissederek derin bir iniltiyle uyandı. Uyandıktan sonra uyanmak için gözlerini ovuşturdu ve ardından karşısında bir kutuyla birinin onu beklediğini anladı. Uykudan yeni kalktığından gözleri karanlığa alışamamıştı. Yavaş yavaş açtığı gözleri karanlığa alıştığı an annesini karşısında gördü. Ağzı beş karış açık şekilde annesi Eliza’ya doğru bakıyordu. Rüya da olduğunu düşünerek annesinin gerçekten olup olmadığını anlamak için eliyle eline dokundu. Rüya olmadığını anlayınca şaşkınlıkla suratında kocaman bir tebessüm oluştu. Annesi de kızının heyecanına ortak olduğu için sessiz bir şekilde Nicole ne yaptığını izliyordu. Nicole en sonunda yaşadığı acılarına tuz basmak için annesinin omzuna atladı. Annesi tek kelime dahi etmiyordu. Nicole etmediğine şükrediyor sanki bu olay hala bir rüyaymışçasına annesine sıkıca sarılıyordu.
En son Nicole Marissa Magdalene tarafından Salı 26 Ağus. 2008, 21:49 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Nicole Marissa Magdalene Fontjoncouse Otel Ortağı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 4533 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12681 Ekspresso Puanı : 75 Kayıt tarihi : 02/07/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 21:46 | |
| Eliza her hangi bir tepki de vermiyordu, ama en sonunda Nicole’ün yakarış ve ağlayışlarını duyduğu an Nicole sarılıp onu sıkıp öpmeye başlamıştı. En sonunda çok sessiz bir şekilde “Baban buraya geldiğimi bilmiyor, fazla zamanım yok. Sadece sana kendi ellerimle yaptığım kıyafeti kendim vermek istedim." dedi Nicole hiçbir şey demeden hayran bir şekilde annesine bakıyordu. Nicole kafa sallayarak onu anladığını belirten bir işaret verdi. Annesi bu durumu olağan karşılar bir biçimde “Ben gitsem iyi olacak sakın kafanı bir şeye takma her şey iyi zaten okulda bitmek üzere biraz daha sıkarsan dişini evine ve ailene kavuşacaksın.” dedi. Kararlı ve eski tanıdık bir ses duymak Nicole çok iyi gelmişti. Annesini dediklerinin ardından veda etmeden gitmişti, fakat Nicole annesine sarılmanın verdiği güç ve mutluluktan dolayı sarhoş ve uyku mahmurluğu içinde kendini yatağına ve ardından uykunun derinliklerine bıraktı. Sabah güneş aydınlanırken güne çok dinç bir şekilde uyandı. Yatağında birkaç dakika oturarak dünkü yaşadıklarını bir kez daha düşünüp kendine güven depoladıktan sonra annesinin yapıp, dün verdiği elbiseyi açmayı unuttuğunu hatırladı. Yatağından atladıktan sonra dün uyku semesiyken yatağının ayakucuna koyduğunu hatırladı. Kutu elinde biraz bekledikten sonra soluksuz bir biçimde kutuyu açtı. Kutudan sarı renkte annesinin Nicole yakışacağına inandığı tarzda bir elbise vardı.
Nicole çocukluğundan beri annesine özendiği için çok sevmişti kıyafeti kutu da başka bir şey var mı diye baktığında bir adet çanta ve ayakkabı olduğunu gördü. Baktığı anda gözleri kamaşmıştı. Çanta kıyafette tamamlayacak şekilde değişik bir altın sarısıydı, ayakkabı da aynı pullarla işlenmiş altın ve sarı karışımı bir renkteydi. Kıyafetinde ki işlemeler ve pullar annesinin Nicole küçükken hayranla izlediği annesinin elbisesinin kumaşlarıyla eski diktiği giysisine çok benziyordu. Nicole anılarını hatırladıktan sonra “Kesin benim sevdiğimi ve küçükken kıskanan bir tavırla baktığımı anladı." diye içinden geçirdi. Baloya artık iki gün kalmıştı. Nicole’ün her şeyi hazırdı, fakat sadece bir maskeye ihtiyacı vardı. Annesinin bunu koymuş olması umut etmişti. Ama o kadar telaş içinde olduğundan unuttuğunu zannetmişti. Bu kıyafettin ne kıyafeti olduğunu bile tam olarak bilmiyordu. Hangi kılığa sokmuştu annesi kim bilir ama ne olduğunu desenlerinin içinde kaybolduğundan anlayamamıştı. Sonra kutuyu yere atıp kıyafeti denemeye çalıştığı anda kutu devrildi ve altından gizli bir bölmeli bir yer çıktı. Nicole ne olduğuna bakmak için yatağından atladı. Ardından gözlerine inanamayacak kadar güzel bir maske ve pelerin olduğunu fark etti. İçinden almak isterken pelerinin içinden de bir adet kağıt düştü. Nicole hayretler içinde ağzı beş karış açık annesinin yapıp getirdiği maskeli balo kıyafetine bakıyordu. Annesinin böyle bir sürpriz yapması onu kendine getirmişti. Kağıtta kısa ama çok hoş birkaç cümle yazılıydı.
“Baloda benim ve herkesin Kraliçe’si olman dileğiyle canım kızım, oraya girdiğin ilk anda herkesi kendine hayran edeceğine eminim. İnşallah her şey bundan sonra istediğin gibi geçer, kendine temiz bir sayfa aç. Seni seven annen."
Nicole mektubu okurken mutluluk içinde bir çığlık attı. Bu ses çok yüksek olsa gerekti ki yanında kalan kız bu saatte ne bağırıyorsun diye mızmızlanmaya başlamıştı. Ama Nicole umurunda değildi. Sevinçle kıyafetini hiç kimsenin görmemesini istediği için kutunun gizli bölmesine yerleştirdi. Kıyafetinin kırışmamasını için dolabına önceden asmıştı. Sonra kutuyu sessiz bir şekilde yerine koydu. Daha saat erken olduğundan yatağında yatarak tavanı izleyip maskeli baloda neler olacağını hayal etmeye başladı. O akşama itinayla nasıl hazırlanacağını ilk başta neyi ilk olarak yapıp yapmayacağını en küçük ayrıntısına kadar her şeyi hayal ederken kendini maskeli baloyla ilgili bir rüyanın içinde kaybeder. Rüyasında her şey hiç olmadığı kadar güzeldi. Fakat kavalyesi olmadığından kendi ve yeni edindiği arkadaş çevresiyle eğlenirken görür. En sonunda bir kızın çığlıklarıyla uyanır. Ama kimin çığlık attığını önemsemeden yataktan kalkar. Yatağını kendi toplamak istediği için ev cinine hayır diyerek yatağını toplar. Ardından çok sevdiği kardeşinin de özendiği için aynı kıyafeti aldırdığı yeşil elbisesini giyer. Yeşil gözlerinin rengini açığa çıkardığından yüzüne biraz da makyaj yaptıktan sonra dudaklarının çok çatladığını fark edercesine belli belirsiz olan bir ruj sürer. Dudakları hafif dolgun ve kırmızı olduğundan böyle bırakmayı çok seven Nicole ardından saçlarını da büyük bir itinayla tarar ve şekil verir. Elbisesiyle saçları da bir bütünlük oluşturacağından saçlarını açık bırakmaya karar verir. Son kez kendine aynada bakar ve yaşadığı onca şeyden sonra kendini salıp bıraktığı için kendisinden özür diler.
O sabah hiç olmadığı kadar süslenen Nicole, neşeli bir şekilde pencereden dışarı bakar “Ne kadar güzel bir gün” der Hava o günde şansına çok güzeldi yağmurlu geçen onca günden sonra hafif parçalı bulutlu açık bir hava vardır dışarıda Nicole o küçücük penceresinden gelen temiz havayı içine çeker. Yatakhanede fazla kimse kalmadığından rahat bir şekilde hareket edebilen Nicole ardından kahvaltı yapmak üzere Büyük Salona gitmeye koyulur. Hogwarts koridorları çok sessiz ve sakin geldi. Pazar sabah saatlerinden olsa gerekti. Birileri ya uyuyor ya da işi olduğu için bir yere gitmiş olmalıydı. Büyük salona vardığında herkesin orda olduğunun farkına vardı. Herkes büyük bir iştahla yemek yiyordu. Nicole etrafındakileri bakıp öyle bir manzarayla karşılaştığından boş bir yere oturup yemeğinin gelmesini bekledi. Yemeği gelir gelmez büyük bir iştahla yemeğe başladı. Balkabağı suyunu sevmediği için tam olarak içemese de bardağı yarılamıştı. Yemeğini bitirdikten sonra ne yapacağına karar vermeye çalıştı. Ama aklına bir türlü bir eğlence gelmiyordu. En sonunda hiçbir yere gitmeden Slytherin ortak binasında bir köşeye çekilip kitap okumaya karar verdi. Nasıl olsa sevdiği kitapları okuduğu zaman zamanın nasıl geçtiğini bilmiyordu. İlk olarak odasına gidip sevdiği serinin devamı olan kitabını aldı. VC. Andrews’sın serisi olan kitap Hudson serisinin hepsini okumuş sadece son serisini okumamıştı. Kitap çok akıcı olduğundan, bugün sabahtan akşama kadar bitireceğine emindi. Serinin son kitabının adı Gökkuşağıydı. Nicole kitabı eline alır almaz içinde bir kıvılcım oluştu. Kitabı okudukça sanki o acıları yaşıyormuşçasına sarsılıyordu. Acı hep aşkla ve ızdırapla ilgili olduğundan Nicole belki de yaşayamadığı aşk acılarına imreniyor ve o acıyı gerçekten yaşıyormuş gibi bağlanıyordu. Kitanı bitirdikten sonra kendini çok yorgun hissetti. Yatağına giderken kitaptaki karakterlerden kimin kime benzediğini düşünmeye başladı. Her hangi bir erkek arkadaşı şu ana kadar olmamıştı. Ama aklına aşk gelince o gizemli yaşadığı gece geliyordu. O hissettiği duyguları daha önce kimseye karşı bu kadar güçlü hissetmemişti.
aistiyordu. Baloya son iki gün kala Nicole gene aynı şekilde yatıp kendini dersle ya da başka bir şeylerle oyaladı. Her akşam erkenden yattı. Annesinin öğrettiği parti öncesi kremleriyle her gün duş alıp yüzünü temizliyordu. Güzel olmak için her şeyini feda edecek hale gelmişti. Dışarıda herkes de onun gibi baloyu dört gözle bekliyordu. Hogwarts’daki herkesi bu yüzden bir telaş sarmıştı zaten her şey güzelin de ötesinde bir masal gibi olmalı diye düşünüp elinden geldiğince herkes katkıda bulunuyordu. Balo sabahı Nicole sabah saat beşte kalktı. Tüm hazırlıkları yapması için bu saat ona anca yeterdi. Yataktan kalktıktan sonra ki ilk işi banyoya gitmek oldu. Hava sıcak olduğundan soğuk suya girip rahatlamayı düşünmüştü. Küvetin suyunu ayarladıktan sonra annesinin eskiden küvete girmeden önce kullandığı şampuanları sıktı. Küvet hazır olduğunda kendini bir anda küvetin içine girdi. Suyu çok soğuktu, fakat Nicole bunun balodan önce ona çok iyi geleceğini bildiği için yapmıştı. İlk soğuk suya alışamasa da alıştıktan sonra kendini köpüklerin içine gömdü ve biraz içinde beklemeye başladı. Küçükken dipten yüzme konusunda ders aldığı için nefesini kontrollü bir şekilde fazla tutmayı biliyor. Suyun altında çok rahat bir şekilde durabiliyordu. Oldum olası sportif bir yanı olmasa da annesinin ısrarlarından dolayı sporla ilgili yeteneği olmasa da az çok bütün sporlarla ilgili birkaç bilgisi vardı... | |
| | | Nicole Marissa Magdalene Fontjoncouse Otel Ortağı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 4533 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12681 Ekspresso Puanı : 75 Kayıt tarihi : 02/07/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 21:47 | |
| Suyun altından çıktıktan sonra derin bir nefes aldı. O kadar çok kalmıştı ki bir an bütün dünyayla ilişiğini kesip sanki başka bir diyara gelmiş gibi etrafını incelemeye ve hatırlamaya çalıştı. Bütün her yeri süzdükten birkaç saniye sonra her şeyi hatırladı. Üzerine bornozunu giyerek hazırlanmak için odaya gitti. Saçı kıyafeti her şeyi için bol bol zamanı olmasına karşın her şeyi bir an evvel bitirip rahatta kavuşmak istiyordu. İlk önce tüm vücudunu annesinin gitmeden önce verdiği simli kremi sürdü. Çok süslü olmak istemede giyeceği balo kıyafetinde en iyi olmak istiyordu. Her zaman ki bencil Nicole haline dönme eğilimleri bunun içinde geçerliydi. Sadece birkaç huyu değişen Nicole bundan sonra ne yapacağı belli olmazdı. Her zaman olağan şeyler diye kafasından geçirken bir yandan da eşyalarını akşama hazırlıyordu. Üstüne rahat bir şort ve tişört bu işleri daha rahat bir şekil de halletmesine yardımcı olacaktı. Baloya 5 saat kala Nicole öncesinde Slytherin Ortak Binasında kitap, dergi okuyarak geçirmişti. Son 5 saatte son 10 dakika kala çok sıcak ve nemli olduğundan kendini dışarı attı. Gölün kenarına gidip 10 dakika kafa dinlemeyi isterdi. Fakat aklına Fısıldayan Ağaç Korosunda konuştuğu ağaç geldi. Yerini tam olarak bilemese bile onun kendini istemeden de olsa belli edeceğini biliyordu. Ağır ağır Hogwarts’ın kapısının dışında olan Fısıldayan Ağaç Korosu yoluna yöneldi. Heyecandan çarpan yüreği onu olacaklar konusunda heyecanlandırıyor ve belli belirsiz bir stres içine giriyordu. Güneş Nicole bir şey söylemek ister gibi bakıyor ve Nicole göz alıcı yeşil gözlerini alıyordu. En sonunda Ell’le konuştukları yere gelince hiçbir ses çıkarmadan öylece etrafını süzdü. Bu sessizlik bir ağacın aniden hareket etmesiyle sona erdi. Nicole’ün düşündüğünden daha kolay bir şekilde ağaç kendini ele vermişti. Nicole ağacın hareketiyle onu korkutmak istemediğini ve sadece olanların kendi annesi için geçerli olduğunu bildiği için meraklı bir şekilde “Merhaba ben o kız, hani annem buraya hep geliyor demiştiniz ya benim çok zamanım yok bugün benim büyük günüm ama sizinle konuşmadan gidersem olmazdı.” dedi. Ona bakmak istediği için onun karşısında ki ağaca kendini dayamıştı. Ağaç ilk hiçbir cevap vermeden dallarını diğer tarafa çevirmişti. Fakat Nicole umutsuz bir biçimde “ Buna ihtiyacım var, her şeyi anlattım eminim annem Eliza da bunu bilmemi isterdi.” dediğinde ağaç ona doğru hızla döndü. “inanamıyorum bu olay nasıl olur, daha önce hiç böyle bir şey olmamıştı. Fazla zamanın olmadığını biliyorum. Balonun tadını çıkaracağına da eminim. Kendine bir partner seç ve onunla dans etmenin keyfini çıkar. Annen eliza ya gelince o ne yaptığını bilemeyen senin gibi küçük saf bir kızdı. Kim bilir şimdi nasıl olmuştur.”dedi. Nicole hiçbir cevap vermemeyi uygun gördü. Çünkü yanlış bir şey söyleyip anın büyüsünü bozmaktan korkuyordu. Ağaç cevap vermeyeceğini anlayınca onun bu davranışını onaylayan bir biçimde “Hmm gelelim annenin Hogwarts yaşamına” dedi sanki hikaye anlatıyormuşçasına söylemişti. Nicole daha da merakla kulağını kabarttı bu sözlerin ardından ağaç “Senin gibiydi. İkilemde kalmış ne yapacağını bilmeyen bunu söylemiştim ama gene de eklemek istedim. Neyse seçimini öğrenmek için geldin senin çok zamanını almayım saat gelmek üzere herkes hazırlanmaya başlamıştır bile. Annenin seçimi senin yansımanda canım, babanın senin yansıman olduğuna emin ol! Çünkü baba bir kocanın temsilcisidir. Bunu iyi anlamanı istiyorum. Şimdilik bu kadar yeter ben yorgun bir ağacım. Ha bir de balo da iyi ve kötüyü ayırt etmeye başlasan sevirim. Karşına iki yol çıkar ve sende seçersin. Şimdi annenin kaderi senin ellerinde, çünkü o artık büyüdü ve evlendi” dedi. Nicole 10 dakkikayı geçirdiğini anladığından ağaca hiçbir şey demeden koşmaya ve söylediklerini kafasına yazmaya çalıştı. “Yansıma” acaba ne demek istedi. Hayatımın kaderimdeyken elindeyken şimdi de yansımanın elinde miydi? Kafası allak bullak olmuştu. Ama içinde de ruhen bir rahatlama vardı.
Hızlı hızlı koşarak Slytherin Kız yatakhanesindeki yerine gitti. Herkes hazırlanmaya başlamıştı bile. Çok geç kaldığını düşündü. Fakat annesinin mesajını hatırlayınca geç kalmasının bir sorun olmayacağını hatta daha çok ilgi çekeceğini düşündü. Annesi her konuda yanında olmasa da hep hayatından izlerle ona yardım ediyordu. Bunun için kendine ve ailesine binlerce teşekkür ederek şükretti. Ne kadar kötü günler atlatırsa atlatsınlar birbirlerini kollamayı iyi veya kötü yoldan biliyorlardı. Hazırlanırken kendini bir duygu seline kaptırmış gidiyordu. Hogwarts’daki herkes aynı telaş içindeydi. İşlerine boğulmuş herkes bir yere doğru işini halletmek adına koşturuyordu. Nicole’de onlar gibi bir şekilde koşuşturuyordu. Yaşadıkları ne olursa olsun hayatta tutunmak tek istediği bunu başarabilmekti. Her şeyin üstesinden gelecek güç onun içinde sahipti. Belli ki annesi olacakları biliyormuşçasına her işi önceden planlamıştı. Sanki bir zaman küresine bakmış. Sorunlarına da ona göre önlem almıştı. Ama bunu düşünce aklına geldiği anda bir anda yüzündeki ifadeyi değiştirmek istercesine o düşünceyi kovaladı. Annesinin sihirli bir küresi olduğunu babası duysa onu öldürebilirdi. Çünkü ne olursa olsun dışarıda büyü yapmak yasak olduğundan bir Muggle gibi yaşamayı tercih ediyordu. Ne kadar Mugglelara kin duysa bile bu böyleydi. Nicole kendini partinin heyecanıyla uğraşmak istediği için kendi hayal âlemine giderek hazırlanmayı tercih etmişti. Kıyafetini el işleriyle süslenmiş kahverengi dolabından çıkarırken o kadar heyecanlanmıştı ki bir an kalbi hiç durmayacakmış gibi hızlı hızlı atmaya başladı. Kıyafeti ağır ağır kırışmaması ve yırtılmaması için çıkarıyordu. Gerçi yırtılsa asasıyla bir sihir yaparak bunu düzeltebilirdi. Ama annesinin yaptığını bildiğinden ona hiçbir şekilde zarar gelmesini istemiyordu. Önlem almak onun kitabında yazılan bir kanunda ama Nicole babası bilmediğinden hep ona göre önlem alır. Çok güzel rol yapardı. Nicole son hazırlıklarını da yapıyor ve bu arada da zaman gittikçe daralıyordu. Kıyafeti ağır çıkardıktan sonra kıyafeti dolabının kulpunun oraya taktı ve öylece bir an için izledi. Kıyafeti tam ona göreydi ,annesinin zevki ve yeteneğine hayran olan Nicole uygun bir şekilde altın işlemelerle işlenmiş sarı bir elbiseydi. Sonra yatağının altından sakladığı kutuyu çıkardı. Kutunun gizli bölümünü açtı ve ardından annesinin yazdığı notu koynuna bastırdı. Ne kadar şefkatli bir annesi vardı. Onun yüreğine sahip olmayı ve onun gibi düşünebilmeyi çok isteyen Nicole mektubu bir an kendini kaybederek yüreğine öyle bir bastırdı ki kalbinin acısını ta derinliklerinden hissederek uyandı. İçinden “Oyalanmanın sırası değil, haydı artık hazırlan” dedi kendi kendine sert bir şekilde hazırlanmaya komite ederek hazırlanmaya başladı.
İlk olarak kıyafetini kirletmemek için eşyalarını bir kenara koyup makyajını yaptı. Ardından özel günlerde kullandığı insanı baştan çıkaracak bir tarzda kokan şekerimsi kokuyu sıktı.kokunun yayılması için atar damarlarının üstüne bütün vücudu saracak şekilde sıktı. Makyajını yaparken çok ağır renkler kulanarak kendini boğmak istemediği için hafif ama biraz da kahverengimsi bir ton kullandı. Asasıyla makyaj büyüsü yapmak yerine eliyle yapıyordu. Çünkü her zaman kendi yaptığı işin daha çok zevk ve haz verdiğini düşünürdü. En sonunda hazırlıkları bittikten sonra kıyafetini giydi. Üzerine şu ana kadar hiç giymemişti. Giydikten sonra aynaya baktığında kendini tanıyamaz halde aynaya yakınlaştırdı. Ne kadar da değişmişti. Oysa yaptığı hiçbir şey yoktu. Acılarından dolayı güzelliğinin hiç farkına varmadığını anlayan bir sesle sesli ama bir o kadar da kendi içinden “Bu kadar aptal olmak zorunda mıydın? Neyse ki bu balo senin kurtuluşun olacak” dedi. Dediği ton ve ses o kadar belli belirsizdi ki yanında ki kız ona imrenen bir gözle süzmeye başladı. Bundan hoşlanmayan Nicole sert bir tavırla “Sen kendi işine baksana gördüğün gibi hazırlanıyorum. İnsan kendi kendine de konuşamadıktan sonra aptal olmalı” dedi. Kız şaşkına dönmüş bir tavırla hiçbir şey demeden kıyafetini ve tüm eşyalarını alıp giyinmek üzere başka bir odaya kaçtı. Oda da kimse olmadığı için rahatlamış bir şekilde kendinde eksik olduğunu düşündüğü son rötuşları yaptı. Onlar da bittikten sonra gizli kutunun en arkasında olan maskesini çıkardı. Çok önem verdiğinden sanki düşüp kırmaktan korkarcasına yavaş yavaş arkasında ki lastiğini kafasına geçirdi. Son kez aynada kendine baktıktan sonra çıkmak ve balonun olduğu yere gitmek üzere yol aldı. Koridolar bile o kadar ihtişamlı döşenmiş ve hazırlanmıştı ki Nicole nefesini kesiyor. Doğal olarak içinde ki seste merakla “Kim bilir balo salonu nasıldır” dedi. Balo salonuna yaklaştığını etrafında ki ses ve kahkalardan sonra anlayan Nicole sessiz ama annesinin özel bir tasarımcı tarafından yapıldığını düşündüğü ayakkabısının topuk gıcırtılarından başka ses yoktu. Acaba nasıl bir gece onu bekliyordu. Maskeli balonun yapılacağı yere indiği anda ağzı beş karış açılmış olduğunu hissetmişti. İçerisi o kadar güzel ve ihtişamlıydı ki bir kuş sütü eksik sanki diye düşünüp balo salonunu süzerken onunda var olduğunu anladı. Hogwarts’daki herkesin bunun için çaba gösterip uğraştığı kesindi. Nicole etrafını irdeleyip inceliyor ama etrafta hiçbir tanıdık göremiyordu. Müzisyenlere kayan gözü ve çalan müzik onu hiç kimsenin bulmamasının gerektiğini sadece oturup olanları ve başına gelenleri düşünmesi gerektiğini hissetti. Müzik biraz acılarını anlatsa da bir yandan da romantik olduğundan Nicole aşk hissini depreştiriyordu. Bir partneri olmadığından yakındı. Fakat bir an ağacın dediklerini hatırlayınca “Umarım bugün her şey iyi gider ve sonunda sana anlatabilirim” dedi. Yüzyıllardır herkes bunu bekliyormuş gibi eğleniyor, partinin başlangıcının tadını çıkarıyordu. Nicole girişinin ihtişamlı ve dikkat çekici olup olmadığı düşünüyor. Birilerinin dans da onu kaldırıp kaldırmayacağını düşünüyordu. Balo başlamıştı. Nicole hayatında ki yeni bir sayfa da böylece açılmıştı. | |
| | | Marveille Croweix Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2182 Yaş : 29 Kan statüsü : safkan yani nolcak ki başka. Galleon : 12732 Ekspresso Puanı : 22 Kayıt tarihi : 11/11/07
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 22:20 | |
| Genç kızın içine işleyen ayaza ev sahipliği yapan bir kış sabahı, güneş daha kasvetli bulutların arasındaki yerine ulaşamamışken ansızın ağaçların arasından beliren siluet yürüdükçe ne karlarda bir iz bırakıyordu ne de en ufak bir ses çıkmasına izin veriyordu. Genç kız tehditkâr bakışlarını üzerinde hissettiğinde çok geçmeden davetsiz misafirinin kim olduğunu anlamış, kendisinden beklenmeyecek kadar büyük bir hızla belki de yapması gereken en son şeyi yapıp üzerinde kalın kar kütleleri barındıran ağaçların çevrelediği patikada koşmaya başlamıştı. Aslında bunun son derece saçma olduğunu o da farkındaydı, eğer gerçekten onu yakalamak isteseydi bunu hiç de zorlanmadan yapabilirdi. Arkasına dönmemesine rağmen bakışlarını hissedebiliyor, çok da uzakta olmadığını anlayabiliyordu. Yine de koşuyordu, hiç durmayacakmış gibi. Yine de bu pek mümkün sayılmazdı zira ansızın önünde beliren gölge ve hemen ardından esen rüzgarla birlikte dalgalanan peleriniyle yere ulaşan kadın. Aniden duran ve üzerinde olmamasına rağmen refleks olarak elini asasına attığında ona ulaşamayan genç kız nefesini tuttu. O anda üzerinde mavi cübbesinin aksine yerlere uzanan ip askılarıyla mükemmel omuzlarını ortaya çıkarmış ipekten siyah bir elbise olduğunu fark etti. Üzerini değiştirdiğini hatırlamıyordu, bunun nasıl olduğuna dair en ufak bir fikri dahi yoktu. Çıplak kollarını birbirine sürtüp soğuktan bir nebze olsun korunmaya çalışırken kulak tırmalayıcı kahkahayla yeniden korku dolu bakışlarını karşısındaki kadında sabitledi. Gözleri zafer dolu bir ışıltıyla parlarken maskenin ardındaki şeytani ifadeyi görmemek için fazla dikkatliydi. Geriye doğru adım atmaya başladı, bakışlarını bir saniye olsun kadından ayırmadan. ‘ Hadi ama Isabell, kaçmaya çalışıp da zamanımı boşa harcama. Kararını verdin mi? Bizi daha fazla oyalayamazsın.’
Belki de adını duymak onu kendine getirmiş, korkulu bakışlar barındıran ağlamaklı yüzünde kararlı ve sert ifadenin oluşmasına sebebiyet vermişti. Kaynağı belirsiz bir güç doluyordu her geçen saniye, yıpranmış, her an ipekten bir örtüyü andıran bembeyaz karlara yığılıp kalacağından şüphe ettiği narin bedenine. Avuçlarını sıkıp yumruk haline getirdiğinde ince derisine batan, kanatan siyaha boyanmış tırnaklarının neden olduğu acıyı bile duymuyordu zira zaten az sonra başına gelebilecekleri düşününce bu basit bir ayrıntıydı. Ama şimdi bütün bunları hiç umursamadığını gördü, yavaş yavaş kendine geliyor olması gerektiği gibi davranmaya başlıyordu. Ormanın derinliklerinden gelen rüzgar beraberinde solmuş yaprakları da sürüklerken genç kızın geceyi anımsatan kuzgun karası, yağlı saçlarını dalgalandırıp yüzünden ayırırken içindeki son korku kırıntılarını da süpürüp uzaklaşmıştı ince patikadan. ‘ Seçme şansım var mı Christina? ’ Genç kızın bu sözleri üzerine yeni bir kahkaha daha patlak verdi. Hemen yanındaki ağaçta tünemiş olan birkaç kuş geride sadece ince bir tüy bırakarak daldan havalanırken Isabell onlar gibi kaçabilmeyi, bu iğrençliklerle dolu dünyadan uzaklaşabilmeyi istedi. Ne yazık ki böyle bir şansı yoktu ve şu anda verebileceği tek cevap evet olmalıydı. Zaten ya o ikisinin kölelerinin arasına katılacak ya da diğerleri gibi acımasız bir ölümle kısacık ömrüne veda edecekti. Bütün bunları farkındaydı ama şimdi birinin gelip ona tüm bunların basit bir şaka olduğunu söylemesi için neler vermezdi. Yalan bile olsa duymaya ihtiyacı vardı, böylesine dehşet verici bir olayın tam kalbinde bulunmak en kötü kabuslarından bile daha beterdi. Ancak ne yazık ki Bell ne bu olanlara katılabilecek kadar kalpsiz ne de insan öldürerek, muggleleri ve onlardan doğmaları katlederek kendini kanıtlayacak kadar acımasız bir cadıydı. Bunları yapmak yerine ölmeyi tercih edeceğini o da gayet iyi biliyordu. Başını iki yana sallarken görebildiği son şey deliye dönmüş bir cadı ve onun asasından çıkan yeşil ışık olmuştu.
Aniden yataktan fırlayan Marv bir süre nerede olduğunu anlamak için etrafa bakınma gereksinimi duydu. Omzunda hissettiği sızlama kaybolurken kızların bunu fark etmemiş olmalarını umdu zira her gece annesinin bir kişiyi daha yok edişini izlediğini anlatmak pek de istediği bir şey sayılmazdı. Rüyasında- ya da kabus demek daha doğru olurdu- Isabell denen kızın içindeydi adeta, onun hissettiklerini hissetmiş, duygularını yaşamıştı ve en az onun kadar nefret etmişti annesinden. Neredeyse bir haftadır aralıksız olarak Isabell gibi genç, yaşlı fark etmeden birilerinin son dakikalarına şahit oluyordu ve işin kötü yanı bütün bunlar hayal değil tamamıyla gerçeklerdi. İki kez üst üste gördüğü bu rüyaların sonucunda araştırma yapmış, ölümünü seyrettiği, her seyredişinde içinde bir yerlerin yok olduğu insanların sahiden de acımasızca öldürüldüğünü öğrenmişti. Komik olansa hiç kimsenin saygıdeğer birer aile olan Bristow ve Redwood’ların tek varislerinden şüphelenmemiş olmasıydı. Temiz iş. Perçemlerini gözlerinin önünden çekerken yatakhanedeki büyük saate kaydı hala az önceki rüyanın şokundan çıkmayı başaramadığının kanıtı olan buğulu bakışları. Büyük Salonda olması gerekirdi ki malikaneden bilekliği hala eline geçmemişti. Aceleyle ipekten çarşafı üzerinden çekti ve zarif ayaklarını zeminde sabitledi. Eskisi gibi bir ileri bir geri sallandırmayı denese de on altı yaşına basmış bir cadının böyle bir şeyi yapamayacağını bildiğinden omuzlarını silkerek üzerine ince kıvrımlı bacaklarını saran kotunu ve omuzlarını açıkta bırakan tişörtünü geçirdi. Kahverengi saçlarını hemen yanı başındaki aynayla bütünleşmiş masadan aldığı lastik tokayla arkadan toplarken üzerine hafif bir şekilde çeki düzen verip hızlı adımlarla zindanların kasvetli havasından gün ışığına ulaştı.
Büyük Salon her zamankinin aksine çok daha gürültülü ve kargaşa doluydu. Bugün akşama doğru Hogsmeade köyündeki büyük, sahiden de geniş kapsamlı olacak maskeli balonun gerçekleşecek olması da etkiliydi tabii bu gürültünün oluşmasında. Zümrüt yeşilinin hakimiyet sürdüğü masaya ilerleyip her zamanki yerine otururken Tera’nın orada olmadığını fark etti. Meraklı bakışlarla tüm masayı baştan sonra süzdükten sonra artık orada olmadığına emin olduğu cadının diğerleriyle birlikte göl kenarında balo hakkında konuştuğu kanısına vardı. Bu konu üzerinde fazla düşünmesine izin verilmemişti zira önündeki balkabağı suyuna uzanırken baykuşlar yavaş yavaş içeriye akın etmeye başlamışlardı. Onca baykuşun içinden babasının aptal Lousie’sini hemen tanımıştı. Pençelerini açıp genç kızın hemen önüne attığı küçük kutuya uzattı parmaklarını. Zarif bir şekilde paketlenmiş olması bu işi büyükannesinin üstlendiğinin bir kanıtıydı. Hemen kurdelesini çözüp zarif bilekliği parmaklarının arasında dikkatlice gezdirdi. Dudakları tatminkar bir ifadeyle kıvrılırken doğru düzgün bir şey yememiş olmasına rağmen Büyük Salon’dan ayrıldı.
Aradan geçen üç saat sonra yeniden zindanların o soğuk, ilk saniyede etkisi altına almayı başaran havasına kavuştuğunda koşuşturanlar, uzun süredir hiçbir işe yaramayan şöminenin etrafında toplanmış balo ve çıkacakları erkekler hakkında bitmek bilmeyen dedikodular yapan gruplar, değişik kostümlerin içine girmeye çalışan ahmaklar… Manzara karşısında pek memnun kaldığı söylenemezdi elbette. Gözlerini devirerek yatakhaneye ilerlerken kostüm konusundaki tereddütlerini bir kez daha yaşıyordu. Kusursuzca cilalanmış ve siyaha boyanmış tırnaklarını sıkıca toplamış olduğu kahverengi saçlarının arasında gezdirirken bakışları yatakhanede, hemen kendi yatağının yanı başında duran sarışın cadıda sabitlendi. İri iri açılan göz bebekleri karşısındaki manzaraya inanmak istemediğinin bir kanıtıydı adeta. Dudakları alay dolu bir ifadeyle kıvrılırken Tera’yı süzmeye devam etti. Onun bakışlarında açıkça belli olan alay ve küstah ifadenin aksine genç kız oldukça dikkat çekici görünüyordu. Üzerindeki elbisesi ve yapraklardan bir taş yaptığı saçlarıyla hüzünlü bir sonbaharı andırıyordu. Makyajı her ne kadar biraz fazla abartılı ve hemen fark edebileceği gibi pek çok hatayı barındırsa da onun bir Slytherin’de bulunmayacak kadar masun olan yüzünde oldukça hoş görünüyordu. İçinde kabarmaya başlayan kıskançlık duygusunu bastırırken kurumuş dudaklarının arasından sadece ‘harika görünüyorsun’a benzer birkaç kelime çıktı. Sanki adım atmaya üşeniyormuşçasına bir tavırla bal rengi olağan boyuttaki dolabına ilerlerken ev cinlerinin sinir bozucu bir şekilde toplamamış oldukları yatağının üzerindeki kanatlara bakıyordu.
Karga kanatları, pek çok insanın neredeyse tırnağı kadar sevmediği, oysa oldukça asil bir havyan olan karga kanatları. İnce parmakları dolabın tokmağını kavrarken hareketleri onun gibi bir cadı için fazlasıyla uyuşuk ve bezgindi. Dolabın en başında askıda duran kostümü ellerinin arasına aldığında bu gece oldukça değişik olacağını fark etti. Laciverttin koyu tonlarını barındıran elbiseyi üzerine geçirmekte her ne kadar zorlansa da biraz da Lytera’nın yardımıyla fermuarını kapatmayı başarmıştı. Vücudunu sarıp hatlarını belirginleştiren elbisenin önü dizlerinin bir hayli üstünde bir bölgede kesiliyor, kusursuz bacaklarını ortaya çıkarıyordu. Arkası ise yerlere kadar uzanıyor, o yürüdükçe dalgalanıyordu. Bacaklarını saran ipleri barındıran ona göre fazlasıyla topuklu ama nedense zorlanmadan hareket edebileceği kadar kullanışlı zarif ayakkabılarını giymeyi başardığında makyajı ve saçı için sağ üst köşesi çatlamış, bir parçası kaldırılmış olan aynanın karşısına geçti. Sadece birkaç saniye sonra kızıla yakın kahverengi saçları gece karasına dönüşürken yeşil gözleri mavinin en açık tonlarına bürünmüştü. Solgun dudaklarını koyu kırmızı bir rujla fazla abartmamaya özen göstererek belirginleştirirken mavi gözlerini siyah göz kalemiyle çevreleyip, rimelle daha da bir güzel görünmesini sağlamıştı. İnci küpelerini taktıktan sonra hala kutusunda duran bilekliğine bir hamlede bulundu. Ona büyükannesinden kalmış olan ve neredeyse bütün eşyalarının arasında özel bir değere sahip olan uğurlu, zarif bileklik. Sanki kırılmasından korkuyormuşçasına büyük bir dikkatle onu da taktıktan sonra kanatlarına uzandı. ‘ Hey, Tera. Şunu takmama yardım et.’ Neden bu kadar kaba davrandığını bilmiyordu, ya da kızın ne demeye onun bitmek bilmeyen istek ve kaprislerine katlandığını. Gerçi kızın da bunu pek önemsediği yoktu, alışmış olmalıydı. Ona saatler sürmüş gibi gelen birkaç dakikadan sonra kollarından elbisesinin dekoltesine uzanan kanatlarını başarıyla takabilmişti. Maskesini gözlerinin önüne geçirdiğinde neden makyajı için o kadar zaman harcadığını düşündü, sadece birkaç saniye için.
Diğerleriyle birlikte sıra oluşturduklarında sürekli tacıyla oynayıp duran ve konuşan Tera’yı güçlü bir dirsek darbesiyle sustururken geceye karışan siyah saçlarının maskesinin önüne düşen bir buklesini geriye doğru attı. Diğer LS kızlarıyla aynı arabaya bindiklerinde hepsinin gökyüzündeki birer yıldızmışçasına parıldadıklarını fark etti. Ell ortalarda görünmüyordu, göl kenarından sonra onu ne görebilmiş ne de dedikodularda hakkında bir şeylere rastlayabilmişti. İkizler nefes kesici bir güzelliği barındırıyorlardı kostümlerinde. Ales dikkatleri üstüne toplamayı başaran bir kostümle aralarında otururken Genevieve ve Penelopé son derece şık görünüyorlardı. Göremediği testrallerin çektiği arabalar Marv’a bir ömür sürmüş gibi geçen kısa süreden sonra balonun yapılacağı araziye gelmeyi başarmışlardı. Kostümüyle elinden geldiğince normal bir iniş yapmaya çalışırken görevliye biletini uzatıp kızlarla birlikte emek sarf edilmiş, hayran bırakılacak şekilde düzenlenmiş alana ilk adımını attı. Diğer ülkelerdeki okullardan da öğrencilerin geleceğini duyunca kalbi nasıl hızla atmaya başladıysa, şimdi de tıpkı o an olduğu gibi delicesine çarpmaya başlamıştı. Hızlıca etrafa göz gezdirip geçen yaz tatilinde Fransa'ya büyükannesinin yanına gittiğinde tanıştığı Ben'i aramaya başladı. Az önce yanından geçen garsondan aldığı ateş viskisinden bir yudum içerken boğazındaki yanma hissi alışmış olduğu bir şeydi elbette, her ne kadar maskenin ardına gizlediği gözlerinda kırmızı damarlar belirginleşmiş olsa da...
En son Marveille Lydié Devereux tarafından Paz 31 Ağus. 2008, 10:11 tarihinde değiştirildi, toplamda 3 kere değiştirildi | |
| | | Sasha Slof
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 89 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez Galleon : 11870 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 25/08/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 22:21 | |
| Krazy bütün gün dolaşmıştı baloyu unutup çok yorgun düşmüştü. Kızlar yatakhanesine gidip birkaç saat uyudu.Uyandığında herkesi tatlı bir telaş içinde gördü. Herkes Maskeli Balo için hazırlanıyordu. Çok geç olmadan kendide hazırlanmalıydı. Ama Maskeli Balo için ne giyeceğine henüz karar verememişti. Bir sürü kıyafet yaptırttı ama hiçbirisini beğenmiyordu. Her zaman sade şeyler giymeyi sevdiği için baloda da sade birşey giymek istiyordu. Ama kostümlerini yapanlar çok abartıya kaçmışlardı. Ve en sonunda içlerinde siyah, hafif kabarık bir elbiseyi buldu.Arkasında bembayaz kanatları olan bir elbiseydi bu.Bu tam Krazy'nin istediği bir elbiseydi. Saçlarını da elbisesine uygun kabartmıştı kendi saçının dalgasıyla müthiş bir görünüm olmuştu. Makyajını sade yapmıştı her zamanki gibi gözlerinde yoğunlaşmıştı.Kırmızı tüylü maskesini aldıktan sonra hazırdı işte.İşi bittiğinde mükemmel bir görüntüsü oldu. Büyükannesinin hediye ettiği yüzüğü taktığında tamamen tamamlanıcaktı kıyafeti. Dolabının kilitli çekmesini açtığında yüzüğünü bulamamıştı. Krazy donupkalmıştı yüzüğünü göremeyince. Bir süre sonra kendine gelince bağırmaya başladı;
"Olamaaaz! Yüzüğüm,yüzüğüm nerdeee?! Ne yapıcam ben şimdi!" dedi kendinden geçmişti adeta. Bu yüzük onun için çok değerliydi. Bütün dolabını karıştırdı, altüst etti ama yoktu. Kızlar yatakhanesinin heryerine bakınıyordu ama bulamıyordu. Ortalık savaş alanına dönüşmüştü.Baloyaysa çok az bir zaman kalmıştı. Şöminenin yanında bir pırıltı vardı Krazy hemen baktı.İşte yüzüğünü bulmuştu! Dün gece şöminenin başında uyuyakalmıştı o zaman düşmüş olmalıydı parmağından. Her yer çok dağınıktı ne yapıcaktı şimdi baloyada çok az kalmıştı. Hemen ortalığı toplamaya başladı.Azda olsa toparlamıştı. Londra'dan aldığı parfümünü sıkar sıkmaz yola koyuldu. İçinde bir burukluk vardı ama bunu dışa vurmuyordu. İçini kemiren bir şeyler sürekli onu yiyip bitiriyordu ama o herzamanki gibi güler yüzlüydü. İçini kemiren şey ise Baloya partnersiz gideceğiydi. Herkesin yanında bir partneri ve arkadaşları olucaktı. Ama Krazy daha arkadaş bile edinememişti kendine. Ağlamak istiyordu hüngür hüngür ama yapmıyordu yapamıyordu çünkü o güçlü bir kızdı ve herkese öyle gözükmeliydi. Kendini toparlamaya çalışmıştı. Hem belkide kendine orada arkadaş edinebilirdi. Bu düşünce onun içini birazda olsa rahatlatmıştı.
Heyecanlı ve güler yüzlü bir şekilde Maskeli Balonun yapıldığı alana girdi.Burada hiç kimseyi tanımıyordu. Profösörler, büyücüler, öğrenciler herkes orada toplanmıştı. Bu onun kalbinin dahada hızlı çarpmasına neden olıyordu. Birçok kişinin güleryüzlü ve meraklı bakışları altında yürümeye devam etti. Kalbi çok hızlı atıyordu ilk defa bu kadar heyecanlanmıştı. Bir köşede kendine bir yer buldu ve hemen oturdu.Buradan herkes gözüküyordu. Krazy o kadar çok heyecanlanmıştı ki etrafı bile inceleyememişti. Balo yeri muhteşem ve büyülü bir yerdi. Dans pistleri,ışık saçan alev topları, rengarenk balonlar herşey o kadar çok güzeldi ki Krazy büyülenmiş gibiydi.
Daha önce içinde olan burkukluk tekrar izini göstermişti.Balo alanındaki herkes partnerleri ve arkadaşlarıylaydı. Krazy ise yapayalnız birşekile onları izliyordu. Çok kötü bir duyguydu bu. İlk defa kendini bu kadar çok yanlız hissetmişti. Gülücük saçan yüzü biranda soluvermişti. Kendini güçlü göstericek hali yoktu. Gözlerini sımsıkı kapadı ve kendine hakim olmaya çalıştı ama o kadar çok üzgündü ki yapamıyordu güçlü durmayı beceremiyordu. Sandalyesinden kalktığı gibi hızlı adımlarla yürümeye başladı. Kendine sessiz sakin bir yer bulmaya çalışıyordu.Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. En sonunda sessiz sakin bir yer buldu kendine. Gözyaşlarına daha fazla hakim olamadı ve yanaklarından süzülmeye başladı. "Kendimi toparlamalıyım" dedi titreyen sesiyle. Gözyaşlarını sildi ve derin bir nefes aldı.Kendini toparlamıştı birsüre sonra balo alanına yüremeye başladı yeniden.Aynı köşeye oturdu.Bu sefer çok güçlü olmalıydı,güzel şeyler düşünmeliydi. Ve başardı. Sadece Balo alanında yapılanları inceliyordu mutlu bir tebessümle.
En son Krazy Slof tarafından Ptsi 01 Eyl. 2008, 14:04 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Christian Dayrnt Black Britanya ve İrlanda Qudditch Karargahı Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1281 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12316 Ekspresso Puanı : 4 Kayıt tarihi : 28/01/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 23:00 | |
| "Sanırım, hayatımdaki en mutlu gün."
dedi Alessia ve bu sözün ardından Dayrnt kendine geldi. Yüzüne aptal bir gülümseme yerleştirdi ve etrafına bakındı. Tekrar rekrar içinden ' Vay be, 3 kez ha? Fiiuv! ' diyordu. Artık kimse umrunda değildi. Alessia ve Dayrnt, çiçek ve böcek, tohum ve toprak... İşte birbirlerini tamamlıyorlardı. Aklında birden Sy geldi. Bu olamazdı, ilk kez ondan daha fazla aşık olmuştu birine. Sırıttı ve Alessia ile dolaşmaya başladı. Birden Alessia'nın brinie baktığını fark etti. Ellerini onun belin doladı ve ona merakla baktı. Alessia kafasını çevrdi ve bir kızı işaret etti. Alessia tam başını çevirdiğinde göz gözel geldiler. Dayrnt Alessia'nın yüzünde bir gülümseme gördü. Sonra ona bir öpücük daha verdi. Ve işte Dayrnt'ın korku ve merakla beklediği an gelmişti. Şimdi dans ediyorlardı. İnanamayacaksınız fakat Dayrnt hiç hata yapmıyordu. Dans dersine katılmamıştı. Katıl diyen arkadaşlarına ise yüzünü burusturarak yanıt vermişti. Bu hatanın pişmanlığını yaşıyordu fakat bir sene sonra olsa yine de gitmeyecekti. Dayrnt'a göre dans sonradan öğrenilmemeliydi. Tamam, öğrenebilirdi fakat ders alınarak değil. Kendine has bir tarzı olurdu. Aslında bunları ders alarak da gerçekleştirebilirdi fakat bu o yöntemi seçmemişti. Biraz pişman olmasına rağmen burada iyi dans edebildiğini fark etmişti. Bunun için seneye olacak balo için dan işini garantiye almıştı. Kafasını Alessia'nın omzuna gömdü ve orada gülmseyerek dansa devam etti. Öpüşmek kadar güzel duygu vermişti bu iş Dayrnt'a. Gülümsemek ondandı. Anlamı gülüş olduğunu düşünmüyordu -ki öyleydi- , sadece alaycı bir gülüş olduğunu düşünüyordu. Kafasını Alessia'nın omzundan çekti ve Alessia'ya: " Ben seni seviyorum be! " demişti. Sonra suratını Alessia'ya yaklaştırdı ve birbirlerine gülümseyerek danslarına devam ettiler. İşte Dayrnt'ın bitmesini istemediği anlardan biriydi. Ama bitecekti. Bu yüzden tadını çıkartmak düşüyordu Dayrnt'a. Tekrar dudaklarını Alessia'nın dudaklarına yapıştırdı ve öpüşmeye başladılar. Bir yandan da Alessia'yı öpücüklerden sıkıp sıkmadığını düşünüyordu. Eğer bu öpücüklerden sıkıldıysa Dayrnt'dan soğuyacak demekti. Ki bu Dayrnt için ölüm olurdu. Bir çiçeği toprağından kopartırsanız ölür ya; Dayrnt için de öyle olacaktı..! Bu yüzden kendi dudaklarını Alessia'nın dudaklarından ayırdı ve pistin ortasına doğru dans ederek ilerlemeye başladı. Müzük değişmiş, hızlanmıştı. O yüzden herkes kollarını birbirinden ayırıp eğlenmeye başlamıştı. Çok önceleri olduğu gibi büyücülerin şarkıları çalıyordu. Aslında büyücüler şarkıları çalıyordu. Çünkü Dayrnt'ın bildiğine göre bu çalan müzik Muggle'lara göre Rock'denilen bir türdü. Bu tür Dayrnt'ın hoşuna gitsede nasıl dans edileceğini bilmiyordu. O yüzden doğaçlama olarak tempo tutmaya başladı. Alessia'ya baktığında aynı durumla karşılaştı ve yüksek sesle kahkaha attı. Herkesin ona bakmasından endişelenmişti ki etrafına bakındı. Fakat herkes kendini müziğe kaptırmıştı. Tekrar ritmini tutturdu ve dansa devam etti.
Dayrnt müzğin bittiğini hissedince Alessia'nın elini avcunun içine aldı ve yavaş yavaş içki almaya gitti. Aslında gittiler demeliyim, çünkü Alessia'yı bir an yanından ayırmıyordu. Alessia kendisini çok iyi savunabilirdi fakat Dayrnt yanında gezmesinin iyi olacağını biliyordu. Onun için gittiler ve masanın üstünden iki tane Ateş Viskisi aldılar. Sonra masalardan birine geçtiler. Dayrnt sandalyeye iyice kuruldu. Arkasından bir yerlerden bir sesleniş duyuyordu. Arkasına döndü, bu Tom'du. Alessiaw'nın tanımayacağından emindi fakat Dayrnt'ın çok yakın bir arkadaşı idi. Dayrnt o yanlarına gelmeden onun kıyafetini süzdü. Yeşil bir takım giymişti. Altındaki siyah ayakkabılar tam olmuştu. Yaklaşırken Dayrnt'a bir göz kırptı ve Dayrnt'da ona karşılık olarak bir göz kırptı. Yanlarına geldiğinde Tom: " Merhaba bayan. Ben Tom, Tom Moore. Dayrnt'ın en yakın arkadaşlarından biriyim. Bir saniyeliğine yanıma gelmesinde bir sakınca görmezsiniz her halde? " dedi ve Dayrnt'ı kolundan çekerek birkaç adım uzağa aldı. Dayrnt bu hareke kızdıysada bir şey yapamadı. Nede karşısında duran kaç yıllık arkadaşıydı. " Ne var Tom? Beni sevgilimin yanından alıp buraya getiriyorun? " dedi kızgın bir ses tonuyla. Tom biraz utanmıştı. Gözlerini yere devirdi ve: " Özür dilerim fakat... fakat... benim bir sorunum var işte. Bir kız ile balo için partner olacaktık fakat sonradan sevgilisi çıktı. Hemde sevgilisi Gryffindor'muş. Son sınıftan bir çocuk. Lütfen olay çıkarsa benden yana ol! " dedi. Tom gözlerini yukarı kaldırdığında bu sefer Dayrnt'ın gözlerni devirdiğini gördü. Dayrnt baloda olay çıksın istemiyordu, fakat kaç senelik arkadaşını da yüzüstü bırakamazdı. O yüzden teselli edeceğini umduğu bir cevap verdi: " Bak Tom; sevgilimleyim, her şey istediğim gibi gidiyor, kavga çıksın istemiyorum... fakat çok yakın arkadaşımın bir kavgası olursa onun dayak yemesine izin vermem. Kavgayı ayırmaya çalışırım vakat şunu bil ki kesinlikle kavgaya karışmam! " dedi. Tom önce düşündü ve bunu onayladı. Dayrnt'da hızlı adımlarla masaya doğru hızlıca yürüdü. Tam Alessia'nın yanına oturmuştu ki romantik bir şarkı çalmaya başladı. Hemen Alessia'nın ellerini kavradı ve şarkıyı dinlemeye başladı. Acaba Alessia ne yapacaktı?
|| Tom NPC Karakterdir. ||
En son Dayrnt Bill Black tarafından Salı 26 Ağus. 2008, 23:04 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Emily Dawn Schneider
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 174 Yaş : 31 Kan statüsü : Melez Galleon : 11972 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 05/07/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 23:03 | |
| “Sonun kötü olacak.”
Emily birden yatağında doğrulmuştu. Kâbus görmüştü ve hatırladığı tek şeyde; “Sonun kötü olacak.” Sözüydü. Ter içinde kalmıştı ve kâbus onu baya etkilemiş gibiydi. Yüzünü göremediği bir adam ona “Sonun kötü olacak.” Demişti ve Emily bu sözle güne pekte iyi başlamamıştı. Ve bugün de balo vardı. Emily sinirli bir şekilde; “Tam da sırasıydı böyle rüya görmenin.” Diye söylenmeye başlamıştı. Durup dururken böyle bir rüya görmesine de bir anlam veremiyordu. Rüyadaki sözün gerçekleşmesinden korkuyordu. “Sonun kötü olacak derken bu akşamdan mı bahsediyordu acaba?” diye geçirdi aklından ama bu düşünce kısa sürdü. Baloya hazırlanması gerekiyordu. Maskeli balo olacağı içinde değişik bir kıyafet seçmişti. Kırmızı,beyaz ve kahverengi renklerinde hoş bir elbiseydi. Balonun maskeli balo olması Emily’ye ilginç gelse de ilginç bir balo olacağına emindi. Herkes değişik kıyafetlerin içindeyken hoş bir ortamın oluşacağını tahmin ediyordu. Ve büyük ihtimalle de öyle olacaktı. Emily yatağından kalkıp odaya biraz hava girmesi için pencereye doğru yönelmişti. Güneşli bir hava vardı. Emily yavaşça pencereyi açmak için elini pencereye götürdü. Pencereyi açtığı an içeri giren güçlü bir rüzgarla pencere duvara çarpıp tekrar kapandı. Emily ne olduğunu anlamamış bir şekilde öylece duruyordu. Sakin bir havanın olduğunu sanmıştı ama içeri giren bu rüzgarla yanıldığını anlamıştı. Pencereyi kapatıp banyoya yöneldi. Sabah sabah bu kadar olay Emily’yi germişti. Yüzünü yıkamak ona iyi gelecekti.
Yüzünü yıkadıktan sonra yatakhanede üstünü değiştirip Büyük Salon’a doğru ilerlemeye başladı. Biraz atıştırsa iyi olacaktı, çünkü biraz fazla acıkmıştı. Gerçi dünde heyecandan fazla bir şey yiyememişti ve bu yüzden de bugün biraz fazla acıkmıştı. Hızla Büyük Salon’a ilerledikten sonra Ravenclaw masasına doğru ilerleyip oturdu. Büyük Salonu büyük bir heyecan kaplamıştı. Öğrenciler heyecan içinde baloyu konuşuyordu. Baloya kimisi partneriyle,kimisi de tek başına gidecekti ve Emily’de teklerde takılıyordu. Tek ya da partner ile gitmek Emily için pek fazla önemli değildi ama diğer kızlar gibi Emily’de bir partnerle gitmeyi istemiyor değildi. Hızlıca bir şeyler atıştırıp tekrar yatakhaneye doğru yürümeye başladı. Koridorda da bir telaş vardı. Herkes bir yerlere koşuşturuyor ve kendi kendine bir şeyler söyleniyordu. Emily durup bir süre bu komik manzarayı izledi. Sanki büyük bir olay olmuş gibiydi. Herkes balo için hazırlanmaya çalışıyordu.
Balo Hogsmeade’te dağlık bir bölgede yapılacaktı fakat bölge bakanlık tarafından düzenlenmişti. Emily neden dağlık bir bölgeyi seçmelerini anlamasa da parti yerinin güzel olacağına emindi. Sonuçta parti yerini bakanlık hazırlıyordu ve bakanlığın düzenlediği etkinlikler her zaman mükemmel olmuştu. Emily bir an önce hazırlanmak için yatakhaneye hızla ilerledi. Yatakhanede de kızlar giyinmeye başlamıştı. Burasını da bir heyecan ve telaş kaplamıştı. Emily dolabına gidip elbisesini çıkarttıktan sonra aynanın karşısına geçip elbiseyi üstüne tuttu. Gülerek; “Balo çok güzel olacak.” Dedi ve elbiseyi yavaşça yatağına bırakıp soyunmaya başladı. Elbiseyi bir an önce giymek istiyordu. Kısa bir süre içinde elbiseyi giyip aynanın önüne geçmişti. Hafif uzun sarı saçları pencereden sızan ışığın etkisiyle pırıl pırıl parlıyordu. Kırmızı elbisesi saçlarıyla müthiş bir uyum sağlamıştı. Emily tarağını eline alarak saçlarını taramaya başlamıştı. Saçlarını salık bırakacaktı ve hafif bir makyaj yapacaktı. Fazla süsü sevmediği için baloda da sade olmak istiyordu. Elbisesi yeterince süslüydü zaten.Bir de saçı ve makyajı fazla olurdu.
Emily saçını ve makyajını yaptıktan sonra ayağa kalkıp tekrar aynanın önüne geçti. Geçti ama aynaya yansıyan kızı tanıyamıyordu. Çok güzel bir kız ona gülümsüyordu sanki. Normal Ravenclaw formasından sonra bu elbise onu çok değiştirmişti. Emily’de formaya alışkın olduğu için aynadaki görüntü ona çok yabancı geliyordu. Bir süre sadece gülümseyerek kendini izledi ve daha sonra yatakhanedeki kızlara nasıl olduğunu sordu. Onlarda çok güzel olmuşlardı ve Emily’nin kıyafetini beğenmişlerdi. Yatakhanede kızlar telaş içinde hazırlanıyordu ve Emily’de bu telaşın içinde kaybolmuştu. Yatakhanede kızlar elbiseleri giyip giyip çıkartıyorlardı. Tabi bunları fazla kişi yapmıyordu ama bu kadar az kişi bile yatakhaneyi karıştırmaya yetiyordu. Ortalık resmen savaş alanına dönmüştü. Yatakların üstü elbiselerle dolmuş ve aynaların orda da küçük tartışmalar çıkmaya başlamıştı. Emily önceden hazırlandığı için mutlu bir ifadeyle yatağında oturuyor, karşısında didişen kızları izliyordu. Gerçekten komik bir manzaraydı.
Emily bir süre izledikten sonra akşam yemeği için tekrar Büyük Salon’a doğru ilerleyeme başlamıştı. Zaman çok büyük bir hızla ilerliyordu ve yatakhanede kızları izlerken baya zaman geçmişti. Kısa bir süre sonra Büyük Salon’a gelmişti. Salona bir göz gezdirdi. Erkeklerin çoğu hazır gözüküyordu. Sadece bir kaçı hala formayla duruyordu ama kızlar hala giyinmemişlerdi. Emily gülerek etrafa bakındı ve daha sonra Slytherin masasının orda çok güzel bir kız gördü. Rox peri kızları gibi olmuştu. Bir tek kanatları eksikti. Emily şaşkın bir ifadeyle yanına gidip; “Bu ne güzellik böyle.” Dedi ve Rox’u yanağından öptü. Rox genelde de böyle giyinmeyi seven birisiydi ama Emily onu daha önce bu kadar güzel görmemişti. Rox; “Sizinde benden aşağı kalır yanınız yok.” Dedi ve çocuksu bir ifadeyle gülümsedi. Emily bir süre Rox’u izledikten sonra; “Eee kimle gidiyorsun baloya?” Rox sinsice gülümsedi ve ; “Tek tabi ki.” Dedi. Emily’de böyle tahmin ediyordu ama yine de sormuştu. Emily’de Rox’a sinsice gülümsedi ve muzipçe; “Bende ne tesadüf.” Deyip gülmeye başladı.
Emily bir süre daha sessiz durduktan sonra; “Ben masaya geçiyorum. Baloda görüşürüz.” Dedi ve Rox’a gülümseyerek Ravenclaw masasına geldi. Bir an önce yemeğini yiyip baloya gitmek istiyordu. Okuldan sıkılmıştı. Biraz eğlence hiçte fena olmazdı. Ve bu gecede hiç durmadan eğlenecekti. Masada bulunan yiyeceklerden tabağına biraz alıp yemeye başladı. Bir yandan da etrafı izliyordu. Herkes yüksek sesle balo hakkında konuşuyordu. Emily konuşanlara gülüp yemeğini yemeye devam etti. Kızlar baloya gelecek sanatçılar hakkında birbirilerine bir şeyler anlatıyordu. Baloya sanatçıların gelmesi normaldi ama kızlar bunu sanki anormal bir durum gibi anlatmaları gülünçtü.
Emily kızların bu saçma konuşmalarına artık dayanamayarak yemeğini yarım bırakıp salondan çıktı.Baloya gitmeden önce biraz yürüyüş iyi olurdu.Ve Emily'de buna uyarak kendini Hogwarts'ın bahçesine attı. Dışarıda güneşli bir hava vardı.Güneş rüzgar durdukça ısısını rahat bir şekilde belli ediyordu ama rüzgar estikçe bu ısıyı engellemek ister gibi yayıyor ve etrafı serinletiyordu. Akşama doğru bu rüzgarın havayı daha da serinleteceği büyük bir ihtimal gibi gözüküyordu ve böyle olmasıda çok iyi olurdu. Haziran ayında bu kadar sıcaklık biraz fazla gibiydi. Yaz daha yeni başlıyordu ama şimdiden güneş etrafı yakıp geçmeye başlamıştı. Emily bir süre bahçede dolaşıp kafa dağıttıktan sonra baloya gitmek için herkesin Giriş Salonunda toplandığını görmüştü.Yüzüne küçük bir tebessüm yerleştirip salona doğru yürümeye başlamıştı. Bir sürü öğrenci salonda birikmiş ve yine yüksek sesle konuşmaya başlamışlardı. Emily salonda öğrencilerin arasına karıştığını bin pişman bir şekilde beklemeye başladı. Hafif bir sesle; “Bu kadar sesli olmak zorunda mısınız?” diye kendine kendine söylendi. Öğrenciler her dakika biraz daha artıyor ve artmalarıyla beraber seste artıyordu. Emily bağırmamak için kendini zor tutuyordu.
Bir süre sonra salonda Profesör Derwent belirmişti. Açıklama yapmak için öğrencileri susturdu ve baloya gideceğimiz araçları anlattıktan sonra herkesi arabaların olduğu bölüme doğru yöneltti. Emily sonunda gittiklerine sevinmiş bir şekilde gülümsüyordu. Bir an bu balonun bir kâbusa dönüşeceğini bile düşünmeye başlamıştı ama Profesör Derwnt gelip duruma el koymuştu. Emily öğrenciler için hazırlanan arabalardan birine bindikten bir süre sonra arabalar hareket etmeye başlamıştı. Emily’nin yüzündeki gülümseme biraz daha büyümüş ve içini garip bir heyecan kaplamıştı. Hogsmeade Hogwarts’a yakın olduğu için yolculuğun kısa süreceğine seviniyordu. Çünkü biraz daha yolculuk yaparlarsa öğrenciler yine konuşmaya başlayacaklarına emindi.
Hogsmeade’te dağlık bir alana gelmişlerdi. Gökyüzünü alev topları aydınlatıyordu ve rengarenk balonlar havada hafif hafifi dans ediyordu. Emily bu manzarayı görünce balonun ne kadar güzel geçeceğini anlamıştı. Baloya bir sürü öğrenci gelecekti. Sadece Hogwarts değil Beauxbatons ve Durmstrang gibi büyücü okulları da gelecekti. Yaklaştıkça balonun yapılacağı alandan müzik sesleri gelmeye başlamıştı. Ve nihayet arabalar balonun yağılacağı araziye gelmişlerdi. Arabadan inip balonun yapılacağı yere geldiklerinde Emily büyük bir şaşkınlığa uğramıştı. Hiç bu kaadr güzel süslenmiş bir yere gelmemişti. Arazinin çevresi bembeyaz örtülmüş , etrafı süsleyen ışıklandırmalar da ortama hoş bir hava katmıştı. Emily girişte bir üre etrafı izledikten sonra balo salonunda ilerleyip sadece kendinin duyabileceği bir ses tonuyla; “Balo çok güzel geçecek.” dedi ve etrafı izleyerek ilerlemeye devam etti. | |
| | | Mathilda Mythill Slug & Jiggers Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 210 Yaş : 34 Kan statüsü : safkan Galleon : 11997 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 19/06/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 23:27 | |
| Mathilda odasına ait banyodaki aynada yansımasına baktı. Her zamankinden biraz daha yorgun görünüyordu, hepsi bu. Gözaltları hafifçe kararmış ve çizgiler belirmişti ince ince. Banyo yaptığı için artık karaltılardan iz yoktu. Yine de o gün pek de iç açıcı işlerin altından kalkmadığı belli oluyordu. Bacakları en yakın yatağa koşup yatmak ve bir daha kalkmamak istese de Mathilda hala aynaya bakıyordu. Ne yapacağını bilmiyordu doğrusu. Bir baloya katılalı yıllar olmuştu. Hogwarts yıllarında ve sonrasındaki kısa boşlukta sürekli olarak katılmıştı balolara. Safkan ailelerin minik ama çok değerli baloları, önde gelen büyücülerin organize ettiği toplantılar ve çeşit çeşit gençlik partileri. Net olmasa da hatırlıyordu hepsine bir zamanlar nasıl hazırlandığını. Yüzüne dünyanın iksirini boca eder, zaten zor şekil alan uzun ve dalgalı saçlarıyla saatlerce uğraşır ve her balo öncesi illaki yeni bir elbise alırdı. Şimdiyse bunların hiçbirini yapmak istemiyordu, çünkü gerek duymuyordu. Yüzü en doğal halini yansıtıyordu. “Evet, bugün çok yoruldum. İşimi yaptığımdan olsa gerek...” demenin en basit yoluydu. Giyeceği elbiseye karar vermesi biraz zahmetli olmuştu sadece. Balolarda giyecek iki elbisesi vardı ve ikisinin modeli de neredeyse aynıydı. Tek farkları renkleriydi. Biri kırmızı, diğeriyse beyazdı. Katılacağı balonun bir “Maskeli Balo” olmasıydı kararı zahmetli kılan. Hiç kostümü yoktu, bir maskesi bile yoktu. Balonun haberini alınca belki gidip bir tane satın alabilirdi ama tek kullanımlık bir şey satın almaya değmeyeceğini düşündü Mathilda. Sonunda beyaz elbisesinde karar kıldı. Elbise diz altına kadar uzanıyordu ve askılıydı. Omzu ve kolları açıkta kalıyordu ki bu da bazı şeyleri farklı şekilde saklamayı gerektiriyordu. Öncelikle dirseğinin üstüne kadar gelen, beyaz işlemeli eldivenlerini taktı. Saçlarını her zamanki gibi topuz yapamazdı. Ensesinden, saçlarının arasında belli bile olmayan bir tokayla tutturdu dalgalı saçlarını ve saçlarının sırtını kapamasına izin verdi. Gittikçe daha fazla kabarması, gereken etkiyi yaratacaktı ilerleyen saatlerde. Ayağına açık yeşil ayakkabılarını geçirdi. Yeniden ayna karşısına geçtiğinde anılar gözünün önünde canlandı. Ailesine Seçmen Şapka’nın kararını bildirdikten hemen sonra Mathilda’nın aldığı hediye geldi aklına. Annesi tebrik etmişti hediyeyi gönderirken. Yeniden yatak odasına döndü, başucundaki çekmeceyi açtı ve annesinin elleriyle yaptığı kolyeyi çıkardı. Formiyum yapraklarından yapılmıştı. İnce uzun bir daire şeklindeydi ve boynu büyülü bir şekilde sarıyordu. Hogwarts yıllarında bu kolyeye pek tamah etmese de, yıllar geçtikçe değerli olduğunu anlamıştı. Asla kurumuyor ya da çürümüyordu, ilk günkü kadar yumuşacıktı. Yeni Zelanda’nın doğallığını taşıyordu takana. Son kez baktı aynaya, gördüğü kadın çok süslü geldi gözüne. Her zamankinden farklıydı, kendisi gibi onu tanıyan herkes de şaşıracaktı bu değişik görüntüsüne. Dikkat çekmek istemese de, doğaldı işte. Tam da istediği gibi...
Balo alanına öğrencilerle birlikte gitti Mathilda. Sabırsızca kıvranan testraller emir verildiğinde ölü bir heyecanla hareket etmişlerdi. Hogsmeade’deki balo alanına giden kısa yolda Mathilda o geceki partnerini düşündü. Abisinin yakın bir arkadaşıydı ki bu da Mathilda’nın pek de sevmedeiği tarzda biri demekti. Yine de teklifine evet demişti, baloda kös kös oturmak istemiyordu. Yorgun ayakları izin verdiği müddetçe dans edecekti. Bay Engelbert de dans etmeye aynı derecede hevesli olduğu sürece pek de konuşmaz, birbirlerinden fazla nefret etmez ve geceyi sağ salim sonlandırabilirlerdi. Arabanın sarsıntısı genç öğrencileri yerinden zıplatırken Mathilda gözlerini kapadı ve dans ettiğini hayal etti. Yıllar geçmişti doya doya dans edeli. “Tabi yerlilerle yapılanlar sayılmaz...” diye geçirdi içinden. Eski kabilelerin büyücüleri eşliğinde yaptıkları o garip hareketleri yerlilerin tersine danstan saymıyordu.
Testraller durduğunda gözlerini açtı. Arabayı paylaştığı öğrenciler inerken gözü testrallere takıldı yine. Arazideki ışıklardan rahatsız olduklarından kafalarını iyice eğmişlerdi. İmkânları olsa yerin dibine sokulurlardı. Mathilda arabadan indi ve doğrudan kapıya gitmektense testrallerden birkaçının başını okşadı yavaşça. Dokunduğu testraller derin bir nefes verip, biraz daha kendilerine geliyordu. Tek istedikleri çok az şefkatti rahatlamak için. Ne yazık ki Mathilda’nın hepsini rahatlatacak zamanı yoktu. Biraz içi burkularak testralleri bıraktı ve balonun gerçekleşeceği alana yürüdü.
Girişteki uzun kuyruğa katlanmak zorunda oluşun getirdiği çaresizlikle attığı isteksiz adımlar onu kapıya yaklaşmaktan çok uzaklaştırıyor gibiydi. Yine de kuyruğa girdi ve yüz yıllar gibi geçen kısa bir sürenin ardından işte balo alanındaydı. Dans pisti gözüne ilk çarpan yer oldu. Dans etmek için sabırsızlanıyordu ama zayıflığını belli etmemek için ellerini yumruk yapıp etrafına bakınıyor gibi salındı yavaşça. Masalarda çeşit çeşit yemekler... Mathilda o an buranın minik bir günah şehri olduğunu düşündü. Sınırsız dans ve açgözlülükle yenen tonlarca yemek... Gökyüzünde ışıklar göz alıyor ve yolu bulamayanlar için yırtınıyordu “Ne ihtiyacın varsa, işte burada!” diye. İradesinin kuvvetini ölçmek isteyenler için ideal bir geceydi. Ve yine iradesinin kuvvetini ölçmek isteyenler için ölümcül bir geceydi. Açgözlülüğe yenik düşüleceğini biliyordu Mathilda, bu yüzden en baştan gardını indirmeye karar verdi. Fazla yemekle hızlı danslar birleşince vücudunun kötü bir tepki vereceğini çok iyi biliyordu ama uzun zamandır yaşanmamış bir gece için değerdi tüm bunlara. Bir gecelik zevk için verdiği 10 galleon ve sonrasında yaşayacağı her belaya değerdi.
Bir grup genç kızın kahkahaları kurtardı onu düşkünlüklerinden. Bu tanıdık kahkahalar, yıllar öncesinden gelen kahkahalar Mathilda’nın suratını bomboş yapıverdi. Kendisini tokatlamak istediği düşüncelerinin varmak üzere olduğu sonucu anladığında. Boş gözleri utançla etrafta dolanırken genç bir adam yaklaştı gülümseyerek ve verdiği selamla hatırlattı kendini. William Engelbert ailesinden miras aldığı asaletle kibarca selam vermişti ve şimdi Mathilda’yı hayli rahatsız edecek şekilde eline bir öpücük konduruyordu. Deja-vu yaşıyordu Mathilda, şaşkınlığını hızla üstünden atıp kibarca gülümsedi ve dizlerini hafifçe bükerek selamladı William’ı. Yine annesinin her hareketini eleştirdiği balolardan birinde gibiydi.
William’ın koluna girerken bir süre bakıştılar, William’ın ne düşündüğünü bilmiyordu ama Mathilda’nın aklından abisi geçiyordu. William’la sık görüşmediklerinden, yıllar süren tanışıklıkları pek de ilerlememişti. Mathilda’nın tek düşünebildiği, abisi şu anda bir kaçak hayatı sürerken William gibi ‘dostların’ neler yaşayacaklarıydı. Yine yüzünden o klasik gülümsemeyi silmiyordu. Biliyordu ki ne zaman böyle bir adama soğuk ve ruhsuz bakacak, o zaman gerçekte ne olduğu anlaşılacaktı.
“Bu geceyi bana bahşettiğin için minnettarım”
Mathilda gözlerini arazinin ilerilerine dikti ve yürümeye başladılar. Uyumlu adımları karanlıkta sadece hissedilebilen çimleri yavaşça ezerken Mathilda da güzel bir teşekkür sözü arıyordu cevaben. Yıllarca garip yaratıkların ve konuşma yetisine çoğunlukla sahip olmayan bitkilerin arasında yaşamak bu tip adabı muaşeret bilgisini hayli zayıflatmıştı. Kekelemesine engel olabilmesi iyi bir başarıydı ama ardından gelen sözler yeterince nazik değildi, tabi William’ın iltifatlarındaki şaşaa düşünüldüğünde.
“Asıl ben teşekkür ederim. Bu tür balolar nazik bir eş olmadan manasızlaşıyor.”
Mathilda söylediklerinin utancıyla bakmıyordu William’a. Bu da durumu daha da beter yapıyordu. Umursamaz bir eda gibiydi sanki. Hâlbuki Mathilda’nın yapabileceği en iyi iltifattı bu. William’ın “Bir hipogrif gibi parlıyorsunuz gecede William ve bu geceyi sizle paylaşmak beni çok nadir bir Anka görmüş kadar heyecanlandırıyor...” gibi iltifatları kabul etmeyeceğini biliyordu. | |
| | | Lumina April White Şifacı ~ Yaratıkların Yol Açtığı Yaralanmalar
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 419 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12120 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 23:35 | |
| Sabahın ilk ışıkları Hufflepuff kızlar yatakhanesini aydınlatırken ve Melissa*' nın cırtlak sesi bütün yatakhaneyi sallarken, dudaklarından dökülen kelimeler sadece LuLu içindi. Gözlerini açtığında Melissa’ nın çoktan hazırlandığını gördü. ''Lumina, lanet olası! Balo var! Ne kadar erken kalkarsan o kadar iyidir. Hem senin hem seni baloda bekleyenler için!'' Ah tabii LuLu' yu baloda bekleyenler.. Kim bekliyordu onu? Şişman Keşiş? Yanlız gitmektense bir hayalet ile gitmeye razıydı. Ama Melissa' ya tabii ki yanlız gideceğini söylemeyecekti. Yada söylemeli miydi? Başını iki yana sallayıp dolabına doğru yöneldi. Tahta dolap en az Lumina'nın iki katıydı. Sonra arkasından gelen cırlak sesle irkildi. Melissa' ya ait ses, sabah duymak istediği en son şeydi. ''Kostümün var mı? Eğer yoksa annem bana iki tane göndermiş. Prenses kostümü ve kaplumbağa kostümü. İstersen birini sana verebilirim.'' Mavi gözlerini kızın üstündeki elbisede gezdirdi. Açık pembeydi. Üstünde kocaman yıldızlar vardı. Abartılıydı. Abartılı şeyleri sevmezdi Lulu. Ne gereği vardı abartmanın? Ona kalsa Hufflepuff cüppesi ile gidecekti baloya. Ama kimse ona fikrini sormuyordu ki. Annesi bu Melissa' yı da sormadan dikmişti başına, Lumina' ya göz kulak olması için. Beş senedir de kurtulamamıştı ondan. Yine bağırmaya başlamıştı Melissa: '' Eee ne diyorsun? Harika değil mi?''
''Ah evet. Ama benim var. Kiminle gidiyorsun baloya?''
''Gryffindor' dan Joseph* diye biri...'' Zavallı Joseph diye geçirdi aklından Lumina. Melissa' nın çocuğu rezil edeceğinden emindi. Sarı saçlarını hafifçe arkaya atarak açtı dolabın kapağını. İçinde cüppeler, balolar için olan kıyafetler, kostümü ve kitapları vardı.. Arkalardan balo için aldıkğı elf kostümünüi çıkarıp, yatağının üzerine koydu. Beyaz bir elbiseydi. Üst kısmı yeşil renkte kolsuz bir yeleğe benziyordu. Dantelli yakasının uçmaması için yelekle birleştirimiş büyük yeşil bir taşı vardı. Sade bir elbiseydi. Tam Lumina’nın istediği gibi. Sonra dolabın alt kısımlarından bir çanta çıkardı. İçinde elf kulakları, ayakkabıları, yeşil bir saç bandı ve turuncu bir iksir vardı. . İksir için balo günü saçlarına dökmesini ve o zaman saçlarının şekil alacağını yazmıştı annesi bir mektubunda. Lumina çantayı bir kenara koydu ve yatağına oturup derin bir nefes aldı. Melissa şimdi saçlarıyla uğraşıyordu. Acaba kiminle gideceğini Lumina’ya soracak mıydı? Sormamasını umuyordu. O sırada Melissa sanki düşüncelerini okumuş ve onu sinir etmek istercesine: “Sen kiminle gidiyorsun?” diye viyaklamıştı. Lumina birden duraksadı. Söylemeyecekti. Aslında bir şey olmazdı. Tek bir kelimeyi Melissa bile haftalarca geveleyemezdi. Ama ya gevelerse. Zaten belli olacaktı. Kocaman arazide kös kös oturacak ve bir partneri olmadığını dünyaya, en azından Hogwarts’ takilere ilan edecekti. Melissa ona kötü kötü bakacak sonra yatakhanede huzur bırakmayacaktı. Derin bir nefes alıp: “Yalnız gideceğim. Bakarsın belki birkaç arkadaşımı bulurum.” gibisinden bir şeyler mırıldandı. Melissa ona yandan bir bakış atıp saçlarıyla uğraşmaya devam edince, aldığı nefesi geri veren Lumina, bu balo konuşmasının bittiğine gerçekten çok sevinmişti. Sonunda kendiyle ilgilenmeye fırsat bulmuştu. Kostümünü giyip, annesinin iksirini aldı eline. Banyoya gitti ve saçına döktü iksiri. Turuncu sıvı saçlarının diplerine ilerlerken aynaya bakmaya kaçınıyordu. Birkaç dakika sonra yine aynaya bakmaya karar vermişti. Saçları kısalmıştı ve kâküller oluşmuştu alnında. Banyodan çıktığında, Melisa ’nın ortalarda görünmediğine sevinmişti. Tüylü tavşanlı terliklerini çıkardı ve ayakkabılarını giydi. Son olarak elf kulaklarını ve saç bandını taktı. O artık hazırdı. Sadece aşağıya inip nasıl gideceklerini öğrenmeleri gerekiyordu. Önce Büyük Salona inme kararı vermişti.
Heyecandan büyük Salonun yerini unutmuş ve kocaman şatoda kaybolmuştu. Salona ulaşması yarım saati bulmuştu.’’Vay canına!’’ gibisinden kıpırdattı dudaklarını salona girdiğinde. Her binanın masası rengârenkti. Öğrencilerin giydiği tuhaf ama bir o kadar da güzel kıyafetler salonu süslemişti. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme ile Hufflepuff masasına doğru ilerledi ve oturdu. Buradaki öğrencilerde oldukça şık ve neşeli görünüyorlardı. Lumina kulaklarını çıkardı. O uzun kulaklar ile yanındakileri rahatsız etmek istemezdi doğrusu. Önündeki tabağa biraz patates kızartması koydu. Bu ona baloya gidene katar yeterdi. Zaten orada da bir şeyler yiyebilirdi. Orada daha zevkli olacağına inanıyordu. Ve daha renkli olacaktı şüphesiz. Anne ve babasının da oraya geleceğini düşünmüştü bir an. Onlarda ne de olsa İngiltere’ nin cadı ve büyücülerindendi. Yalnız ailesinin bu komik kıyafetlere asla bürünmeyeceğini düşünüp bundan vazgeçmişti. Öylece dalmış patates kızartması ile oynarken Melissa’ nın gürültülü bir şekilde masalarına oturmasını geç fark edebilmişti. Sessizce masaya yumulup “Testrallerin çektiği arabalarla gidecekmişiz Hogsmade’e.’’ demişti Melissa. Lumina hiçbir şey söylemeden başını sallamış ve uzun süredir oynadığı patates kızartmasını yemeğe başlamıştı. Sonunda kahvaltısını bitirenin verdiği mutlulukla ortak salona doğru ilerledi. Doğrusu burası da büyük salondan farklı değildi. Her yer yine rengârenk elbiseleri girmiş öğrenciler ile doluydu. Biraz erken mi giymişti kostümünü? Yatakhaneye arkadan ona el sallayan ve selam veren arkadaşlarına karşılık vererek çıkmıştı. Zaman gelene kadar kitap okuma kararı almıştı. Max ortalarda görünmüyordu. Belli ki alışılmadık renkli insanlardan korkup kaçmıştı. Eline oralardan bir kitap kapıp, okumaya başladı.
Sonunda kitap okumaktan sıkılmıştı. Saate baktığında daha gitme vaktinin yaklaşmadığını görmüş ve surat ifadesi bozulmuştu. Bir daha böyle özel günlerde erken kalkmamaya yemin etmişti Lumina. Ne yapacağını düşünürken kedisi Max gelmişti yanına. Kızıl tüyleri pencereden sızan loş ışıkta parlarken muzurca miyavlamıştı. Lumina onu kucağına alıp göl kenarında bir yürüyüş yapmayı düşünmüş ve hemen yola koyulmuştu. Göl kenarı da her yer gibi renkli kıyafetli öğrencilerle dolmuştu. Kedisi kucağında bulabildiği ilk boş yere oturdu Lumina. Ne kadar sıkıcı gelmişti bu gün ona. Aslında kafasında maskeli balo olduğu için böyleydi büyük ihtimalle. Herkes kendi telaşındaydı ve şimdilik konuşacak bir kişi bile yoktu. Zaten konuşacak kaç kişiyi tanıyordu ki? Gözleri göle sabitlenmişti. Evet, bir daha asla erken kalkmayacaktı bu tür günlerde. Gelen geçenleri seyrederken zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark etmemişti. Diğer öğrencilerle birlikte yavaşça şatoya doğru ilerledi. Şatoya vardıklarında Bayan Derwent neredeyse bütün öğrencileri toplamıştı. Lumina, Max’ ı yere bıraktı. Kedi hızla merdivenlerden yukarı çıkarken öğrenciler bir iki dakika Bayan Derwent’ in uyarıları üzerine susuyor, daha sonra tekrar konuşmaya başlıyorlardı. Sonunda hep birlikte bahçeye çıktılar. Testraller hazırlanmıştı. Çekilecek olan arabaların önünde bekliyorlardı usulca. Çok garip hayvanlardı bunlar. Lumina vakit kaybetmeden bindi arabaların birine. Kimle aynı arabaya düştüğünü bilmiyordu. Hepsinin yüzünü kocaman maskeler kaplamıştı. Beş dakika sonra Testrallerin yavaşça inişe geçmeleri Lumina’ nın yüreğinni ağzına gelmesine yetmişti. Heyecandan aşağıya bakmaya korkuyordu. Neden heyecanlandığını bilmese de. Birkaç saniye sonra yere iniş yapmışlardı. Bindiği arabadan ilk inen o olmuştu. Bayan Derwent’ in eşliğinde bileti verip içeri girdiklerinde ağzı açık kalmıştı. Burası beklediğinden de harika görünüyordu. Havadaki renkli balonlar ve alev toplarından yarım yamalak karanlık gökyüzünü görünüyordu. Önünden geçen garson ona bir şey ikram etmiş ama Lumina nazikçe reddetmişti. Daha azla ayakta kalmak istemediğinden sahnenin çaprazında bulunan masalardan birine doğru ilerledi. Tanıdık birini bulmak zor olacaktı. Başını ellerinin arasına alıp, dans edenleri seyretmeye başladı.
En son Lumina April White tarafından Çarş. 27 Ağus. 2008, 16:25 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Elina Lora Dark
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 405 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11958 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 11/07/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Salı 26 Ağus. 2008, 23:35 | |
| Elina gözlerini açtı tam karşısında yerde oturmuş koca bir kutunun içine beline kadar girmiş karıştıran arkadaşı Paula'ya baktı. Bugün balo günüydü ve Elina'nın annesi hem Paula'nın hem de Elina'nın kıyafetlerini balo sabahı göndereceğini yazmıştı mektubunda. Nasıl bir kıyafet planladığını söylememekte ısrar eden annesi üç gün boyunca Paula'nın uykularını kaçırdığından haberdar değildi. Genellikle uyku sorunu çeken Elina olmasına rağmen üç gün boyunca paula ile karakterleri değiştirmişlerdi. Bu üç gece boyunca hep aynı muhabbet geçmişti aralarında; ''Paula uyu artık annem zevkli bir kadındır. Hem sihir diye bir şey var beğenmezsen ayarlarız bir şeyler.''
''Off elimde değil gözlerimi kapattığımda çok korkunç rüyalar görüyorum.'' Elina bu muhabbettin ardından Paula'nın yanında yatmasına izin vermiş ve en azında bir geceyi uykusu bölünmeden geçirebilmişti. Hemen ayağa fırladı ve Paula kenara ittirerek belli ki annesinin kırışmasın diye düzgün koyduğu ama meraklı arkadaşının dağıttığı kıyafetleri aldı ve yatağının üzerini asası ile düzelterek kıyafetleri yerleştirdi. Elina'nın annesi kıyafetlerin üzerine Elina ve Paula yazan kağıtlar yapıştırmıştı kanatları olan kostüm Elina'nın zilleri olan ise Paula'nındı. Elina kıyafetleri eline tutuşturarak ''Giy şunları.'' dedi. Paula söyleneni yaptı Elina da bu sırada kendi kıyafetlerini giymişti gözlerinin elası ile uyumlu ip askılı göğsünün altından beline kadar tül, kabarık yerlere kadar uzanan ela rengine çalan elbisesi çok uyumluydu. Elina, fermuarını çekmesi için Paula dan yardım aldıktan sonra kanatlarını takmadan önce Paula'nın dağınıklığını düzeltmesi gerektiğine karar verdi Paula bir cevap beklercesine Elina'ya bakmaya devam ediyordu. Elina, Paula'nın tişörtünün uçlarını göbeğini açık bırakacak şekilde bağladı. Yatakhanenin boş olmasında faydalanarak biraz yüksek ses ile ''Ah bilmeliydim!! Annem bizi en sevdiği iki çizgi film kahramanına çevirmiş. Sen çingene bende Barbie.''. Paula hala soran gözler ile ona bakarken Elina boy aynasını ona doğru çevirdi kıyafeti ve aksesuarları tam tamamlanmamış olsa da elbisesi harika gözüküyordu. Paula, Elina'ya kanatlarını takmakta yardım ettikten sonra iki kız aynanın karşısına geçerek kıyafetlerini incelemeye başladılar. Paula da Elina çok hoş olmuşlardı. Paula elbisenin biraz açık olduğunu düşünse de ne kadar güzel olduğunun farkında değildi. Elina ve Paula bir süre yatakhanede nasıl bel kıvrılacağını çalıştıktan sonra Elina belinde bir ağrı hissetti. Paula’ya dönerek ‘’Paula al şunu sırtımdan çok ağır ölüyorum.’’. Elina, Paula’nın kanatlarının ağırlığını anlaması için sırtına taktığında, Paula haline acıyarak gece kanatlarını taşımasında yardım edeceğini söyledi. Elina yerlere sürünen etek uçlarına bakarak ‘’Sanırım annem boyumun uzadığını düşündü. Quddicth’i basketbol sanıyor.’’ Dedi ve ufak bir kahkaha attı ama Paula basketbol’un ne olduğunu bilmediğinden pek gülmedi. Elina Paula’nın saçlarını yapmasına yardım ettikten sonra aynanın karşısına geçti ve elindeki asa ile saçlarını düz hale getirip annesinin onun için gönderdiği parlak tokaları kulaklarının arkasına gelicek şekilde taktı tokadan sarkan bir ip de Elina’nın arnına düşünüyordu. Elina kutunun içinde kollarına takılmak için konulmuş tülleri de taktıktan sonra artık tek yapması gereken makyaj kalmıştı.
Elina kutuya yöneldi ve belikli annesinin hiçbir ayrıntıyı düşünmüş olduğunu gördü. Takıların konduğu kutuyu yarısına kadar dolu bir biçimde Paula’ya uzattı çoğunu anun takması gerekiyordu. Yatağının aynında bulunan sandalyeyi aldı ve Paula’nın oturmasını söyledi böylece makyaj yapması kolaylaşacaktı. Paula’nın simli maskesinin yapıp yanaklarına allar katıp rujunu sürünce aynanın önüne geçerek kendi makyajını yapmaya koyuldu. Elina’nın en sevdiği ton yeşil olduğu için maskesini yeşil sim ile yaptı. Maske gözlerinin çevresini kaplıyor ve gözlerinin yan tarafından saçlarına doğru inceliyordu. Elina çok hoş olduğunu düşünürken kendi için gönderilmiş küpeleri kulağına taktı. Kutunun dibindeki elbisesi ile aynı renk açık düz, düz tabanlı ayakkabıları ayağına geçirdikten sonra aynanın karşısında duran arkadaşının aynına geçti ve bir şeyi unutmadıklarına karar verdikten sonra kanatlarını takıp yatakhaneden dışarıya çıktılar. Ortak salona indiklerinde pek kişi olmadığı gördüler tüm gün elbiseleri ve makyajları ile uğraşmışlardı. Ortak solandan çıktıklarında koridorların bayağa kalabalık olduğunu gördüler öğrenciler birbirlerini inceleseler de Elina ve Paula’ya tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Elina öğrencilerin onların ne olduğunu anlamadıklarını fark etmişti. Elina’nın kanatları bir periye göre büyüktü Paula da göbeğini açık bırakacak zilli bir kıyafet giymişti. Elina’nın muggle doğumlu arkadaşı yanlarına yaklaşarak ‘’Hmm bir bakalım bir çingene ve bir peri misin? Yoksa barbie de benziyorsun?’’ dedi. Elina gülerek ‘’Ne anlaşılıyorsa o.’’ Dedi ve Elina’nın kanatlarının ağırlığı ile yürüyebildikleri kadar hızlı yürümeye çalışarak bahçeye çıktılar. Bahçe karşıdan çok komik görünüyordu Elina gülmesine hakim olamıyordu bir muggle görse burasını büyü okulu değil tımarhane sanardı. Elina ve Paula atsız arabalara binmek için sıraya girdiklerinde okul müdüresi bayan Derwent öğrencileri susturuyor, bir yandan arabalara kaçar kişinin binmesini ayarlarken öğrenciler tekrar konuşmaya başlıyordu. Elina ister istemez profesörün haline üzülürken sıra onlara gelmişti. Paula ve Elina aynı arabaya bindiler. Elina camdan baktığında iki dağ arasında kalan koca alanı görebiliyordu, alan yukarında ışıl ışıl gözüküyordu Elina, Paula’ya dönerek ‘’Partnerlerimiz olmasa da çok eğlenicez eminim.’’ Dedi ve bacağını okşadı. Arabalar yere hafifçe inerken içeriye girmek için yine ufak bir kargaşa yaşandıktan sonra nihayet kendilerini ihtişamın kollarına bıraktılar. Elina kendine hakim olmaya çalışsa da ‘’Vavv’’ demesine engel olamadı. Girişin sağ tarafında pist ve sol tarafında oturacak yerler, masalar ve bir sürü yiyecek vardı. Elina bir masaya yaklaştı ve kollarını ona dayayarak yanından geçen garsondan bir kaymak birası alıp insanların kostümlerini incelemeye başladı. Okunur yazılar dene. Bir de rp'n okunur hale getirildikten sonra geri alıp fontu değiştirmişsin. - A.C.D. | |
| | | | - Maskeli Balo - | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |