|
| - Maskeli Balo - | |
|
+36Haley Brooke Scott Ivyanne Lynn Black Şişman Keşiş William Julian O'Neil John Stewen Peterson Stefania Valérie Bécaud Angelina Voleta Anderson Leonore Joanna Légende Tatyana Johnson Lily L. Black Issoria Lathonia Eurydice Black Karyn Mia Silethe Marietta Dennise Black Lily Johnson Lisa Wanders Lyra Helen Varens Christopher Alex Peterson Indis Oak J. Engelbert Adolf Maynard Griswald Elina Lora Dark Lumina April White Mathilda Mythill Emily Dawn Schneider Sasha Slof Marveille Croweix Nicole Marissa Magdalene William Kunz C. Engelbert Vynsja Croweix Christian Dayrnt Black Disbel Molaco Johnny Amoux Malfoy David Kevin Johnson Odessa Meredith Poulter Dorothée Juliette Lemieux Amortentia Cécile Derwent 40 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Adolf Maynard Griswald Ravenclaw 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 755 Yaş : 33 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12120 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 17/05/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 00:55 | |
| BALODAN ÖNCEKİ SON TILSIM DERSİ
Sıcak yine insanların üstüne çöküyor, vücutları esir alıyor ve onları bunaltmak istercesine sıkıyordu. Tılsım dersindeki sıkıcı konuşmalar yetmezmiş gibi, bir de açık olan pencereden hiç gelmeyen esintiyi bekliyor ve boş bir ifade ile pencereden dışarıdaki güneşli havayı gözlüyordu. Dirseğinden destek alarak, ellerinin üzerine koyduğu başı ile uzak diyarları seyrediyor, kafasının içinde dolaşan onlarca düşünceyi birbirinden ayıklayarak bir tanesinin üzerinde yoğunlaşmaya çalışıyordu. En sonunda düşüncelerinden birini yakalamıştı ve biraz kıpırdanarak ders ile ilgili not tutan Ravenclaw’lı kıza bakmıştı. Sıcak bir yaz günü, ortak tılsım dersi.. Sanki bir ahıra kapatılmış insanlar gibi düşündü, şu an derslikte bulunan herkes için. Balo için kimi davet etseydi acaba.. Paula ile olmazdı. Onunla ayrılmıştı tabiki ve böyle bir şey abes kaçardı. Nicole.. Asla olmazdı. Kızı kurtardı diye peşine takacak değildi ya. Tek bir seçenek kalıyordu..
Aklına muzurluk gelmiş bir çocuk gibi sırıtarak, az önceki pozisyonunu değiştirdi ve eline tüy kalemini aldı. Ardından ağzı açık mürekkep hokkasına ucunu değdirdi ve düzgün el yazısıyla yazmaya başladı. “Dersle ne kadar da ilgilisin öyle. Dersi falan bırakta benimle baloya gelir misin onu söyle..” Sırıtarak tüy kalemi masanın üzerine koydu ve ardından parşömene üfleyerek taze mürekkebin kurumasını sağlamaya çalıştı. Mürekkebin kuruduğuna kanaat getirdikten sonra parşömeni katlayarak, kağıttan bir uçak haline getirdi. Ardında profesöre baktı. Kadın arkasını dönmüş bir şekilde tahtaya yazılar yazıyordu. Gülümsedi ve asasını masasının en uç kısmından alarak kağıttan yapılmış uçağa doğru yöneltti. Havalanmış uçak, harıl harıl not tutan Hufflepuff’lu kıza yönelmişti.
Uçak kızın kafasına çarparak durunca, bunu gören Maglor kahkahalarını bastırmak için eliyle ağzını kapatmış bir şekilde dudaklarını ısırıyordu. Kızın şaşkın bir şekilde önce etrafına bakınmasını izledi ve ardından kendisinin kıpkırmızı olmuş halini.. Kendisini toplarken, kızın uçağın katlı halini açarak, buruşuk bir parşömen haline getirdiğini görmüştü. Bu kısa mesajı anında okumuş olduğunu ve kendisine hiddetle bakarak kağıdı parçalayıp, ayağının altına atarak ayakkabı tabanının izlerini çıkarmak istermişcesine kağıt parçalarının üstüne bastığını görmüştü. Yüz ifadesinin bozulduğunu gözleri bozuk bir insan bile anlayabilirdi. Keyifsiz bir şekilde, kafasını tekrar notlarına gömmüş bir kıza bakarak kendi kendisine tutamayacağı sözler veriyordu.
Neden onu davet etmişti ki sanki? Pekala başka bir kızı da davet edebilirdi. Neden o idi? Kendisi bunun cevabını rahatlıkla geçiştirebiliyordu. Tabi ilk başlarda.. Sıkkınlıkla başını ellerinin arasına aldı ve kafasını sıraya yasladı. –Kalkan büyüleri çok gereklilerdir- Yaa. Ne demezsin. Sıkkınlıkla ayakkabı bağcıklarına bakarken, bir yandan da durumu düzeltmeyi düşünüyordu. Ders bittiği an fırlayacak ve Mia’yı yakalayarak, kendisinin koca bir aptal olduğunu söyleyecekti. Aslında yalan söylemekten hoşlanmazdı. Ama arada bir gerekliydi. Kafasını yasladığı yerden kaldırdı ve profesörün kendisine baktığını gördü. Daha önceki derslerdek kredisi olduğu için kendisini oldukça şanslı sayabilirdi. Profesör kısa bir süre kendisine bakmış, ardından tekrar sınıfa yönelerek konuşmasını devam ettirmişti. Kısa bir süre eline aldığı tüy kalem ile oynadı ve profesörün dersin bitmek üzere olduğunu, ödevlerinin olmadığını söyleyen konuşmasını dinledi. İyi bir haberdi. Herhalde balo olduğundan ödev vermedi.. diye düşünerek çantasını toparlamaya başladı. Mia’ya kaçamak bir bakış attığında, kızın çoktan toparlandığını ve kafesinden çıkacak bir kuş gibi tetikte beklediğini gördü. Zil çalmıştı.
Kızın hızla yerinden kalkıp, çantasını kucağına alarak hızla kapıya doğru yöneldiğini görür görmez yerinden fırladı ve sıraları süratle teker teker geçerken, kızın kapıdan çıktığını gördü. En sonunda koridorun sola dönen kısmında yakaladı ve kolundan tutarak kendisine doğru çekti. Bu sırada kızın kucağındaki Maglor’un karnına çarpmıştı. Çantanın hafif dışına çıkmış kitaplardan birinin sivri yanı, karnının acı hissetmesine yol açmıştı. Belli etmemeye çalışarak kızın burnundan soluyan haline bakmaya başladı. “Yine ne var?” Kısa süren sessizliği kızın konuşması bozmuştu. Kıza sorgulayan bir ifade ile bakarken aniden karar vermiş gibi kızın gözlerine bakarak konuşmaya başlamıştı. "Kaba davrandığımın farkındayım. Ama nedense bu baloya seninle gitmek istiyorum." dedi ve nedensizce gelen gülümsemesini gizlemeye çalıştı. Neler oluyordu ona böyle? Kafayı mı yiyordu?
“Ama ben istemiyorum” Kızın sinirli ifadesine kırılmış bir ifade ile bakıyordu. Neden böyle davranıyordu ki? Dudak büktü ve konuşmaya başladı. “Neden istemeyesin ki ?” Şimdi kızı dikkatle süzüyordu. Kıvırcık saçları ve renkli, insanın içine işleyen gözleri ile karşısında duruyordu. Kendine gelmeliydi. Suç ortağına bu şekilde bakamazdı. “Çünkü en yakın arkadaşımın eski sevgilisisin..” Kızın bu bilmiş tavrına gülümseyerek karşılık verdi. Hüzünlü ve yaşlı bir adamın gülümsemesi gibi.. Etrafına bakındı ve omuz silkerek “Bak seninde söylediğin gibi eski - ki burayı vurgulamıştı- sevgilisiyim. Hem baloya katılmak için sevgili olma şartı mı var?” dedi alaycı bir tonla. “Ah öyleyse söyle yoksa şimdi sana çıkma teklifi edeceğim.” dedi ve sırıttı. Soğuk bir rüzgar, sıcacık yaz havasının hüküm sürdüğü koridora girmişti sanki. Kızın yüzündeki gergin ifadeyi farketti. Kısa bir süre bakıştıktan sonra, kızın “Öyle bir şart yok ama yine de etraftakilerin böyle düşüneceğini hiç sanmıyorum.” sesi, bu sonsuz gibi görünen bekleyişi sonlandırmıştı. Sağ elini kızın yanında kalan duvara yaslayarak ve tüm vücut ağırlığını koluna vererek konuşmaya başladı. “Etraftakilerin bizi ilgilendirdiğini sanmıyorum. Yoksa ilgilendiriyor mu?” Aralarında bir farklılık vardı anlaşılan..
“Seni ilgilendirmiyor olabilir ama beni fazlasıyla ilgilendiriyor. Ki zaten senin gibi hiçbir şeyle ilgilenmeyen birinin bunu anlayacağını hiç sanmam.” Hafif bir şekilde gülümsedi. Gözlerinin içinde hüzün vardı. Burada daha fazla kalmak zaman öldürmek gibi birşeydi. Gitme vakti..” Nasıl yani? Hiçbirşey ile ilgilenmiyor muyum? Arkadaşlarım ile –ki burayı elinden geldiğince vurgulamıştı- ilgileniyorum ve beni yalnız bırakmamanı istiyorum. A tabi istemezsen artık seni zorlamanın anlamı yok..” dedi ve elini dayamış olduğu duvardan çekerek, hızla yürümeye başladı. Neden lanet olasıca balo işine girişmişti ki? Katılmak zorunluydu sanki.. İçinden lanetler yağdırırken, duyduğu ayak sesleri içinde bir ümidi yeşertmişti. Kolundan tutup çekilince, kendisini serbest bıraktı ve kıza doğru döndü. “Tamam tamam kabul. Geliyorum seninle baloya." demişti Mia. Oynadığı bir oyundu. Son derece gerçekçi bir oyun. Fakat kulağına gelen mırıldanma, Maglor’un az da olsa içinde intikam ateşi doğurmuştu. Gözleri zafer ile parlarken, aklının bir köşesinde de "Bu gece Mia’ya ne gibi bir şaka yapabilirim?" sorusu vardı..
“Eh! Madem bu kadar istiyorsun.. Yarın akşam ortak salonda buluşuruz o zaman..” dedi ve sırıttı. Kızın gözlerindeki ateşi görebiliyordu ve bu onu daha da çekici kılıyordu. Kızında onaylaması ile birlikte bomboş olan koridordan çıkmak üzereyürümeye başladılar. Aslında bu gün için çoktan hazır olduğunu farketmişti, derin bir sessizlik içinde yürürlerken. Ardından da derin sessizliği. Neden ve nasıl olmuştu aralarındaki sessizlik? Birlikte iken eskiden böyle olmazlar, sürekli atışıp dururlar ve eğlenirlerdi. Fakat şimdi ikisi de birbirine karşı en ufak bir hareket yapmaktan çekiniyor gibiydi. Özellikle bu durum Paula’dan sonra gittikçe artmıştı. Koridorun sonuna vardıklarında birbirlerine günlerinin iyi geçmesi dileklerinde bulundular ve şimdilik ayrıldılar..
En son Maglor Silimaurë tarafından Çarş. 27 Ağus. 2008, 01:04 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Adolf Maynard Griswald Ravenclaw 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 755 Yaş : 33 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12120 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 17/05/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 00:59 | |
| YARIN AKŞAM
“Acaba bu vampir kostümüm, Mia ile uyum sağlar mı?” diye sormuştu kendi kendisine. Bir an için bu düşüncesini oldukça saçma buldu ve vampir kostümünü bir kenara atarak, kahkahalar ile gülmeye başladı. Her kahkahasında içindeki zehri kusuyordu sanki. Dedesinin ölümünden beri vücudunu ele geçiren tüm zehri.. Ne kadar güldüğünü hatırlayamıyordu. Tek hatırladığı şey güldüğüydü. Sanki çok mutlu olmuştu. Mutlu olması gerekmişti. Gözlerinden gelen yaşları silerken, küçük aynasından yüzüne baktı. Yüzü eski yakışıklılığını kazanmaya çalışıyor gibiydi. Gözlerinin altındaki derin morluklar, yerini karaltıya bırakmış ve yüzündeki acı ifade biraz sert bir çehreye dönüşmüştü. Haline gülümsedi ve cüppesini üzerinden çıkardı. Vampir kıyafetini üzerine geçirdi. Ardından da valizine eğidi ve, kıyafetin üzerine takılacak olan aksesuarları çıkardı. Ardından boy aynasına doğru yürüdü ve aynada kendisine bakarak, aksesuarları üzerine takmaya başladı. Zinciri üzerine geçirmek, kendisini biraz zorlasa da en sonunda başarabilmişti. Gülümseyerek aynadaki haline baktı. Ardından da korsan bandını sol gözüne takarak, kıyafetini tamamladı. Tekrar dolabına doğru yöneldi ve parfümünden üzerine bolca sıktı. Saçını düzeltmekle hiç uğraşmamıştı nedense. Doğal olsun istiyordu fakat yine de üzerine su dökmeden yatakhaneden çıkamayacaktı. Saçını lavaboda yıkadı, sağ eli ile iyice karıştırdı ve yatakhaneden ortak salona doğru inen merdivenlerden aşağıya doğru yol aldı.
Ortak salona vardığınde tek kıyafetli olanlar, beklediği gibi sadece kendileri değildi. Herkes son hazırlıklarını yapıyor, kendince en mükemmel olmaya çalışıyordu. Gözleri Mia’yı taradığında kızı görememişti ve dudak bükmüştü. “Kız milleti! Her yerde aynı..” İçten içe düşüncelerine gülerek, kendisini sarı koltuğa attı ve yüzüğüyle oynayarak zaman geçirmeye başladı. Düşüncelerinin esiri olmuş bir şekilde, boş şömineye bakıyordu. Ne kadar olduğunu kestiremediği bir süre sonra, boş şömineye olan bakışını kesmiş ve bakışlarını etrafına yöneltmişti. Neredeyse hiç kimse kalmamıştı. Kendisinden hariç kalan son iki kişi de, birbirlerine karşı son kontrollerini yaptıktan sonra gitmişlerdi. Anlaşılan Mia, dediği gibi birilerinin laf etmesinden korkuyordu ve en son gelmeyi seçmişti. Ve işte oradaydı.. Merdivenden iniyordu..
Kızı gördüğü anda nefesinin kesildiğini, kendisine zor da olsa itiraf etmişti. Peri kıyafetinin içinde tam bir periyi andırıyordu. Hızla ayağa kalktı ve merdivenden inişini bitirmiş, ayakları ortak salonun tabanına değmiş olan kızın yanına, kalkışı kadar hızlı olmayan bir şekilde gitmişti. Kızın yanına vardığında, onu baştan aşağıya bir kez daha süzdü ve müthiş bir irade örneği göstererek “Güzel olmuşsun.” dedi. Güzel miydi? Bunu bu kadar basit ifade edebildiği için kendisini kutluyordu. Kalbinin hızla çarptığını farkettiyse de, şu an Mia’nın karşısında kimin olursa olsun böyle hissedeceğini düşünmekten kendisini alıkoyamadı. “Sen de yakışıklı görünüyorsun.” Yüzünde aptal bir sırıtış belirdi ve arkasına dönerek “Her zamanki halim değil mi zaten o?” Kıs kıs gülüyordu. Ta ki kızın “Ukala şey!” diyerek yanından hızla geçmesine kadar.
“Hey sakin ol!” Tekrar gülmeye başlamış bir şekilde kıza yetişti ve arkasından yürüyerek, ortak salondan çıktılar. Mutfaktan bahçeye çıkan koridorda ilerlediler ve bahçeye adımlarını attılar. Bahçede ikişerli uzun bir sıra vardı ve kendileri okuldan en son çıkan kişiler ünvanına sahiptiler. Bu nedenle sıranın arkasına geçip, birbirlerinin zıttı yönde etraflarına bakmaya başladılar. Sıra ağır ağır ilerliyordu ve nedensizce bu Maglor’un canının sıkılmasına yol açıyordu. Kız ile arasındaki sessizliği bozmak zorunda olduğunu hissetmişti. “Baloya diğer okullardan da gelenler varmış. Artık bir Veela bulmam da yardımcı olursun.” demişti alaycı bir ses tonuyla. Kız sanki arkasından sessizce gelen birinin nefesini hissetmiş gibi irkilmişti. Kendisine döndüğünde Maglor, bir çift alaycı gözü görebiliyordu. “O Veela’yı benim yanımda aramaya kalkma. Olacakları tahmin bile edemezsin.” Kızın gülüşüne, kendisi de gülerek karşılık vermiş ve ilerleyen sıranın peşinde, iki-üç adım daha atmışlardı. “Peki. Ben bir fırsatını bulur, ararım.”
Sanki düşünceliymiş havası verdiği ses tonunu ancak kısa bir süre koruyabilmişti. Ardından tekrar gülümsemiş ve kızın “O fırsatı bulacağını hiç sanmıyorum.” sözü üzerine, yüzünde mutlu bir gülümseme belirmişti. “Eh!. Buna olan sevincimi gizleyemem sanırım.” dedi ve sıranın gittikçe kısaldığını görerek, birazdan kendiliğinden giden arabalara binip, yanındaki kızla uzun bir gece geçireceğini düşünerek, ve bu düşüncenin yansıdığı gözler ile neyin çektiği belli olmayan arabalara bakmaya başladı. Karnına gelen dirsek darbesi ile şaşkın bir şekilde Mia’ya baktı ve “Çok konuşma! Hadi ilerle!” Önüne baktığında, önündeki kişiler ile arasında baya bir boşluk olduğunu farketti. Gülümseyerek kıza baktı ve ardından yürümeye başladı. Sırada kalan son sekiz kişilerdi ve son arabaya bineceklerdi muhtemelen.. Sıra kendilerine geldiğinde önce arabaya kendisi çıktı ve ardından elini uzatarak kızın çıkmasına yardımcı olmak istedi. “Kendim yapabilirim.” Tek kaşını kaldırdı ve sinmiş bir şekilde koltuğa gömüldü. Yanına kızın oturduğunu hissettiğinde araba çoktan yola koyulmuştu bile..
Beş dakika ya da daha kısa bir süre içinde Hogsmade’e varmışlardı. Mia’nın yine kendi başına inişini görmüş ve içinden “Kibarlıktan hiç anlamıyor!” diye geçirmişti. Ardından kendisi de inmiş, arabaya binme sırasına nazaran daha hızla ilerleyen, baloya giriş sırasına katılmışlardı. Anlaşılan tek garip giyinen kendisi değildi. Bu durumdan memnun olduğu yüzünden belli oluyordu. Sıra kendilerine gelince, biletlerini kapıdaki görevliye verdiler ve içeri girdiler. İlerlemek üzere olan Mia’yı omzundan hafif bir şekilde tutarak, durmasını sağladı. İçeriye göz gezdirmeye başlamıştı. En uygun masayı tarıyor gibiydi. Herkesten uzak, rahat edebilecekleri bir masa.. Girişe göre sağda ve en arkadaki masayı gözüne kestirmişti. Ne olduğunu anlamaya çalışırmış gibi görünen Mia’ya kendisi ile gelmesini işaret etti ve elinden tutup, kendisi önde, Mia ise arkada olacak bir şekilde yürümeye başladı. Kızın elini tutmak ile iyi mi, kötü mü yaptığını bilmiyordu, fakat kalabalık görünen balo alanında bu en iyisiydi. Masalarına vardıklarında kızın elini bıraktı ve gülümseyerek masasındaki ateş viskisine baktı. Geceye ufak bir kadeh ile başlamak fena olmazdı..
Neden iki mesaj attığımı belirtmeme gerek yok sanırım.. ^^ | |
| | | Vynsja Croweix The Nocturnal Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1500 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12298 Ekspresso Puanı : 5 Kayıt tarihi : 11/02/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 01:04 | |
| Havada birbiri ardına patlayan havai fişekler sayesinde gökyüzü gece karanlığına çoktan bürünmüş olsa da gündüz gibi aydınlanıvermişti bir anda. Her defasında farklı şekillerin çıkması, Vynsjã'nın kafasını gökyüzüne dikip uzun bir süre öylece dans etmesini de sağlamıştı, her ne kadar bu oldukça zor ve garip bir iş olsa da Vynsjã bu durumdan memnun olmadığını söylerse bu tam anlamıyla nankörlük olurdu. Yüzünü hafif bir gülümseme kaplarken bu duyguları uzun zamandır hiç hissetmediğini düşünüyordu genç cadı. Neşe, aşk, mutluluk... Özlem. Evet, onu unuttum. LS. Tıpkı tavan arasına kaldırılmış eski, tozlu bir kutuyu uzun yıllardan sonra yeniden aralamak gibiydi. İçindeki eski fotoğraflara göz atıp, gülerdin. Arkadaşlarınla çekilmiş olan neşeli, komik fotoğraflar ve bazı romantik hatırlar. Belki sana verilmiş olan ilk gül; eskisi gibi güzel olmasa da sana aynı duyguları hissettirirdi. Belki de sevgilinin hediye ettiği bir kolye; maddi değeri az olmasına rağmen manevi değerini herşeyin üstünde tuttuğun nadir şeylerden. Tüm bunlara bakmak, hatırlamak gibiydi o anda yaşadıkları. Sanki gerçekten ama gerçekten içten gülmeyeli yıllar geçmişti. Şimdi de, o son gülüşüne ait fotoğraflara bakarak yeniden gülüyordu. En son sevgilisinin verdiği kurumuş güle bakarak şimdiki aşkını hatırlıyordu. Pembe-bordo karışımı renklerin süslediği, bir gül figürünü oluşturan havai fişeği gördüğünde -zaten bakıyordu, ama görmek apayrıydı- bir an bugün herkesin ve herşeyin onun düşüncelerini okuyabildiği gibi komik, saçma bir düşünceye kapıldı. Her şeyin istediği gibi gitmesini başka bir şeye bağlayamıyordu çünkü. Gökte sırasıyla yeşil bir yılan, kırmızı bir aslan, sarı bir porsuk ve lacivert bir kuzgun belirirken 'Şahane' diye düşünmeden edemedi. Ne de olsa, bunları en son bir lunaparkta görmüştü. Kaç yaşındaydı o sıralarda? 8 ya da 9 olmalı, çünkü daha sonra lunapark bir kaza yüzünden kapatılmıştı. Tabii orada gördükleri basit, sıradan şeylerdi. Belki de büyüyle güçlendirilmişlerdi bunlar, bu kadar güzel olmalarını da ancak buna bağlayabilirdi. Havai fişeklerin eşsiz gösterisi birkaç şekil daha gösterildikten sonra yıllar önce lunaparkta gördüğü o sıradan şekiller basit bir gösteri sunmaya başlamışlardı. Vynsjã da başını yeniden eğince, haliyle ilk olarak baktığı kişi Dayrnt olmuştu. Önce sarı, sonra yeşil, mavi, mor ve kırmızı. Havai fişekler yüzünden renkten renge giren yüzüne bakıyordu, fakat gördükleri sadece gözleriydi. Bir zamanlar aynı renkteydiler, aynı güçlü elektrik mavisi. Şimdi ise Vynsjã'nınkiler soluk bir buz mavisi olmuşlardı, neredeyse gri. Eh, daha birkaç gün önce de elâydılar, bu yüzden ona garip gelmiyordu bu hiç. Marv'da olduğu gibi, onun da göz rengi çoğunlukla ruh haline göre istemsizce değişirlerdi, ve şimdi de yine o canlı mavi renge sahiptiler, ışıldıyorlardı. Dayrnt başını onun omzuna koyduğunda, daha önce hiç tatmadığı bir duygu bedenini ele geçirmişti; sevgi.
" Ben seni seviyorum be! "
" Ne tesadüf, ben de seni. Garip, değil mi? "
Yüzüne yayılan ufak ama anlamlı bir gülümsemeden daha fazlasını vermek isterdi, ama Dayrnt önce davranmıştı bile. Ah, 4. ve hâlâ çok güzel. Aşktan çok daha farklıydı bu, tutkudan ve arzudan uzaktı. Daha önce kimse için hissetmemişti bunu, istisnasız. Gerçekten bu sözcüğü söyleyebileceği tek bir şey vardı demek ki. Aynı anda, bir elin içindeki tüm organları çekip aldığını hissetti. O iğrenç suçluluk duygusu. JD'yi bu kadar çabuk unutmuş muydu? Ah, hayır. Tabii ki hayır! Ama eğer hiç kimseye haber vermeden böyle çekip gittiyse... o, Vynsjã ya da Dayrnt, ya da her kimse kendisine verdikleri değerden çok daha azına sahiplerdi JD'nin gözünde. Evet, onu özlüyordu. Ama bu ona kızgın da olmadığı anlamına gelmezdi. Birden değişen, hızlanan müzik onu düşüncelerinden sıyırıp -iyi ki- müziğe göre, hafif bir ritm tutmasını sağladı. Eğer müzik değişmeseydi, belki de saçma sapan düşünceleri yüzünden yine küçük bir 'depresyon' sorunu yaşayacaktı. 5-6 dakika bu hızlı müzikle çabucak akıp gitmişti, haliyle sıra da içkilere gelmişti. Dayrnt'da onunla aynı şeyi düşünüyor olmalıydı ki, beraber bara doğru yöneldiler. Yüzünde anlamsız bir biçimde, uzun bir süre kalan ve balonun geri kalanında da duracağa benzeyen gülümseyişiyle bir kadeh ve bir şişe Ateş Viskisi aldı. Bir şişe ikisine de yeterdi, ama ne olur ne olmaz diye almıştı işte. Eğer ikisi de birer şişeyi tek başlarına bitirmeye kalkışırlarsa gece sonunda buradan sağ salim çıkamayacaklarına kesin gözüyle bakıyordu. En sonunda bir masa bulduklarında, Vynsjã yorgun bedenini hemen kurdelelerle bezenmiş sandalyenin üzerine bıraktı. Birkaç saniye gözlerini kapalı tutmasının ardından uçuşan kırmızı benekler görmesi üzerine yeniden açtı. Daha birşey içmeden sarhoş olmuş gibiydi. Yanlarına gelen, daha önce de Ortak Salonda birkaç defa gördüğü çocuğa dikkatle baktı. Garip görünüyordu doğrusu. Yeşil bir takım bu gece için pek de uygun değildi doğrusu, Dayrnt'ın yakın bir arkadaşı olduğunu bilmesine karşın bu haliyle bir kurbağaya benzediği gerçeğini düşünüp, hafifçe kıkırdamaktan kendisini alamadı. Neyse ki, bu kıkırdama büyüyüp, gülmeye dönüşmeden sahte bir öksürük efektiyle gölgelemeyi başarmıştı bunu.
" Merhaba bayan. Ben Tom, Tom Moore. Dayrnt'ın en yakın arkadaşlarından biriyim. Bir saniyeliğine yanıma gelmesinde bir sakınca görmezsiniz her halde? "
" Ah, tabii ki. İstersen tamamen de el koyabilirsin ona. "
Bunları söyledikten sonra muzipçe gülümseyip, başını hafifçe yana eğdi. Dayrnt'e bakarken ciddiye almadığını biliyordu, zirâ bunu söyleyebilecek kadar güvenmiyordu kendisine. Yani, eğer Dayrnt olmasaydı nasıl olabilirdi hayat? İdare edebilir miydi kendi başına? Günlerce ortalardan kaybolurdu yine, birkaç sene önce olduğu gibi. Ama küçük bir fark vardı ki, bu sefer bu günlerle sınırlı kalmazdı. Derin bir nefes alıp Dayrnt'ın masadan kalkmasını izledi. Biraz uzaklaştıktan sonra konuşmaya başlamışlardı, ama Vynsjã oturup onları gözetleyecek de değildi. Sadece çocuğun ciddi birşeyler hakkında konuştuğunu anlamıştı, çünkü bunu anlatırken Dayrnt'e neredeyse yalvarırmışçasına bakıyordu. Bir Slytherin'lide kolay kolay bu bakışı göremediğinizden, bir 'olağanüstü hal' olduğunu kolaylıkla anlayabilirdiniz. Ateş Viskisini açıp, kadehine boşalttı. Bir an kadehindeki kırmızımsı turuncu, buharları tüten sıvıya baktı. Bu gece içmekle içmemek arasında kararsızdı. Sonuçta uzun bir Testral yolcuğundan çıkmıştı ve zaten altüst olmuş midesine bir yeni öğenin katılması, aynı zamanda akşamının mahvolacağı anlamına gelirdi. Ama yine de, sadece boğazında bıraktığı o yanma hissini sevdiği için birkaç yudum aldı içkiden. Biraz tanıdık, biraz da yabancı bir his, boğazındaki karıncalanma ve yanma birkaç saniye sonra geçse de tadı hala ağzındaydı. Birkaç dakika sonra, Dayrnt yine gelmişti masaya. O oturur oturmaz da yavaş, romantik bir parça çalmaya başladı. Bu akşamın gerçek olamayacak kadar güzel olduğu düşüncesi kafasında yeniden belirirken Dayrnt elini tutmuştu. Ateş Viskisi... Evet, sıcak basmasının nedeni bu olabilirdi ama başının hafifçe dönmesini birkaç yudum içkiye bağlamayacak kadar akıllıydı. Sandalyesinde biraz kayarak Dayrnt'a daha da yaklaştı. Şimdi neredeyse kirpiklerini sayabileceği kadar yakındı ona, ama ikisi de öylece, hareketsiz duruyorları. Dayrnt'ı bilmiyordu ama, tam karşı masalarında oturan Marv'ı görünce böyle kalakalması doğaldı.
| |
| | | Indis Oak J. Engelbert
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 586 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11935 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 03/08/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 04:22 | |
| “Bu senin için”
Nihayet dersler bitmişti akşamüzeriydi, Güneş yakıcılığını bir nebze olsun yitirmişti. Fısıldayan Ağaç Korosu’nda Chris ile tanıştıkları yerdeydiler. Sık ağaçların arasında görkemli meşe ağacının önünde Chris elinde tuttuğu epeyce büyük bir paketi Indis’e uzatmıştı. Bugün genç cadının doğum günüydü ve hiç şüphesiz en mutlu anlarından birini yaşıyordu. Genç cadı tepeden topladığı sarıya dönmüş saçlarından gözünün önüne düşen perçemi, kulağının arkasına doğru ittirdi, yüzünde parlak bir gülümseme vardı ve doğruca Chris’in yeşil gözlerine bakıyordu. Çocuğun elinde tuttuğu büyük paketi yavaşça aldı “Teşekkür ederim, bu çok güzel” dedi ve sanki paketi açmadan içindekileri görebilecekmiş gibi pakete bakmaya başladı kısa bir süre sonra “İçindeki nedir peki?” dedi küçük bir kız çocuğunun sorabileceği kadar saçma bir soruyla, konuşmak yerine paketi açmış olsaydı içinde ne olduğunu çoktan görmüş olacaktı. Christopher sarı saçlarını savuracak şekilde kafasını iki yana salladı ve “Aç” dedi. Indis ince parmaklarıyla mor renkteki ambalajın çevresince sarılan lila kurdeleyi çözdü, paketin kapağını kaldırdı ve içindekileri çıkarttı. Siyah, oldukça asil ve hoş görünümlü bir elbise ve oldukça büyük, beyaz melek kanatları…
Indis sevinç dolu küçük bir çığlık attı, kıyafet bulmak konusunda güçlük çektiğini bilen Chris ona gerçekten büyük bir jest yapmıştı doğrusu. Bu balo onun için gerçekten önemliydi, katılmayı çok istiyordu ama bir türlü istediği gibi bir kostüm bulamamıştı, oysaki bu… O kadar güzeldi ki! Chris Indis’in gülümseyen suratına baktı ve “Umarım beğenmişsindir, sana çok yakışacağını düşündüm” dedi, sevinçten neredeyse havalara uçacak olan Indis heyecanla “Elbette, elbette çok beğendim. Çok teşekkür ederim.” Dedi, ardından kıyafetleri büyük hediye paketine özenle yeniden yerleştirdi ve Chris’in boynuna atıldı. Birkaç saniye öylece kaldılar ardından ayrılarak birbirlerine baktılar Indis biran bu kostümü nasıl aldığını düşündü, Chris’in durumunu biliyordu, daha sonra aklına amcası geldi ve bu düşünceyi kafasından sildi. Sonra gözü Chris’in kolundaki saate takıldı “Tanrım, akşam yemeği..” dedi ve bu yeterli oldu. Chris hemen koca paketi kaptı ve Indis’in yanında hızlı adımlarla yürümeye başladı, ağaçlık alandan çıkıp Hogwarts arazisine geri döndüler. Indis çocuğun elindeki paketi aldı ve “Önce yatakhaneye gideceğim, daha sonra yemeğe inerim” dedi. Tam gitmeye hazırlanıyordu ki Chris kolunu tutarak onu durdurdu “Yemekten sonra mutlaka konuşalım..” Dedi, Indis gülmeden edemedi, ardından “tamam” anlamında başını salladı ve yanından uzaklaştı. Koşarak çıktığı merdivenlerden bu kez hiç yorulmamıştı. Ravenclaw Ortak Salonu’na ulaştığında salon tamamen boştu, Indis doğruca kızlar yatakhanesine çıktı. Elindeki paketi cam kenarındaki yatağının başucuna koydu ardından paketin içindekileri çıkartarak yatağının üzerine yerleştirdi. Geldiğimde dolaba yerleştiririm düşüncesiyle, yemeğe yetişmek için acele ederek yatakhaneden çıktı…
Akşam yemeğini yine binbir çeşit yemekle bezenmiş büyük salonda hızla bitirdi ki kendini pek iştahlı da hissetmiyordu. Yemek bittikten sonra Chris’i ikinci katta buldu. Yanına gitti ve gülümseyerek “Selam” dedi, çocukta oldukça kibarca Indis’i yanıtladı. Ardından birlikte dışarı çıktılar. Hava kararıyordu, profesörlerce ortak salona yollanmaları an meselesiydi. Yan yana yürürlerken Chris Indis’in elini tuttu ve “Bu gece yarısı göl kenarında buluşalım” dedi muzipçe. Indis yüzünde oluşan hafif tebessümle onu yanıtladı “Yakalanırsak?”, çocuk gözlerini devirdi “Gelmek istemiyor musun?” Indis hemen ani bir tepki verdi “Elbette hayır! Gelmek istiyorum hem de çok sadece biraz korktum o kadar” dedi, bu tür maceralara atılamayacak kadar ağır başlıydı. Chris şefkatli bir ifadeyle Indis’e baktı kafasını ellerinin arasına aldı ve “Yakalanmayız korkma” dedi gülümseyerek. Indis başını salladı, o sırada profesörlerden birkaçı dışarıdaki öğrencileri içeri sokmak için gelmişti bile. Indis ve Chris binaya girdiler. Yolları ayrılırken Indis “Görüşürüz” dedi sadece arkasını dönüp merdivenlerden çıkmaya başlarken arkasından gelen sesi işitebiliyordu “Gece yarısı, unutma”
Yüzünde bir gülümsemeyle gece yarısını çabuk getirmesinde yararı olacakmış gibi hızla yatakhaneye doğru koştu. Yatakhaneye geri döndüğünde birkaç kızın Indis’in yatağının başında toplandığını gördü. Indis yanlarına giderek “Bir sorun mu var?” dedi, terslercesine. Oldum olası bu kızlardan nefret etmişti, nasıl Ravenclaw olduklarına hep şaşardı zaten, Slytherin ruhlu Ravenclawlar… Kulağa komik geliyordu. Kızlardan daha büyükçe olan “Hayır, sadece kostümüne bakıyorduk. Çok hoş ama kostümün olmadığını sanıyordum?” dedi tıslarcasına, Indis omuz silkerek “Demek ki yanılmışsın, gördüğün gibi kostümüm var” dedi, ardından kızların arasından geçerek kostümünü alıp dolabına kaldırdı. Kimsenin şüphelenmemesi için geceliğini giydi. Yatağına oturduğunda saat neredeyse 9’a geliyordu. Indis sabırsızlık içinde 12 olmasını beklerken bir “tık” sesi işitti. Arkasından geldiğini düşündüğü ses üzerine cama doğru döndü. Ağabeyinin baykuşu Kedrick gagası yardımıyla cama vuruyordu. Indis uyumaya çalışan birkaç kişiden özür dileyerek yavaşça camı açtı ve kuşu içeri aldı, ağabeyinin doğum gününü unuttuğunu düşünmeye başlamıştı, ama bu baykuş onu mutlu etmişti. Büyük çabalar sonucunda kuşun bacağına bağlanmış mektubu ve küçük, süslü kutuyu aldı. Griye çalan tüylere sahip kuşu yatağa bıraktı. Yatakta öylece duran kuşa aldırış etmeyerek mektubu açtı, okumaya başladı. Mektubu bitirdiğinde yüzünde yine o gülümseme oluştu. Ağabeyi doğum gününü kutluyordu ve birde hediye göndermişti. Küçük kutuyu açtı, üç yapraklı yonca şeklinde, siyah, çevresi değerli taşlarla işli çok nazik bir kolyeydi bu. Kolyeyi hemen boynuna geçirdi ve çantasından mink aynasını çıkarttı, koyla beyaz teninde gerçekten çok güzel durmuştu. Yanındaki komodinin üzerinde duran parşömen parçası ve tüy kalemi alarak ağabeyine cevap yazmaya başladı;
“William;
Gerçekten çok teşekkür ederim, biran doğum günümü unuttuğunu sandım. Hediyen çok güzel ve çok yakıştı. Teşekkürler. Seni çok özledim, yarın gece baloda görüşmemizi iple çekiyorum. Bu arada kostümünde ufak bir değişikliğe ne dersin? Melek kanatları ekletebilir misin? Bunu yaparsan çok iyi olur, bugün değer verdiğim biri bana melek kostümü hediye etti, böylece melek kardeşler olabiliriz. Onu, yarın gece seninle tanıştıracağım. O zamana dek kendine iyi bak.
Indis Oak Janet Engelbert [Başının Küçük Belası]
Not: Cevabını bekleyeceğim.”
Mektubu yazdıktan sonra baykuşun bacağına bağlamak gibi kutsal ve zor bir göreve girişti. Dakikalarca süren bağlama işleminden sonra kuşun parmağını ısırması dışında herhangi bir kazaya yol açmaksızın işlemini başarıyla gerçekleştirdi ve kuşun pencereden uçup gitmesini bekledi. Kanayan başparmağını dudaklarına götürerek yavaşça emmeye başladı “Ah, Kedrick!” diye iç geçirdi. Artık alışık olduğu bir durumdu bu Kedrick ne yazık ki William dışında kimseye uysal yanını göstermiyordu. Saate yeniden baktı henüz dokuz buçuktu, özellikle beklediğinden olsa gerek normalde su gibi akan zaman bu gece milim milim ilerliyordu adeta. Komodininin üzerindeki lambadan sızan ışık ile kitap okuyarak saatlerin geçmesini bekledi. Yatakhane karanlık ve sessizdi. Herkes uyumuştu en azından Indis bunu böyle sanıyordu. Artık gözlerinin ağrımaya başladığı sırada tekrar saate baktı, 12 ye on beş dakika vardı. Indis yavaşça yataktan kalktı, geceliğini çıkartarak günlük kıyafetlerinden birini üzerine geçirdi, tüm bunları yaparken olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordu. Ve nihayet saat 12 olduğunda süzülerek yatakhaneden dışarı çıktı. Ama bilmediği şey yatakhanede hala uyanık olan birinin olduğuydu…
Hogwarts’tan çıkması epeyce güç olmuştu. Zemin kata ulaştığında eğer dev heykelin arkasına saklanmasaydı Profesör Black’e yakalanması işten bile değildi. Neyse ki ucuz atlatmıştı. Karanlık içinde pek çok sırrı barındırırken, tüm gizemiyle Indis’in üzerine çöküyordu. Duvar kenarından yürüyordu, duvarla bir bütün olmak istercesine hem de. Bu heyecan dolu gecede gölgelere saklanırken yakalanma korkusuyla deli gibi atan kalbine engel olamıyordu. Hogwarts Arazisinden çıktı, ancak şimdi ilerlediği yer sabahları olduğu kadar huzur verici görünmüyordu. Aksine ormandan gelen çeşitli hayvan sesleri ve karartılarla oldukça ürkütücüydü. Öyle tedbirli ve yavaş yürüyordu ki her an önüne çıkacak bir kurt adama, cadaloza ya da o tür bir şeye hazırlıklı gibiydi, her an tabanları yağlayıp kaçmaya hazır gibi. Nihayet göl kenarına varabildiğinde Chris çoktan gelmişti Indis’in korkudan bembeyaz olan suratını görünce endişeye kapıldı, koşara kızın yanına geldi. “Kimse görmedi değil mi?” Indis “hayır” anlamında başını iki yana salladı ardından Chris devam etti “Peki gelirken başka bir şey mi oldu? Kötü görünüyorsun” dedi hala endişeliydi. Indis kafasını iki yana salladı “Sadece korktum” dedi, küçük bir kız çocuğu gibi. Neden Gryffindor’a seçilemediği oldukça açıktı.. Chris hafifçe gülümsedi, ardından kendisinden daha ince ve küçük görünen kızı kollarının arasına aldı yatıştırmak ister gibi sırtını okşadı. Cadı, Chris’in göğsüne gömdüğü kafasına kaldırdı ve yeşile dönen gözleriyle olan bakarak “Seni de kimse görmedi değil mi?” dedi “Hayır” diye yanıtladı yakışıklı büyücü. Gökyüzündeki yıldızların ışığı gölü parlak bir görünüme büründürmüştü. Gölün üstündeki ince sis tabakası yer yer bu manzaranın bozulmasına neden oluyordu. Karşıda duran sık ağaçlarla örtülü orman her zamankinden daha ürkütücüydü… Indis ve Chris onlara gece boyunca ev sahipliği yapacak söğüt ağacının altına oturdular. Indis yavaşça başını kendisinden bir kafa kadar uzun olan çocuğun omzuna yasladı. Çocuk, omzundaki o güzel başı okşarken diğer eliyle kendisini sımsıkı saran Indis’e sarılmıştı, birbirlerini ısıtmaya çalışıyorlardı. Ama Indis’in içindeki sıcaklık her ikisine de yeterdi zaten, öyle huzurluydu ki! Keşke sonsuza dek böylece kalabilselerdi. Ama bu mümkün değildi ne yazık ki! Kafasını gökyüzüne çevirdi, tek kelimeyle büyüleyiciydi. Yıldızlar her zamankinden daha fazlaydı ve gökyüzü her zamankinden parlaktı. Indis’te uzun zamandır ilk kez bu kadar huzurluydu. Çok uzun bir süre öylece kaldılar, birbirlerine sarılarak…
En son Indis Oak J. Engelbert tarafından Çarş. 27 Ağus. 2008, 04:39 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Indis Oak J. Engelbert
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 586 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11935 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 03/08/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 04:38 | |
| Ay ışığında parıldayan kolyesi Chris’in ilgisini çekmişti “Yeni mi?” diye sordu, kolyeyi göstererek. Indis kolyeye baktı, iki parmağının arasına alarak kolyeyle oynamaya başladı “Evet, William benim için almış” dedi, zihninde sarı saçları, mavi gözleri, alaycı gülüşü ile yakışıklı ağabeyini canlandırarak, bu canlandırma gülümsemesine neden olmuştu. Sonra gözlerini her gördüğünde kalbinin atış hızını arttıran, kollarında olduğu çocuğa çevirdi. Doğrudan göle bakıyordu, düşünceli gibiydi. Indis bundan 3 yıl öncesini anımsadı, bu çocukla tanıştığı ilk günü. Hogwarts’ta daha birinci yılındaydı, ailesinde yaşanan olaylar kafasını karıştırmış ve kafa dinlemek için yürüyüşe çıkmıştı. Düşüncelerine dalmış yürürken kendisini tuhaf bir şekilde çeken ormanlık alana girmeden edemedi, oldukça karmaşık bu yerde kaybolduğunu anladığındaysa çok geç olmuştu. Biraz dolaştıktan sonra, tek başına oturan bir çocuk görmüştü, sessizce gözünden akan yaşları seyrediyordu. Çocuğun onu pek umursamaması üzerine kaybolduğunu söyledi ve bunun üzerine çocuk onu koruluk alanın dışına çıkarttı. Böylece başlayan dostlukları zamanla birbirlerine en gizli sırlarını anlatmalarıyla ilerledi.
Ve şimdi Indis iyi ki o gün kayboldum diyordu kendi kendine. Yoksa bu harika çocukla tanışması kim bilir ne kadar zamanını alacaktı. Çocuğun başı Indis’e dönmüştü, tıpkı cadının ona baktığı gibi çocukta ona aynı bakışlarla yanıt veriyordu. Indis gülümsedi ardından yeniden kafasını çocuğun omzuna dayadı. Yarın geceyi düşünmeden edemiyordu, koskoca üç yılı Chris ile birlikte bitirmişti ve dördüncü yıla gireceklerdi. Bu çok güzeldi.. İçinde ılık bir çekim hissetti. Birkaç dakika sonra aklına aniden gelmişçesine heyecanla sordu “Sen yarın ne giyeceksin?”, Chris Indis’in bu tepkisine gülümsedi, ardından “Sürpriz” diye kaçamak bir yanıtla onu geçiştirdi. Indis ona baktı ve kafasını yeniden eğdi. Chris’in çenesini kafasında hissedebiliyordu, böğürtlen gibi kokan saçlarını kokladığını biliyordu. Dudaklarının kenarında ince bir gülümseme oluştu. Çocukluğu aşıp, gençliğe adım atarlarken birbirlerine karşı hissettiklerinin arkadaşlıktan fazlası olduğunu anlamaları güç olmamıştı. Epey acı çektiği o Quidditch kazasını bazen iyi ki yapmışım diyordu, iyi ki o süpürgeden düşmüşüm! Saçmaydı evet, ama ne yapabilirdi ki? Başka türlü birbirlerine asla açılamayabilirlerdi. Zihnini meşgul eden bu düşüncelerle derin bir sessizliğe gömüldüler. Hışırdayan yaprakların, rüzgarın etkisiyle birbirine çarpan ağaçların ve yabani hayvanların uzaktan gelen seslerinden başka hiçbir ses yoktu.. Sessizlikle de anlaşabiliyorlardı, birbirlerinin varlığını hissetmekte yetebiliyordu onlara… Henüz 13 yaşını yeni doldurmuş yeniyetmelerden başka bir şey değillerdi çünkü..
Saat sabahın altısına geliyordu, Indis sarışın büyücünün uzattığı bacaklarına kafasını dayamıştı, uyuyordu ve Chris kafasını ağaca dayamıştı, eli Indis’in saçlarındaydı. O da uyuyordu. Sihirli Yaratıkların Bakımı dersinde kullanılan hipogrifin oldukça fazla gürültü çıkartan ötüşü ile ikisi de irkilerek uyandı. Indis’in sorduğu ilk soru “Saat kaç?” oldu. Chris kolundaki saate bakarak yanıtladı “Altı” . Indis rahat bir nefes aldı ve doğruldu, Chris’in yanağına kondurduğu küçük bir öpücükle –ki bu bile kıpkırmızı kesilmesine yetiyordu- “Çok güzeldi, teşekkür ederim” dedi içten ve masum bir sesle. Chris huzur verici o gülümseme ile onu yanıtladı ardından “Fazla geç kalmayalım, herkes uyuyordur biran önce geri dönelim” dedi, Indis onaylar bir tavırla ayağa kalktı ve iki genç büyücü hiç acele etmeden birbirlerine oldukça yakın durarak yürümeye başladı.
Hiç acele etmeden, dip dibe geçen kısa bir yürüyüşün ardından Hogwarts binasına ulaşmışlardı, yeniden gizlenerek yukarı çıktılar ve yollarının ayrıldığı yerde Chris konuşmaya başladı “Eğer kahvaltıda görüşemezsek, baloya gitmek için seni Ravenclaw Kulesi’nin merdivenlerinde bekleyeceğim” diye salık verdi Indis gözlerini kırpıştırarak onay verdiğini belirtti, ardından iki genç beden birbirlerine dolandılar, bu birkaç saniyelik sarılmanın ardından Indis arkasını döndü ve merdivenlerden hızlıca çıkmaya başladı. Ravenclaw Ortak Salonu, şöminenin önünde sızan bir çocuk dışında tamamen boştu, Indis rahatlayarak yatakhaneye çıkan merdivenlere yöneldi. Yanından geçtiği Rovena Ravenclaw heykeline kaçamak bir bakış attı ve sessizce merdivenlerden çıkmaya başladı. Yatakhanenin ağır kapısını zorlanarak ama olabildiğince sessiz olara k açtı, tüm yataklar doluydu ve herkes “gerçekten” uyuyordu. Parmak uçlarında yatağına doğru gitti, üstündeki kıyafetleri çıkarttı ve yatağının üzerindeki geceliği yeniden üzerine geçirdi. İçinde nedenini bilmediği bir mutluluk duygusu vardı, çok huzurluydu. Tanrı’ya şükür çok huzurluydu… Kalkanlarını tamamen indirebildiği ikinci kişiydi Chris, doyasıya gülebildiği, yanında güvende hissettiği ikinci kişi. Birinci ise hiç şüphesiz William’dı. Biricik ağabeyi… Hayatında çok önemsediği iki ayrı insan, yarın gece tanışacaklardı ve bunu düşününce heyecandan deli oluyordu, acaba iyi anlaşabilecekler miydi? İkisine de çok değer veriyordu ve asla kaybetmek istemiyordu asla! Üç saat daha uyuyabileceği gerçeğinin verdiği rahatlıkla gümüşi-lacivert renkleriyle bezeli yatak örtüsünü açıp yatağın içine girdi ve örtüyü yeniden üzerine çekti. Her ne kadar konforlu olsa da Chris’in kucağında, çimlerin üzerinde uzanıyor olmayı kuş tüyü yatağına tercih edebilirdi. Aradan henüz birkaç dakika geçmişti ki bedenini tamamen dinlenmeye alarak rüya âlemine dalıp gitti…
Yüzünde ilk defa bir tebessümle uyandığında yatakhane kostüm deneyen birkaç kızın dışında tamamen boştu. Indis yavaşça yatağından katlı, yukarı doğru uzanarak gerindi ve uykusunu açmaya çalıştı. Asasını eline alıp yatağını düzeltti ardından üzerini değiştirdi ve Büyük Salon’ a inmek için merdivenlere yöneldi. Üçer-beşer indiği merdivenlerin ardından Büyük Salon’a nihayet ulaşabilmişti, her çeşit yiyecek ile donatılan masaları gördüğünde guruldayan midesinin farkına varmıştı. Sakin adımlarla Ravenclaw masasına doğru ilerledi, gördüğü birkaç arkadaşına selam verdi ve yerini alarak oturdu… Enfes bir kahvaltının ardından salondan en son çıkanlar Indis ve Chris oldu. Chris Indis’i çıkışa doğru götürdü ve “Ne yapacaksın?” diye sordu. Indis kararsız bir tonla “Bilmiyorum, hazırlanmaya başlarım herhalde.” Dedi. Chris cadıyı onayladı ve “Seni tam saatinde Ravenclaw Merdivenlerinin önünde bekleyeceğim.” Dedi Indis “tamam” anlamında başını salladı ve onunla vedalaştıktan sonra yukarıya çıkan merdivenlere yöneldi. Ortak Salona girdiğinde çok kalabalık olmadığını gördü, yatakhaneden okumakta olduğu kitabını aldı ve ortak salonda cam kenarındaki koltuklarından birine kuruldu. Kitabı açarak okumaya başladı, açık pencereden esen rüzgârın saçlarını savurmasına aldırış etmiyor gibi görünüyordu. Yarım saat sonra açık pencereden öterek bir baykuş girdi. Tahmin ettiği gibi baykuş Kedrick’ti. Kuşun bacağındaki notu çözüp onu azat etti. Ardından kıvrılmış parşömen parçasını açarak okumaya başladı.
“Indis;
Hediyeni beğenmene sevindim. Sana çok yakıştığından eminim, Madam Malkin’s e giderek kostüme kanat eklemesini söyledim. Yapmıştır, ev cinini kostümümü alması için yolladım. Neredeyse gelir. Eminim sende çok güzel olacaksın. Bu akşam görüşürüz, seni seviyorum.
William Kunz Charles Engelbert”
Indis mektubu okuduktan sonra katladı ve elindeki kitabın arasına yerleştirdi. Adından oturduğu koltuktan kalktı ve henüz yatakhane boşken rahatça hazırlanabileceğini düşünerek yukarıya çıktı. Yukarı giden merdivenlerden sakince çıktı. Yatakhaneye vardığında doğruca yatağının yanındaki gar dolaba gitti. Dolabı açtı ve özenle astığı kostümü çekip çıkarttı, yatağın üzerine serdi. Ama kostümüne şöyle bir bakmasıyla yüzünde kara bulutların oluşması bir oldu. Siyah elbisenin rengi solmuştu, yer yer açılan irili ufaklı delikler vardı, kanatlara kararmış, kopmuş, kül olmuştu. Kostüm resmen yanmıştı. Büyüyle yapıldığı açıktı, peki şimdi ne yapacaktı. Bu saatten sonra bir kostüm bulması imkânsızdı, Chris’in uğrayacağı hayal kırıklığını düşündü, ne yaptığını bilemez halde elbiseyi alıp yatakhaneden fırladı. Böyle bir şeyi kim neden yapmış olabilirdi? Merdivenlerden koşarak aşağı inerken birine sertçe çarptığını fark etti, ağzından çıkan özre benzer kelimelerle yoluna devam etmeye yeltenmişken az önce çarptığı çocuğun uzatıp onu tuttuğu kol buna engel olmuştu. Bu çocuk Johnny’den başkası değildi, Genç büyücü Indis’in iyi anlaştığı yegâne büyücülerden biriydi. Bu nedenle ruh gibi bembeyaz kesilen cadı için endişelenerek “Ne oldu?” diye sordu. Indis gözünden damlayan bir iki damla yaşa engel olamazken “Kostümüm..” diyebildi sadece. Bu tek kelime yeterli olmuştu Johnny kostümü kızın elinden çekip aldı, şöminenin üzerindeki koltuğa serdi. Ardından iç geçirdi “Yanmış… Büyü olduğu açık” dedi, Indis onaylarca başını salladı. İyi ama neden ve kim tarafından? Sonra aklına dün gece geldi, ona sataşan bir avuç rezil Ravenclaw… Tam gidip onlarla sıkı bir kavgaya girişmeye hazırlanıyordu ki Johnny’nin sözleri onu durdurdu “Bunu halledebileceğimi sanıyorum” Indis minnettar gözlerle ona bakarken Johnny asasını çıkarttı ve kostüme doğru tutarak “Finite incantatum” dedi. Kostüm eskisi gibi olmuştu, Indis azından çıkan onlarca teşekkürün ardından genç büyücüye yavaşça sarıldı daha sonra ondan ayrıldı ve elbiseyi kaptığı gibi yatakhaneye geri döndü. Önce kısa bir duş aldı, ardından kostümünü giydi ve diğer hazırlıklarını tamamladı. Odadan çıkmaya niyetlenmişken çantasını unuttuğunu söyleyerek apar topar içeri dalan kız onu durdurdu. Dün sürtüşme yaşadığı cadıdan başkası değildi bu, Indis’i böyle görünce epey şaşırmış olmalıydı. Indis ona buz gibi bakışlar fırlattı ama bu gece kavga ederek güzelliğini zedelemeye hiç niyeti yoktu. Başı dik, asil ve kendine güvenen bir edayla cadının yanından geçerken güzelliğiyle onun ışığını adeta söndürmüştü.
Dakikalar sonra vakit gelmişti ve o önce Chris’le buluşacak ardından birlikte baloya gidecek diğer öğrencilerden oluşan guruba katılacaklardı. Chris, Ravenclaw Kulesi’nin merdivenlerin başında Indis’i bekliyordu. Onu biraz beklettikten sonra Indis merdivenlerde göründü. Sarıya dönen, parlak, uzun ve bakımlı saçları çıplak omuzlarına dökülerek uzanıyordu. Gözleri maviyle yeşilin birleşiminde etkileyici bir ton almıştı. Çok hafifçe yaptığı makyaj zaten güzel olan suratının güzelliğini bir nebze daha ön plana çıkartmıştı. Siyah elbisesi, beline kadar oldukça dar bir kesimdeydi, daha sonra genişleyerek yere dek uzanıyordu. Giydiği siyah topuklu ayakkabılar kostümünün altından çok belli olmasa da boyunun uzadığı aşikârdı. Siyah elbisesi bebeksi beyazlıktaki teniyle ilgi çekici bir tezat oluşturuyordu. Sırtından başlayan, yana doğru açılarak uzanan, beyaz kanatlarıyla bir meleği andırıyordu. Merdivenlerde yürümüyor adeta kayıyordu ve vücudundan yayılan baş döndürücü koku her yanı sarmıştı. Chris’in yanına geldiğinde en hoş gülümsemesini genç büyücüye bahşetti. O da en az Indis kadar etkileyici görünüyordu. Siyah, deri, vücudu saran kostümü, koluna muhtemelen büyü ile işlenmiş büyükçe bir şekil, belinde duran gerçek gibi görünen ama aslında sahte olan kılıcı ile modern görünümlü bir şövalye edası vardı…
“Sana… Bununla gerçekten bir melek gibi görüneceğini söylemiştim. Merlin aşkına bu gece gökten inmediğine emin misin benim güzel iyilik meleğim?” Chris’ten işittiği bu sözlerle yanakları hafifçe pembeleşti, ama yüzünü tamamıyla kaplayan o gülümsemeyi yitirmemişti. Kalbinin atıl hızının yine yükseldiğini hissetti, ne kadar da etkileyici görünüyordu! Indis hafifçe reverans yaptıktan sonra Chris’in elini tutup dirsek boşluğuna götürmesine izin verdi. Ve çift Hogsmade’e gidecek guruba katılmak için oradan ayrıldı… Hogwarts Arazisi’ne çıktığında birbirinden şık giyimli öğrenci ve profesörleri örerek kendi kendine gülümsedi, herkes olabildiğinin en iyisi olmak istiyordu bu gece ve Indis biliyordu ki her ne kadar birbirlerine iltifatlar yağdırsalar da çiftlerin arasında kıyasıya bir mücadele vardı. Herkes geceye damgasını vuran çift, isim olmak istiyordu. Bu da çok kolay olmayacaktı elbette.. Dışarıda geçen on dakikanın ardından tastrallerin çektiği ihtişamlı arabalar göründü. Sırayla herkes bu arabalara biniyordu. Ve sıra Indis ile Chris’e geldiğinde Chris önce kendisi arabaya bindi ardından Indis’e elini uzatarak arabaya binmesine yardımcı oldu. Testrallerin çektiği arabada yerini iyice sağlamlaştırdı, Chris hemen yanında oturuyordu, kısa bir süre sonra dört kişi daha bindi ve Indis’in göremediği testraller onların bulunduğu arabayı çekmeye başladı. Zevkli bir yolculuğun ardından arabadan indi. Yeniden Chris’in kolu girdi ve geniş arazide yürümeye başladılar. Uzun kuyruktan sıra kendilerine gelipte biletlerini gösterdikten sonra nihayet kurtulabilmişlerdi.
Hosgsmade’in yukarısında bir tepeye kurulmuş geniş bir araziydi. Çimler yemyeşildi, üzerinde farklı cinslerden çiçekler vardı Indis çiçeklerin baş döndürücü kokusunu duyabiliyordu. Eli, Chris’in kolunda, çimlerde sakince ilerlerken etrafı incelemeye başlamıştı. Çok çeşitli yiyecekler ve içkilerle donatılmış masalar etrafında insanlara ev sahipliği yapıyordu. Havada sabitlenen ışıklar ve balonlar göz alıcı idi. Oldukça büyük ve etkileyici bir dans pisti kurulmuştu ki Indis bütün bir gece burada dans edebilirdi, kimlerin çıkacağını merak ettiği sahne epeyce gelişmiş sistemlerle donatılmıştı İnsanlar konuşuyor, gülüyor, eğleniyorlardı. Herkes öylesine mutluydu ki Indis biran evvel aralarına karışmak için sabırsızlanıyordu. Bu destansı yeri incelemeye devam ederken Chris’le geçireceği harika bir gecenin hayalini kurmaya başladı ve kendini oldukça özel biri gibi hissederek kayarcasına yürümeye devam etti… | |
| | | Christopher Alex Peterson Fontjoncouse Otel ~ Genel Müdür
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 212 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11942 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 25/08/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 04:40 | |
| Güneş yavaş yavaş kızıllaşıp batıyorken Chris’i bir telaş sarmıştı. Kapalı perdeler yüzünden loş bir havada olan yatakhanedeki erkeklerin çoğu da aynı şekildeydi. Orta uzunlukta bir koridor boşluğunda ve koridorun iki yanını dolduran iki katlı yatakların üzerinde tam bir karmaşa hâkimdi. Oradan oraya giden öğrencilerin ayak sesleri açılıp kapanan dolapların gıcırtılarına karışıyor karmaşaya daha da büyük bir gürültü katıyorlardı. Sarı saçlı bir Gryffindor kıyafetini bulamadığı için dolapları tek tek açıp kapatıyordu. Ritmik seslerle açılıp kapanan kapakların sesini onu saklayan esmerce bir başkasının gülerek uzatmasına kadar dinlemek zorunda kalmıştı. Turuncu kafalı bir başkası da kıyafetin üzerine olmadığından yakınıyordu. Kuzeni de onlardan farksızdı. Giydiği şövalyeleri hatta prensleri andıran elbisesiyle kendine dolabındaki küçük ayna aracılığı ile bakıyordu. Kalanların hepsinde de kıyafetlerini giyme süslenme telaşı olunca oluşan gürültü Chris’te hafif bir baş ağrısına neden oluyordu. Ancak bu kadar önemli bir balo için bu telaş gerçekten normaldi. Yetimhane günlerinde böylesi bir karmaşa görmemişti ki bu kadar büyük ve görkemli bir balo o zamanlarda hiç olmamıştı. Gryffindor duvarlarını izleyen portreler de bu karmaşayı izliyordu. Aralarında Chris’in dikkatini en çok çeken kızıl gür saçları ile öne çıkan, pala bıyıklı, büyükçe burunlu ve bir aslanın yüz hatlarına sahip iri yapılı birinin portresi olmuştu. Tıknaz kambur tipli yaşlı bir başka portreye övünür bir tarzla kendi zamanlarındaki eğlencelerden bahsediyordu. Zaman zaman muhtemelen kostümü sayesinde kendisine benzediğinden John’u gür kızıl kaşlarının altındaki yeşil gözleriyle işaret ediyordu. Portrelerle hiç anlamayan kuzeniyse bundan hoşnutsuz bir şekilde kaşlarını çatıp duruyordu. Büyücü dünyasında böyle bir şeyi ilk olarak amcasının kendisini almasından sonra büyük ve ihtişamlı olan eve girdiğinde görmüştü. Odaları gösterirken soyağaçlarının olduğu odaya gelmişti. Gerçekten duvarların üçü sarmaşık gibi birbirine girmiş dallarla ve kızlar için çiçek erkekler için meyve şeklinde yapılmış çerçevelere konmuş ufak resimlerle doluydu. Diğer duvarda ise portreler vardı. İşte tam da onlardan birine dokunurken portre hareketlenivermiş elini çekmesini söylemişti. Büyü dünyasına yeni katılmış sayılan ve o güne kadar öyle bir şey görmemiş olan Chris o gün ne kadar da korkmuştu? Gerçekten o günden bu güne garip bulurdu portreleri. Kuzeniyse onları sadece baş belası görüyordu. Zaten onun gizemden anladığı epeyce tehlikeli şeylerdi.
Portrenin görüntüsü curcunanın içindeki birkaç öğrenci sayesinde kaybolduğunda düşüncelerinden sıyrıldı. Okula alışırken de büyü dünyasına alışırken de hep böyle sorunlarla boğuşmuştu. Binasından olmasa da başka binadan olanlar kendisine bu yüzden muggle doğumlu muamelesi yapmışlardı. Aslında hiç anlamı olmayan bu tartışmada onların gözünde melez olması da küçük görülecek bir şeydi. Kuzeniyle belki en büyük ortak noktası onlara olan nefretti. Ailesinin ölümüne neden olan ölümyiyenlerin çoğunun onlardan çıkmasının da bunda etkisi büyüktü. Zihnini dolduran öfkeyi geldiği gibi savuşturmak istercesine elbisesini alıp bakmaya başladı. Bugün ne Slytherinleri ne de ailesinin acı ölümünü düşünecekti. Bugün tek düşündüğü balo ve onu belki de kuzeninden sonra tek anlayan kişi olan güzeller güzeli İndis olacaktı. Quidditch maçı sırasında o düşüşünde kalbinde büyük bir korku yükselmişti. Yerde onu öylesine yatıyor görmek içinde öyle bir hisse yol açmıştı ki. Henüz okuldaki ilk yılında sessiz ve ıssız olduğu için sıkça gittiği ve iyice ezberlediği fısıldayan ağaç korusunun içinde kendisini bulması ve dertleşmesinden o güne kadar Chris’i en iyi anlayan, onun derdine ortak olan İndis’i o halde görmek dayanılmaz acı vermişti o an. Hasta yattığı günler boyunca bir hayalet gibi dolaşmış ve onunlayken yüzünde beliren gülümseme yerini yeniden karamsarlığa bırakmıştı. Geceleri yıldızlara bakıp ailesi gibi onu kaybetmekten korkarak ağlamıştı. Aynı zamanda o sessizlikte onu ne kadar sevdiğini düşünme fırsatı bulmuştu ve bir şey fark etmişti. İlk günden beri dostluktan da öte bir şekilde seviyordu onu. Delicesine âşıktı.
Onun iyileştiği gün yanına elinde çiçeklerle gittiğinde binlerce tereddüt ve karşılıksız kalma korkusuyla gerçeği ona açmış ve karşılığında gülümseme almıştı. İndis’in biraz solgun düşmüş yüzünde neşeli bir gülümsemeydi bu. Bir an o da kendisi de susmuşlardı. Sessizlik içinde Chris’in kalbi heyecanla atmış içinde onu kaybetme korkusuyla büyük bir çatışma olmuştu. Sonunda kendisine bir ömür gibi dakikalarca beklemenin ardından aynı duyguları paylaştığını kendisini sevdiğini söyleyip sarılmıştı. Yeniden burunlarına dolmuş kokusu, kalbinde aşkın içini ısıtan ateşiyle İndis’i hayal etti. Güneşle parlayan altın sarısı ipeksi saçları kimi zaman uzun kimi zaman kısa hatta kimi zaman farklı renklerde oluyordu. Ama her şekilde de mükemmel gözüküyordu. Mavinin ve yeşilin en güzel tonlarında gidip gelen güzel gözlerinin derinliğinde onlara her baktığında boğuluyordu. Saçları ve gözlerinin güzelliğini tamamlayan yüzüyse ona bambaşka bir güzellik katıyordu. Gerçekten melekler kadar alımlı ve güzeldi ki bu yüzden ona amcasına rica edip melek kostümü hediye etmişti. Bu gece onunla gerçekten mükemmel görünecek ve o güzel gözleriyle kalbini bir kez daha fethedecekti.
Çarparak kendisini sarsan omuz sayesinde kopamadığı hayallerinden uyandığında elindeki orman savaşçısı kıyafetine boş boş bakarken buldu kendini. Yeşil işlemeli bir yelek ve onunla uyumlu koyu kahverengi ve yeşil renklerde pantolon’un kemerine tıpkı John’un zıhlı elbisesinde olduğu gibi bir kılıç takılmıştı. Elbiselerin ipeği gecenin ışıklarıyla parlıyordu. Fantastik kitaplarda sıkça gördüğü karakterlerden birine bürünmek güzel olmuştu. Tam Chris’e göre bir şeydi. Bir süre kıyafeti izlemeye devam etti ama sonra gözlerini kol saatine çevirdiğinde bir oflama koyuverdi. *Biraz daha beklersen, İndis’in yanına gitmek yerine burada kalacaksın* Gerçekten de vakit yaklaşıyordu. Kuzeni kıyafetini çoktan giymiş aynada saçlarını düzeltmekle meşguldü ve aynı zamanda kendisine hazırlanması konusunda bakışlar fırlatmakla. Neyse ki kıyafetten önce sihirle kabarık bir hale getirmeyi başarmıştı. Hızla pantolonunu ve gömleğini çıkardıktan sonra kıyafetlerini giymeye koyuldu. Birkaç dakika kıyafetlerini giymekle ilgilendikten sonra yüzüne bir gülümseme yayıldı. Kuzeninin göz kırptı önce yatakhaneden sonra da ortak salondan ayrılmasının ardından kendine son bir kez bakıp omuz silkti.
-Şimdi gecenin güzel meleğini alma zamanı geldi. Gürültüde kendinin bile zor duyacağı mırıldanmanın ardından kendisi de ağır adımlarla Gryffindor binasını terk etti. Taş sütunların arasında gözleriyle elbisesini süzen portrelere aldırmadan merdivenlerden inip Ravenclaw kulesinin merdivenlerine yöneldi. Birkaç merdiven çıkıp sonra bir noktada öylece durdu. Durduğu yer yandaki ufak pencerenin yanındaki süslü lambayla loş bir aydınlığa sahip olan bir merdivenin sonuydu. Işık daha çok ileride biraz karanlık görünen bir noktayı aydınlatıyordu ve o noktada görünen birkaç siluet sonra yanından geçip aşağıya iniyordu. Bunlar Ravenclawlı öğrenciler olmalıydı. Yıllanmış yüzeyi biraz pürüzlü ve hafif tozlu olan duvarda bir noktayı sırtında tozların leke olmasını engelleyecek kadar temizleyip yaslandı. Pek gittiği yer olmaması ve binalar arası gizlilik yüzünden pek emin olamasa da ortan salonları buraya yakın olmalıydı. En azından mavi çerçevelere sahip birkaç portre ve onu garip bakışlarla süzüp oradan ayrılan birkaç öğrencinin olması bunu kanıtlıyordu. Işığın vurduğu noktada her görünenle heyecanla ayaklandı ama sonra Indis olmadığını görerek yeniden kulenin taşlarına yaslandı. Geçen her dakika ona bir asırmış gibi uzun geliyordu. Kalbi onu o kıyafetin içinde görebilmenin isteği ile hızla çarpıyordu. Artık dayanamayacak hale geldiğinde ışığın loşluğunda bir siluet daha belirdi.
-İndis… Hayranlık dolu mırıldanmasıyla ağzı açık öylece kalmasını hak edecek kadar güzel gözüküyordu. Bel hizasına kadar oldukça sıkı olan siyah elbisesi vücudunun güzel hatlarını açıkça belli ediyordu. Bel hizasından sonra da ağır ağır açılarak oldukça güzel bir hava veriyordu. Boyunun normalden biraz daha uzun olmasından topuklu giyindiği açıkça belli oluyordu. Hayran olduğu sarı saçları çıplak omuzlarında ipeksi bir örtü gibi dağılıyordu. Omuzlarının arkasından iki yana doğru uzanan kanatlarla birlikte gerçekten bir melek kadar mükemmel bir güzellikteydi. Derin gözleri kendisiyle buluştuğunda pembe dudaklarında oluşan o sıcak gülümseme Chris’in içinde kelebeklerin uçuşmasına yol açmıştı. Kendi dudaklarında da onunkine benzer ama daha çok hayranlık dolu bir gülümseme oluştu. İçindeki aşk alevi dalgalandı ve bedeninde tuhaf bir sıcaklığa neden oldu. Aşağıya doğru attığı her adımla kalp atışları hızlandı. Gözleri buluştuğu maviliğin derinliğine dalmıştı. Aşağı indikçe daha da netleşen ve derinliğinin içine daha da sokan gözlerine büyülenmişçesine bakıyordu. Hayatı boyunca kendisini kuzeninden sonra en iyi anlayan ve bunun sonucunda kalbinin de sahibi olmuş olan büyük aşkı aşağıya yanına gediğinde kalp atışlarının hızı öylesine artmıştı ki nefesi kesilmiş, nutku tutulmuştu. Kendine gelmesi için birkaç kere yutkunması ve derince nefes alıp nefes alıp vermesi gerekmişti ki bu heyecanını gizlemeye gerek görmemişti.
-Sana… Bununla gerçekten bir melek gibi görüneceğini söylemiştim. Merlin aşkına bu gece gökten inmediğine emin misin benim güzel iyilik meleğim? Sözlerinin ardından yüzüne hafif bir gülümseme oluştu. İpeksi elini tutup koluna geçirerek yüzünde hala belirgin olan bir heyecanla ilerlemeye koyuldu. Soğuk taş sütunlar arasında birçok çift kol kola yada el ele ilerliyordu. Hatta zaman profesörlerin bile süslenerek oradan oraya gidildiğini görüyordu. Anlaşılan sırf öğrenciler değil herkes bu baloya büyük çok büyük bir önemle hazırlanmıştı. İndis ile heyecanlı bir sessizlik içerisinde ancak birkaç kelime ederek ilerlemeye devam ettiler. Sonunda uzaktan binbir çeşit kostümle rengârenk bir görünümde olan öğrencilerin beklediği alana varmışlardı. Bina ortak salonunda olduğu gibi burada da büyük bir curcuna hâkimdi. Son bir kez elbiselerine bakanlar, partnerleriyle sohbet edenler ve ne zaman gidecekleri hakkında yapılan meraklı yorumlar bir uğultuya neden oluyor. Müdirenin otoriter ciddiyetiyle sarf ettiği sözler ancak birkaç dakika için bir sessizliğe neden oluyordu. İndis’in elini tutarak karanlıkta bir noktaya çekti ve orada oturup konuşmaya başladı. Eh o kadar uğultu varken onları dinlemek yerine kendisi de karışsa pek fena olmazdı.
Kargaşa tüm profesörlerin müdirenin yanında toparlanmasıyla bir hareket oluştu. Profesörlerin yükselen sesleriyle öğrenci gurupları sıralar halinde ilerlemeye başlamıştı. *Sonunda gidiyoruz* Balo için heyecanlı bekleyişin sona ermesiyle koluna giren İndis ile birlikte gülümseyerek ilerlemeye koyuldu. Testrallerin yanına geldiğinde başta ilk karşılaşmasında olduğu gibi ürktü. İri vücutlu geniş kanatlı ata benzeyen yaratıkları hemen herkes görmüyormuş gibi davranıyordu ki zaten görmüyorlardı. Chris onları görüyordu ki bu zihninde derin anıların uyanmasına neden olmuştu. Onları sadece ölümü görenler görürdü. Chris de bir ölüm görmüştü hem ölümlerin en acı vericisini. Ailesinin ölümünü görmüştü. Ondan öncesini bilmiyordu ama o ölüm rüyalarında ardı sıra canlanıyordu. Sarışın sakallı ve ciddi duruşuyla amcasına oldukça benzeyen yüz hatları rüyalarında hep aynıydı. Yüzündeki telaşı gizlemeye çalışarak Chris’e saklambaç oynayacaklarını söylerken maskeli adamların içeri geleceğini iyi bildiğini o günlerde anlayamamıştı. Aynı şekilde ebe olup yüzünü kapayan annesinin hıçkırıklarını gizlediğini de. Dolabın içerisinde elbiselerdeki parfüm ve naftalin kokusuna karışmış nemli bambu kokusunun boğucu havasında tek ışık ve hava kaynağı olan bir anahtar deliğinden bakan gözlerinin gördüğü şey büyük bir vahşet olmuştu. Onu şoka sürükleyen bir vahşet. Kulaklarında yankılanan çığlıklar ve kahkahalarla orantılı olarak gözlerinden hafifçe yaşlar süzüldü. İndis’in onları görememesi için yüzünü karanlığa doğru çevirdi bir an ve hızlı bir hamleyle gözyaşlarını sildi.
-Haydi, Çabuk olun… Çabuk olun İndis tam ağzını açacakken gelen görevliye bu sözleri için ne kadar teşekkür etse azdı. Testraller toynaklarını yere sürte sürte beklerlerken onlara bakmamaya çalıştı. Zaten gözünü İndis’in gözlerine dikmesi bunun için yeterli olmuştu. Testraller havalanana kadar onun güzelliğini izlemeye ve yine onla sohbet etmeye devam etti. Konuştukça içinde dolan aşk ailesiyle ilgili tüm o karanlık kâbusları zihninden siliyordu. Zira sessiz kanat çırpışlarla havalanırken Testrali görmezlikten gelmeyi başarmıştı. Altlarında ağır ağır küçülen ihtişamlı Hogwarts kalesini bir süre izledi. Büyük göl, karanlık orman, koruluk, Syb ve bitkibilim dersliklerinin üzerlerinden hızla akarcasına geçtiler ve dakikalar içerisinde büyük alana vardılar. Arabalardan inip ilerlerken karşılarında büyük ışıltılı ve bir o kadar da görkemli bir alan belirmişti. Yan taraflarda izleyenlerin oturması için konan masalar bin bir çeşit yemekle donatılmışlardı ki böylesini ancak Büyük şölen yemeklerinde görebiliyordu. Rengârenk balonlar ışık saçan alev toplar süzülen kimisi balkabağı kimisi farklı süsler ve şekillerde ışıklandırmalarla gerçekten mükemmel bir haldeydi. Öyle ki İndis’i gördüğünden beri bugün ikinci kez ağzının açık kalmasına neden olmuştu. Sonra gülümseyerek İndis’e döndü. Onun elinden tutarak masaya geçtiler. Ona baktığında bir şeyi yeniden fark etmişti. Burayı gerçekten güzel yapan tek şey onun varlığıydı.
En son Christopher Alex Peterson tarafından Çarş. 27 Ağus. 2008, 14:58 tarihinde değiştirildi, toplamda 4 kere değiştirildi | |
| | | Lyra Helen Varens
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 53 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan !!! Galleon : 11892 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 12/08/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 11:38 | |
| - GÜNÜN İLK IŞIKLARIYLA BERABER -
‘Aman Tanrım! Bu ne sıcak böyle… İnsanın uyumasına bile izin vermiyor’
Evet… Adéle’nin gözünü açtığında, ağzından dökülen ilk cümleler bunlardı. O gün ne olmuşsa ortalık resmen yanıyordu. Hiçbir zaman sıcaklamayan ve sıcaktan fazla rahatsız olmayan Adéle için bile o günkü sıcaklık hissedilir derecedeydi. Hatta daha da üzerinde… Üzerindeki yumuşak, beyaz battaniyeyi ayaklarıyla tekmeleyerek aşağı attırdı. Ağzının kuruduğunu hissediyordu. Yanında duran masadaki sürahiden bardağa su doldurdu ve hepsini bir dikişte bitirdi. Bardağı masanın üzerine tekrar koydu ve o sırada gözüne saat ilişti.
05:21
Gözlerine inanamayarak, birkaç kez gözlerini ovuşturdu. Hayır, gerçekti. Henüz çok erkendi ve bu sıcak bu saatte dayanılmaz derecedeydi. Yatakhanedeki arkadaşları da üzerindeki battaniyeleri attırmış bir vaziyette uyuyorlardı. Adéle’nin birkaç yatak ilerisinde bulunan pencere sonuna kadar açıktı. Dışarıda, gökyüzündeki bulutlar yok denecek kadar azdı. Havayı pürüzsüz bir ton bürümüştü. Güneşin kıvılcımları çok fazla net olmamakla beraber, Hogwarts’ın saklandığı tepelerin ardından görünmeye başlamıştı. Hala dışarıya bakmakta olan Adéle’nin yüzüne sıcak bir esinti geldi pencereden. Rüzgar esiyordu ama sıcağı azaltmıyordu. Tersine kendisi de sıcaktı. O günün nasıl geçeceğini bir türlü kestiremiyordu Adéle. Bu havada ne göl kenarına gidilebilirdi, ne de herhangi bir açık alana. Halbuki o gün de Hogsmade’de düzenlenen bir balo vardı. O anki uyuma arzusu ve sıcaklığın bu derece yüksek olması bu baloyu çekilmez kılıyordu Adéle için. Onun canı tatlıydı, zora gelemezdi. Kendisi için en rahatı ve en zararsızını uygulardı her zaman. Macerayı da eksik etmeyi de unutmazdı bazen. Bu rahatlık ve canının tatlı olması zihninden bolaya gitmeme düşüncesini bile geçirtmişti ona. Ama günlerdir hazırlanılan, konuşulan ve heyecanla beklenen bu baloya gitmesi gerekiyordu. Artık daha fazla kafasında kıyaslama yapamayacaktı. Uzun süredir bastıran uykuyu engellemeye çalışmadı ve yatağına tekrar uzandı. Göz kapaklarıi hiçbir çaba gerekmeden kapanıvermişti bile…
“Ah! Ayakkabılarım sandığımda da yok… Halbuki geçen gün yatağımın altına koymuştum. Nereye gitmiş olabilir ki? Ely yoksa sen mi aldın? Bana şaka yapmak, beni korkutmak için falan yapmış olamazsın değil mi?”
“Saçmalama… Tabi ki ben almadım. Senin ayakkabınla ne işim olur benim? Sen yine koyduğun yeri unutmuşsundur her zamanki gibi. Hem daha önemli işlerim var şu an… Şu elbiseye sığabilmek gibi! Ah… Hadi ama şu fermuar da bir kapanmadı…”
“Uff… Tanrım nereye koymuş olabilirim ki? Tam da günü – ”
“Ya yine neler oluyor? İnsanı bir uyutmadınız. Ben yatmak için başka bir yer istiyorum artık. Nasıl olsa kocaman okul. Ufacık, sessiz ve güneş görmeyen bir yer vardır herhalde! Önce sıcak, şimdi sizin baş ağrıtıcı konuşmalarınız…”
Arkadaşlarının ona öldürücü ve kızgın bakışlar atması umrunda bile değildi. Tek derdi vardı; o da rahatça, dilediği kadar uyumak… Ama bunun daha fazla olmayacağını biliyordu. Her sabah farklı bir işkenceyle uyanmaya alışmıştı zaten. Bu günün işkencesi de buydu demek. Hem sabahın köründe başlamış olan sıcaklık, uykusunu böle gürültü ve içinde yavaşça belirmeye başlayan balo heyecanı… Pek heyecanlanırdı topluluk yerlere gitmeye. Belki içindeki utangaçlıktan geliyordu bu ama her zaman heyecan basardı. Aslında şimdiki saatleri iyi saatleriydi. Henüz karnında bir yumru oluşmamış ve ona garip duygular yaşatmaya başlamamıştı bile. Gözü masadaki saate kaydı tekrar…
07:11
Neredeyse iki saattir uyumuştu. ‘Eh! Balo günü olmasına rağmen yine de iyi sayılır’ diye geçirdi içinden Adéle. Artık gökyüzü tamamen pürüzsüzleşmiş, var olan birkaç bulut bile seçilemeyecek dereceye gelmişti. Güneş gülen yüzünü bugün hiç saklamıyor, bütün açıklığıyla gözler önüne seriyordu. Uzun bir yağmurlu, rüzgarlı havadan sonra tekrar eski haline bürünmüştü gökyüzü…
Yüzünü yıkadıktan sonra yatakhaneye tekrar döndüğünde, heyecanın ve kargaşanın daha da arttığını gördü Adéle. 2 gün önce ailesinin gönderdiği balo kıyafeti sandığında kırışmış olabilirdi. Çünkü o 2 gün boyunca elbisesiyle hiç uğraşmamış, okulun son günlerinin yoğunluğuyla geçirmişti günlerini. Yorucu sınavlar, son ana bırakılmış ders çalışmalar, stres… Aslında tüm bunların sonucunda eğlenceli bir balo çok iyi olmuştu. En azından o stresli günleri unutmak için birebirdi. Yatakhanede kendi sandığına doğru ilerliyordu. İlerlerken de arkadaşlarının kıyafetlerine göz atıyordu. Hepsininki de çok göz alıcı ve güzeldi. Yavaşça ilerlerken ayağına bir şey takıldı ve olduğu yerde birkaç kaba söz mırıldanarak, tökezledi. Takıldığı şey bir çift ayakkabıydı. Gayet güzel boyanmış , yeni ve güzel bir ayakkabıydı bu. O sırada aklına sabahki konuşmalar geldi ve eline aldığı ayakkabılarla sahibinin yanına ilerledi. Kız çok telaşlı ve sıkkın görünyordu. Ayakları yalındı. Adéle kızın bu durumuna gülmemek için kendini zor tutuyordu. Kız, Aéle’yi görünce kızgın bir bakış attı. Anlaşılan sabahki olaylar yüzünden sinirliydi hala. En sonunda konuşmaya çalışarak:
-“Imm… Şey… Galiba bunu arıyordun öyle değil mi?” diye sordu elindeki ayakkabıları ona doğru uzatarak. Hala gülmemek için çabalıyordu.
Kızın o sıkkın ve kızgın yüzü aniden yerini mutlu ve minnet karışımı bir ifadeye bıraktı. Hiçbir şey söylemeden öylece baktı ve en sonunda ayakkabıları alıp ayağına denemeye koyuldu. Adéle de kendi sandığına doğru hızla ilerlemeye başladı. Yatağının yanındaki sandığın yanına vardığında, kapağını açtı. İçine güzelce koyulmuş elbisesini aldı. Eliyle şöyle bir düzeltti ve yatağının üstüne koyarak izlemeye başladı. Zümrüt yeşili bir renkteydi. Arkasında bir tül hafifçe uzanıyor, ön tarafından daha uzun kılıyordu elbiseyi. İçine hafiften, dağınık bir şekilde taşlar ve tüller dizilmişti. Çok fazla süslü durmuyırdu. Sade ve hoştu. Elbisenin kolları kısaydı, beline doğru sıkı bir şekilde olurken, belden altıda kabarıyordu. Elbisesini beğenmişti ve memnun bir ifadeyle gülümsedi. Elbisesini giymeyecekti şu an. Baloya gidene kadar sandığının içinde beklemeyi sürdürecekti elbise. Bu sefer özenle eline aldı ve güzelce sandığına koydu. Acıktığını hissetti ve okul cüppesini giyinmeye koyuldu.
Büyük Salon’a vardığında, öğrencilerin gruplaşıp, kahvaltı yapmaktan çok birbirleriyle konuştuklarını gördü. Profesörler de bile hafif bir telaş sözknusu gibi duruyordu. Yavaşça Ravenclaw masasına geçti. Kendine bir yer bulduktan sonra, hemen bir böbrekli börek eline aldı ve yemeğe koyuldu. O günkü balkabağı suyu çok tatlı gelmişti Adéle’ye. Tazeydi ve insanı kendine getiriyordu. Kadehindeki balkabağı suyunu bir dikişte içmeyi başarmıştı ve bir tane daha böbrekli böreğe uzanıyordu ki, yanındaki kızların baloya beraber gideekleri çocuklardan bahsettiğini ve konuşurken de durmadan kıkırdadıklarını duydu. Fazla heyecanlılardı sanki. Adéle içinden ‘İyi ki bir partnerim yok… Bir de onun nazını çekemezdim’ diye geçirdi.
Büyük Salon doldukça doluyordu. Hiç kimse Salonu terk etmeyince ve yeni gelenler de olunca ortam kalabalılaşıyordu giderek. Adéle sağ salim bir şekilde kahvaltısını bitirdi ve kalabalık da fazla durmayarak Ortak Salon’a doğru gitmeye başladı. Kalabalığın arasından ve binaların masalarının önünden geçerken kendisine bakılıyor izlenimine kapılmıştı. Ama bunun üzerinde fazla durmayarak, merdivenlerden çıkmaya başladı. O sırada gördüğü şeye inanamamıştı. Ya da inanamamaktan çok, gairp ve komik gelmişti. Okuldaki hayaletler bile balodan heyecanla bahsediyorlar, sanki henüz ölmemişler gibi eğlenceli eğlenceli konuşuyorlardı. Bazıları; ölmeden önce katıldıkları balolarda neler giydiklerini de anlatıyorlardı. Anlatmıyorlar yaşıyor gibiydiler daha çok. Adéle hayaletlerin yanından geçerken onlara ‘Kolay gelsin.’ Dedi. Gülümsüyordu. Aslında koridorda öğrencilerin tip tip bakmayacağını bilse kahkahalar atardı. Hayaletlerin arkadan kendisine bakıp tekrar konuşmaya devam etiklerini gördü.
Ortak Salon boş sayılabilirdi. Herkes neredeyse Büyü Salonda olduğu için burada fazla öğrenci yoktu. 2 öğrenci büyücü satrancı oynuyordu. Onlara imrenerek baktı. Balo günü heyecanlı değil gibi gözüküyorlardı ve umursamaz bir şekilde satranç oynuyorlardı. 3-4 öğrenci de bir köşede sessizce fısıldaşıyorlardı. Fısıldaşan kızlardan birinin beyaz kedisini görünce, aklına Cloe geldi. Sabahtan beri görmemişti onu. ‘Zavallı, sıcaktan bunalınca dışarı çıktı herhalde’ dedi içinden. Kendisini yumuşak koltuklardan birine attı. Partnersiz gideceği için üzülüyor muydu? ‘Tabi ki hayır’ dı cevap. Kesinlikle üzülmüyordu. Baloda bir partnerle eğlenmek, arkadaşlarıyla eğlenmekten daha eğlenceli olamazdı herhalde. Ayrıca sevmiyordu böyle işleri. Şimdi baloya bir başkasıyla gitseydi o kişiyle nerede , ne zaman buluşacaklarını konuşmak zorunda kalır, tüm baloda onun yanında olmak ve ne yapacağını bilemeyerek geçirirdi. Onun için yalnız takılmak en iyisiydi. Dalmış düşünürken kucağındaki yumuşak şey dikkatini çekti. Sarı tüyleriyle, tatlı mı tatlı Cloe’ydi bu. Adéle onun kulaklarını okşamaya başladı. Kedi bundan oldukça hoşlanıyordu. ‘Eğer illa bir partner bulmak gerekiyorsa ben de seninle giderim Cloe. Kabul edersin değil mi?’ dedi gülümseyerek.
- BALO SAATİ VE ONDAN BİRKAÇ SAAT ÖNCESİ –
Ortak Salon ve yatakhaneler balo saati yaklaşınca dolmaya başlamıştı. Erkeler için pek bir vakit gerektirmiyor olsa da kızlar için aynı şey geçerli değildi. Onların saçı, makyajı, kıyafetleri… Kısacası bunlar gerçekten uzun süren işlerdi. Sihirle yapmak ise daha kısa vakit alıyordu tabi… Ortak Salon dolmaya başlayınca kedisini bırakıp, yatakhaneye doğru ilerledi. Demek ki saat yaklaşmıştı. Kendisinin işi uzun sürmeyecekti. Saçını sadece tarayıp, öylece açık kalmasını istiyordu. Makyajı sevmiyordu ve hayatta yapmazdı. Elbisesi ise hazırdı, sadece giyinmek kalıyordu. Bu kolaylığı görünce etraftakilere gülücükler saçmaya başladı. Onların düştüğü durumlara gerçekten bir anlam veremiyordu. Bu ne süs, bu ne abartıydı böyle?
Yatağının yanında duran masanın çekmecesinden,mavi tarağını çıkardı. Bir lastikle toplamış olduğu saçını açtı Gayet uzundu. Beline kadar uzanıyordu ve düzdü. Taraması zor olamayacaktı. Yavaşça taramaya başladı. Tarak saç tellerinin arasında kolayca geçiyordu. Bir süre sonra bu işi bitirmişti. Elbisesini giymek kalmıştı bir tek. Etrafındaki kızlar da hazırlıklarını neredeyse bitirmiş gibi duruyorlardı. Elbisesini giyinmiş, bekleyenler bile vardı. Adéle de elbisesini sandığından tekrar çıkardı ve üstüne giyinmeye koyuldu. Elbisesi üzerine tam olmuştu. Yürürken eteğini tutarak yürümesi gerekiyordu, yoksa düşebilirdi. Beyaz ayakkabılarını da giydikten sonra, en sevdiği parfümünden de sıkmayı ihmal etmedi. Artık vakit epey ilerlemiş sayılırdı ve balo saatine epey az bir vakit kalmıştı. Büyük Salon’a inmeleri gerekiyordu. Birkaç arkadaşıyla birlikte Salona doğru ilerlerken, birbirleriyle balo hakkında hafiften konuşuyorlardı. Bakanlığın Hogsmade arazisinde verdiği ir baloydu bu. Üst düzey büyücüler bile olacaktı. Çeşitli ülkelerden gelen büyücüler bu baloda buluşacaklardı. Söylenenlere göre balonun yapılacağı arazi, sihirle süslenmiş ve çok güzel bir hal almıştı. Büyük Salona vardıklarında gürültü seviyesi epey yüksekti. Kalabalık bir toplum içinde herkesin konuşması bu kadar gürültü yaratabilirdi ancak. Gürültüden acayip bir şekilde rahatsız olmuştu Adéle. Profesör Derwent’in bazı müdahaleleriyle bazen sessizleşen ortam, birkaç dakika sonra tekrar gürültüye gömülüyordu.
Artık daha fazla bekletilmeyerek, öğrenciler profesör Derwent’in gözetimi altında ayırtılan testrallere binmeye başladı. Adéle binerken epey zorlanmıştı çünkü testralleri göremiyordu ve bu iş elbiseyle olunca daha zor bir hal alıyordu. Sonunda binmeyi başarmıştı. İnmenin daha kolay olacağını umuyordu. Bir süre daha diğer öğrencilerin de binmesini bekleyerek zaman geçirdiler. Ardından testraller hareket etmeye başladı ve az bir zaman zarfında da tekrar durdu. Hogsmade arazisindeki balo alanı seçilemeyecek gibi değildi. Işıklı, süslenmiş ve büyücülerin sesleriyle donanmış bu yer pek bir eğlenceli olacağa benziyordu. Balo alanına maslar ve sandalyeler koyulmuş, balonlar ve daha birçok şeyle süslenmişti. Gerçekten de harika gözüküyordu. Bu balo uzun ve eğlenceli geçecekti anlaşılan. Testralden indi ve balo alanına doğru yürüdü. Kendisi gibi yalnız gelen arkadaşlarıyla bir masaya oturarak meraklı gözlerle, çevreyi izlemeye başladılar.
En son Adéle Emilié Varens tarafından Çarş. 27 Ağus. 2008, 20:03 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 17:04 | |
| Üç gündür bir türlü kollarına uzanamadığı yatağına hasretle bakıp, Elina’ nın yatağının üzerinde saçma sapan sohbetler ederken uyuya kalmıştı. Muggle efsaneleri Paula’ ya oldukça inanılmaz ve alegorik geliyor ve aklını kolayca meşgul ediyordu. Birilerini kahraman ilan etmek konusundaki başarılarını takdir ediyor ve hikayelerin uzunluğundan ağzı kuruyan arkadaşına gülümsüyordu ara sıra. Hayal meyal hatırladığı bir orman efsanesinin ardından arkadaşının tatlı sesiyle uykuya dalabilmişti en sonunda. Rüyasında şişman, pembe ama sevimli bir domuzcuğa dönüştüğünü görüyordu ve herkes ona gülerken o ağlıyordu.
Ortalıkta yolunu kaybetmiş biri gibi bir oraya bir buraya koşuşturuyordu. Ağzından çıkan tiz çığlıklarını kimse duymuyordu. Herkes ona gülerken bir yandan da ağızlarını kocaman açmış dalga geçiyorlardı. Uzunluğu Muggle yapımı aletlerle ölçülemeyecek kadar uzun bir patikadan yukarı doğru koşmaya başladı ve patikanın sonundaki uçurumdan aşağıya baktı. Aşağıda suyun vurduğu kayalardaki yosunlar yemyeşil parıldıyorlardı. Yosunlara bakarken başı dönen Paula da kendini aşağıya doğru düşerken izliyordu dışarıdan. Düşerken yosunlara değip kaydığını iyiden iyiye hissetmeye başlamıştı. Aslında üzerinden kaydığı şey yatağın çarşafından başka bir şey değildi.
Yere değdiğinde her şeyin bir rüya olduğunu anlaması uzun sürmedi. Üç gündür gelmek bilmeyen kıyafetlerin bu sabah gelmiş olması gerekiyordu. Ayağa kalkıp biraz ilerlediğinde odanın orta yerinde kocaman bir kutu gördü. Gördüğü kutuya sanki altın dolu bir sandıkmış gibi koşup, önünde dizleri üzerine çöktü ve hızlıca kutuyu açmaya başladı. Sağı solu bantlanmış olduğundan hızı kesiliyordu ama Paula’ nın vazgeçmeye niyeti yoktu. Kutuyu tamamen açıp ayağa kalkıp karıştırmaya başladı. Beline kadar kutunun içerisine gömülmüş ne var ne yok talan ediyordu. Bu sırada gürültüsüne oda arkadaşı Elina’ da uyanmış olacaktı ki, Paula’nın dibine gelip onu bir kenara itti ve hevesle Paula’nın bozduğu kostümleri dışarıya çıkardı. Dışarı çıkardığı kostümlerin bazı aksesuarlarını incelemeye dalan Paula, Elina’ nın sesi ile irkildi. Kıyafetleri kendisine uzatmış giymesini istiyordu. İki Hufflepufflı da kıyafetlerini giydikten sonra aynanın karşısına geçtiler. Paula’ nın kıyafetinde bir terslik var gibiydi. Kıyafetinin üst kısmını oluşturan kısa kollu ve kendisine oldukça kısa bir bluz vardı üzerinde fakat; ters giden şey bluzun alt kısmının iki parçaya bölünmüş olduğuydu. Elina bu parçaları bir tshirt gibi eteğine sıkıştırdıysa da Paula bu görüntüden rahatsız olmuştu. Sanki bu sarkan kısımların göğsünün tam altında bağlanması gerekiyordu. Görüntüyü toplayacak tek yöntem bu olabilirdi. Ne işe yaradığını henüz anlamadığı yeleği de giyip aynı şekilde bağlayacaklardı ve o zaman her şey hazır hale gelecekti. Bu düşüncelerini de, suratındaki sıkılmış ifade ile Elina’ ya anlatınca, arkadaşı da tersliği fark edip kıyafete çeki düzen veren Paula’ yı onayladı.
Bağlamış olduğu kıyafet ince belini gözler önüne serdi. Vücudunun kıvrımlarındaki armoniye kendisi bile şaşıran Paula biraz utanmış şekilde Elina’ ya bakıyordu. Arkadaşından gelen övgüler onu yüreklendirmişti. Elina’ nın kıyafetinde ise parıl parıl parlayan bir kumaşın hakimiyeti rüya izlenimi veriyordu. Kutuyu kurcalamak üzere kendine doğru çeken Elina’yı kendi halinde bırakıp aynadaki aksine konsantre olmuştu Paula. Fakat arkadaşının yaptığı uyarı ile kendine geldi. Annesi elbiseleri koyarken kostüm seçimini zevklerine göre serbest bırakmıştı. Bunun üzerine iki arkadaş elbiselerini değiştirdiler. Peri kızı kostümünün Paula’ ya çok yakıştığı aşikardı fakat; çingene kostümü ile kıvırmaya başlayan arkadaşına diyecek söz bulamıyordu. Önceki hayatında kesinlikle bir çingeneydi Elina. Öyle uyumlu hareket ediyordu ki bir an için bu kostümü giymesi gerekenin o olduğunu düşündü.
Kostümleri deneme faslı bittiğinde sıra makyaja ve saça gelmişti. Aslında asaları ile hemen halledebilecekleri bir işti bu ama Elina kendisi yapmak için ısrar etmişti. Paula da kendini onun marifetli ellerine bırakıvermişti. Elina makyajı ve saçı bitirdiğinde sanki farklı biri haline gelmişti Paula. Şimdi de arkadaşının kendi saçını ve makyajını yapışını izliyordu.’’ Bu bir çeşit Muggle yeteneği olsa gerek.’’ diye düşündü. Kutudan çıkan malzemelerde ikisi için de oldukça güzel iki maske hazırlayan arkadaşına minnettar bakışlarıyla teşekkürünü iletmeye çalışıyordu. İşleri bitip de koridora çıktıklarında Paula oldukça utanıyordu. Bu kostüm bel kemiğine kadar sırtını da açık bıraktığından kendisini çıplak gibi hissediyordu. Elina’ nın kanatlarının ağırlığına rağmen bu kadar hızlı yürümesine şaşırıyordu fakat ona ayak uydurmaktan başka çaresi de yoktu. Atsız arabalara geldiklerinde etrafta değişik ve absürd kıyafetli pek çok kişiye rastlamışlardı ve bu Paula’ nın içini biraz olsun rahatlattı. Arabaya bindiklerinde görmeye çalışıp da göremediği biri için meraklanıyordu. Elina merakını anlamış olacak ki, elini Paula’ nın bacağına koyup ‘’ Partnerlerimiz olmasa da çok eğlenicez. ‘’ dedi. Paula ona gülümseyerek karşılık verse de içindeki endişe gözlerinden okunuyordu. Arabalar hareket ettiğinde dağların arasından yaptıkları yolculuk hiç sona ermesin diye düşündü. Geçen sene Hogwarts’a gelirken trende olanları hatırladı ve gözleri doldu. Bakışları ile anlaştığı arkadaşı Paula’yı mayajını bozacağını söyleyip hafif hafif azarlarken, çantasından çıkardığı ufak bir mendiller göz pınarlarını kuruladı. Onlar bindikten sonra kapanan kapılar şimdi inmeleri için açılmıştı. Girişteki kalabalıktan görebildiği kadarıyla bu muazzam alan oldukça iyi değerlendirilmişti. Biletleri alıp içeriye adımlarını attıklarında içerideki karmaşa görülmeye değerdi.
Masalardaki tertemiz bembeyaz örtülerin üzerinde adlarını bile bilmediği tarifsiz derecede lezzetli görünen yemekler vardı. Süslemelere bakarak bile neşelenmek mümkündü. Derin bir nefes alıp verdi. Yemekler ne kadar güzel olursa olsun, burada, okuldaki gibi oburluk yapamayacaklardı çünkü; Paula’ nın kıyafetinin göbeği açık olduğundan karnının şişmesi komik olurdu. Elina’ da yeterinde ağırlık taşıyordu zaten. İlerleyen zamanlarda dansetmek için kanatları çıkarmak zorunda kalacaktı. Yanlarından geçmekte olan garsona göz ucuyla işaret edip yavaşlaması üzerine tepsideki ateş viskisinden bir kadeh aldı. İçini ısıtan içkinin aroması onu yavaş yavaş geceye hazırlıyordu. Arkasına döndü birden garip bir hisle. Kendisiyle birlikte dönen Elina’ nın da bakışları sabitlenmişti. Paula içeriye giren Maglor ve Mia’ya bakıp selam verip vermemesi gerektiğini düşündü. Hem aynı binadan, hem aynı kulüpten, hem de aynı ortamdan tanıyorlardı birbirlerini. her şeyin çok taze olduğunu düşünüp bu isteğinden vazgeçti. İçindeki hafif kırgınlık hissini uzaklaştırabilmek için macera aramaya koyuldu. ‘’ Hadi Ell, ilerdeki Durmstranglılardan birkaç arkadaş edinelim.’’
|
| | | Lisa Wanders Uluslararası Sihirsel Hukuk Bürosu Çalışanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 654 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12217 Ekspresso Puanı : 2 Kayıt tarihi : 15/03/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 19:50 | |
| Haziranın son haftalarına doğru yaz tam anlamıyla gelmiş olduğunu kanıtlamak istercesine sıcaklığını belli ediyordu. Güneş ışınları yatakhane camını delercesine içeri giriyordu. Gözlerine vuran ışık Lisa'yı kalk artık der gibi uyandırmıştı. Parlak mavi gözlerini biran için açmıştı ki gözlerini kamaştıran ışığın etkisiyle tekrar kapattı. Yavaşça doğruldu ve etrafı süzdü. Herkes uyanmaya başlamıştı. Hatta bazı kızlar çoktan uyanmış ayna karşısında elbiselerini üzerlerini tutup kendilerini süzüyorlardı. Ne yapmaya çalıştıklarını anlamak için bir süre onları süzdükten sonra herşeyi anlamıştı. Bugün kü maskeli baloyu nasıl olurda unuturdu. Bakanlığın vereceği bu baloyu öğrendiğinden beri sabırsızlıkla bekliyordu. Hemen yatağından fırladı. Gidip yüzünü yıkadıktan sonra elindeki havluyla yüzünü kurulayarak yatakheneye döndü.
"Hey Lisa sence bu nasıl duruyor?" Havlusunu çekmecesine koyarken sesin geldiği yere döndü. Pembe ve beyaz renklerde ki uzun elibiseyi üzerine tutmuş Lisa'ya bakıyordu *Gabriell. Yeşil ve etkileyici gözleriyle son derece güzel olmasının yanı sıra oldukça süslü bir kızdı. Bir o kadarda gevezeydi. Herşeye rağmen sıradışı bir zekası vardı bu kızın. Zaten buda neden bu binada olduğunu açıklıyordu. Kısa bir süre elbiseyi süzdükten sonra yatağın üzerindeki elbiselere göz gezdirdi. Daha sonra yatağın üzerindek,i yeşil elbise dikkatini çekti. Eline aldı ve Gabriell'e uzattı. "Bence bu sana daha çok yakışır! Err.. Şu küpeleride takarsan çok hoş olur..."
Gabriell biraz düşündükten sonra gülümseyerek Lisa'ya baktı. Fikir hoşuna gitmiş gibiydi. Yeşil elbiseyi hemen eline alıp ayna karşısına geçti. Lisa gülerek dağınık duran yatağını toplamaya koyuldu. Artık herkes kalkmış akşam ki balo için fısıldaşmaya başlamışlardı. Lisa'da en az onlar kadar heyecanlıydı bu balo için. Yatağını düzeltmeyi bitirip dolabına gitti. Dolabını açtığında annesinin gönderdiği koyu mor renkte olan elbiseye takıldı gözleri. Kirlenmesin diye daha önce hiç giyinmemişti. Baloya kadarda oradan çıkarmayı düşünmüyordu. Biran kendini elbisenin içinden hayal etti. Balo için daha çok sabırsızlnadığını hissediyordu. "Elbisen çok güzel Lisa. Eminim sanada çok yakışacak."
Tam dalıp gitmişken arkasından gelen sesle irkildi Lisa. Gabriell sonunda elbiselerle uğraşmayı bir kenara bırakmış Lisa'nın hemen arkasında durup ona gülümsüyordu. "Teşekkür ederim! Bende öyle olmasını umuyorum." Gülümsemesini biraz daha belirginleştiren Gabriell yavaşça Lisa'nın yatağına çöktü. Ardından kıkırdayarak konuşmaya başladı."Eeee... Söyle bakalım. Sana baloda eşlik edecek şanslı erkek kim? Lisa gözlerini devirerek dolabı kapattı ve ardından Gabriell'in yanına oturdu."Baloya yalnız gidicem. Bir kavalyeyede ihtiyacım yok."
"Şaka yapıyor olmalısın! Bu büyük bir balo, Lisa; oraya yalnız gidemezsin."
"Oraya yalnız gideceğim Gabriell. Lütfen uzatma!" Gülümsemesini silip sen bilirsin dercesine bir bakış attıktan sonra yanında ayrılmıştı Gabriell. Lisa'da o baloya yalnız gitmek istemiyordu elbette. Kim isterdi ki? Ancak onu davet eden veya davet edebileceği biri çıkmamıştı karşısına ve oda artık bunu sorun etmeye son vermişti. Her şeye rağmen o baloda eğlenmek istiyordu. Öyle de olacaktı.
Baloya az kalmıştı. Yatakhane kızların sesleriyle dolmuştu. Hepsi ayna karşısında birbirleriyle yarış ediyorlardı. Lisa gülerek yanlarından geçti ve dolabına yöneldi. Balo elbisesini özenle aldı ve yatağına koydu. Sonunda onu giyme vakti gelmişti. Bir iki saniye elbiseye hayran hayran baktıktan sonra askısından çıkarıp giyinmeye koyuldu. Kırıştırmadan üzerine geçirdi ve ardından elbisesiyle aynı renkte olan başlığını eline alıp aynanın karşısına geçti. O güne özel düzleştirdiği saçlarını açık bırakmıştı. Kahküllerini önünde bırakıcak şekilde başlığı saçlarına doladı. Daha sonra çekmecesinden iri dişleri olan tarağını çıkardı. Önce bağlığında dibinden başlayıp gözlerine kadar inen kahküllerini düzeltti ve ardından omuzlarına kadar uzun saçlarını taradı. İşte şimdi hazırdı. Diğer kızlar gibi saatlerce makyaj yapmayla uğraşmazdı. Hem makyajın insanları güzelleştirdiğinede inanmazdı. Doğal olmak ona her zaman daha ilgi çekici gelirdi. Fakat yatakhanede ki koşuşturmacaya ve gürültüye bakılırsa onunla aynı fikirde olmayanlar vardı. Son kez aynada kendini süzüp bir eksiği olup olmadığına baktı. Herşey umduğu gibiydi. Gün boyu yüzünden silemediği gülümsemesini biraz daha beliginleştirerek yatkhaneden ayrıldı.
Ortak salona geldiğinde kimse yoktu. Herkesin balo için hazırlandığı düşünülürse bu pekte anormal bir durum değildi. Ayakkabılarından çıkan ses dışında çıt çıkmıyordu. Yavaş adımlarla şöminenin başına geçip duvara yaslandı. Baloya çok az kalmıştı. Ne denli büyük bri organizasyon olduğunu anlamak hiçte zor değildi. Ülkenin dört bir yanında ünlü büyücler cadılar gelecekti. Bunu düşünmek bile heyecanlanmak için yeterdi. Çok geçmeden herkes hazırlığını bitirip ortak salona doluşmaya başlamıştı. Profesör Derwent neredeyse gelirdi. Az önce yatakhanede dolaşan gürültü ortak salona hükmetmeye başlamıştı. Fısıldaşmalar kahkalar kulak tırmalarcasına havada uçuşuyordu. Lisa yinede bundan rahatsız değildi. Heyecanı bunu bile bastırmasını sağlıyordu. Etrafı izlerken biranda gürültünün azaldığını farketti. O sırada gözüne kapıda sert bakışlarıyla bekleyen Profesör Derwent takıldı. Demek sonunda gitme vakti gelmişti. Profesör Derwent çabucak herkesi sıraya sokmaya girişti. Nihayetinde 1-2 dakika süren bu faslı geçmişler Ravenclaw kulesini terketmeye başlamışlardı. Çok geçmeden herkes bahçeye doluşmuştu. Herkes sıra sıra testrallere bağlı olan arabalara bindiriliyorlardı. Neyse ki tüm öğrencilere yetecek kadar araba vardı. Lisa elbisesine özen göstererek arabaya bindi. Herkesin yerleşmiş olduğuna emin olunduktan sonra arabaya hızla hareket etmeye başlamıştı. Balonun verildiği yere gelmeleri fazla uzun sürmemişti.
Git gide daha fazla heyecanlandığını hisseden Lisa gözlerini etraftan alamıyordu. Muhteşem bir dekorasyon hüküm sürüyordu. Rengarenk kıyafetleri ve ilgi çekici maskeleriyle insanlar göz dolduruyordu. Herkes çiftler ahlinde masada yer almaya başlamıştı. Lisa yalnızdı. Sabah Gabriell'in söylediklerini şimdi anlıyordu. Buraya yalnız gelmek gerçektende kötüydü. Neyse ki yalnzı gelen tek kişi o değildi. Birkaç kız bir masaya doluşmuşlardı. Lisa biraz daha rahatlayarak bulduğu boş bir masaya yerleşti. Hala gözlerini etraftan ayıramıyordu. Tanıdığı birilerini bulma umuduyla etrafını izliyordu. Gerçi o maskelerden kimi tanıyabilirdi ki. İçki servisi yapan garsonlar dikkatini çekti. Hepsi özenle giydirilmişti. Beklediği gibi harika bir geceydi. Herşey uyum içinde ve en iyi şekilde hazırlanmıştı. Herkes göz kamaştırıcı şekilde şık giyinmişti. Hepsi hallerinden memnun olduklarını belli etmek ister igib gülüyordu. Lisa etrafı izlemeyi bırakmıştı sonunda. Bütün gece burda oturup insanları mı izleyecekti? Fakat kavalyesinin olmayışı gecesini maffetmek için yeterli bir sebep olamazdı. Kendisi gibi yalnız gelen birçok kişi vardı etrafında. Hepside etrafa gülücükler saçıyordu. Oda mutlu olabilirdi, olmalıydı.'Pekala! Birşeyler içmeyle başlayabilirim. Umarım sorunsuz bir gece olur...'
*Gabriell NPC Karakterdir... | |
| | | Lily Johnson Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 159 Yaş : 33 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12410 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 26/11/07
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 20:54 | |
| Lily gözlerini açtı eskiden Tatyana'nın yatağnın bulunduğu köşede artık guguklu bir saat vardı. Bu saat Lily tarafından büyülenmiş ve her saat başı Tatyana'nın sesi ile farklı cümleler kuruyordu ''Hadi kalk artık uykucu.'', ''Yatma vakti.''. Lily saattin ''Günaydın bugün çok işin var.'' sesi ile uyandı. Ssata yediyi gösteriyordu hemen ayağa kalktı ve banyonun yolunu ılık bir duş alıp yeşil elbisesini giydi, boynuna yeşil cüppesini bağlayarak saatine baktı saat yedi buçuktu annesine yakalanmadan evden çıkmak imkansız gibi gözüküyordu. Fotoğraf makinasını ve herzaman yanında taşıdığı siyah dosyasını genişletme büyüsü yapılmış yeşil çantasının içine atarak odadan çıktı. Hızlı adımlar ile merdivenlerden indi ve kahvaltıda olan ailesine ''Günaydın.'' dedi ve halası öldüğünden beri çok az güldüğü görülen büyük babasının yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. Ve annesini onun için hazırladığı tabağa bakarak ''Hemen çıkmam lazım.'' dedi ama annesinin ellerinden kurtulamadı hemen bileğini kavrayan kadın yanındaki sandalyeye Lily'i zorla oturturken ''Bu tabaktakileri bitirme bak ben sana neler yapıyorum. Tatyanayla ikiniz kime benzediniz bilmiyorum avuç kadarsınız o kızda hogwarts da bir deri bir kemik kaldı değil mi?'' dedi Lily'nin ağzına bir parça reçelli ekmeği tıkıştırıken. Büyük babası ''Nereye gidiceksin bugün?'' dedi. Lily yanaklarının kızardığını hissetti ama yalan söyleyecek durumda değildi daha ağzındaki ekmeği yutmadan annesinin ağzına tıkıştırmaya çalıştığı yiyecekleri eli ile iktirerek ''Baloya gidicem.'' dedi. Büyük babası kuşkulu yüzle ona bakarak '' Baloya gazetecileri almadıklarını duymuştum ama..?'' dedi biraz sesi sert geliyordu. Lily kızararak ve sesini kısarak ''Soyaddan dolayı... şey... öff büyük baba ya ne yapsaydım bu haberi kaçırsamıydım hem kılık değiştirildiği için beni kimse tanımayacak.'' dedi büyük babasının yüzündeki kızgın ifadeye bakarak bir yandan da ''Kesin baloya gidemiyeceğim of ya.'' diye düşünüyordu ki büyük babası ''Pekela bu seferlik öyle olsun.'' dedi. Lily annesinin eline tutuşturduğu ekmeği aldı büyük babasının yanağına bir öpücük kondurdu ve doğruca mutfak kapısına yöneldi. Tam kapıdan çıkıcaktı ki annesi ''Lily bayan Derwent ile tartışmak yok. Tamam mı?'' dedi. Lily annesine döndü ve ''Tamam'' dedi pek inandırıcı bir şekilde olmayarak. Annesi ona kötü kötü baktı. ''Ne söylemen gerektiğini biliyorsun değil mi?'' dedi annesi. Lily ''Of anne ya çocukmuyum ben sakın büyü yapıcam deme.'' dedi. Annesi ''Tamam tamam inanıyorum sözüne.'' dedi ve Lily kapının önüne çıkarak cisimlendi arkasında bıraktığı mutfakta ufak bir kahkaha patlak verdi annesi ''Yaptım bile. Bu kızlar beni hiç tanıyamamışlar.'' dedi.
Lily tüm vücunu uyuşturan histen kurtulurken gözlerini açtı ve kendini Diagon yoluna giden barın önünde buldu. Hemen acale acale içeri girerken barmenin toplandığını gördü. Adam itiyatla ''Buyrun efendim.'' derken Lily ona hiç bakmadan yanından hızlıca geçti. Diagon yoluna geldiğinde insanlarda bir telaş vardı ellerinde kutular ordan oraya hızlı hızlı yürüyorlardı. Anlaşılan bu gece balo çok kalabalık olucaktı. Balonun kalabalık olması Lily için iyi haberdi. Diagon yolunda bir müddet ilerledikten sonra elbisesini alacağı dükkana geldi tam kapıdan giriyordu ki ''İlk önce gringotts'a uğrasam iyi olucak.'' diye düşündü. Gringotts'a geldiğinde cincüceler eşliğinde kasasının yolunu tuttu kasası uzun zamandır olmadığı kadar doluydu. Çoğunu çantasındaki cüzdana koydu ''ne alou na olmaz.'' dedi kendi kendine ve kasadan dışarıya çıktı. Tekrar kıyafetini alacağı dükkana geldi ve içeriye girdi. Kasanın başında duran kadına yaklaşarak ''Kıyafetlerim hazırmı?'' dedi. Kadın bir kutuyu ona uzatırken ''Harika olucaksınız.'' dedi Lily kadına gülümsedi ve parayı ödeyerek dükandan çıktı. Tekrar bardan geçerek hogwarts'ın kapısının önüne cisimlendi ve sertçe kapıya vurdu. Kapıyı açan her zaman ki gibi Hagrid di. Lily yüzünde kocaman bir gülümseme ile ona bakarken ''Selam Hagrid. Bak ciddiyim eğer gazeteye çıkmak istersen her zaman seninle röportaj yapmaya hazırım hem söz veriyorum kendi yorumumu katmayacağım.''. Hagrid büyük bir kahkaha atarken ''Gerçekten kendimi gazete de görmek istemiyorum. Belki yaşlanınca anlaştıkmı?'' dedi. Lily ona göz kırparak hızlı adımlarla Tatyana'nın odasının yolunu tuttu. İçeri girdiğinde kardeşi kıyafetlerini giymiş saçları ile uğraşıyordu. Lily yanağına bir öpücük kondurarak ''Selam tatlım.'' dedi. Hemen kutuyu açtı ve içerinde kısa işlemeli ip askılı beyaz elbisesi dışarıya çıkardı onun altına kırmızı bağcıklı ayakkabılar. Kırmızı bir maske ve kollarına takacağı tüller ile muhteşem bir uyum içerisindeydi. Kıyafetleri üzerine giydi ve saçlarına da hafif dalga kattı. Pek makyaj yapmasına gerek yoktu dudağına hafif kırmızı bir ruj sürdükten sonra. Tatyana'ya ''Ben gidiyorum canım anneme bayan Derwent ile tartışmayacağımı söyledim kesin büyü yaptı şimdi tartışırım falan gecem çıban içinde kalır.'' dedi. Lily kapıdan dışarıya çıktı ama tam o sırada fotoğraf makinasını ve dosyasını unuttuğunun farkına vardı tekrar odaya girdi ve kırmızı çantasına ufak bir genişletme büyüsü yaptıktan sonra içine fotoğraf makinasını ve dosyasınıyerleştirip dışarıya çıktı.
Tekrar hogwarts dan çıkarak iki dağ arasında gerçekleşecek baloun kapısının önüne geldi. İçeriye girerken görevlilerden biri; ''Bayan Johnson çantanıza bakabilirmiyim?'' dedi. Lily ona kötücül bir bakış atarak ''Ah tabiki.'' dedi çocuğa yaklaşarak cebine biraz para atarken. ''Gördüğün gibi rıjum ve cüzdanımdan başka hiç bir şey yok.'' dedi. Çocuk ''Buyrun efendim. Üzgünüm.'' dedi. Lily içeri girdiğinde kapıdan yeterince uzaklaştığına emin oluncaya kadar etrafı geziyormuş havası kattı yüzüne. Arkasına döndüğünde kapının görünmediği görüp çantasından fotoğraf makinasını çıkarttı ve etrafta kimi gördüyse fotoğraflarını çekmeye başladı bu sırada hogwarts öğrencileride içeri girmeye başlamıştı. Hogwartsdakiler Lily'i tanıdıkları için poz vermekten kaçınıyorlardı en son arkasını dönen bir kıza ''Fotoğraflara özel yazı yazmayacağım sadece fotoğraf ya.'' dedi kızı boğmak istiyordu ama bayan Derwent ile göz göze geldiği anda vaz geçti ve başka okuldaki öğrencilerin fotoğraflarını çekmeye koyuldu. Bir fotoğraf çekip tam başka bir yöne dönücekti ki kendinden çok daha uzun olan garson ile karşılaştı. ''Bayan Johnson fotoğraf çkmek yasak. Lütfen...'' dedi ama Lily sözünü böldü ''Yaşlı byük annem ve büyük babamın mutlu olmaya hiç hakları yokmu.'' dedi suratına üzgün ifadesi takınarak ama öyle yufka yürekliydi ki ''Peki ama sadece aileniz için.'' dedi. Lily ona göz kırparken gerçekten kötü olduğunu düşünmeye başladı. ''Slytherinde olmalıymışım.'' dedi gazeteciliğe başladığından beri çok fazla yalan söylüyordu. Bundan vaz geçmesi gerektiğini düşünereken kız kardeşini gördü ve yanına gitti. Kardeşi kocaman kanatları ile müthiş görünüyordu yanağına bir öpücük kondurarak ''Harikasın.'' dedi. Bu sıra da yanlarına gelen garsondan ateş viski aldıp etrafta ilginç kareler aramaya koyuldu. | |
| | | Marietta Dennise Black
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 260 Yaş : 36 Kan statüsü : safkan Galleon : 12341 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 29/12/07
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 21:39 | |
| Dennise o saattlerde hala Gringotts'daydı. Hesaplardaki karışıklığı gidermek için biraz dha kalmıştı. Sonunda bütün işlerbitince isteksizce yerinden kalktı. Üstüne başın baktı.Aslında bu baloyahiç gitmek istemiyordu. Kafası tamamen başka yerlerdeydi.Baloya katılmakzorunda değildi ama yine de gitmeliydi işte.Büyükannesi Black'lerindeorda bulunmaları gerektiğini söylemişti. Yukarı baktı. Marcus bu durumda gelemeyebilirdi. Onca insana açıklaması vardı durumları.Hiçuğraşamazdı. Dolaba baktı. Elbisesini öğlenleyin evcini getirmişti. Yani büyükannesi gidişini garantiye almak istemişti. Ne kadar da çok karşıyordu ona. Elbiseyi dolaptan aldı. Siyah-kırmızı askılı elbisesini göndermişti. Hızlıca üstünü çıkartıp giyindi. Aynanın karşısına gitti.Siyah topuklu ayakkabıları iyi sayılırdı. Yüzüne baktı. Öğlenden kalma makyaj!... Hiç uğraşacak hali yoktu.Zaten elini de kesmişti. Sağ eli bandajlı olduğu için görüntüsü pek de iç açıcı değildi.Neyseki başının tepesinde, dağınık olarak topladığı açık kahve saçları düzgün görünüyordu. Şöminenin üstündeki saate baktı.Fazla geç kalmış sayılmazdı. Geç gidip erken gelecekti.Yarın sabah çok işi vardı. Fazla oyalanmadı. Siyah pelerinini ve çantasını alıp çıktı. Bankada kendisinden başka birkaç cin dışında kimse kalmamıştı. Işıklarda bu yüzden biraz azalmış gibiydi.
"İyi geceler Miss Black!" Kendisine seslenen bu cinlere sadece başını sallamakla yetindi. Bankanın çıkış kapısından Hogsmeade buharlaştı. Gözlerini açtığında önce havadaki rengarenk balonları gördü. Açık havada bembeyaz masalar çiçek gibi parlıyordu. İnsanlar çoktan gelmiş ikinci hatta üçüncü içkilerini içiyorlardı. Yavaşça misafirlerin arasında gezinmeye başladı. Tanıdık çok kişi yoktu.Daha çok Hogwartslı çocuklar vardı. Ne de olsa Hogwarts buraya çok yakındı. Zaten Balonun neden burda olduğunu da anlamamıştı. Daha güzel yerlerde vardı.Hem böyle herkesin geldiği partiler asla Dennise'e göre değildi.Fazla eğlenemezdi... Hemen yanındaki masaya gidip bir bardak şekerli viski aldı. Bu gece sert içmeyecekti. Hem eve erken gidecek hem de yarın sabah işe gidecekti. Elinde kadehle gezinirken tanıdıklarına başıyla selam veriyordu. İlerde Gelecek postasının editörü Lily Jhonson'ı gördü. Elinde fotoğraf makinesiyle geziniyordu. Anlaşılan burda da haber peşindeydi. Bu gazeteciler hiç eğlenmez miydi! Ona doğru gelmekte olan garsonu gördü. Yaklaştı:
"Şu pelerinimi alır mısınız?" Garson hemen Dennise'in pelerinini aldı ve uzaklaştı. Bu garsonlarda son zamanlarda çıkmıştı.Böyle partilere hep evcinleri hizmet ederdi. Sihir bakanlığı bunu pek tabi sağlayabilirdi. Sadece on tane evcini bu balo için yeterliydi. Garsonlar muggle işiydi. Büyücüler başka bir büyücüye hizmet etmemeliydi. Burun kıvırıp ilerlemeye devam etti. İlerideki köşede huysuz müşterisi Mathilda Mythill'i gördü. "Umarım beni görmez."
O kadınla konuşmak dahi istemiyordu. O gün bankada ikisi de canlarını zor kurtarmışlardı.O kasayı elinden geldiğinde özel korumalarla donatmıştı. Bu kadının çenesini bir daha çekemezdi. Ayrıca o tehlikeli yaratıklar içinde bakanlığa bir şikayet postası gönderecekti. Eve evet yarın ilk iş bunu yapmalıydı.İçkisinin bittiğini fark edince hemen yenisini aldı. Biraz daha içerilere karışmaya başladı. Bakanlıktan bir kaç kişi dışında fazla tanıdık yok gibiydi. Ama Dennise'i belki eski arkadaşlarını görmek umuduyla kalabalığı yavaş yavaş yarıyordu. İlerdeki köşeden profesör Mcgonagal'ın şen kahkahası duyuldu. Elinde içkisiyle birisiyle konuşuyordu.Ne kadar da genç görünüyordu. Bu kadın hiç mi yaşlanmayacaktı..Acaba Dennise'in ölümyiyen olduğunu biliyor muydu?.. Hayır bu imkansızdı.Son deerece gizli çalışıyordu. Henüz bunu çok az kişi biliyordu.Partiyi organize edenlerden biri de oydu. Gidip tebrik etmeliydi. En azından burda olduğunu gösterirdi.Saatine baktı.1 saat daha kalıp gidecekti. Çok yorgundu zaten.Topuklu ayakkabılarının içindeki ayakları onu zor taşıyordu. | |
| | | Karyn Mia Silethe Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 175 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12068 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 15/05/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 22:37 | |
| Balodan önceki son ders ~
Tahta sıralar, profesörün ahşap masası ve ders tahtasıyla sıradan bir ders olan Tılsım; harıl harıl not alan öğrenciler, hiç susmayacakmış gibi ders anlatan profesörle ise daha da sıradan bir hale geliyordu. Dersi dinlemeye çalışan öğrenciler pek de başarılı olamıyorlarmış gibi bir görüntü veriyorlardı. Sınıfın boğucu havası pencereler ardına kadar açık olmasına rağmen hiç gitmiyor; insana fenalık geçirecek hissini veriyordu. Özellikle okulun son haftası ve yarın yapılacak bir balonun olması ise herkesi daha da sıkıyordu.
Sıkıcılık... Bu kelimeyi bu aralar o kadar çok kullanıyordu ki profesörün söylediklerine yetişmeye çalışan kız. Her şeyden bıkmıştı; biri ona okulu bırakıp git dese hiç şüphesiz kaçar giderdi. Derslere girip, ödev yapıp, SBD’lere hazırlamak o kadar bıktırmıştı ki onu. Kaçıp kurtulmak istiyordu. Bir elini ferahlamak için yüzüne doğru sallarken, diğer yandan da parşömenini doldurmaya çalışıyordu; gerçekten yorulmuştu. Bir an pencereden esen rüzgarla ferahladığını ve rahatladığını düşünmüştü ki kafasına çarpan sivri uçlu bir kağıtla tüm keyfi tekrar bozuldu. Yere düşen uçağı eline alıp, çabucak okuduktan sonra bakışlarını bu notu kendisine gönderen densize çevirdi; Maglor’a… “Dersle ne kadar da ilgilisin öyle. Dersi falan bırak da benimle baloya gelir misin onu söyle..” Ne demek bu ya? Gerçekten baloya onunla gideceğini mi düşünüyordu? Gideceği varsa bile böyle bir teklifle asla kabul etmezdi. Çocuğun sırıtan yüzüne buz gibi bir bakış attı ve kâğıdı bir an bile düşünmeden eliyle ikiye ayırdı. Sonra da önemsiz bir şeymiş gibi ayaklarının altına aldı ve hiç parçasının kalmamasını ister gibi ezmeye başladı. Tabanıyla bastığı her saniye sanki Maglor’un kafasını eziyormuş gibi rahatlıyordu. Tamamen parçalandığında kâğıt; çocuğun bozulmuş suratına ikinci bir soğuk bakış attıktan sonra yarım kalan notlarına döndü.
Dersin kalan kısmını da sıkıcı parşömen doldurma çabalarıyla ve Maglor’un alelacele yapılmış teklifine kafa yormakla geçirmişti. Son 5 dakikada ödev olmadığını söyleyen profesörle birlikte çantasını toparladı ve çalan zilin ardından sınıftan çıkan ilk kişi ünvanına ulaştı. Sınıftan çıkarken kendisine uçak gönderen kişinin suratına bile bakma gereği duymamıştı. Belki de arkasından Maglor’un geleceğini hissettiği için her zamankinden daha hızlı adımlarla ilerliyordu yavaş yavaş dolmaya başlamış koridorlarda. *Dayan, son bir koridor.* Koridordan sola sapınca kurtulacağı düşüncesiyle biraz daha yavaşlamıştı; ama umduğu gibi olmamış kolunda hissettiği elle arkasını dönmek zorunda kalmıştı. Kitaplarının çocuğun karnına çarpmasından dolayı ikili kısa bir süre sessiz kalmış; ama bu sessizliği bozan hiç şüphesiz içten içe sinirden köpüren kız olmuştu.
“Yine ne var?” Ters ters sorduğu bu sorudan sonra alacağı cevabı pekâlâ biliyordu. Ama duymak istediğinden pek de emin değildi. En yakın arkadaşının eski sevgilisiyle gitmek gibi bir düşüncesizlik yapamazdı. "Kaba davrandığımın farkındayım. Ama nedense bu baloya seninle gitmek istiyorum." *Ne güzel! Bana kadar kız mı yok?* Neden tüm manyakların kendisini bulduğu konusunda kafasında küçük bir soru işareti oluşmuştu. Ya onları çekecek bir yapıya sahipti ya da gerçekten şansızdı. Gri tonlarını almış gözlerini kısarak net bir cevap verdi. “Ama ben istemiyorum” Cevabından sonra Maglor, bir çocuk gibi dudaklarını bükmüştü. Şansını fazlasıyla zorluyordu ve evet, iyi bir dersi hak ediyordu; ama nasıl? Kendisi de adı kadar emindi ki biraz daha zorlarsa tüm inatçılığını bir kenara bırakıp evet demek zorunda kalacaktı. *Sıkılacak..* “Neden istemeyesin ki ?” Neden mi? Ciddi manada bu soruyu soruyor olamazdı bu? Gözlerini devirerek bilmişçe bir cevap verdi Mia. “Çünkü en yakın arkadaşımın eski sevgilisisin..” Umursamaz bir tavırla gülümseyen çocuğun suratının ortasına bir tane tokat atıp gitse ne olurdu acaba? Olacakları düşünemiyordu, sabretmeliydi. Verdiği cevap her ne kadar kızı çileden çıkarsa da..
“Bak seninde söylediğin gibi eski sevgilisiyim. Hem baloya katılmak için sevgili olma şartı mı var? Ah öyleyse söyle yoksa şimdi sana çıkma teklifi edeceğim.” *Onu da yap, bir o eksikti zaten* Bedeni yay gibi gerilmiş, ne diyeceğini bilmez bir haldeydi. Baloya çağırması, çıkma teklifi etmesinden daha kabullenebilir bir seçenekti gerçi. Bir süre ne diyeceğini düşündükten sonra son noktayı koyma amacıyla söylemiş olduğu “Öyle bir şart yok ama yine de etraftakilerin böyle düşüneceğini hiç sanmıyorum.” Sözleri yine bir işe yaramamış, karşısındaki çocuk tüm inatçılığıyla savunmasına devam ediyordu. *Bir yol, kurtulmak için bir yol…* Aslında Maglor’un gözlerine bakmaktan çekiniyordu her defasında. Çok iyi biliyordu ki hayatta hayır diyemeyeceği sayılı kişilerdendi o ve bunu Maglor’da iyi biliyordu anlaşılan. “Etraftakilerin bizi ilgilendirdiğini sanmıyorum. Yoksa ilgilendiriyor mu?” Sinirlerini tepesine çıkaran bir söz daha.. Hiç düşünmeden cevabını verdi Mia. “Seni ilgilendirmiyor olabilir ama beni fazlasıyla ilgilendiriyor. Ki zaten senin gibi hiçbir şeyle ilgilenmeyen birinin bunu anlayacağını hiç sanmam.” Dedikleri gerçekten ağır olmuştu galiba ki Maglor alınmış ve sıkılmış bir şekilde son noktayı koydu ve arkasını dönüp ortamdan uzaklaşmaya başlamıştı. *Ne yaptım ben?* Fazla üstüne gitmişti.. Düşünmeden konuşmasının verdiği zararlar artık haddini aşmıştı ve belki de en yakın arkadaşım dediği insanın kalbini kırmıştı. 1-2 saniye kadar düşündükten sonra kararını aniden değiştirdi ve koşarak çocuğu kolundan tutup kendine çekti, az önce onun yaptığı gibi.
“Tamam tamam kabul. Geliyorum seninle baloya." Usanmış bir şekilde, yere sabitlediği bakışlarla cevabını verdikten sonra da hafifçe mırıldandı; "Kahrolsun içimdeki insan sevgisi.." Bu çocuğa hayır diyememekten bıkmıştı artık. Ne farkı vardı diğerlerinden de bu kadar kırılmaz biriydi? Bunu düşünmek bile istemiyordu. Zaten düşünceleri Maglor’un "Eh! Madem bu kadar istiyorsun..Yarın akşam ortak salonda buluşuruz o zaman..” sözüyle bozulmuştu. *Ben mi istiyorum?* Cevap vermekten vazgeçip, belli belirsiz kafasını salladıktan sonra ikisi de koridor boyunca yürümeye başladılar. Diğer günlere göre fazla sessizdiler ve bu hiç de iyiye işaret değildi. | |
| | | Karyn Mia Silethe Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 175 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12068 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 15/05/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Çarş. 27 Ağus. 2008, 22:38 | |
| Balo günü ~
Güneşin insanları sıcaktan kavurduğu günlerden birinde kahvaltı yapmak kadar sıkıcı bir şey yoktu. Hele ki akşam gidilecek bir balo varken… Tüm mıymıntılığıyla önündeki sosise çatalını batırıp çıkaran Mia, karnı aç olmasına rağmen bir şey yiyecek durumda değildi. Herkesi almış telaş, onunda tüm bedenini sarmıştı ve balo bitene kadar böyle gidecekti anlaşılan. Büyük salonun binalara ayrılmış masaları her zamanki gibi kalabalıktı; ama bugün herkesin dilinde olan konu çok farklıydı. Ne okuldaki derslerden konuşuyorlardı ne Dumbledore’un okula hala gelmemesinden ne de dışarıda olan savaştan.. Herkesin odaklandığı tek bir şey vardı; giyecekleri kıyafetler ve partnerleri. Bu konuşmalardan her gün aynı yemeği yemek zorunda olan birisi gibi bıkmıştı. Bir kıyafet lafı daha duyacak olsa midesi bulanacak gibi oluyordu.
Kahvaltıdan hiçbir şey yemeden kalkıp, binasından kimseyi beklemeden ortak salonuna gitti hızla. Baloya saatler vardı; ama yapacak hiçbir şey yoktu. Nedense içinde bir sıkıntı, bu balonun kendi açısından mahvolacağına dair bir his vardı. Kötü bir rüya görmemiş, kimseyle kavga etmemiş, anne-babasından kötü bir haber almamıştı. *Belki de havalardandır..* Kendi kendini içinden geçen bu cümleyle avutarak, sabah toplamaya üşendiği yatağının üstüne attı. İçindeki sıkıntının geçmesi için mutlu şeyler düşünmeye çalışıyordu. Bugünkü balonun –her ne kadar yanında Maglor’da olsa- iyi geçeceğini, eğleneceğini düşünüyordu. Bir an saçma sapan hayallere kapılmışken, içeriyi bastıran sıcak havayla dayanamayıp gözleri kapandı.
Etrafında bir sürü insan vardı; birbirleriyle konuşan, eğlenen, oyunlar oynayan insan sürüsü… Hava yine çok sıcaktı; ama bunaltmıyordu. Belki Fısıldayan Ağaç Korosu belki de daha değişik bir alandaydı. Manzara muhteşemdi; ötüşen kuşlar, havada uçuşan kelebekler ve ne kadar yağmur yağmasa da gökyüzündeki gökkuşağı. Ama bu kadar güzel şeylerin arasında mutlu olmayı başaramayan tek bir şey vardı; küçük bir genç kız. Kızıl saçları her zamankinden daha dağınık, buz mavisi gözleri ise ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Üstünde bembeyaz bir elbise vardı; bir melek gibiydi. Ama yalnız bir melek… Etrafındaki onca insana rağmen kimse kendisiyle konuşmuyor, yüzüne bile bakmıyordu. Mia telaşlı bir halde tanıdığı herkesin yanına gidiyor, konuşmaya çalışıyor; ama herkes onu görmemezlikten geliyordu. Paula, Elina, Maglor, John… En sonunda pes etmiş gibi, karşısına çıkan gölün yanına gitti. Titriyordu ve terliyordu. Uzun bir süre düşündükten sonra, kendinden emin bir şekilde hiç istemese de ayağını uzattı gölün kenarına. Daha fazla dayanabileceğini sanmıyordu; kimsenin kendisiyle ilgilenmeyişine. Kendini gölün serin suyuna bırakıp, derinlere doğru giderken nefesinin kesildiğini hissetti; ta ki yatakhanedeki bina arkadaşı Mia’yı hararetle dürtene kadar.
“Tanrı aşkına Mia, neyin var senin? Baloya sadece bir saat kaldı ve hala uyuyorsun. Sabah doğru düzgün kahvaltı bile yapmadın. Üstelik rüyanda sayıklıyordun!”
“Bir şeyim yok. Başım ağrıyordu biraz. Giyinirim ben şimdi.” Sesi biraz terslermiş gibi çıkmıştı ve kızın giderkenki yüz ifadesinden alındığı belliydi. Omuz silkerek yattığı yerden doğruldu Mia. Bu aralar neden bu kadar umarsız ve sıkıcı olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Biraz kendine gelmek için kızlar tuvaletine gidip, elini yüzünü yıkadı. Suların da havalarda olduğu gibi sıcak olmaması iç rahatlatan bir durumdu. Islak bir suratla aynada kendi yüzüne bakarken; gerçekten bu aralar berbat göründüğünü düşünüyordu. Maglor kendisini hangi akla hizmet baloya çağırmıştı acaba? Balonun en berbat kızı olacaktı bu gidişle.
Tekrar yatakhaneye geldiğinde direk sandığının yanında bulunan kolinin yanına ilerledi. İsteksiz bir şekilde dün gece gelmiş olan elbisesini çıkardı içinden. Uçuk mavi tonlarında bir elbiseydi; boyu ayak bileklerine kadar ulaşsa da yürürken yırtmacından dolayı bacaklarını gösteriyordu. Annesinin gönderdiği elbiseden de ancak bu beklenirdi zaten. Burun kıvırarak üstündekileri çıkarıp, onu giyindi ve diğer bir kutuda bulunan kanatları da üstüne geçirdi. Peri olmak fena fikir değildi; gerçi son zamanlarda bir peri gibi değil de daha çok cadı gibi davranıyordu. Son olarak da camdan yapılmış babetlerini ayaklarına giyindikten sonra yatakhanenin köşesindeki boy aynasının karşısına geçti. Asasını kaldırarak yine annesinden görmüş olduğu tılsımla saçlarını daha şekilli bir hale soktu; en azından o kabarık kıvırcık saçları biraz daha yatmıştı şimdi. Bir tarafını kulağının arka kısmına koyup, küçük kelebek şeklinde bir tokayla tutturdu ve tekrar asasıyla hafif bir tonda makyaj yaptı. Yüzündeki birkaç sivilceden kurtulmuş olmanın sevinciyle kendisine son bir defa daha baktı. Ortak salona gitme zamanı gelmişti. Çıkarken gözü birden yatağının yanındaki sihirli saate ilişmişti. *Maglor epeyce sinirlenmiş olmalı.*
Kızlar yatakhanesinden ortak salona inen merdivenlerden yavaşça inerken gözleriyle de etrafı tarıyordu. Kimse kalmamıştı; gerçekten geç kalmıştı galiba. Ayaklarındaki cam babetlerin ahşap merdivenler üzerinde ilerlerken çıkardığı sesleri dinleyerek, ortak salonun tabanına bastı. Ayakları yere değer değmez vampir kostümü giyinmiş olan Maglor yanında bitmişti. İtiraf etmeliydi ki Maglor bu kıyafetlerinin içinde, her zamankinden daha yakışıklı olmuştu. Bunu düşünmekten bile hoşlanmıyordu; ama onun kendisine olan itirafından sonra dışa vurmuştu bunu. Aldığı cevap tam Maglor’luk da olsa yine sinirlerini bozmayı başarmıştı; “Her zamanki halim değil mi zaten o?” Acaba ne zaman mütevazı olmayı öğrenecekti bu çocuk? Aslında cevabı fazlasıyla basitti, hiçbir zaman… “Ukala şey!” Kötü bir bakış attıktan sonra ortak salonun kapısına yöneldi hızla. Çocuğun yüzündeki gülümseme silinmişti ve arkasından bağırarak yanına koşmuştu tekrar. Bu çocuk terslenmekten hiçbir zaman bıkmayacaktı..
Mia, Maglor’dan biraz önde koridora çıktıklarında aslında bekledikleri bir manzarayla karşılaştılar. Son çıktıkları ne kadar da belliydi! Adımlarını hızlandırıp, merdivenlerden aşağıya indiler ve arabalara binecek olanların bulunduğu kuyruğun en sonuna geçtiler. Sanki anlaşmış gibi zıt taraflara bakıyorlar, sessizce bekliyordu. Bu durum canını sıkmaya başlamıştı; ama konuşmaya başladığı an çocuğun ukalalık yapacağından emindi. Bu kararını; Maglor’un sessizliği bozan ilk cümlesiyle tescillemişti. *Bir Veela bulmak mı? Hem de beni yanında partner olarak götürdüğün bir baloda mı?* Gözlerini devirdi; ama mimiklerine yerleştirdiği bir gülümsemeyle cevap verdi. “O Veela’yı benim yanımda aramaya kalkma. Olacakları tahmin bile edemezsin.” Ufak çapta bir tehditti bu aslında.
*Bir fırsatını bulup ararım ben mi?* Bu sefer yüzündeki sinirlenmiş ifadeyi saklama gereği duymadı ve fısıldayarak; “O fırsatı bulacağını hiç sanmıyorum.” Dedi ve bir iki adım daha ilerlediler. Profesör Derwent’ın yanına yaklaşmışlardı. Bugün ikinci ukalalığını yapmıştı Maglor; “Eh!. Buna olan sevincimi gizleyemem sanırım.” Bu sefer düşüncelerini sözlerle değil; davranışlarıyla anlatmaya karar verdi. Kendi çapında gülen çocuğun karnının ortasına dirseğiyle hafifçe(!) vurdu ve sitem dolu iki cümle söyledi. “Çok konuşma! Hadi ilerle!” Maglor’un yüz ifadesini ikinci bir defa bozulduğunu görmek çok hoşuna gitmişti. Gülümsemesini saklayarak; arabaya binen çocuğu izledi gözleriyle. Kendisine elini uzatıyordu, ama onu yardımıyla binmek gibi bir düşüncesi yoktu. “Kendim yapabilirim.” Ukalaca söylediği sözlerin ardından eteğini topladı ve neyin çektiğini görmediği arabaya attı adımını.
En fazla beş dakika süren; bulutların arasında yaptıkları yolculuk gerçekten sıkıcıydı genç kıza göre. İkisi de konuşmuyor, yine aksi taraflara bakıyorlardı. Ona neden böyle davrandığını hala anlayamıyordu; ama nedense iyi davranamıyordu bir türlü. Giydiği mavi elbiseden dolayı gözlerindeki mavilik daha bir parlaklaşmıştı bugün. Bu durumdan şikâyetçi olduğu söylenemezdi. Bakışlarıyla yanlarında süzülen hayaletleri izlerken, arabaların aşağıya yönelmesinden dolayı dengesini kaybetmemek için kenarlara tutundu. Testral olduklarını duyduğu yaratıkların tamamen durmasıyla, Maglor’u beklemeden arabadan aşağıya indi. Baloya giriş alanına geldiklerinde 10 galleon’a aldıkları biletleri kapıda bekleyen büyücüye verip, önden içeriye girdi Mia. Yavaş yavaş ilerlerken, etrafına hayran hayran bakıyordu.
Havada bir gökkuşağını andıran bir biçimde balonlar asılı, onların yanında Gryffindor’un ortak salonuna girmiş gibi bir hava veren ateş topları vardı. İki dağın arasında bu bölgeyi gerçekten harika düzenlemişlerdi; göze ilk çarpan şey dans edebilecekleri kocaman bir alan olmasıydı. Diğer yandan her çeşit yemeğin bulunması ise iştah kabartıyordu. Özellikle kahvaltı yapmadığı düşünülecek olursa.. Bir adım daha atmıştı ki çıplak omzunda Maglor’un elini hisseti. Fazla hızlı davranıyordu, en azından farkındaydı bunun. Bir an Maglor’un kendi elini tutup, işaret ettiği yere götürmesiyle şaşkınlığını gizleyememişti. Ona yetişmek için attığı hızlı adımların sonunda, bu işkencenin ne zaman biteceğini de düşünmüyor değildi. Özellikle Paula’nın yanından geçerken yüzünün kıpkırmızı olduğuna yemin bile edebilirdi. Bahçenin en sonundaki masaya geldiklerinde küçük bir nefes koyuverdi. Çocuğun karşısındaki ateş viskisini gösterdiğini görünce Maglor'un da arada bir mantıklı bir şey söylediğini görüp sevinmişti aslında. Eh, bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir lafı tam ona göreydi.
“Ee, neye içiyoruz?” | |
| | | Eurydice Black Slytherin Bina Sorumlusu, İksir Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2206 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12420 Ekspresso Puanı : 89 Kayıt tarihi : 05/06/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Perş. 28 Ağus. 2008, 13:16 | |
| Umarsız bir boyun eğişle inmeye zorlandığı Slytherin Ortak Salonu'na inen merdivenler ona, büyükannesinin evinde hissettiklerini hissettiriyordu. Aylar öyle çabuk geçmişti ki... Sanki daha dün döneme yeni başlıyorlardı. Oysa dönem son bulmak üzereydi. Üzerine çöken rehavet ile siyah, büyük, deri koltuklardan birinin üzerine çöktü Elizabeth. Bağdaş kurduğu bacaklarının üzerine koyduğu elleriyle, dağınık saçlarıyla, sinirden bir kan çanağına dönmüş gözleriyle Cadılar Bayramı'ndan fırlamış gibiydi. Maskeli Balo onun kâbusu olacaktı. Gitmek istemiyordu. Ne kıyafet seçmişti kendine, ne ayakkabı, ne maske... Kara bulutlar kaplamıştı yüreğini sanki. Her söylenene, yapılana olumsuz gözle bakıyordu. Oturduğu yerden kalktı ve son hafta değiştirdiği yatakhanesine doğru yola koyuldu. Laila denen kızın onu huzursuz etmesinden dolayı değiştirmişti yatakhanesini. Dört kişilik odalarında Nicole ve yeni tanıştığı kızlarla kalıyordu. Merdivenlerde atmaya başlayan kalbi, büyükannesini hatırlayışı ve üzüntünün yerini rehavete bırakışı… Sanki bozuk bir plak gibi tekrar ediyordu bütün bu olanlar. Tahta kapıyı ittirip, yeşilin, gümüşün ve siyahın hâkim olduğu odaya ayak bastığında burnuna gelen kokuyla dolaştığı âlemden pat diye yeryüzüne iniverdi. İçerideki örümcek ağlarıyla kaplı, som gümüşten yapılma avizenin, üzerindeki mumların loş bir hava kattığı odaya alışmak için gözlerini kısıp bir sağına, bir soluna baktı. Karşı masada oturan kız şimdiden süslenmişti bile. Parfümleri teker teker deniyor, beğenmediklerini asası yardımıyla yok ediyordu. Slytherin renklerinde giydiği yeşil-gümüş elbise mumları çatlatırcasına odaya aydınlık getiriyordu. Ayaklarındaki açık, gümüş ayakkabılar, yüzündeki hafif yeşil makyaj ve omuzlarına dek uzanan kalın, kahverengi bukleler ile bir ortaçağ prensesini andırıyordu. Bir elinde tuttuğu gümüş tüylü maske ile Elizabeth’e gülüyor, diğer eliyle eteğinin pilelerini toparlamaya çalışıyordu. Elizabeth gördüklerinin gerçek olup olmadığını iyice kavramak için ellerini yumru yapıp gözlerini ovaladı. Gözlerini açtığında karşısında duran kız mükemmeliyetin uç noktalarındaydı. Kendi etrafında dönüp “Sence nasılım Elizzy?” diye sorduğunda bir an için dili tutulan Elizabeth kekelememeye çalışarak “Ne diyeceğimi bilemiyorum, muhteşem olmuşsun tatlım…” dedi. Elizabeth’in söyledikleriyle kızın dudak kıvrımlarının açısı iyice artmıştı. İçeri giren sarışın kızla Elizabeth’in kafasının o yöne çevrilmesi bir olmuştu. Nicole bir yandan diğer kıza övgüler yağdırırken, diğer yandan Elizabeth’in kolunu çekiştirip duruyordu. “Sen hala hazırlanmadın mı Elizzy? Sensiz baloya gitmeyeceğimizi biliyorsun.”dudağını bükerek söylenmiş olan bu sözün ardından biraz olsun yumuşamış olan Elizabeth üzüntüyle “Gelmek istemiyorum Nicole. Bensiz gidin.”deyiverdi. Elizabeth bu baloya zorla da olsa gideceğinin farkındaydı. Nicole bir umut bütün olacakları sayıyordu. “Dragon’da orada olacaktır Elizzy. Seni yalnız bırakmayacağını biliyoruz. Sırf senin için gelmiş olabilir.”Elizabeth’in son söylenen cümlelerle içinde doğmuş olan umut yüzüne yansıma yapıyordu. Dudak kıvrımları gitgide artıyordu. “Sahi orada olur değil mi? Durmstrang gelecekti değil mi? Bunu nasıl akıl edemedim ki…”diye dövünüyordu kendince. Bu sırada Nicole tahta dolabı açmış ve içerisinden bir sürü kıyafet çıkartmıştı.
Uzun zaman geçmesine karşın hala karar verememişlerdi. Siyah, şık bir döpiyes ilk anda elenmişti. Bu bir maskeli baloydu, kokteyl değil… Kırmızılarla bezenmiş, straples bir elbiseyi gözüne kestiremeyen Elizzy, yüzünde hoşnutsuzluğun getirdiği buruklukla bir elbiseye bir Nicole’e bakıyordu. Onu da asası yardımıyla dolabına geri gönderen Elizzy, Nicole’nin çıkardığı hayranlık sesiyle o tarafa döndü. Yatağın üzerinde duran iki elbiseye hayranlıkla bakıyorlardı. Biri ince bel kupürüyle, tüylerden oluşan siyah, kabarık eteğiyle ve siyah, topuklu ayakkabılarıyla Elizabeth’in küçükken okuduğu masallardaki büyücü kızların giydiklerine benziyordu. Diğeri ise bir kartalı anımsatan kuş deseniyle, eteklerindeki tüylerle vücuda tam anlamıyla oturan tarzdaki elbiselere benziyordu. Yerde duran uçları hafif sivri, topuklu, mavi ayakkabılar ve siyah tüylü maske ona eşlik etmek için yarışıyor gibiydiler.
Elizabeth tereddüt etmeden “Mavi olanı giyiyorum.”deyince şaşkınlığa uğrayan Nicole “Ama diğerine bakmadın bile.”dedi. Gözlerindeki mavilerin bir an için griye döndüğünü fark eden Nicole Elizzy’nin suratına bakıyordu. “Onu giymek istemiyorum. Çünkü-”dedi ve gerekçesini söyleyemeden “Neyse boş verin. Mavi olanı giyeceğim.”dedi ve elbiseyi alıp bir hışım arkadaki gizli bölüme geçti. Üzerinden çıkardığı siyah renkli, incecik bir bluzu katlayarak hemen yanındaki taburenin üzerine koydu. Ayağından çıkardığı pantolona da bluza yaptığının aynını yaparak taburenin üzerine koydu. Bağcıklarını çözdüğü ayakkabılarını bir kenara fırlattı ve mavi elbiseyi başından geçirdi. Aldıkları günkü gibi üzerine oturmayan elbise zayıflıktan biraz bol duruyordu. Asasını doğrultup elbiseyi darlaştırdığında asıl görünümüne kavuşan Elizabeth, ayakkabılarının narin kemerini bağlayarak dışarı çıktı. Bir hışım dolabın üzerindeki aynaya gitti. Karşısına geçip etek boyu dizlerinin biraz üzerinde olan, yırtmacı kuş tüyleriyle bezeli, dekolteli elbise içinden kendisine baktı. Ayakkabılar elbiseyle mükemmel bir uyum içerisindeydi. Mavi gözleri saçlarına gittiğinde yok olan dudak kıvrımları yerini umutsuz bir dolgunluğa bırakmıştı. Olanları anlayan Nicole asasını doğrultarak saçlara şekil vermeye başladı. Düellodan yeni ama gururlu çıkmış bir kızın saçlarına benzeyen kabarık saçlarına bakan Elizabeth hafif bir tebessümle beğenisini belirtmişti. Eline aldığı makyaj malzemeleriyle çok, çok hafif, mavi-gri tonlarında bir makyaj yaptı. Yanaklarına sürdüğü allıkla yüz hatlarını iyice belirten Elizabeth, dolgun dudaklarına sürdüğü gümüşi bir parlatıcıyla makyajını tamamladı. Tabureden kalktığında yeni bir ruha sahip olan Elizabeth, aynanın karşısında ona bakan on beş yaşındaki, güzel ve zarif bir kıza gülümsediğini duyumsadı. Arkasını dönüp Nicole’e teşekkür etti. Nicole’nin giydiği sarı, pullu, çok hoş işlemeleri olan elbise, ayaklarındaki altın sarısı ayakkabılar ve maske onu bir kraliçeye benzetmişti. Yüzündeki hafif makyaj yüz hatlarının belirginleşmesini sağlamıştı. O telaş içerisinde onu tam olarak fark etmemişti Elizabeth. Yeni bir kişi gözüyle incelediğinde geçte olsa farkına varmıştı. Birkaç dakika sonra gideceklerdi testrallerin yanına. Bir an için hızlıca arkasını döndü, yatağın üzerindeki asasını aldı ve tahta kapıyı aralayarak dışarı çıktı. Merdivenlerden yavaşça indi. Ortak Salon’daki kalabalık onun yüzünü güldürmüştü. Tüm kızlar perilere benziyorlardı. Kötü periler…
Testrallerle yapılan yolculuk epey gizemli gelmişti ona. Beş dakikalık bir yolculuğun ardından varılan alan göz kamaştırıcıydı. Sihir Bakanlığı’nın çok iyi bir düzenleme yaptığını fısıldayan Elizabeth, güzel kızlarıyla dikkat çeken Beauxbatons’a ve disipliniyle ünlü Durmstrang’a bakıyordu. Kuzenini görme umudu onu iyice heyecanlandırmıştı. Girişteki kalabalığın aynısı alana da yansımıştı. Sihir Bakanlığı, büyücü okullarının birçoğu, sanatçılar, ünlü seherbaz ve büyücüler, Hogwarts, Beauxbatons, Durmstrang…
Arkadaşlarını da yanına katıp bir masaya doğru ilerledi. Dragon’u görmek istiyordu. Ona söyleyecekleri vardı. Lilian’ı girişte görmemişti. Dragon balo için bir partner bulmuş olabilirdi ve Lilian bunu gördüğünde çıldırabilirdi… Huzursuzlukla sevinç bir savaştaydı Elizabeth’in içinde. Konuklar kapıdan girmeye çalışıyordu. Bir süre sonra balonun başlayacağı belliydi ama Elizabeth’in dans edecek bir partneri bile yoktu. O da Dragon ile dans ederdi. Ne gerek vardı başkasına. Bütün bunları düşünürken yanına yaklaşan vücudu göremedi.
Out: Dragon ve Nicole NPC karakter olarak yansıtılmıştır.
En son Elizabeth Clara Murtle tarafından Perş. 28 Ağus. 2008, 14:15 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | William Kunz C. Engelbert
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 281 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11913 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/08/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Perş. 28 Ağus. 2008, 15:41 | |
| Balo alanının merkezine doğru yaptıkları yürüyüş devam ederken Mathilda’dan gelen bir söz hafifçe gülümsemesine neden oldu “Asıl ben teşekkür ederim. Bu tür balolar nazik bir eş olmadan manasızlaşıyor.” Bunu ne bir iltifat olarak algıladı ne de öylesine söylenen bir söz. Centilmenliği elden bırakmayarak “Haklısın ve Tanrı’ya şükür ben böyle bir eşe sahibim” dedi. Gülümsemesi bir an olsun suratından silinmezken yanaklarının ağrıdığını fark etti. Yine de bozuntuya vermedi ve kolunda bulunan narin eli dirsek boşluğundan çıkartıp, sağ elinin parmaklarıyla hafifçe kavradı. Tuttuğu elin ve peşi sıra gelen bedenin birkaç santim ilerisinde yürüyordu. Gözüne kestirdiği bir alana doğru ilerledi. Ve nihayet hedefine vardığında kadının elini bıraktı. Bu tip organizasyonlarda bir erkeğin olabildiğince centilmen olması gerekiyordu ve William bunu gayet başarılı bir biçimde yapıyordu. Az ilerideki garson dikkatlice elinde tuttuğu tepsiyle ve ağır adımlarla yanlarından geçerken iki kadeh Cincüce şarabı kaptı ve birini Mathilda’ya doğru uzattı. Sevip sevemediğini bilmiyordu ama kendisine alırken bu güzel kadına da bir bardak almak o saçma gerekliliklerden biriydi. Elindeki koyu kızıl şarabı yudumlarken duyumsadığı tatla gülümsedi. Karşısındaki cadının umursamazlıkla karışık, ilgili gibi görünen tavırlarına bir anlam verememekle birlikte davranışlarını aynen sürdürdü. Bu gece “ince” bir insan olmalıydı…
“Uzun zaman oldu, doğrusu görüşmemize vesile olan bu baloyu tertip ettikleri için bakanlığa minnettarım” dedi, mavi gözlerini yeniden kadında odaklarken. Kadının kaçamak bakışından sonra ne düşündüğünü anlamaya çalışmadı, elinden gelen tüm ilgiyi onda toplamak için William’ı oldukça zorlayan bir enerji harcıyordu. Enerjisini yeniden kazanması için Cincüce şarabı ile dolu bardağı kafasına dikti ve o şekilde ne kadar kibar olunabilirse o kadar kibar olarak kadehi bir dikişte bomboş bıraktı… Ardından gözlerini kısa bir süre etrafta gezdirdi. Dans pisti yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Dans eden insanlara takıldı “Nasıl gidiyor?” diye sordu biranda yeniden yanındaki cadıya odaklanarak. Yaşananları biliyordu, sürgünde olan ağabeyini ve daha pek çok şeyi, belki de bu yönden saçma bir soruydu sorduğu. Ama aklına konu açabilmek için başka hiçbir şey gelmiyordu. Bu cadıyla ortak noktaları yok denecek kadar azdı, eh centilmendi evet ama mucizeler yaratması beklenmezdi. Cadının cevabının ardından kafasını salladı, bu sözlerin ardından söylenecek pek bir şey kalmıyordu. Bu gece eğleneceğini düşünmüştü ama Indis’i görmediği sürece bu mümkün olmayacaktı, aklının bir tarafı hala ondaydı. Sık sık çevreyi yoklaması da Mathilda’da sıkıldığının sanılmasına neden olabilirdi, bu nedenle ara ara sadece gözlerini oynatarak çevreyi tarıyor, kanatlı birini arıyordu. Ama kanat takan öyle çok insan vardı ki onu bulmak kolay olmayacaktı. Indis’in kendisini daha çabuk bulmasını umuyordu. Tam Mathilda’yı dansa kaldırmaya yeltenmişti ki işittiği ses arkasına dönmesine neden oldu “William!” Kafasını çevirdiğinde, kendisine doğru süzülerek ilerleyen bir cadı ile karşı karşıya kaldı. Siyah elbisesi, ihtişamlı kanatları, uçuşan, uzun sarı saçlarıyla ona doğru süzülen bir cadı.
Cadı nihayet yanına geldiğinde William’a sarılmak için hamlesini yaptı ama William ondan biraz daha erken davranarak tıpkı Mathilda’ya yaptığı gibi reverans yaptı ve kendisininkinden hayli küçük eline daha uzun bir öpücük kondurdu. Doğruldu ve sadece Indis’e bakarak “Cennetin en güzel meleğini dünyaya gönderip, kardeşim olmasını sağladığı için Tanrı’ya milyonlarca kez teşekkür etmeliyim sanırım…” dedi, kız kardeşinin alışık olduğu bir durumdu bu. Ustalıkla edilmiş bir iltifatla ağabeyinden bir şeyler kaptığıysa açıktı. Bu merasimin ardından kollarını boynuna dolayan genç kıza sımsıkı sarıldı, uzun süren bu sarılmanın ardından William kalbinin enderin yerinden kopup gelen bir gülücükle “Seni çok özledim tatlım” dedi, Indis’in elini avuçlarının arasında tutarken. Aldığı cevapla kafasını salladı, Indis’in dediği gibi “melek kardeşler” olmuşlardı bu gece, her ne kadar William Indis gibi bir iyilik meleğinden ziyade bir zebani kadar karanlık bir ruha sahip olsa da. Indis yanında duran profesörü Mathilda’ya selam vermişti, bu sırada Mathilda’ya selam veren başka bir ses dikkatini çekti. Çok daha kalın bir ses. Sesin ait olduğu kişiyi görmek için gözlerini Indis’in sol tarafına kaydırması gerekti. Kız kardeşinin yaşlarında sarışın, yeşil gözlü, kendisinden biraz daha kısaca, sıska ama hoş suratlı bir yeniyetmeydi bu. William’ın bakışlarının yanındaki çocuğa sabitlendiği fark edince onları hemen tanıştırdı. William güçlü eli ile karşısındaki çocuğun elini sertçe sıktı ve “Memnun oldum” dedi kibarlığından taviz vermeyerek, onu aynı şekilde yanıtlayan delikanlıdan sonra gözlerini Mathilda’ya çevirdi, anlamsız bir ifade takınmıştı, zoraki gülümsüyordu ya da William’a öyle gelmişti ama bu kadını daha fazla erteleyemeyeceğinin farkına vararak Indis’e “Mathilda ile dans etmem gerek” dedi biraz arkasındaki kadının duymamasına özen göstererek. Cadının onay cevabı ile Mathilda’ya döndü.
“Beni, seninle dans etme şerefine layık görür müsün?” dedi kolunu büküp elini avuç içleri yere bakacak şekilde çevirerek. Kadın olumlu yanıt verdikten sonra elini aynı pozisyonda yavaşça William’ın elinin üzerine koyarken. William kadını dans pistine dimdik bir şekilde götürürken kafasını hafifçe gerisinde bıraktığı Indis’e çevirdi ve belli belirsiz göz kırptı. Ardından istifini hiç bozmadan yoluna devam etti. Kadını görkemli dans pistinin üzerine çıkarttı, ardından kendiside çıktı ve dans eden pek çok çiftin arasına karışarak onlardan biri oldular. Ritim oldukça hızlıydı ve William hızlı tempoda bir önceki kuşağın değimiyle “tepinerek” dans etmeyi severdi. Önce birbirlerinden ayrı dans etmeleri ile başlayan koreografi müzik ilerledikçe onları birbirine yakınlaştırdı. Bu şekilde oldukça uzun bir zaman diliminde dans etmelerinin ardından müzik yavaşladı ve son derece “slow” (yavaş) bir hal aldı… Hafif hafif çalan romantik müzik ile Mathilda’ya biraz daha yaklaştı ama aralarında ikisinden başka kimsenin göremediği duvarı geçmeyecek kadardı bu yakınlaşma, geçmesi hiç doğru olmazdı zaten… | |
| | | William Kunz C. Engelbert
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 281 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11913 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 07/08/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Perş. 28 Ağus. 2008, 15:41 | |
| Doğrudan Mathilda’nın gözlerine bakarak sürdürdüğü dansa verdiği dikkati zar zor seçtiği şaha şalı melek kanatlarının görüntüye girmesiyle bozuldu. Gözünü Mathilda’dan ayırarak daha uzağa baktı Indis ve Chris denen çocuğun dans ettiğini gördü. Ve hiçbir renk vermeksizin dansa devam etti. Ancak adımları olduğu yerde saymıyordu şimdi, iki ileri gidiyor, yavaş bir dönüş yapıyor sonra yeniden ileri gidiyordu. Bu zahmetli yolculuğun ardından kendisini nasıl olduysa (!) Indis ve Chris’in yanında bulabildi. Mathilda ile dans devam ederken onların sesini duyabileceğinden emin olduğu bir mesafeye giderek konuşmaya başladı “Eş değişimine ne dersin Chris. Bu güzel meleği senden bir süreliğine çalıp, bu destansı tanrıçayı senin kollarına bırakabilir miyim?” dedi, nezaketen sorulmuş bir soruydu bu, eş değiştireceğini önceden haber veren bir uyarı niteliği taşıdığı Chris daha cevap veremeden Indis’in onun kollarından alıp Mathilda’yı onun yerini doldurması için bıraktıktan sonra anlaşıldı. Mathilda ile arasında olan o görünmez duvar Indis ile arasında elbette yoktu. Cadının narin kollarını boynunda hissederken, o da kendi kaslı kollarıyla belini hafifçe kavradı. Ardından başını hafifçe eğdi ve gözlerini tıpkı kendisininkiler kadar derin bir mavi renkteki masum gözlerle buluşturdu, “Gecenin en güzel iki cadısıyla da dans edebildiğim için çok şanslıyım” dedi, Indis güldü ve onu yanıtladı. Daha sonra kızın kendisine yönelttiği soruyu yanıtladı “Kardeşimle dans etmem için bir bahanem mi olması gerekiyor?” dedi, iki kardeş birbirlerine bakarak güldüler. Sarı saçlarıyla büyüleyici görünümdeki kız dudaklarını araladı “Bu gece Profesör Mythill ile olacağını hiç düşünmemiştim” William gözlerini kısa bir süre Mathilda’nın üzerinde gezdirdi, ardından tekrar Indis’e döndü ve “Bende, ama öyle olması gerekti” dedi sesinde hiçbir değişim olmaksızın. Indis’in daha muzip bir tavırla kurduğu ikinci cümlenin ardından William hafifçe güldü “Kimi kastettiğini anlamadım” bunun doğru olmadığını kendisi de biliyordu, şakayla karışık kurduğu bu cümlenin ardından Indis konunun kapanması gerektiğini anladı. Ve “Chris’i nasıl buldun?” diye sordu, William kızın kendi üzerinde odakladığı merak dolu bakışları görmezden geldi ve “Pek hoşlandığımı söyleyemem, bence yanlış bir tercih olmuş küçük kardeşim” dedi, ses tonundaki kayıtsızlık sinir bozucuydu. Indis rahatsız olmuşça kıpırdandı, William kardeşinin bu hareketine gülümsemeden edemedi. Ardından konuyu geçiştirmek istercesine “Biricik üvey kardeşimiz (!) nasıl, burada değil mi?” dedi kinayeli bir şekilde hiç sevmediği veledin adını ağzına almaya tenezzül bile etmezken. Aslında pek umursamasa da kardeşinin verdiği yanıtla kafasını salladı.
Indis’in bir ‘kuğu’ edasıyla dans edişine hayran kalmıştı doğrusu. Bu gece onu ilk defa gerçek bir kadın olmaya doğru sağlam adımlarla ilerleyen güzel, genç bir cadı olarak görmüştü. Her hareketinde, her sözünde, her tavrında asalet vardı. Ve ‘gerçekten’ –Mathilda’ya sadece centilmenlik adına iltifat için söylediği sözlerden ziyade, Indis için bu sözleri gerçekten hissediyordu- yıldızlar kadar parlaktı. Kollarının arasında her bir koreografiyi başarıyla ve ustalıkla yerine getiren genç kıza parlayan gözlerle baktı ve “Küçük kardeşim, alımlı bir cadı olmaya başlamışta benim haberim yokmuş” dedi tüm cazibesi ile. Genç cadının gülümsemesinden sonra hiç konuşmadan öylece dans ettiler. Aradan geçen birkaç dakikalık zaman diliminin ardından William gözlerini dans eden daha doğrusu dans etmeye çalışan Mathilda ve Chris’e kaydırdı, oldukça komik görünüyorlardı “Erkek arkadaşın zor durumda sanırım, en iyisi seni ona geri vermek” dedi muzipçe. Ardından ekledi “Ama söyle ona dikkatli olsun eğer benim küçük meleğimi üzerse bedelini öder” bunları söylerken oldukça ciddi bir tutumu vardı, Chris’ten hiç haz etmediği açıkça anlaşılıyordu. Aslında sorun o genç büyücüde değildi sorun William’da idi. Bunca yıl sonra bulduğu kardeşine oldukça bağlıydı, hatta abartıya kaçacak şekilde ve onu kimseyle paylaşmak istemiyordu. Belki çok bencilceydi bu, ama elinden gelen bir şey yoktu. Hem onun üzülmesine dayanamazdı, bu nedenle çok ihtiyatlı olmalıydı, onu dış dünyanın tüm kötülüğünden korumak istiyordu. Hayatı boyunca hiç olmadığı merhametli William’dı Indis’e karşı. Kimsenin göremeyeceği yüzünü bir tek Indis’e gösteriyordu ve hiç şüphesiz kollarının arasındaki bu narin beden William’ın hayatta en önemsediği insandı. Ancak belli ki Chris ile söyledikleri Indis’in hiç hoşuna gitmemişti. Eh kimin giderdi ki zaten? Cadının yüzündeki zoraki gülümsemeyi fark etti ama hiçbir şey söylemedi. Indis’i ritmik hareketlerle Mathilda ile Chris’in dans ettiği yöne doğru götürürken aklında bu çocukla ilgili binlerce teori üretiyordu ve gece boyunca gözlerini ondan ayırmamak için büyük bir çaba sarf edeceği kesindi.
Sonunda seslerini birbirlerine duyurabilecek mesafeye geldiklerinde doğrudan Chris’e hitap etti “Bu güzel bayanı benimle paylaştığın için teşekkürler genç adam, şimdi izninle kollarındaki tanrıçayı senden geri istiyorum” soğukkanlılığı her zaman işe yarardı, asla rengini belli etmeyen yapısı sayesinde sanki Chris ile ilgili hiçbir olumsuz düşüncesi yokmuşçasına konuştu. Yine centilmence iltifatlar ederek Mathilda’yı kollarına aldı ve Indis ile Chris’in dans ederek uzaklaşmalarını seyretti. Sağ eli karşısındaki cadının sol elini tutarken, sol eli güçlü bir biçimde ince sayılan belini kavramıştı. Cadıysa boşta kalan elini William’ın boynuna dolamıştı. Oldukça büyüleyici bir şekilde dans ediyorlardı ama aralarındaki mesafe yine de belirgindi. Mathilda’nın yeşil gözlerine diktiği mavi gözleri kayıtsız olmasına karşın sesi oldukça anlamlıydı “Umarım seni yalnız bırakmama kızmamışsındır?” dedi, yine cevabını beklemediği bir soruydu bu, az önce yaptığı emrivaki belki cadıyı oldukça huzursuz etmişti, ama olan olmuştu ve geri alma şansı yoktu. Umurunda da değildi zaten. Nitekim cadıdan aldığı cevaptan sonra umursamaz bir edayla az önce Indis’e de ettiği iltifatlardan birini etti “Gecenin en güzel iki bayanıyla da dans edebildiğim için çok şanslıyım” . Indis ağabeyinin bu hissedilmeden söylenen iltifatlarına alışkın ve en az onun kadar hazır cevap olduğu için iltifat girişimini kolaylıkla çökertmişti ama Mathilda’nın iltifatı kabul etmekten başka bir seçeneği yok gibiydi. Her ne kadar bu iltifatın ardından Mathilda’dan gelen sözlerle Mathilda’nın iltifatı beğendiği mi yoksa rahatsızlık mı duyduğunu anlayamasa da.
Uzun bir süre devam eden dansın ardından William kibar bir şekilde “Biraz ara vermemizin bir sakıncası yoktur umarım” dedi, Mathilda’nın istemsiz cevabıyla birlikte ağır adımlarla pisti terk ettiler. William seçtiği bir masaya götürdüğü Mathilda’dan birkaç saniyeliğine izin alarak az ileride ki servis yapmakla meşgul garsona doğru seğirtti. Ardından garsonun sağ elinin parmakları yardımı ile alttan nazikçe tuttuğu gümüşi, parıldayan tepsiden iki beyaz şarap aldı ve doğruca Mathilda’nın yanına geri döndü. Elindeki fazla kadehi cadıya doğru uzatırken “Göz kamaştırıcı güzelliğin için” dedi ve kadehi ona verdikten sonra, kendi kadehini dudaklarına götürdü. Birkaç yudum aldıktan sonra, kadehi indirdi ve beyaz masaya koydu. Konuşacak pek az konuları olması sıkılmaya başlamasına neden olmuştu, kafasında evirip çevirdiği onlarca cümleden birini seçmesi güçtü. Zaten aklı dans pistinde oldukça samimi bir şekilde dans eden Indis ve Chris’teydi.
Gözlerini biran için onlardan ayırdı ve en az kendisi kadar sıkılgan görünen Mathilda’ya baktı, tam onu yeniden dansa kaldırmak için hamle edecekti ki omzuna dokunan bir el William’ın bu hareketini engelledi. Arkasına döndüğünde gri saç ve sakalları, parıldayan siyah gözleri, güçsüz görünen vücudu, hafif kambur duruşu ve suratındaki o katı ifadesiyle oldukça tanıdık bir sima gördü. Ardından kendisine uzatılan eli neşeyle sıktı ve “Profesör? Profesör Norphman… Sizi görmek ne harika!” dedi gülerek. Karşısındaki yaşlı adamda aynı neşeyle karşılık verdi “Ah, Engelbert… Ne kadar da uzun zaman oldu.. Bakanlıkta Esrar dairesi Başkanı olduğunu duydum… Hep parlak bir öğrenciydin zaten” dedi William kafasını hafifçe sağa doğru büktü ve “Teşekkürler” dedi, ağız alışkanlığı ile hala “profesör” diye hitap ettiği adama. Adam gözlerini William’dan yakınındaki Mathilda’ya kaydırdı “Ben bu güzel cadıyla tanıştırmayacak mısın?” William kafasını salladı “Elbette, Mathilda bu Durmstrang’dan eski biçim değiştirme profesörüm Alexander Norphman. Ve Profesör bu da baloda bana eşlik etme yüceliğini gösteren Mathilda Mythill, kendisi Hogwarts’ta ‘Sihirli Yaratıkların Bakımı’ dersinin profesörü olarak görev yapıyor” dedi. Bu oldukça bezdirici tanıştırma merasiminin ardından Alexander karşısındaki bayanın elini öptü ve “Memnun oldum” dedi, Mathilda’dan da aynı kibarlıkta bir yanıt geldi. Ardından yeniden William’a hitap ederek “Artık gitsem iyi olur, seni gördüğüme sevindim” dedi William “Bende” diye yanıtladı onu. Ve yaşlı büyücü, kalabalığın arasında gözden kayboldu.
William Mathilda’ya dönerek “Öğrencilik yıllarımda bana epey eziyet yaşattıran bir adamdır” dedi gülerken. Mathilda’da bu cümlesine içten bir gülümseme ile yanıt verdi. William saçlarını geriye atarak “Sanırım bu balonun en iyi yanlarından biri de zihninden silinmeye başlayan yüzlerle yeniden karşılaşmak olacak” dedi ardından hala bitmemiş olan beyaz şarabından yeni bir yudum aldı. Zaman ilerlerken, William yeniden dans pistinde göz gezdirdi. Indis ve o yeniyetme şimdi orada değillerdi. Ya da kargaşadan ötürü William onları seçmekte güçlük çekiyordu. İçindeki saçma dürtüye engel olamazken, geri kafalı bir düşünce ile kardeşini o çocukla yalnız bırakmak istemiyordu. Hafifçe şiddetlenen rüzgâr saçlarını savurmaya devam ederken kafasını sağa sola çevirerek gözleriyle Indis’i aradı, ancak kısa süren bu arama çalışmaları ne yazık ki verimli bir sonuç alamadı. William hala dans pistinde olabilecekleri ama onun göremeyeceği bir bölümünde dans ettiklerini varsayarken, gittikçe sessizliğe gömülen Mathilda ile ilişkisini biraz neşelendirmeyi de hedefleyerek “Yeniden dans etmeye ne dersin?” dedi davetkârca. Mathilda’nın kabul etmesiyle birlikte bu defa daha hızlıca dans pistine doğru gittiler. Müzik olabildiğince hızlıydı, herkes delicesine dans ediyordu ve bu karmaşanın arasında bir yandan Mathilda’nın ayağına basmayıp doğru düzgün dans etmeye çalışırken diğer yandan da ona belli etmemeye çabalayarak Indis’i arıyordu… | |
| | | Issoria Lathonia Ira
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 702 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12311 Ekspresso Puanı : 2 Kayıt tarihi : 25/02/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Perş. 28 Ağus. 2008, 17:07 | |
| ~ Bir Hafta Önce
Sabah oldukça erken kalkmıştı Amaranth. Balo'yu fazla umursadığından gece doğru düzgün uyuyamamıştı. Lethe de kendisi de partner istemediğinden birileriyle baloya katılmaya yanaşmamışlardı. Heyecanının sebebi kıyafetinin zamanında gelip gelmeyeceğiydi. Bir hafta önceden uğradıkları postahaneden mağazaya istek için mektup yollamışlardı. Üç gün içinde geleceği söylenen kıyafetlerden hala ses seda yoktu. Belli belirsiz bir umutla yataktan kalkarken ranzasının üst katındaki ikizini uyandırmak için yatağı hafifçe sarstı. Şiddetli bir homurtuyla cevabını aldıktan sonra bile pes etmeyerek Lethe'yi dürtüklemeye başlamıştı. 'Kalk artık Nylé, balo kıyafetlerimizi bulmamız gerekiyor yoksa ömür boyu bekleyeceğiz.' İkizinden yeni bir karşılık beklemeden merdivenleri tırmanıp üstüne atlarken yüzüne sevimli bir gülümseme yerleştirmişti. Bir süre yorganıyla boğuşan ikizini izledikten sonra ranzadan aşağı atlayıp yatağın altına eğildi. Ne bir paket vardı ne de başka bir şey. Annesi kıyafetlerinin ve aksesuarlarının getirilmediğini öğrenirse kızacağı gibi ikizlere yeniden sipariş vermelerini söylerdi ama o kadar vakitleri yoktu. Gözlerini yere dikmiş Amaranth istediğini alamayan küçük kızlara benziyordu. Onaltı yaşında olmasına karşın hala tek başına bir işi yapamıyordu. Şimdilik üzerine geçirebileceği kıyafetler ararken yatakhanede kimsenin kalmadığını yeni fark etmişti. Tatil günü olmasa derse geç kaldıklarını düşünecekti. Ağlamaklı bir ifadeyle burnunu çekerken kızarmış gözlerini eliyle ovalamaya başlamıştı. İstediği kadar bağırıp çağırabilirdi ama kıyafetleri asla vaktinde gelmeyecekti. Rahat bir elbise giydikten sonra yastığının altına koyduğu tarağı çıkarıp saçını düzeltmeye başlamıştı. Kıyafeti erken gelmiş olsaydı saçının arasına takacağı kulakları sihirle doğal gösterirken saçlarını da kat kat kesip serbest bırakacaktı. Balo için annesinin izin verdiği siyah saç boyasına çevirdi gözlerini. Vakit daha erken olsa da saçlarını boyamakta bir sakınca görmüyordu. İçindeki sıkıntı ve heyecan tamamen dağılırken boyayı hazırlamaya başlamıştı bile. 'Nylénia, kıyafetler gönderilmiş mi diye bir bakar mısın?' İkizini tek başına yollamak istemese de onunda saçlarını boyayacağını bildiğinden kendi tüpünün içindeki karışım bittikten sonra onunkine geçecekti. Yarım saat sonra koyu kahverengi saçları morumsu siyah renginde oldukça hoş bir görünüme kavuşmuştu. Metamorfmagus olmayı diliyor olsa da saçlarının rengini değiştirmek için meta olmasına gerek kalmadığını biliyordu. Annesinin önerisini başta reddetmiş olsa da sonradan kabul edip boyaları yanında getirdiği için kendini şanslı sayıyordu. Genetik bozukluktan dolayı göz rengini değiştirebildiğini herkesten saklıyordu. Küçükken ela olan gözleri uzun zamandır yeşildi ve değiştirmeyi denememişti bir yıldır. Aynanın karşısında saçlarına bakmaktan vazgeçip göz rengine odaklanırken yeşil gözleriyavaş yavaş mavileşmeye başlamıştı. Memnuniyetle gülümserken ikizinin geldiğini görünce bakışlarını ona çevirdi. * Nylé? * Kıyafet paketlerinin elinde durduğunu görünce ikizinin boynuna atılırken ruh hali tamamiyle değişmişti.
Balo kıyafetlerini giydiklerinde eski hallerinden farklı görünüyordu ikizler. Kıyafetinin parçası olmayan kollukları takan Amaranth, kedi kulakları ve maskesiyle tanınmayacak kadar değişmişti. Normalde kendini övmekten nefret etse de oldukça beğenmişti kendini. İkizinin koluna doladığı şalı kendisi boynuna takmayı tercih etmişti. Göz rengi maviden değişerek sarımsı bir renge dönüşürken gerçek bir kedi gibi görünüyordu. Askısız elbisesinin üst tarıfını düzeltirken bir eksiği olup olmadığını kontrol etmek amacıyla yeniden aynaya bakıyordu. Nylénia içeri girdiğinde içindeki heyecanı gizleyemeyerek ikizine dönmüştü. Kıyafet paketleri elindeydi. Balo bir hafta sonra olacak olsa da gerçekten sabırsızlanıyordu Amaranth. Kıyafetleri denemek üzere elini uzatırken gözleri kızarmıştı. Acaba beklediği kadar güzel geçecek miydi? Son sınıfa geçmenin rahatsızlığıyla baloyu iple çeker olmuştu. Paketleri kaparken içinden ne çıkacağını bilse de acele ediyordu. Kurdaleyle boğuşması bittikten sonra kırmızı çizgileri yok eden bir pırıltı oluşmuştu gözlerinde. Elleri paketin içindeki siyahımsı mor, en iyi yapım kumaştan, dar ve bedeni saran elbiseye uzanırken dünyanın en mutlu insanı gibi görünüyordu. Başka bir bakış açısından abarttığı düşünülebilecek olsa da Nylénia'nın haline bakılırsa o da aynı duyguları yaşıyordu. Kıyafetlerini denemeleri bir saatlerini almıştı. Düzgün bir kılığa girene kadar uğraştıktan sonra elbiseleri kaldırmışlardı.
~ Gece
'Heyecanlıyım Nylé.' Ranzanın üstünde yatan ikizine doğru fısıldarken yatakhanedeki arkadaşlarını uyandırmamaya çalışıyordu. Cevap alamadığını fark ettiğinde başını yastığının üstüne koyup gözlerini kapadı. Balo yerine nasıl ulaşacaklarını sorun etmeye başlamıştı yattığından beri. Öğrencilerin süpergelerini kullanacaklarını düşünse de yanılıp yanılmadığını tam kestiremiyordu. Uyuyamayacağını anladığında sessiz olmaya çalışarak yatağından kalkarken yavaşça yatakhanenin kapısına yönelmişti. Ranzanın altında sakladığı kitabı elindeydi ve kitaba sıkı sıkı sarılmıştı. Ortak salona geçtiğinde nöbetçilerin de uyuyakaldığını görerek rahatladı. Kimse bu saatte bir kitapla ne yaptığını düşünemezdi. Şömineye yakın olan koltuklardan birine çökerek elindeki kitabın sayfalarını karıştırmaya başlamıştı. İkizinin söylediklerini hatırlarken ister istemez sinirleniyordu. 'Babam teyzemizle evlenmiş Amaranth!' Lethe'nin söylediklerini duyduktan sonra yanında oturan Marv ve Ell'e bile dikkat edememişti. Kendini toparlayıp başını onlara çevirdiğinde gördüğü sahne aklına gelince siniri yatışarak gülümsemeyi başarmıştı. * A vida loca. Herşey olabiliyor. * Kitapta aradığı sayfayı bulduktan sonra içine yerleştirmiş olduğu solmuş bir kağıdı çıkardı. Uzun zaman önce babasından aldığı bir mektuptu bu. Evden ayrıldıktan bir ay sonra yollamıştı kızlara. Kağıdın altındaki babasının fotoğrafına baktıktan sonra hiç tereddüt etmeden mektubu yırtıp şömineye attı. Yüzündeki ifadesizlik içindeki acımasızlıktan kaynaklanıyordu. Babasından nefret ettiğini saklamayacaktı artık ikizinden. Balodan sonra bütün düşündüklerini açıklayacaktı. Koltuktan kalkıp kitabın kapağını kapatırken yanmakta olan kağıda baktı. İçini çekerek babasının resmini de yanan kağıdın üstüne attıktan sonra merdivenlere yönelmişti. Belki de şimdi rahat rahat uyuyabilirdi. Ne babası ne de teyzesini umursuyordu. İkisine karşı biriktirdiği öfke patlama düzeyine gelmişti. Annesini önemseyen babasını ileride bir gün öldürebilirdi Amaranth. Ayaklarını yee vura vura yürürken arkasından homurdayan nöbetçileri duymamazlıktan gelmişti. Evet, babasına acımadan öldürebileceğine kesinlikle inanıyordu ve öldürecekti de. Yatakhanenin parolasını söyleyip sessizce içeri süzülürken yatağının başında dikilmiş olan Lethe'yi görünce bir bahane uydurması gerektiğini anlamıştı. Önceden de mutfağa uğradığını söylediğinden yine aynı yalanı kullanacaktı. Geceliğinin cebinde taşıdığı çikolata buna yardım edecekti.
'Geldim. Sadece canım tatlı bir şeyler istemişti.' İkizi eline bakamadan kitabı tekmeyle ranzanın altına savururken ayağını vurmuş gibi yapmıştı. Kendi yatağına dönen Lethe'nin ardından bakarak az önce cebinden çıkarmış olduğu çikolatanın pakedini açıp bir ısırık aldı. İki gündür sıcakta geceliğin cebinde beklediğinden erimişti ama oldukça lezetliydi hala. Bir dakika içinde çikolatanın hepsini yedikten sonra pakedini boşalmış cebine sokarak yatağına uzandı. Okulu bitirmesine az kaldığını düşündükçe içi içine sığmıyordu. Eve döndükten sonra annesinin verdiği acı haberi unutmaya çalışacaktı. Babası berbat bir hayatı hak ediyordu ve Amaranth bu sağlayacağına kendi kendine yemin etmişti. Gözlerini kapadıktan belli bir süre sonra uyumuştu.
En son Amaranthiné I. Calanthe tarafından Perş. 28 Ağus. 2008, 22:39 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Issoria Lathonia Ira
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 702 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12311 Ekspresso Puanı : 2 Kayıt tarihi : 25/02/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Perş. 28 Ağus. 2008, 17:10 | |
| Balo Günü ~
Sabahın erken saatlerinde kalkmış olan ikizler giyinmek için oldukça hızlı davranmaları gerektiğini biliyorlardı. Her zaman uyuşukça davranan Amaranth bile hiç olmadığı kadar hızlıydı giyinirken. Önce elbisesini giymeye karar verirken dar, koyu mor elbiseyi aramaya başlamıştı paketin içinde. Elbiseyi bulduğunda Nylénia'dan yardım alarak üstüne geçirdi. Dar elbiselerden nefret ederdi, bedenini sıkıca saran bu şey oldukça rahatsızdı. Ama hoş göründüğünü kabul ediyordu. Siyah, mor taşlı, topuklu ayakkabısını giymeye çalışırken ayakkabının fırlayıp ikizine çarptığını görünce gülmekten öteki ayakkabısını da giyememişti. Beş dakika sonra saçı dışında neredeyse tamamen hazırdı. Tarağıyla özenerek şekil verdiği saçları için yarım saat uğraşması gerekmişti. Hafif dalgalı saç tellerini düzleştirmek ve toplamak zor oluyordu ama başardığında kulaklarını kafasına yerleştirerek takı dükkanınından aldıkları simi hafifçe saçına ekti. Kedi kulağının bulunduğu taç sihirli simle beraber doğal görünüme kavuşurken topuzunu açmaya karar vermişti Amaranth. Eline aldığı makasla bir hafta önce çekil verdiği kahküllerini yeniden keserken daha iyi göründüğünü düşünüyordu. Göz renginin hala kedi gözü gibi sarı olduğunu görünce gülümseyerek makası elinden bıraktı. Hazırdı işte. Kedi maskesini eline aldıktan sonra ikizine bakarak daha fazla oyalanmamak için kapıya doğru yürüdü. Bahçeye indiklerinde öğrencilerin binmesi için hazırlanmış olan testralleri görünce kısa süreli bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Büyükannesinin ölümüne şahit olan kız bu hayvanları görebiliyordu. Profesörlerin işareti üzerine ikizinin elinden tutup arabalardan birine doğru yönelirken kendini terk eden heyecanı geri dönmüştü. Zarif ve şık görünüşüne uygun davranması gerektiğini düşünerek nazik ve kibar olmaya özellikle dikkat ediyordu. Yavaşça arabanın içine yerleşirken ne zaman hareket edeceklerini merak etmeye başlamıştı. Yemeğe yetişemediğinden aç olduğunu hissederek guruldayan karnına eliyle hafifçe bastırdı. Yüzünden silmemeye çalıştığı gülümsemesinde her zamanki alaycılığı belli olsa da soylu bir düşesten farksız göründüğüne emindi. Daha çok bir kediye benzediğini fark ettiğinde yüz hatlarını belli eden sert bir ifadeyle kıvrılan dudakları gerçek ifadesini gizlemeye yetmişti. Yükselmeye başladıklarını hissettiğinde bakışlarını arabanın camından aşağıya çeviren Amaranth yol boyunca geçtikleri tanıdık yerleri izlemişti. Balonun yapılacağı yere geldiklerinde profesörlerin eşliğinde içeri girerken etrafındakileri sırayla süzüyordu. Vampir gibi bembeyaz ve lekesiz teninin güneşten korumak için şalının altına gizlenmiş olsa da ikiziyle aynı görünmemek için belli bir süre sonra boynuna dolamıştı. Siyah göz kalemiyle belirginleştirdiği sarı gözleri kısılırken baloya gelen davetliler sanki miyavlamasını bekler gibi Amaranth'a bakıyorlardı. Üzerindeki gözlerden rahatsız olmuşcasına arkadaşlarının arasına karışırken Nylénia'yı da gözden kaybetmemeye çalışıyordu. Arazi önceki halinden oldukça farklı ve mükemmel görünüyordu.
Oturduğu koltuklardan birinde rahatsız olmuşcasına kıpırdanırken eldivenli ellerini düzeltmeye çalışıyordu. Diğer davetlilerin klasik eldivenlerinin aksine Amaranth'ın eldiveni orta parmağına doğru üçgen bir şekilde geliyordu ve sadece orta parmağa takılıyordu. Saçları, kıyafeti, şalı, kulakları, ayakkabısı ve eldiveni aynı renkte, uyum içerisindeydi. Siyah, sırtı tamamen açık bir elbise giymiş olan ikizi kendinden daha dikkatli davranmalıydı. Elbise kazalarından nefret eden ikizler rezil olmak niyetinde değillerdi. Elbiselerinin askısız olması nedeniyle de dar olmasına dikkat etmişlerdi. Biriktirdikleri harçlıkları harcamalarını istemeyen anneleri kıyafetlerinin ve aksesuarlarının fiyatına aldırmayarak kendisi ödemişti. Paralarının da yetmeyeceğini bilen ikizler en pahalı elbiseyi alınca dükkan sahibi kadının yüzündeki mutlu ifade gözlerinden kaçmamıştı. Çoğu öğrencinin ve davetlinin partnerleriyle geldiğini gören Amaranth hafifçe sırıttı. Kendilerini baloya davet eden herkes hayır cevabını almıştı. Sert ve kesin bir ifadeyle söyledikleri bu tek kelimeden sonra ısrar edememişti kimse. Erkekleri güvenilmez bulan Amaranth şimdiye kadar hiç birine ilgi göstermemişti. 'Hadi ama lecca lecca. Belki baloda birini bulursun.' İkizinin yatakhaneden ayrılmadan önce söyledikleri aklına gelse de bulamayacağına emindi. * Kimse bana benzemez, bende kimseye benzemem. Diğer kızlardan farklıyım beni çekmek isteyen zor bulunur. * İçinden geçirdiği düşünceyle beraber grup arkadaşlarını gçrmeyi umarak başını biraz yukarı kaldırmıştı. Marv tek başına görünüyordu ama yanına gidemeyecek kadar tereddütlüydü Amaranth. Daha sonra Alessia'ya takılan bakışları yanında birinin olduğunu görünce Ell'i aramak için başka tarafa kaymıştı. Ortalıkta görünmeyen Elizabeth'i bulamayacağını anlayınca yalnızlığında verdiği sıkıntıyla konuşmak için ikizine döndü.
'Gülümsemeliyiz biraz. Yoksa birazdan tüylerimi kabartıp tıslamaya başlayacağım.' Yarı şaka yarı alay içeren bu sözlerinin verdiği etkiyle kendisine dönmüştü ikizi. Dans etmek için partnerlerinin olmadığını bildiklerinden maskelerini daha kullanamamışlardı. Zamanı gelince davetlilerin arasına karışarak maskelerini yüzlerine tutacaklardı ama şimdi gösteriş meraklası iki genç cadı gibi davranmanın sırası değildi. 'Amaranth senin aksine ben gerçek kanatlarımın çıkıp uçacağımı düşünüyorum. Umarım kan içmem.' Yarasa gibi giyinmiş olan Nylé kendince cevap verirken garsonun getirdiği içkiden büyük bir yudum almıştı. Daha bardaktaki içkinin ne olduğunu bile kavrayamamış olan Amaranth'sa bardağa bakmakla yetiniyordu. Kendine güveni geldiğinde içkinin kalitesini kontrol etmek amacıyla bardağın içindeki sıvıyı koklarken tatmin olmuşcasına gülümsemişti. Balo için düzenlenen her şey en iyi kalitedeydi. Bardağın içindeki içkinin şarap olduğunu fark ederek kendi yudumunu alırken tuhaf bir ifadeyle bakışlarını üzerine dikmiş olan ikizine aldırmıyordu bile. Balo oldukça güzel geçecekti, buna şimdiden emindi.
En son Amaranthiné I. Calanthe tarafından Perş. 28 Ağus. 2008, 22:41 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Lily L. Black Sihirli Oyunlar ve Sporlar Dairesi Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2960 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12320 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 07/02/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Perş. 28 Ağus. 2008, 18:07 | |
| Hogwarts’ın sıcak ve bunaltıcı son haftaları birbirini izlerken okulda sınavlar veya kalıp geçme korkusundan çok öğrenciler arasında hızla yayılan maskeli balo konuşuluyordu. Kim ne olarak katılacağını duyuruyor yorumlar yapılıyor fikirler değişiyor ve saç rengi gibi özellikleri değiştiren iksirler elden ele dolaşıyordu. Daha önce katıldığı Noel Balolarının aksine erkekler de gayet ilgili bir biçimde kostümler hakkında konuşuyordu. Bütün bu konuşmalar derslerde bile sürünce eksi puan ve cezalara kadar da gidiyordu. Bütün bunlara neden olanlar aslında bir guruptu daha çok. Hogwarts’ın görüp görebileceği en sersem kız ve öğrencilerin bulunduğu 20 kadar kişi sürekli böyle gereksiz şeylerden bahsetmek için doğmuştu sanki. Kıyafetleri hakkında bitmek bilmez konuşmalar sonucu hepsinin ortak kararı Muggle kostümlerinden o nefret edilesi Barbie’leri andıran kıyafetler oluyordu. Erkeklerinse penguene benzer smokinlerin önüne geçilemiyordu… En ilginç olanı bunlar cidden insandılar… İfriti andırsalar da.
Birçok kişinin aksine ne baloyu ne kostümü dert etmişti Lily. Elinde sonunda bir şey bulurdu, ayrıca böyle aktiviteleri dünyanın en önemli olayı haline getirenlerden nefret ettiğinden pek olumlu bakmıyordu bu baloya. Sıradan bir balo daha kolay olabilirdi. En iyi kostüm gibi bir sürü de şey seçilir millet iyice gerilirdi. Bahsedilen bu olayda ilgisini en çok çeken Testral’lerdi. Onlara binerek uçmak.. Havada uçan yüzlerce öğrenci dikkat çekmeyecek miydi? Yönetimin bir şeyler düşünmüş olduğunu tahmin etse de pek kolay da olmayacak gibiydi. Önem vermesi gereken bir sürü şey varken bunlara dikkat etmemişti Lily. Sıcak, Soğuk veya yağmur çamur demeden, kar yağarken bile yapmış oldukları antremanları Haziran ayının gelişiyle ikiye katlamıştı. Takımdakilerin şikâyet etmesine de fırsat vermiyordu pek. Etmiyorlardı da zaten şansına. Sık antremanlar yaptıklarından kimseyi aşırı zorlamıyor bu sayede Quidditch’ten bezdirmiyordu. En azından öyle umuyordu. Kendiyse hem takım hem arayıcılık derken antremanların yarısında çalışabiliyordu tabi. Buna ek olarak yaklaşan sınavlar sanki F.Y.B.S.’ye giriyorlarmış havası veren profesörlerle birleşiyor antremanlar ve dersler dışında nefes almalarına izin vermiyordu. Tek dinlenebileceği zamanıysa Sayelle hakkındaki rüyalar ve yeşil ışıklar doldurduğundan ilk defa yaz tatilinin gelmesini çok istiyordu. Okulun dışına çıktığında bir şeyler yapacaktı, mutlaka yapacaktı. Hayatını katlanılmaz hale gelen kadını ablasından veya başkalarından önce bulmak ve öldürmek istiyordu. Azkaban’a gitmeyi bile hak etmiyordu o kadın. Sonra ne olacaksa katlanırdı. Ama her gece gördüğü o korkunç rüyalar bitecekti, biliyordu. Tabi saklandığı delikten çıkarsa o pislik. Ablası ne düşünüyordu acaba bu konuda. Aynı okulda bulunsalar da pek görmüyordu onu. Konuşmak istemediğinden resmen kaçıyordu da ondan. Konuşmak, anne ve babasıyla ilgili konuşmak istemiyordu. Bütün seneyi düşünerek geçirdiği konu henüz konuşabileceği kadar alışabildiği bir konu değildi çünkü. ‘ Alışmak… Kolay olmayacağı zaten belliydi… ’
Akşam yemeği için Ravenclaw masasına doğru yürürken kafasını kurcalayan konu ertesi gün balo olduğu dâhil tüm düşünceleri aklından çıkarmıştı. Büyük salondan alışıldık sesler ve ev cinleri sayesinde enfes kokular yükseliyordu her zamanki gibi. Masaya oturmadan tahmin ettiği gibi etli börek, yanında da Lily’e pek gerekli gelmeyen tereyağlı patates ve havuçlar vardı. Öğle yemeğini yapmak zorunda olduğu bir iksir ödevi için geçiştirdiğinden oldukça acıkmıştı. Her ne kadar Büyük Salonun ağız sulandırıcı kokularından önce fark etmemiş olsa da. Boş bulduğu ilk – ve görünüşe göre tek – yere, iki şişman ve uzun boylu son sınıfın yanına oturdu. Karnı açken yer aramak ilgisini çeken bir şey değildi. Özellikle börek tabakları bu kadar hızlı boşalırken. Herkes gibi tabaklara uzanmadan önce pek dokunulmamış ve pek hoşlanmadığı havuçlarda ve beyaz şeffafımsı tereyağı sayesinde parlayan patateslere ve enfes görünüşlü böreklere dikti gözlerini. Yemek… Fark etmediği kadar acıkmış olması garipti. Gerçi Hogwarts’ın sağladığı şeylerdendi bu, herhalde okul koridorlarındaki koşuşturmaların üzerine kaybettikleri enerjiyi böyle alıyorlardı. Herhalde.. O an düşünmek istediği tek şey yemekti. Ravenclaw veya Sayelle dahil başka hiçbir şey değil..
Tepeleme doldurduğu tabağının yarısına gelene kadar tamamen çevresinden soyutlanmış bir şekilde oturdu pek rahat (!) yerinde. Pek örnek başkan izlenimi verdiğini düşünmüyordu ama ne zaman vermişti ki zaten. Ciddi bir başkan izlenimi ve Lily.. İmkânsızdı. Ancak tabağının yarısına geldiğinde artık sıcak sayılmayan böreğini ve patateslerini bıraktı ve balkabağı suyundan bir yudum aldıktan sonra masadaki konuşmaları dinlemeye başladı. Bir sürü gereksiz, saçma ve anlaşıldığı daha doğrusu anlaşılamadığı kadarıyla gizli konular konuşuluyordu masada. Ama Lily yanındaki iki çocuğun maskeli balo hakkındaki konuşmalarını dinliyordu. Ertesi gün yapılacak maskeli balo. Tamamen aklından çıkan baloyla ilgili konuşmaları dinlerken başta şaşkın sonra biraz endişeli bir surat ifadesine büründü. Kıyafet.. Hala bir şey seçmemişti ve umursamasa da kıyafeti uygun bir şeyler bulmak isterdi. Tamamen umursamıyor da değildi yani. Tedirgin bir ifadeyle yemeğine dönerken bir yandan sandığını ve içindeki binlerce şeyi düşünüyordu. Geçen yaz evlerindeki ‘baskın’ sonrasında evin bir bölümü daha doğrusu neredeyse tamamı yanmış düzgün eşyalarsa onlara teslim edilmişti daha sonra. Aralarında maske türü bir şeyler vardı kesin. Ama kim bilir neredeydi. Gerçi birçok şeyi sandığına tıkıştırmıştı anne ve babasına ait olan. Belki oradan çıkardı. Bir maske ve bir elbise gibi bir şeyle idare edebileceğini düşünüyordu Lily. Bir vampir veya bir kurtadam olarak gitmeyecekti sonuçta. Sevmezdi o makyaj seanslarını ve kostümün ayrıntılarını. Beyaz renkli bir elbisesi vardı sanki Noel Balosu için alınmış. Onu kullanabilirdi. Beyaz aklına yanında olduğunu hatırladığı biraz garip bir maskeyi çağrıştırmıştı. Onu da kullanabilirdi. Artık buz gibi olmuş böreğinin son parçalarını da ağzına attıktan sonra hala tabağında bekleyen patateslere olumsuz ifadeli bir bakış atıp masadan kalktı. Yatakhaneye gidip kıyafeti ayarlaması gerekiyordu. Ayrıca yorgundu ve uykusu vardı kaç gündür adam gibi uyuyamadığından. Rahat kıyafetlerine kavuşup okul formasından kurtulma düşüncesi adımlarını hızlandırmasına neden olmuştu. Büyük salonun geniş kapılarından geçip giriş salonuna çıktığında gelişinin aksine hala duyduğu yemek kokuları çekici gelmiyor, o çok sevdiği kazan pastalarından bile yiyemeyecekmiş gibi hissediyordu. İyi bir şeydi bu yeme hızı düşünülürse. Giderek ağırlaşan adımlar ve yorgun bir ifadeyle kuleye çıkan merdivenleri çıkmaya başladı. Bir iki kestirme kullansa da yol gözüne uzun görünmüştü şimdi. Kıyafeti bile boş verip uyuyabilirdi.
Kuzgun heykelinin sorusu her zamankinden zor gelmişti nedense. Ravenclaw ortak salonuna girdikten sonra attığı adımlar kadar zor. Yorgunluğunun miktarının aşırıya kaçtığını düşünen Lily kendini lacivert koltuklardan birine atıp henüz çoğu kişi yemekte olduğundan boş ortak salona göz gezdirdi. Mevsim nedeniyle yanmayan şömine ve üzerindeki kuzgun şeklindeki kabartma, Ravenclaw’un amblemi. Şöminenin önünde mavi ve beyaz renklerinde puflar ve minderler onların gerisindeyse lacivert kanepe ve birkaç koltuk vardı. Cam kenarlarında da bir iki sandalye ve minik bir iki masa vardı. Bazılarının üzerinde kitap birindeyse yarım bırakılmış bir satranç vardı. Biraz geride de ders çalışırken kullanılan büyük masalar. Sadece üç kişi vardı onun dışında Salonda. Küçük sınıflardanmış gibi görünen iki kız, bir köşede tükürenbilye oynuyorlardı. Ve son sınıflardan bir çocuk, pencere kenarındaki bir koltuğa kurulmuş kitap okuyordu. Ortak Salona alışıldık gürültü yerine sessizliğin hâkim olması Lily’nin hoşuna gitmemişti. Kulenin dışından ayak sesleri duyulmaya başladığında yerinden kalktı ve yavaş yavaş yatakhanesine çıkmaya başladı. Sessiz bir ortak salonu gelen ‘sürüye’ tercih ederdi. Kitap okuyan çocukta sinirli bir ifadeye bürünmüş ayağa kalkıp odada dolanmaya başlamıştı. Küçük kızlarınsa ruhu duymamıştı gelenleri. Taş kuzgun heykeli açılıp ilk birkaç kişi içeriye girerken Lily yatakhanesine girmişti.
Okuldaki 7 yılı boyunca olduğu gibi pencere kenarında olan yatağının ayakucundaki sandığına yöneldi. Elbisenin giyilebilir durumda olmasını umuyordu pek öyle bir izlenim vermese de sandığının karışık durumu. Tıkıştırma tercih eden biriydi Lily ve pek düzenli sayılmazdı. Maskenin de yırtılmış veya kırılmış olmamasını umuyordu. Düzgün halde olmazsa yanmıştı. Gerçi bir maskeyle gitmesi yanındaki yataklara serili vampir veya peri kıyafetlerinin yanında garip görünüyordu. Umurunda değildi aslında. Şu maskeli baloya bile gitmemeyi düşünmüştü aslında ama.. Herkes orada olacakken. Ayrıca farklı bir şeyler düşünmesi gerekiyordu kafasını taktığı konulardan. ‘Yoksa delirebilirim.’ Sandığını açıp ders kitapları ve kıyafet yığınlarını ortalığa saçarak sandığın derinlerine inmeye başladı. Kullanmayı düşünmemişti sene başında aldığında altta olmalıydı. Biraz daha altlarda..
Elleri su hissi veren bir şeye sürtünüp beyaz bir şeye değdiğinde artık vazgeçecekti bu elbiseyi giymekten. Görünmezlik Pelerininin bile altına koymuştu elbiseyi. En altta sandığın toz bezi görevini görmemiş olmasını umarak elbiseyi yatağının üzerine serdi ve çevreye saçtığı eşyalara göz gezdirdi. Bir maske olmalıydı. Beyaz bir maske… “ Lanet olsun...” Zaten pek düzenli sayılmayan sandığını beter etmiş üzerine şu maskeyi bile bulamamıştı. ‘İşin yoksa sabahın köründe maske ayarlamaya çalış.’ Sabırsız bir şekilde eşyalarını sandığına tıkıştırırken kısık sesle söyleniyordu. Ortak salondan yükselen seslerin bir kısmı yaklaşıyordu ve tek istediği sadece baloyu düşünen bir gurupla karşılaşmamaktı. O yüzden hızlıca son eşyalarını da sandığa tıkıştırıp lacivert perdelerini çekti. Her zaman açık duran, pencere kenarındaki hariç. Zaten birinin adam gibi yürüyemeyeceği bir alandı. Ayın pırıl pırıl olduğu, bunaltıcı bir gecede açık bir cam yararlıydı ayrıca. Elindeki son ıvır zıvırları da sandığına tıkıştıracakken durdu. Elindeki artık siyaha yakın renkteki şey beyaz diye hatırladığı maskeye çok benziyordu. Siyah… Evlerinde görmediği bir renkti genel olarak. Sandığın diplerinden çıkardığı diğer eşyalarla kenara attığı maskeye dikkatli baktı. Evet, yer yer beyaz, yer yer koyu bir gri rengindeydi. ‘Toz?’ O kadar kirlenebilmesi zordu sadece tozla ama… Elindekileri sandığına atıp yatağı, komodini, sandığı ve duvara dayalı süpürgesi dışında kendisine kalan yürüyebileceği dar alana koydu maskeyi. Yatağını kirletmeye ya da temizlemeye niyeti yoktu bu saatte. Şu işi bitirip yatmak için sabırsızlanırken. Basacağı yerlerin ıslak olmasından hoşlanacağını da düşünmüyordu ama kalkmak, gitmek, temizlemek ve tekrar gelmek zor geliyordu şimdi. Ne fark ederdi ki. “ Aklapakla.” Kısık sesle söylediği büyü işe yaramış maske büyük ölçüde temizlenmişti. Yine de bunu birkaç kez daha yapması gerektiğini düşünen Lily maske bembeyaz olduğunda pek kuru bir yere sahip sayılmazdı. Ama gayet memnun bir şekilde kuruması için sandığına bıraktı. Büyüyle kurutabilirdi ama elbiseyi de gözden geçirmesi gerekiyordu. O da pek temiz olmayabilirdi o sandıkta geçirdiği süre sonucu.
Çok kötü durumda olmasa da elbise de birkaç ‘Aklapakla’ büyüsünün ardından bembeyaz maskenin yanına konmuştu. Kendileri kuruması konusundaki fikrini değiştiren Lily çok iyi beceremese de ıslaktan çok nemli denebilecek hale getirmeyi başardı elbiseyi ve maskeyi. Sonra da balo kostümünü incelemeye başladı. Elbiseyle ilgili bir sorun yoktu, elbise giymekten hoşlanmasa da hoşuna gitmişti. Ama maske biraz garipti. Ona tavşan veya beyaz tilkiyi, ( öyle bir şey olduğunu da sanmıyordu ) daha çok tavşanı anımsatıyordu ama tam da değil. Anormal bir maskeydi, Lily anne ve babasının bunu nereden bulduklarını merak etmişti. Esneyerek kostümünü sandığının üzerine geri bırakırken maskenin hangisine ait olduğunu düşünüyordu. Annem mi Babam mı?’ Düşünceli bir şekilde siya, Ravenclaw amblemli cüppesini çıkardı ve sandığının üzerine diğer kıyafetlerin yanına bıraktı. Ayakucunda katlanmış olan açık mavi tonlarında geceliğini üzerine geçirdi ve komodininde yanan mumu söndürüp kendini yatağına attı. Yatakhane konuşanlar ve kıyafet seçenlerle doluydu, seslerini duyabiliyordu. Ama uykusunu onlar bile bölemezdi yorulmuşken. Neredeyse başını yastığa koyar koymaz uyumuştu.
Bunaltıcı sıcak bir günde Quidditch sahasındaydı. Ravenclaw ve Gryffindor’un maçıydı ve dönemin son maçıydı. Quidditch kupasının kimin olacağını belirleyen maç. Ama zordu maçın kazanılması çünkü takımların gücü eşitti ve güneş sırtlarına vuruyor, Lily’nin alnında ter damlaları birikmesine neden oluyordu. Kendi mavi cüppesinin Gryffindor’un kırmızı cüppesinden daha çok güneşi çektiği gibi cılız bahaneleri içinden sıralasa da iyi oynayamadığını farkındaydı. Bir kere rakibin Snitch’i tutmasını vurucuları engellemese kaybedeceklerdi. Bir kere de kaçırmıştı yakalamak üzereyken altın topu. ‘Bir okul maçında böyleyken Ballycastle Bats seni alır mı?’ Ne oluyordu ona? Normalde aşırı olmasa da iyi bir oyuncu sayılırdı neden oynayamıyordu. Tribünlerdeki sesler hayal meyal duyuluyor ona seslenen takım arkadaşlarının sözleri yabancı bir dilmiş gibi geliyordu. Snitch’i görmüştü, rakip arayıcıya çok yakında Gryffindor direklerinden birinin yanındaydı. Güneş ışınlarının gözüne vurmasıyla dikkati dağıldığından biraz geçte olsa topa doğru fırladı. Rakibini zorlamamıştı neden hareket ettiğini anlamak ve Snitch’i görmek. Ve ne yazık ki çok önündeydi. Süpürgesini yumruklamaya başlayacaktı daha hızlı gitsin diye neredeyse ama elinden bir şey gelmiyor rakibinin Snitch’e yaklaşmasını izliyordu. İkisinin de yanlarından Bludger’lar geçip duruyor, ikisinin de takım arkadaşları neredeyse maçı bırakmış Snitch’i izliyordu. Gerçekten maçın ve sayıların önemi kalmamıştı Lily’nin giderek rakibe yetiştiği ama onunda Snitch’e yaklaştığı yarışta. Neyse ki Ravenclaw’dan bir vurucunun yolladığı simsiyah bir top güllesi gibi gelen Bludger dengesini bozdu da yetişebildi ona Lily. Şimdi baş başa gidiyordu maç.
Sağ elini tırmalayarak iten rakibine doğrulttuğu süpürgesi ikisini de sarsan bir çarpışmaya neden olmuştu. Çarpan olduğundan elde ettiği az bir avantajı kullanarak ok gibi öne atıldı. Kazanmalıydı, kazanmak zorundaydı. Tek görebildiği altın rengi küçük top, tek duyabildiği arkasındaki arayıcının sesiydi. Giderek yaklaşıyordu ve kendisi Snitch’in dibinde de olsa elini uzatıp tutamıyordu. Süpürgesinin ucuna kadar gelmiş, süpürge tehlikeli bir şekilde eğilmeye başlamıştı. ‘Hayır...’ Yavaşça aşağıya eğilen süpürgeyi doğrultmaya çalışırken pek çok şey birden oldu. Süpürge üzerinde dengesi bozulduğundan elini Snitch’in üzerine kapamaya çalıştı düşmeden önce, rakip vurucular eline ve kafasına doğru birer Bludger gönderdiler, Snitch’in altın kanatlarına değdi ve her yer karardı, düşerken bayılmadan önce gördüğü son şeyse rakibinin Bludger ve süpürgeden sıyrılıp Snitch’i tutuşuydu. | |
| | | Lily L. Black Sihirli Oyunlar ve Sporlar Dairesi Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2960 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12320 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 07/02/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Perş. 28 Ağus. 2008, 18:07 | |
| Gece yarısı birden bire anlamadığı şekilde uyandı Lily. Bu kadar çabuk uyanmak ve ayılmak çok garipti. Sanki bir rüyanın ortasında uyanmıştı ama hiçbir şey hatırlamıyordu. Kendine gelmeye çalışırken yüzünde yumuşak bir şey hissetti, bir an sonraysa buz gibi bir su. Gözlerini açtığında sağa sola su balonları atan Peeves’i gördü. ‘Lanet olası..’ İlk hedefi de kendisiydi galiba. Uyku sersemi asasını aradı. Bu sırada birkaç kız uyanmış Peeves’in ilgi alanından çıkmaya çalışmıştı su bombaları patlarken. ‘Hay senin...’ Komodinindeki asasına uzandı ve arkası dönük hortlağa işleyebilecek lanetlerden birini yolladı sessizce… Parlak ve açık bir sarı rengindeki ışık hortlağa çarpınca bir an kaldı sonra pek kibar sözler eşliğinde başka kurbanlar bulmak için uzaklaştı. Biraz ıslanmış yatağına uzanan Lily’nin uykusu yoktu artık. Gece yarısı hortlak tarafından su balonuyla uyandırılmak pek hoş değildi. Uykuya dalmadan önce dakikalarca dönüp durdu…
Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan kızların gürültüsü bile onu yerinden kımıldatmamış, kahvaltının sonuna kadar da uyanmamıştı. Adam gibi uyumadığı bir dönemde ilk kez Sayelle’i görmeden uyanmış olmak güzeldi. Yanındaki kol saatine bakıp kahvaltıyı kaçırdığını öğrenmekten çok daha güzel. Esneyerek kalktı ve kahvaltı edemeyeceği düşüncesine aldırmadan aceleci sayılmayacak bir şekilde giyindi. Henüz baloya vakit vardı ve elbiseyle okul içinde dolaşamazdı. Mutfağa gidip bir şeyler atıştırmayı planlarken özellikle de. O yüzden üzerine siyah kotu ve tişörtünü geçirdi ve asasını alıp yatakhaneden çıktı. O saatte yatakhanedeki tek kişiydi.
Büyük Salondan çıkan öğrencilerin akın ettiği koridorları büyük bir ustalıkla aralardan sıyrılarak geçti. Bazıları ders işlenmeyecek bir gün olsa da okul cüppesiyleydi. Bir iki kişi kostümlerini giymişti ama genelde çoğu kişi onun gibi serbest giyinmişti. Rahat… Mutfağa giden koridora saptığında Hufflepuff kalabalığını da atlatmış oldu. Hızla meyve tabağı portresi-kapıya gitti ve elini armudun üzerinde gezdirdi. Kısa süre sonra onlarca ev cininin dönüp durduğu mutfaktaydı. Tanıdık yüzü görmek için çevresine bakınırken adının söylendiğini duyar gibi oldu ciyaklamalar arasında. Arasını döndüğünde neredeyse kendi boyundan büyük bir kazanı tek başına taşımaya çalışan Froggy’yi gördü. Cin selam vermeye çalışırken dengesini kaybetmiş kazanla birlikte yere düşmüştü. ‘Sabahları ev cinleri içinde zor demek.’ Ev cini kazandan çıkmaya çalışırken 3,4 cin ona yardıma gitti ve en sonunda biraz fazla neşeli bir şekilde önünde durdu Froggy. “Miss. Black bir şey mi istedi?” Bir tek yiyecek için gidiyordu galiba mutfağa. Gerçi başka zamanlarda ev cini ziyareti yapmak iyi bir fikir değildi. Böyle mutluyken onlar ne gerek vardı. O yüzden cine dönüp yüzünde beliren bir gülümsemeyle yanıt verdi. O cümlesini bitirmeden ev cini hareketlenmişti.
Beş dakika kadar sonra elinde ev cinlerinden aldığı iki tostla okulun artık boşalmış koridorlarından birinde yürüyordu. Bir elinde iki tostu dengelemiş diğer elindeki Balkabağı suyu şişesinin düşmemesi için uğraşıyordu. Kahvaltıya yetişse yiyebileceği yegâne şey mısır gevreği olduğundan halinden gayet memnundu. Ev cinlerinin çalışkan ve neşeli yapısı hoşuna gidiyordu. Buna bir de yaptıkları yemekler eklenince diğer büyücülerin, iyi taraf olsun kötü taraf olsun fark etmiyordu onlara davranışlarını anlaması zordu. Ev cininin sadakatine bağlı yaşamları aslında. Eğer evde bir iksir deposu varsa iki damla zehir… Bu düşünceyle ürperdiğini hissetti. Zindanların girişinden, buz gibi yerden geçmesi de neden olabilirdi buna gerçi. Adımlarını hızlandırarak Ortak Salona çıkan kulenin basamaklarını çıkmaya başladı. Yemeği bittikten sonra pek bayıldığı(!) balo hazırlığını yapmak gerekiyordu. Tamam, belki bir iki, üç saat kadar sonra. Sinir bozucu bir şeydi balo hazırlığı. "Gereksiz..."
Saatler ışı hızıyla geçmiş birçok kişi hazırlanıp ortak salona inmişti. Testrallere binme düşüncesinden hoşlanmadığından gergin olanlar vardı. Kim havada giden arabaya binmek isterdi ki. Kendisinin böyle bir sıkıntısı olmayacaktı gerçi. Bir yıldır Testralleri görebiliyordu. Zamanında onları merak etmesi aptallıktı. İyi bir şey değildi ki onları görmek. Ölüm görmek. Beyaz elbisesine uzanırken bakışları ve tavrı sertleşmişti. Elbisesiyle ilgili bir şikâyeti yoktu biraz fazla zarif bulsa da. Maskeyse her ne kadar tavşanı andırmasından pek hoşlanmasa da uyumluydu en azından. Ayrıca ikisi de mucizevî bir şekilde bembeyazdı. Pek hoşlanmasa da bir kolye ve bir çift minik küpe de kıyafetine eşlik etmiş kısa sürede hazırlanmıştı. İfadesiz bakışlarla yatakhanedeki bir kızın anasında kendini gözden geçirdikten sonra olumlu bir şekilde başını salladı. Tek sorun şu lanet olası eldivenlerdi. ‘Haziran ayında...’ İki eldiveni de çıkarıp asasıyla birlikte çantasına attı. Küçüklüğünden beri sahip olduğu beyaz renkli cüzden boyutundaki çanta annesi tarafından genişletilmişti uzun zaman önce. İşine yarayacaktı en azından. Asasından uzaklaşmaktan hiç hoşlanmasa da. Elbisesinin asa cebi yoktu sonuçta. Ama hiç hoşnut değildi bu durumdan. Söylenerek yatakhaneden çıktı. Maskesi de çantasındaydı, baloya kadar takmaya niyeti yoktu. Hogwarts’ta maskeyle dolaşmak. Hayatta olmaz. Sabırsız adımlarla okul bahçesine yöneldi. Tanıdık kimseyi göremiyordu veya maskelerinden dolayı tanıyamıyordu. ‘Harika...’
Arabaların yanına gittiğinde okuldaki neredeyse herkesin çeşitli kılıklarla orada dolaşmakta olduğunu gördü. Bazıları abartmış, neredeyse gerçek birer vampir veya peri olmuştu. Tek sorun boyutu diye düşündü pespembe, peri kostümüyle dolaşan kıza bakarken kıs kıs gülerek. Arabalardan belli miktarda uzak duruyordu çoğu kişi yeri eşeleyen pençeleri göremese de bildiğinden. Testrallerden hoşlanmıyorlardı anlaşılan surat ifadelerine bakılırsa. "Oysa aslında sevimli bile sayılırlar belli bir standartta..." Gülümseyerek en yakınındakine yöneldi. Genelden biraz daha küçük ve daha az zarar verici görünüme sahipti. Lily onun önüne atılmış çiğ et parçasına iştahla saldırışını hem ilginç hem de mide bulandırıcı bulmuştu. Biraz daha erken beslense bu yaratıklar hoş olurmuş düşüncesiyle çevresine baktı. Kaç kişi daha Testralleri görebiliyordu merak ediyordu. Siyah yaratığa bakarken diğer kanatlı atlar kadar güzel olsa da sevilmemenin nasıl bir duygu olduğunu merak etti. Uğursuz olarak görülmenin. Yavaşça elini atın siyah başına götüren Lily hayvanı kızdırmamaya çalışarak okşadı. Çok garipti Testral’e dokunmak. Pek hoşlandığı söylenemezdi. O yüzden düşüncelerini kalabalığa yoğunlaştırdı. Maskeli ve baştan aşağıya kostümlü insanların arasında Johnny’yi aradı. Kostümünü bilmediğinden kolay sayılmazdı bu.
Johnny onu bulmuştu bir süre sonra aramaktan vazgeçip maskesini tekrar taktıktan sonra bir gurup Vampirin yanından geçerken. O da kostüm giymemiş Lily’e kuşu andıran bir maske takmıştı. Güzel bir maskeydi ve görüntüsü kendi tavşanı andırır maskesinden çok daha güzel gelmişti Lily’e. Kostümünün genel hali öyleydi Johnny’nin gerçi. O kıyafet gözlemini yaparken Profesör Derwent artık gideceklerini söylemiş olmalıydı ki büyük bir kalabalık akın etmişti arabalara doğru. Onlara katılan Lily daha önce sevdiği Testral’in çektiği arabaya yöneldi. Havalanırken arabadaki konu değişmiş karşısında ürkütücü vampir kılığındaki çocuk dâhil herkes arabaların nasıl çekildiğiyle ilgili pek ürkütücü bir konuşmaya dalmıştı. Konudan hoşlanmayan Lily geçtikleri yerleri izlemeyi tercih etti. Yükseklik korkusu yoktu, zaten süpürgeye binerken olamazdı da ama uçan bir arabanın içinde olmak farklıydı. Onun için olumlu bir farklıydı ve beş dakika kadar süren yolculuk gayet keyifliydi. Bunu hep yapsalar düşüncesiyle arabadan indi ve balo alanına giren devasa guruba katıldı. Onlarca hayalet süzülüyor, akşam karanlığında gerçek gibi duran kurt adam ve vampirler etrafta dolaşıyordu. Diğer büyücü okullarından gelenler bile vardı. Bir an için Sayelle’i görür gibi oldu Lily içinde beliren inanılmaz bir nefret duygusuyla, kalabalığın içinde, ama daha sonra göremediğinden bunun sadece bir göz yanılması olabileceğini düşünerek öğrencilerden sonraki şok olan karanlık gökyüzüne dikti gözlerini. Alev topları ve balonlar, özellikle alev topları enfes bir görüntü sergiliyordu. Çevredeki insanların hiç birini tanımıyordu sanki herkes o kadar değişmişti ki. Ama herhalde gecenin en güzel görüntülerinden biri bembeyaz örtülerin üzerindeki bin bir çeşit yemekti. Gelen her ülkenin geleneksel yemekleri ve içkileri konmuştu sanki.
Bütün bunları incelerken yanındaki Johnny’yi unutmuştu neredeyse. Ama o da kendisi gibi çevreye baktığından sorun yok gibi gözüküyordu. Kalabalıkta dans etmeye başlayanları pek kolay sayılmayacak bir şekilde geçip bir yere oturabildiğinde Oddy’yi, Stefania’yı, John’u, Charlie’yi ve diğer tanıdıklarını aradı gözleriyle Lily. Birçoğunu bulamamış, bulsa da zor tanımıştı. İki üç parça kıyafet insanı bu kadar değiştirememeliydi. Gözü dans edilenlere takıldı. Dans… Gerektikçe dans ederdi ama buna bayıldığı da söylenemezdi. Ama anlaşılan büyücülük okullarındaki kızlarla özellikle Fransız kızlar ve erkeklerle aynı görüşü paylaşmıyordu. Kendi sınıfından birçok kişiyi Veela kızların çevresinde dans ederken görmüştü. Anlaşılan Hogwarts’taki en nefret ettiği gurubun erkek üyeleri de bunlara dâhildi. Bir kenarda durup onları izleyen kızlara bakınca engel olamadığı bir gülümseme belirdi yüzünde. Yazık o kadar da hazırlanmışlardı tüm okula kostümlerini duyurarak. Ama ifriti andıran çocuklar umutsuz bir şekilde Veela’ların çevresinde dans ediyor ( ya da sallanıyor ) ilgilerini çekmeye çalışıyorlardı. Kızların suratındaki sinirli ifade birazdan patlayacakları izlenimi vermişti Lily’e. Bunu görmek için bile yapılan hazırlıklara değerdi.. | |
| | | Tatyana Johnson Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 569 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12412 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Perş. 28 Ağus. 2008, 23:01 | |
| Güneş ışınları pencereden içeriye girdiğinde daha sabahın erken saatleriydi. Tatyana, üzerindeki ince pikeyi ayak ucuna doğru ittirdi. Gözlerini açmaya çalışsa da göz kapaklarının üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi, kapanıyordu göz kapakları. Nedeni ise; okulların kapanması ile birlikte içinde bulunduğu koşturmacaydı. Bir yandan öğrencilerin notlarını vermekle uğraşmış bir yandan da Johnson köşkünde olanlarla ilgilenmek zorunda kalmıştı. Sürekli köşke cisimlenmek, bunun için profesör Derwent’ten izin almaya çalışmak onu yormuştu. Köşkte ki sorunlarda ayrı birer davaydı. Johnson ailesinin birçoğunun yoldaşlık tarafında olduğu bilinen bir gerçekti fakat; bu bazen aile üyeleri arasından ölüm yiyenlerin çıkmamasına engel olamıyordu. İşte gene böyle bir durumla karşılaşmışlardı ve amcasının işi olması nedeni ile Tatyana bu görevi üstlenmişti. Uzakta bulunan bir akrabalarının kızı bir aldanma ile Karanlık Lord taraflarına katılmıştı. Tatyana kızı tanıyordu ve böyle bir şey yapabileceğini aklının ucundan bile geçirmemişti. Çünkü; küçüklüğünden beri yoldaşlıkla ilgili sorular sorardı. Ayrıca ailesi de yoldaşlık için çok önemli hizmetlerde bulunmuş, saygın kişilerdi. Nasıl olurda kızları böyle bir yanılgıya düşebilirdi? Tatyana aileyi ziyarete gittiğinde, kızın annesini perişan bir durumda bulmuştu. Babası ise; kızgın ve endişeli bir yüz ifadesi ile karşılamıştı onu. Tatyana durumlarını anlayabiliyordu. Bunun için elinden geleni yapacağına dair aileye söz vermişti. Nitekim de Hogwarts’a döndüğünden beri sürekli bu konu ile ilgili ilgilenip, araştırmalar yapmıştı. Yoldaşlıkta bu konuyla ilgilenen kişilerle görüşmüş ve onlardan kızı bulacaklarına dair sözler almıştı. Aileye güzel haberler götürmek istiyordu.
Çalar saati kapatsa da kapının çalınmasına engel olamamıştı. İlk önce duymamaya çalışıp, başını yastığa gömmüştü. Fakat; ısrarla çalan kapı nedeni ile sinir içerisinde gözlerini açmış ve yataktan kalkmıştı. ‘’Giriniz’’ sözleri ağzından çıktıktan sonra kapı yavaşça açılmış ve bir baş içeriye doğru uzanmıştı. Tatyana ne kadar uykulu olsa da Lily’yi tanımıştı. Kardeşinin birlikte kahvaltı yapmak teklifi için, bir süre yapacağı her hangi bir işi olup olmadığını düşünmüştü. Yapacağı ufak tefek işler kalmıştı ve bunun için kardeşinin istediğini geri çevirmek olmazdı. Zaten öyle bir bakış ile Tatyana’ya bakıyordu ki; hayır sözcüğünün ağzından çıkması imkansızdı. Biraz sonra aşağıda olacağını söyleterek, Lily’yi göndermişti.Pencereden içeriye giren kavurucu güneş ışınları, yazın artık geldiğini gösteriyordu. Bulutlu havalar tamamen bitmiş, gökyüzü bulutlardan arınmıştı. Pencere kenarına giderek; dışarıya baktı. Lily onu erken uyandırmıştı, dışarıya bakarken anladığı ilk şey bu olmuştu. Sabahın ilk saatleri her zaman daha güzel gözükürdü Tatyana’nın gözüne. Gölün kişiliği başka, renkler, kokular başkadır. Sabahın ilk saatlerindeki sesler ise en çok hoşuna gidendir. Gökyüzünde uçan kuşlar, gölün üzerinden su alıp tekrar yükseliyorlardı. Tatyana bir süre temiz havayı içine çekerek, gökyüzünde özgürce uçan kuşları seyretti. Lily’yi daha fazla kızdırmamak için; pencerenin kenarından isteksizce ayrıldı. Sabahları; okulun yeşil arazisini, ağaçları ve gölü seyretmek çok hoşuna gidiyor, yorulmuş bedenine ve ruhuna huzur ve dinginlik veriyordu.
Mavilerin hakim olduğu banyoya girerek, elini yüzünü yıkadı. Aynadaki yansımasına baktığında; görmek istediği bir yüz yoktu ne yazık ki. Son bir ay içerisinde yüzü oldukça solgunlaşmış, elmacık kemikleri belirgin hale gelmişti. Gözlerinde ki pırıltılar sönmüştü. Fersiz gözleri ile aynaya baktı ve sıkıntılı bir iç çekişle içeriye girdi. Kapakları değişik oyma süslemeler ile kaplanmış, krem rengindeki gardırobundan eline gelen pantolon ve bluzu çekip, aldı. Odasının kapısını sözsüz büyü ile kilitlerken, karnından açlığının belirtisi olan guruldama sesleri geliyordu. Hızlı adımlarla büyük salona inen mermer merdivenlerden inmeye başladı. Sabahın erken saatleri olduğun için mi yoksa öğrencilerin heyecandan yemek yemeyi düşünemediklerinden mi bilinmez, büyük salon boş sayılırdı. Tatyana profesörlerin masasına doğru ilerlerken, Lily’nin ''Nerede kaldın'' sorularını duymamazlıktan gelerek yanıtsız bırakmıştı. Sessiz bir şekilde ekmeğine reçel sürerken, Lily’nin söylediklerini anlamaya çalışıyordu. Bunun için sürekli beynini kemiren düşüncelerden kurtulması gerekiyordu. Fakat aşamadığı sorunlar çözülmedikçe bunlardan kurtulamayacağını biliyordu. Çünkü yapısı gereği; hayatında hiç sorun olmamasını, her şeyin pürüzsüz mükemmel bir şekilde gitmesini isterdi. Bunu bozan herhangi bir sorunu çözüme kavuşturamadan rahat edemezdi. Çözüm bulasıya kadar beynini kemiren düşüncelere maruz kalıyordu. Yine aynı durumdaydı ve şimdide kardeşinin söylediklerini algılamaya çalışıyordu. Yavaş yavaş karnının doyması ile, uyku durumundan sıyrılmaya başlamış ve Lily’nin söylediklerine kulak kesilmişti. Maskeli balo hakkında konuşuyordu. Oraya girmesi yasaktı fakat kardeşi yine bir yolunu bulmuştu anladığı kadarıyla. Tatyana onun böyle bir balodan mahrum kalmasını hiç istemezdi fakat kuralları çiğneyerek girmesi de çok hoşuna gitmiyordu açıkçası. Ama ne yazık ki Lily kafasına koyduğunu yapardı ve bu baloyu kaçırmaya da hiç niyeti yoktu. Lily ile yaptığı sohbet olmasa oldukça sessiz geçen bir kahvaltıdan sonra; büyük salondan çıktılar.
Tatyana okulun son günlerinde zamanını iyi değerlendirmek istiyordu. Bunun için kardeşi ile birlikte öğrencilik yıllarında her zaman gittikleri, Tatyana’nın kendisine huzur verdiğini düşündüğü göl kenarında ki köşeye gittiler. Tatyana başını kalın gövdeli meşe ağacına dayadığında kendisini hiç olmadığı kadar huzurlu hissetti. Balonun olması nedeniyle; göl kenarı ve bahçe hiç olmadığı kadar boştu. Daha önceleri burada bu şekilde oturması imkansızlaşıyordu. Sıcak havanın kendisini göstermesiyle beraber; bütün öğrenciler boş vakitlerini göl kenarında geçirmeye başlamıştı. Bu da beraberinde, göl kenarının o sessiz ve dingin havasından uzaklaşmasına neden olmuştu. Bugünün tadını çıkarmak istiyordu açıkçası. Başını çevirip, Lily’ye baktığında onun, her zaman ki gibi çimlere sırt üstü uzanmış bir halde gördü. Dudakları ince bir gülümseme ile kıvrılırken; aklı onu eski anılara götürmüştü bile. Bu köşe ne kadar çok şeye şahit olmuştu! Kavgalara, üzüntülere, sevinçlere… Ve bunların hepsini Lily ile beraber yaşayıp, paylaşmışlardı. Üzüntülerini paylaşarak azaltmış, sevinçlerini ise çoğaltmışlardı. Lily kardeşinin ona baktığını hissetmiş olacak ki göz kapaklarını hafifçe aralayarak, Tatyana’ya baktı. Uzun uzun gözlerine bakması Tatyana’yı endişelendirmişti. Yüzünde olağandışı bir şey mi vardı ki böyle bakıyordu bu kız! O bunu düşünürken; Lily yattığı çimlerden kalkmış ve bir hamle ile Tatyana’nın boynuna sarılmıştı. Dolmuş olan gözleri Lily’nin sarılması ile, önlerinde taşlar bulunan suların kurtulmaları gibi göz pınarlarından kurtulmuş ve sicim gibi akmaya başlamıştı. Direncinin son halkası olan kardeşi ile ayrıldıklarında söylenecek herhangi bir söz yoktu. Onlar zaten birbirlerinin duygularını gayet iyi biliyorlardı. Lily ’’Şu halimize bak’’ derken gülmeye başlamıştı. Gülmenin bir hastalık gibi bulaşıcı olduğunu söylenirdi. Nitekim de Tatyana, Lily gülmeye başlayınca kendini tutamamıştı ve kahkalara o da eşlik etmişti. | |
| | | Tatyana Johnson Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 569 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12412 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 23/11/07
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Perş. 28 Ağus. 2008, 23:08 | |
| Lily’nin ‘’Yapmam gereken işler var, birde akşama hazırlanmam gereken bir balo’’ sözleriyle Tatyana tamamen aklından çıkmış olan baloyu hatırladı. Öğrencilerin büyük bir heves ile hazırlandığı, dünyanın her yerinden gelen büyücüler ile yapılacak olan bu baloya herkes günlerdir hazırlanıyordu. Koridorda geçerken, öğrencilerin oluşturduğu gruplardan duyduğu tek şey bu *baloydu.* Balo için kendisini oldukça isteksiz hissediyordu. Gidip, hazırlanmak ona zor geliyordu. Tam tersine istediği eğlenmek değil, yorgun olan bedenini dinlendirebilmekti. Bir ara katılmamayı bile düşünmüştü. Ama okulun son günlerinde yapılan bu organizasyona katılmamak kötü olurdu. Zaten Bayan Derwent özellikle bütün profesörleri görmek istediğini belirtmişti. Kendisine bu kadar saygı duyduğu birinin söylediklerini kulak ardı edemezdi. Nitekim de etmeyerek; kostümünü almıştı. İş hazırlanmaya kalıyordu bir tek. Yavaşça yerinden kalktı ve bu eşsiz manzarayı ardında bırakarak, şatoya doğru yürümeye başladı. Aradan geçen zaman zarfında şato oldukça kalabalık gözükmüştü gözüne. Daha şimdiden giyinip, ortalıkta dolaşan öğrenciler gözüne çarpıyordu. Bu durum ona oldukça komik gelse de, öğrencilerin heyecanını yinede anlayabiliyordu. Balo için heveslenmemiş olması başkalarını ilgilendirmezdi sonuçta. Lily bile ne kadar istekli hazırlanıyordu balo için. Ne de olsa bu balo onun için yeni haberler demekti. Aynı zamanda başka ülkelerden büyücülerin gelmesi de Lily’nin gelecek postası için iyi haberler bulması anlamına geliyordu. Kalabalık grupların içerisinden zorla sıyrılarak, odasına gelebildi. Aslında bugünü tamamen odasında dinlenerek geçirmeyi planlamıştı fakat her zaman ki gibi Lily, planlarını alt üst etmişti. Odasına geldiğinde neredeyse akşam olmak üzereydi. Sabah bıraktığı gibi her şey aynıydı. Yaşamdaki her şey hızla değişirken, bazı şeylerin aynı kalması güzel geliyordu ona.
Sabah yaptığı gibi pencere kenarına gitti ve önündeki sallanan sandalyeye, yorgun olan bedenini bıraktı. Bu köşe odasındaki en sevdiği yerdi. Güneş yavaş yavaş batıyordu. Akşamın kendine has olan kızıl rengi ortalığı kaplamıştı. Batmakta olan güneşin, zayıf ışınları Hogwarts’ın bahçesini ve göl kenarını aydınlatıyordu. Arazide her renkte bulunan ağaçların üzerinde, zarif ışık oyunları yapıyordu. Gölün durgun ve mavi suları ise, artık akşamın kızıllığında ışığın geliş açısın göre farklı renklerde gözüküyordu. Tatyana gözlerini bu manzaradan alamazken, açık pencereden yüzüne vuran tatlı esinti uykusunu getirmişti. Gözleri yavaş yavaş kapanıyordu fakat uyamasına imkan yoktu. Kolundaki gümüş saate baktığında; biraz daha oturursa baloya hiç gidemeyeceğini fark etti. Sallanan tahta sandalyeden kalkarak, banyoya doğru ilerledi. Ilık bir duş uykusunu ancak açabilirdi. Nitekim de banyodan çıktığında kendisini çok daha dinç ve iyi hissediyordu. Gardırobuna yönelerek, dün akşam eline ulaşan kostümünü aldı. Geldiğinde açıp baktıktan sonra tekrar pakete geri koymuştu. Süslü paketin düğümlerini yavaşça açtı ve elbise tüm güzelliği ile ortaya çıktı. İpek kumaşın yumuşaklığı çok güzeldi. Dikkatli bir şekilde elbiseyi giydikten sonra sıra makyajına ve saçlarına gelmişti. Melek kostümü giydiği için; makyajını hafif yapmayı düşünmüştü. Çok amaçlı , sihirli makyaj setini sandığından çıkararak, tuvalet aynasının önünde ki alçak pufa oturdu. İlk olarak gözlerinin etrafındaki mor halkaları ve yüzünün solgunluğunu gidermek için, tenine uygun renkteki pudrayı sürdü. Sihirli pudra hemen etkisini göstermiş, yüzü hem pürüzsüz hem de doğal bir görünüm kazanmıştı. Gözlerine açık renkteki farları ve kalemi sürdükten sonra, uçuk renkteki rujunu da sürdüğünde makyajı bitmişti.
Sıra en çok nasıl olacağını merak ettiği saçlarına gelmişti. Kafasında oluşturduğu saç modelinin ona yakışıp, yakışmayacağını bilmiyordu. Açıkçası bu modelle risk alıyordu fakat hayatta denemeden de hiç bir şey olmuyordu. Tuvalet masasının üzerinde ki asasını aldı ve gerekli sözcükleri söylemeye başladı. O sözleri söylerken, saçları şekilden şekle giriyordu. En sonunda istediği şekle gelmişti. Omuzlarının biraz üzerinde, önleri kırkmalı ve oldukça uçuk sarı bir saçı olmuştu. Tabii ki de bu saç kalıcı değildi. Sadece melek kostümü için daha masum olması gerektiğini düşünmüş ve böyle bir renk seçmişti. Balodan sonra saçlarını eski haline döndürecekti. Tuvalet masasından kalkarak, gardırobun yan tarafındaki boy aynasından kendisine baktı. Son günlerde ki sıkıntıları nedeni ile zayıflamıştı. Fakat bunun belirtilerini yüzünde ki makyajla tamamen kamufle edebilmişti. Elbisesi; ince askılı beline kadar dar, belinden sonra daha bol bir şekilde yerlere kadar uzanıyordu. Gelişigüzel serpiştirilmiş swarovski taşları, ışık üzerine vurduğunda güneşin yedi rengini yansıtabiliyordu. Boynuna taktığı taşlı kolyesi, göğsünün biraz aşağısında son buluyordu. Şu anda üzerinde taşıdığı elbise annesinin seçimiydi. Johnson köşküne gittiği bir zaman da annesini ısrarlarına dayanamayarak, kostüm almaya gitmişlerdi. Tatyana’ya kalsa böyle bir şeyi almayı aklından bile geçirmiyordu. Fakat; şimdi aynada kendisine baktığında annesinin doğru bir seçim yaptığını görebiliyordu. Sıra en son melek olduğunu belli edecek, kanatlara gelmişti. Yatağının üzerinde bulunan beyaz tüylü kanatları, elbisesinin arkasına takmaya çalıştı. Biraz zorlansa da başarılı olabilmişti. Son olarak ayağına, ince topuklu beyaz ayakkabılarını giydi.Bu sayede daha rahat yürüyebilecekti.
Odasından çıktı ve kalabalık koridorda ilerlemeye çalıştı. Gitme vakti nerdeyse gelmek üzere olduğu için; tüm öğrenciler koridorlardaydı. Tatyana bir yandan yürürken bir yandan da kostümleri incelemeye çalışıyordu. Rengarenk, farklı çeşitte ki kostümler göz alıcıydı gerçekten de. Tatyana bu gece, balonun bulunduğu alanı düşünemiyordu. Büyük Salon’un kapısına geldiğinde; amcasının onu beklediğini gördü. Şaşırmış ve aynı zamanda beğendiğini belli eden bir bakış ile Tatyana’yı süzdü. ‘’Ne kadar güzel olmuş benim yeğenim’’ diyerek de düşüncelerini dile getirdi. Tatyana amcasına teşekkür ettikten sonra; birlikte bahçeye çıktılar. Gökyüzü bol yıldızlı bir geceye tanıklık ediyordu bugün. Yıldızların her biri göz kırparcasına, yanıp sönüyorlardı. Hava ise; tâbir etmek gerekirse eğer şurup gibiydi. Biraz sonra Bayan Derwent’in söylediklerini işitti. Sanırım gitme vakti gelmişti. Gruplar halinde Hogwarts’dan çıkan öğrenciler, arazide ki testrallere binmeye başlamışlardı. Tüm öğrencilerin yerleşmesi ile birlikte, profesörlerde testrallere bindi. Tatyana daha önce hiç kimsenin ölümünü görmediği için testralleri göremiyordu. Aslında bu durumdan şikâyetçi de değildi. Amcasının yardımları ile, uzun eteğini toplayarak testrale bindi ve gökyüzündeki uçuş başladı. Kısa bir zaman sonra yere indiklerini belli eden, testrallerin toynak sesleri duyuldu. Hogwarts’ta ki gibi sıralar halinde; içeriye girmeye başladılar. Tatyana biletini vererek kapıdan girdiğinde; gözlerine inanamadı. Çok büyük bir alan düzenlenmesi olmuştu. Büyük bir alan; sadece dans için ayrılmıştı. Köşedeki beyaz masaların üzeri ise, her çeşitten yiyecekler ile dolmuşa benziyordu. Yemek kokularının duyulmamasını sağlayan çiçekler, ortama hoş bir görüntü vermişti. Havada asılı duran çeşitli ışıklandırmalar gelenlerin dikkatini çekiyordu. Ortalık bayram yeri gibiydi daha şimdiden. Kalabalık insan kümeleri; masaların başında, dans pistinde, yada bir köşede toplanmıştı. Tatyana bir süre amcasının kolunda, bulundukları ortamı izlerken; amcası yavaşça gördüğü bir gruba doğru yürümeye başlamıştı.
Gruptaki kişiler; hemen hemen amcasının yaşlarındaydılar. İçlerinde yoldaşlıktan tanıdıkları da vardı. Çoğunluğunun bakanlıkta görevli olduğu izlenimine kapıldı Tatyana. Orada ki ciddi giyim tarzlarını bozmamış gibiydiler. İçlerinde kostümlü sadece iki kişi vardı. Onlarda kostüm konusunu fazla abartmamışlardı zaten. Tatyana kendisine yöneltilen, birkaç soruyu cevapladıktan sonra; amcasının kulağına doğru eğilerek, Vanessa ile buluşacağını söyledi. Daha sonra amcası ile görüşmek üzere yanından ayrıldı. Bu kalabalıkta Vanessa’yı nasıl bulacağını hiç bilmiyordu! Üstelik birbirine benzer kostümler giyenlerde vardı. İşin kötü yanı kimse kostümlerle, eski haline benzemiyordu. Fakat; şansı bu safer yaver gitmişti. Bir anda karşısında Vanessa’yı gördüğünde rahat bir nefes aldı. Yinede fazla aramamıştı. ‘’Selam. Bu kalabalıkta seni bulabildiğime inanamıyorum’’ dedi gülümseyerek. Vanessa’nın teklifi üzerine, boş bir köşeye doğru ilerlediler. Tatyana yanlarından geçen garsonu durdurarak, taşıdığı tepsiden iki tane ateş viskisi aldı ve Vanessa’ya uzattı. ‘’Neye içiyoruz’’ diye soran Vanessaya anlamlı bir gülüş ile ‘’ Bu gece sana vereceğim habere’’ dedi. Vanessa’nın şaşkın bakışlarına aldırmadan, kadehini onunki ile tokuşturdu ve ateş viskisinden bir yudum aldı. | |
| | | Leonore Joanna Légende Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 20 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11952 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 12/07/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Cuma 29 Ağus. 2008, 02:26 | |
| Hogwarts’ ta kadroya alındığı günden beri etekleri zil çalıyordu. Verdiği her dans dersinde yaşadığı yerin kokusunu içine defalarca çekiyor her anı belleğine silinmemek üzere kazıyordu. Okul müdüresi Cecile’ in onu dans dersleri vermek üzere Hogwarts’ a çağıran mektubu ile olduğu yerde havalara sıçramış ve öğrenciliği aklına gelmişti. Okula gitmeden önce topladığı valizi ve eşyalarıyla boş kalan eve baktığında içinde en ufak bir burukluk yoktu. Tek hissettiği heyecan ve sabırsızlıktı. İlk senesi ders bakımından biraz acemice geçse de, gelecek yılın çok daha iyi olmasını planlıyordu. Herkes ile ayrı ayrı ilgilenebileceği programlar hazırlayacak ve hatta özel derslere odaklanacaktı. İçinde durmak bilmeyen bir fikir dalgası dönüp duruyordu. Kafasını dolaşırken yoğun gri bir sise dönüşüyor ve kararlarının değişkenliğini simgeliyordu, midesinde heyecan verici var oluşlarıyla kanını hızlandıran kelebeklere… İçindeki heyecan sanki gözlerine bakıldığında uzun bir koridorun sonundaki ışık kadar umut vericiydi.
Sabah güneşin bütün mikropları yok edecek şekilde odasına dolmasıyla gözlerini açtığında bunları düşünüyordu. Yattığı yerde yavaş yavaş kaslarını ısıtmaya başlamıştı. Sürekli hareket eden vücudu uykuyu reddeder gibi enerji fışkırıyor ve altı saatten fazla uyuya kaldığında kendini koyveriyordu isyan eder gibi. Sürekli dans etmek için kurulmuş bir bebek gibiydi küçüklüğünden beri. Yaşam enerjisini hareketlerine aktarıyor ve insanları kıvraklığıyla büyülüyordu. İltifatlar duymaya alışkın olduğundan alçakgönüllü bir yapıya sahip olmuştu büyüdükçe. Egosunu hiçbir zaman kendini beğenmişliğin sınırından geçirmemişti. Gülümsemesine yayılan bu olgun tavrı herkes tarafından beğenilirdi. Kim olduğunun gayet farkında biri olmak ona yaşamak için daha fazla sebep sağlıyordu. Keyifle gerinirken kafasını çevirip başucunda duran saatine baktı. Saate bakar bakmaz büyüyen gözleri ile yataktan fırladı. Ayaklarına dolanan ince pike ile yalpalayan genç kadın tecrübesiz bir sevgilinin ilk buluşmasına hazırlanır gibiydi. Heyecanlı, meraklı, endişeli ve mutluydu.
Yürürken sağa sola çarpsa da aldırmayıp hemen elini yüzünü yıkadı. Yüzüne hızla çarptığı su sağa sola sıçrayıp yerleri ıslatıyordu. Hızla odaya geri dönmek isterken ıslattığı yere basıp kayması bir oldu. Oldukça hareketli ve vahşi bir dans gösterisinin ortasında gibi bacakları iki yana yüz seksen derece açıldığında ise kaslarını çok fazla ısıtamadığından derin bir ‘’ Ah! ‘’ çekti. Neyse ki vücudu böyle ani hareketlere alışkındı. Kondisyonsuz vücuda sahip biri büyük olasılık yerden kalkamaz ya da saatlerce acı çekerdi. Ellerinin ayaları üzerine yüklenip bacaklarını düzeltti ve tekrar ayağa kalktı. Yavaş hareket etmeye karar vermek için yeterince kaza yaşamıştı kalkar kalkmaz. Odaya yönelen adımlarını yavaşlattı ve tedirgin bir biçimde banyodan çıktı. Günler öncesinden seçmiş olduğu kıyafeti kendisi dikmişti. Oldukça çekici bir kompozisyon olduğu kesindi. Uzun zamandır ayağına geçirmediği bale ayakkabılarını giydi. Puanta kalktığı zamanlarda on iki yaşındaydı ve bu oldukça iyi bir yaştı. Öğretmenleri onun gelecekte ünlü bir balerin olacağını söylerken yeni yeni temelleri atılan modern dans Leonore’ u kendine çekmişti. Çoğu zaman bacaklarını bale egzersizlerindeki gibi esnetse ve bu sanatın yararlarından faydalansa da uzun süredir bir solo ya da koro görevinde bulunmamıştı.
Kafasını meşgul etmeye devam ederse geç kalacağını düşünüp tastrallerin çektiği arabalara binmek için aceleyle giyindi. Saçlarını omuzlarına bir nehir gibi akıtıp muazzam bir makyajla güzelliğini tamamladı. Kısa bir parfüm banyosundan sonra aynada kendisine bakmaya başladı. Bacağını başına doğru kaldırıp birkaç hareket denedi. Bu kıyafetle hareketlerinin biraz kısıtlanacağını biliyordu. Çekici olmak adına birkaç ayrıntıyı değiştirmişti. Yaptığından oldukça memnun bir şekilde asasını ve saten tozpembe pelerinini aldı. Pelerini boynundaki aynı renk kurdele ile üzerine boyundan sabitledi. Meleksi bir şeytana benziyordu adeta. Pembeler içinde tuzakları barındırıyordu. Senaryolar kafasında zevkle türerken kapattığı kapısına bir büyü ile garanti sağladı. Dans hocasının odasından merak edilecek bir şey olmasa da tedbiri elden bırakamazdı. Yolunu kaybeden çok fazla genç öğrenci oluyordu. Bu mazeretleriydi tabi… Kapıya yaptığı büyüden sonra asasını tekrardan pelerinin içindeki gizli cebe yerleştirdi. Pelerini havalanırken merdivenlere rüzgarla bırakılan çiçek tozları gibi parfümünü yayıyordu. Her geçtiği yerde çiçekler açar gibiydi ardından. O kadar mutlu hissediyordu ki; ilk defa Hogwarts ile beraber büyük bir organizasyona katılacaktı. Profesörlerin pek çoğuyla sohbet etme fırsatını kaçırdığından şimdi pek çok şeyi telafi edebilecekti.. Adımları bahçeye vardığında birkaç öğrencinin kendisiyle ilgili şaşkın ve övgü dolu fısıldaşmalarını duydu. Bazıları ise abarttığını söylüyordu. Müdürenin herkesi bir araya toplamaktaki gayretine saygı duyarak o da bir arabaya atladı, tabi beraberinde birkaç öğrenciyi de uyarıp yanına alarak. Herkes hazır olduğunda yanlarından geçen hayaletlerin neşeli yol arkadaşlığı ile beraber yola çıkmışlardı.
Eğlenceli sohbetler ve gelecek yıla dair sorularla geçen yolculuk sona erdiğinde rüya mekanın girişindeydiler. Görebildiği her yerde değişik kostümler ve alabildiğine uzanan masalar vardı. Yemekler, içecekler, süslemeler, müzik, her şey o kadar organizeydi ki… Halkıyla buluşan bir kraliçe edası ile biletini alıp sıradan ayrıldığında ve içeri attığı ilk adımda gülümsemesini daha fazla engelleyemedi. O kadar heyecanlıydı ki her şey… Yüzündeki gevrek gülücükle eğlenmeye hazır olan Leonore ilerde konuşmakta olan birkaç Hogwarts profesörünün yanına doğru ilerlerken yanından geçen garsondan bir ateş viskisi alıvermişti bile. | |
| | | Christian Dayrnt Black Britanya ve İrlanda Qudditch Karargahı Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1281 Yaş : 29 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12310 Ekspresso Puanı : 4 Kayıt tarihi : 28/01/08
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Cuma 29 Ağus. 2008, 12:14 | |
| Nedense birden Dayrnt'ın morali bozuldu. Gece bitemezdi. Bitmemeliydi. Belki bir daha hiçbir zaman böyle olamayacaklardı. Kim bilebilirdi ki? Sadece aşkları bu güne özledi. Bunu öğrenmenin bir yolu yoktu ki. Dayrnt'da seviyordu, Alessia'da. Fakat ya bir olay olurda bu durum iyi yerine kötüye gidecek olursa... Dayrnt ne yapabilirdi ki. Bu düşünceler onu yiyip bitirmeye başlamıştı bile. Bunları unutmak onun için uzun zaman almıştı. Kendine geldiğinde ise tekrar gözlerini Alessia'da buldu. Şimdi içi rahatlamış ve huzur bulmuştu. Fakat Alessia şokta gibiydi. Dayrnt etrafına bakınmasına rağmen bir şey göremedi. ' Her halde birine gözü takıldı. Rahat bırakayım da bari çabucak sıkılmazın! ' diye geçirdi aklından ve geriye doğru yaslanarak müziği dinlemeye başladı. Bir yurum içkiden aldı. ' Olamaz! ' diye geçirdi içinden ' Ateş Viskisi beni hep çarpmıştır. ' dedi kendi kendine. Kafasını salladı ve Alessia'ya tekrar baktı. Neye şok olmuştu ki böyle? Bir yere kilitlenip kala kalmıştı. Dayrnt tekrar etrafına bakındı ve meraktan çatlamak üzere olan br vaziyette:
"Bu ilgini çeken şey de ne böyle aşkım? Yoksa birni mi gördün?" diye sordu nazik nazik. Alessia'dan hala bir tepki gelmemişti. Anlaşılan birini görmüştü. Dayrnt'ın aklına ilk gelen isim Janice olmuştu. Bir anda Dayrnt'da şok oldu. Sinsi sinsi etrafına bakındı fakat ona benzer kimseyi göremedi. Sonra ayağa kalktı ve Alessia'nın arkasına geçti. Ellerini omuzlarına koydu ve bir yandan masaj yaparken bir yandan da nereye baktığını fark etmeye çalışıyordu. Evet, şimdi görmüştü. Bu denli dikkatle baktığı kişi Marvielle'dı. Dayrnt Alessia'nın kulağına eğildi ve:
"İstersen ben bir süre yalnız oyalana bilirim. Sende bu arada kardeşinle konuşursun. Hı, nasıl olur?" dedi ve gülümsiyerek Alessia'nın yanından uzaklaşmaya başladı. Ağır adımlarla bara yaklaşmaya başladı. Bir yandan tanıdıklarına selam veriyor, bir yandan da Alessia'nın masadan kalkmasını bekliyordu. Alessia'dan bir kıpırtı olmamasına rağmen son anda onun masadan kalktığını gördü. Fakat kardeşinin yanına gittiği ne malumdu? Belki lavaboya gidiyordu, belki bir içki daha alacaktı. Dayrnt görmeye çabalasada kalabalıktan bir şey göremedi ve barın taburelerinden birine çöktü. Şimdi biraz daha sakindi fakat sevgilisinin ikiziyle iyi geçinme isteği kafasını yiyip bitiriyordu. Bir Ateş Viskisi söyledi ve gelene kadar etrafına bakındı. Bir şey göremeyince önüne konan viskiden bir yudum aldı ve içi cesaret ve sıcakla dolu verdi. Yavaş yavaş da çakır keyif olmaya başlamıştı aslında!
En son Dayrnt Bill Black tarafından C.tesi 30 Ağus. 2008, 12:35 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Lily Johnson Muggle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 159 Yaş : 33 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12410 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 26/11/07
| Konu: Geri: - Maskeli Balo - Cuma 29 Ağus. 2008, 21:27 | |
| Lily hafif hafif esen rüzgar ile ürperdi. Kaç gündür böyle güzel bir hava yoktu. Lily tüm gün sıcağın altında gezinip durmuş kendini eve nasıl attığını anlayamamıştı.Lily kardeşi Tatyana'nın yanında oturuyordu. Tatyana onu fark etmemiş gibiydi. Yanlarına gelen Vanessa'ya ''Selam.'' dedi. Ama sanki ona bir tuhaf bakıyordu, Lily buna pek aldırmadı çünkü ilk sayıdan bu yana insanların ona tuhaf bakmasına alışmıştı. Bir süre etrafı inceledikten sonra bir anda amcası ile göz göze geldi. Lily amcasından nedense pek hoşlanmıyordu. Çok küçükken bir kere gördüğü söylensede Lily onu hatırlamıyordu. Kaç yıl sonrada ''Ben senin amcanım.'' diye gelen birini hemen amca diye benimseyemezdi. Bir süre onunla göz göze kaldıktan sonra ayağa kalktı ''Neyse kızlar ben yine iş başına. Gelirim tekrar.'' dedi ve içeriye yeni giren Beauxbatons öğrencilerin yanına ilerlemeye başladı. Onu gören bir kız hemen yanına yaklaşarak Lily'i kucakladı. Lily onu bir yerlerden tanıyordu ama nerden olduğunu hatırlayamadı. Kız ''Bayan Johnson Nasılsınız? Ben Gabrielle.'' Dedi kelimeleri yuvarlayarak konuşsada Lily onun ne dediğini anlıyordu. Lily kızı hatırladı bu kız Lily'nin fotoğraf çekmesine yardımcı olmuştu. Lily ''İyiyim tatlım sen nasılsın?'' dedi. Bu sırada yanlarına gelen çocuk Lily'e kötücül bir bakış attı ve Gabrieele'yi kolundan tutarak sürüklercesine yanından ayrıldı. Lily ne olduğunu anlayamamıştı. Bir süre sonra çocuğun Quidditch takımının yanına gittiğini görünce kötü bir anı gözlerinde canlandı;
Tepeye süpürge ile uçan öğrencileri görüntülemek için çıkmıştı. Bu çocuk ona poz vericekti ama süpürgenin tepesinde tapa taklak olması gerekiyordu. Çocuğa bunu anlattığında ''Bayan Johnson benim o şekilde uçmam için çok hızlanmam lazım.'' demişti. Lily bunu kabul etmemiş biraz yavaş uçması için ısar etmişti. Çocuk bir süre uçtuktan sonra kafa üstü yere uçmuş iki gün kendine gelememişti.
Lily anıyı hatırlar hatırlamaz kahkahasına engel olamadı. Kız ona gülümseyerek el salladı. Lily de ona sallarken ''Hogwarts öğrencilerini boğmak istiyorum.'' diye düşünmeden edemedi. Hogwarts öğrencileri değil poz vermek Selam bile vermiyorlardı. Düşüncelerinden sıyrılıp Beauxbatons öğrencilerin yanına ilerledi ve büyüleyici derecedeki güzelliklerini resmetti. Bir yandanda etrafı inceliyor ve yeni bir aşk arıyrdu. Ama profesörlerin hepsi uslu uslu bir köşede oturuyor ve yerlerinden kıpırdamıyordu. Bir anda dans pistinin ortasında devasa boyutta bir cisim gördü bu Hagrid değildi. Hemen etrafı aramaya koyuldu. Tam tersi yönde piste yürüyen Hagrid'i gördü, Hagrid kadının elini tuttu ve nazikçe öptü. Lily kendine hakim olamadı ve onların resimlerini çekti bir yandanda ''Kusura bakma Hagri ne kadar istemesende manşetlerdesin.'' diye düşündü. Tam bu sorada omzuna dokunan bir el ile irkilmişti. Bu yine bir garsondu ''Off yalan söylemekten bıktım.'' diye düşündü ve adam daha ağzını açmadan ''Kendim için çekiyorum.'' dedi. Adam ''Lily Johnson lütfen komik olmayın sizin kim olduğunuzu biliyorum.'' dedi. Lily elini cüzdanına daldırdı ve bir avuç parayı cebine attı. ''Bir sorun mu var?'' dedi. Adam parayı geri vererek ''Lütfen fotoğraf makinasını ortadan kaldırın.'' dedi. Lily ''Tamam.'' dedi ve yan tarafta bir masaya kuruldu. Çantasını masanın üzerine koydu ve tam içerisine fotoğraf makinasını sığdırmaya çalışıyordu ki karşısında pişkin sırıtan birinin oturduğunu gördü. Adam suratına tuhaf tuhaf bakıyordu, Lily ''Ay çok üzgünüm sizi farketmedim. Gidiyorum.'' dedi adam ''Yo yo önemli değil.Adım Charlie'' dedi. Lily adamı incelemeye başladı takım elbise giymiş düzgün biriydi yüzüne maske takmıştı. Lily elini uzatarak ''Lily Johnson. Nasılsınız'' dedi. Adam ağzını kocaman açarak ''İyiyim teşekkü ederim son sayınızı çok beğendiğimi söylemeden geçemeyeceğim.Siz nasılsınız?'' dedi. Lily yanaklarının fena halde kızardığını hissetti etrafa bakındı ama kardeşini göremedi. ''Bende iyiyim işte bir kaç haber yakalamaya çalışıyordum ama yakalandım.Bu arada beğendiğinize sevindim.'' dedi. Charlie ''Bu sefer rüşvet ve duygu sömürüsü işe yaramadı mı?'' dedi ve daha sonra kızardı. Lily gözlerini kocaman açarak ''Siz nerden biliyorsunuz?'' dedi. Charlie ''Üzgünüm balonun kapısının önüne adımınızı attığınızdan beri sizi izliyordum.'' dedi. Lily ''Ne? Ne demek oluyor bu?'' dedi. Charlie ''Şey çok üzgünüm size bilirsiniz işte ilk görüşte aşık oldum. Şey bir kaç kere sihir bakanlığında karşılaşmıştık ama ne yaptıysam sizin dikkatinizi çekemedim.'' dedi. Lily duyduklarının şokuyla ayağa kalktı ve ''İyi akşamlar.'' dedi tam arkasını dönmüş gidiyordu ki geri dönerek ''Daha sonra görüşürüz.'' dedi.Kalktığı gibi hızlı adımlarla kardeşinin yanına yürüdü, Tatyana hala Vanessa ile konuşuyordu. Lily onu dirseği ile dürttü ve ''Sana acilen bir şey anlatmam lazım.'' dedi.
Out;Charlie npc karakter. | |
| | | | - Maskeli Balo - | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |