|
| Sihir Bakanlığı Başvuruları | |
|
+30Lassyné Velasquez Requiem Elensar Amy Loraina Darcy Eurydice Black Melanie Essence Karle Algrenon L'angley Gloria Alexis Aritza Malcolm Damian Caldwell Nicholas Ryan Scofield Julia Mia Montgomery Adaliné Lléw Meijer Elianne Beatrice Widmore Elizabéth Adrianna Malfoy Célia Ellen F. Reeser Mike Jasper Montgomery Felicia Trinette Garcia Andrea Rachel McBrayn Euphoria Szôlôssy Enric Sandro Valério Roger Crowley Charlotte Alice Russell Cassidy van Brandt Christian Guite Frances Sibi Chapman William Julian O'Neil Aléida Emilié Widmore Sylvia Lucretia Worthing Asya Su Kazancı Symphonie Iréne Bright Amortentia Cécile Derwent 34 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13568 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 17:49 | |
| Sihir Bakanlığı başvurularını bu başlık altından gerçekleştirebilirsiniz. Üyesi olmak istediğiniz partiler için başvuru formları daha sonra açılacaktır. Boş daireleri seçmeye özen gösteriniz, dairede bir başkan ve bir çalışan olduğu ve başka bir dairenin boş olması durumunda dolu daireye yaptığınız başvuru geçersiz sayılacaktır.
Başvuru formunda; karakterinizin ismi ve soyismi, yaşı ve kendi yaptığınız bir örnek rp olmak zorundadır.
Sihir Bakanı - Başvuruyla değil, seçimle alınacaktır! Bakanlık Müsteşarı - Blanche Inés Dixie Sihir Bakanı Asistanı - Bakan seçildikten sonra alım yapılacaktır, lütfen başvurmayınız.
Seherbaz Karargahı Başkanı - Adolf Deryck Diederich D O L U ! Çalışan - John Stewen Peterson + Charles Ernest Bright + Stefania Valérie Bécaud + Asya Su Kazancı + Frances Sibi Chapman + Lassyné Velasquez
Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi Başkanı - Symphonie Iréne Clyde Quelline Iris Adlyn + James Damian Caldwell Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bürosu Başkanı - Büyüceşura İdari Hizmetleri Başkanı - Johnny Amoux Malfoy (Çalışanlar: Nicholas Ryan Scofield)
Esrar Dairesi Başkanı - William Kunz C. Engelbert D O L U ! Roxanne Elena Miller Charlotte J. Iris Adlyn
Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı - Charlotte Alice Russell Uluslararası Sihirsel Ticaret Standartları Kurulu Başkanı - Eryx Yannis Roubanis Çalışan: Gloria Alexis Aritza Uluslararası Sihirsel Hukuk Bürosu Başkanı - Aléida Emilie Widmore Çalışan - Lisa Gaunt Uluslararası Büyücüler Konfederasyonu Britanya Kürsüsü Başkanı - Darwin Charles Lynch
Büyü Yasaları Dairesi Sihirli Kanun Yürütme Timi Başkanı - Cosette Nuit Lavonne [Çalışan: Naerwéna Pansy Swéslent] Deneysel Büyüler Bürosu Başkanı - Mistéra Rosary Lefévre
Sihirli Ulaşım Dairesi Başkanı - Leila Rachel McBrayn Uçuç Şebekesi Başkanı - Withélmina Olympé Charpy Süpürge Denetim İdaresi Başkanı - Béatrice Nessie Campell Anahtar Bürosu Başkanı Cisimlenme Sınav Merkezi Başkanı - Julie Ella Roubanis
Sihirli Oyunlar ve Sporlar Dairesi Başkanı - Lily L. Black Britanya ve İrlanda Quidditch Karargahı Başkanı - Dayrnt Bill Black Resmi Tükürenbilye Kulübü Başkanı - Saçmasapan Patentler Bürosu Başkanı - Felicia Ashley Garcia
Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Denetimi Dairesi Başkanı - Elianne Beatrice Widmore Zararlılar Danışma Bürosu Başkanı - Cincüce İrtibat Bürosu Başkanı - Algrenon L'angley Canavar, Varlık ve Ruh Bölümleri Başkanı - Christian Guite
Sihirli Kazalar ve Felaketler Dairesi Başkanı - Mattéo Bernand B. Black Büyü Kazalarını Düzeltme Ekibi Başkanı - Enric Sandro Valério Unutturucu Karargahı Başkanı - Bellatrix Black Muggle'ları İkna Edici Mazeretler Komitesi Başkanı - Amy Loraina Darcy
Evlendirme Dairesi Başkanı
Danışma Görevlisi
En son Amortentia Cécile Derwent tarafından Salı 19 Mayıs 2009, 23:57 tarihinde değiştirildi, toplamda 9 kere değiştirildi | |
| | | Symphonie Iréne Bright Ölüm Yiyen
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 367 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 11704 Ekspresso Puanı : 20 Kayıt tarihi : 29/12/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 17:57 | |
| * Symphonie Iréne Clyde * 25 * Muggle'ları İkna Edici Mazeretler Komitesi Başkanı - Spoiler:
Knockturn her zamanki gibi ıssız ve sakindi. Onun bu ıssızlığının gölgesine sinmiş olan tehlike büyücü ve cadıları bir girdapmışçasına içine çekmek için saniyeleri kovalıyordu. Bu içinden çıkılamaz güç birbiri ardına bölünüp çoğalırken Symph’i ele geçirmesi an meselesi olan kişiler bu gölgenin ardına saklanıp zamanı bekliyordu. Hogwarts’ın açılmasına neredeyse üç hafta kalmıştı. Öğrencilerin birçoğu Diagon’da alışveriş keyfini sürüyorlardı. Symph Diagon’a pek gitmezdi aslında. Lazım olduğu zamanlarda –ki genellikle aradıklarının hepsi Knocturn’da vardı, bazı istisnalar dışında- uğradığı taşlı yoldan nefret ediyordu. Hala kendine kızgındı, evinden çıkmasa daha iyi olurdu ama mecburen çıkmak zorundaydı. Yazın ortalarında bir barda tanıştıkları ve içkiyi fazla kaçırmaları yüzünden kendilerine ve duygularına hakim olamamaları Symph’in açısından oldukça kötü bir sonuç yaratmıştı. Bir şey söyleyemeden Mattéo’nun çekip gidişi, Ernest’a hamile olduğu söylediğinde kendini son derece kötü hissedişi ve dahası… Sonuç olarak Miss Clyde’ın başı son derece dertteydi…
Kuytu bir köşeden geçerken adımlarını hızlı atmaya özen gösterdi. Bu haliyle başına bir şey gelse onu ne gören ne duyan olurdu. Zaten son derece sinirliydi, o durumda birini öldürmesi an meselesiydi. Azkaban’a mahkûm edilmek gibi bir lüksü olmadığından daha temkinli davranmalıydı. Zaten onun bir Ölüm Yiyen olduğu öğrenilirse Hogwarts’a elveda demek zorunda kalabilirdi. Bu yüzden asla kısa kollu giyecekler giymez ve bileğindeki karanlık işareti sürekli gizlerdi. O gün için giydiği uzun kollu ve siyah cüppe yerleri süpürerek genç cadıyı takip ediyordu. Bir kuş yuvalanmış izlenimi bırakan dağınık saçları pürüzsüz ve bir ölününki kadar beyaz cildiyle belli bir ahenk oluşturuyordu. Soluk mavi gözleri bütün giydiklerinin ve cildinin aksine o gün hiç olmadığı kadar çok ışıldıyordu…
Knockturn yollarını kesinlikle unutmuş olmalıydı, biri görse onun kaybolduğunu düşünebilirdi ki zaten kaybolmuştu da. Çıkmaz bir sokağa girdiğini fark edip arkasını döndü, ama sokaktan o kadar çabuk çıkabileceğini artık düşünmüyordu. Hatta çıkabilme ihtimali yok gibiydi çünkü karşısında kendisinden son derece nefret eden üvey teyzesi duruyordu ve Symph’in asasını çevik bir hareketle ele geçirmişti. İşte şimdi gerçekten mahvolmuştu…
Kadın o garip Yunan aksanıyla konuşmaya başladığında tüyleri diken diken oldu. Diğerlerinin ne dediğini anlaması imkânsızdı, tabi ortalıkta bir Yunan yoksa… Son beş yıldır yaşamadığı bir olay içindeydi ve başından beri gölgenin ardına saklanmış olan şeytani ruh şimdi harekete geçmişti. Son derece savunmasızdı ve yapacağı hiçbir şey yoktu, ölmekten başka… Kadının çevik biri olduğunu herkesten daha iyi biliyordu ve bir anda yediği Crucio ile yere yığıldı. Her yerine saplanan bıçak misali acılar katlanılmazdı. Çaresizlik ve acıyla haykırırken düşmenin şiddetiyle ölen bebek bir anda kanamanın başlamasına ve Symph’in içten içe zehirlenmesine neden oluyordu. Öyle veya böyle şuan tek düşündüğü ölümün tatlı sakinliğiydi. Beyninden parmak ucuna dek baş gösteren acı onu yavaş yavaş yok ediyor gibiydi…
İlkinin etkisinin geçtiğini hissedemeden yediği ikinci lanet ölüm için yalvarmasına neden oluyordu. Uzun tırnaklarını kaba taşa geçirmeye çalışırken acıyla bağırıyordu. Acının dayanılmazlığı karşısında yırttığı cüppesinin kolu tamamen açılmış ve onun bir Ölüm Yiyen olduğu bariz bir şekilde ortaya çıkmıştı. Damarlarındaki kan akışı hızlanırken lanetin yarattığı etkiyle elleri kaskatı kesildi, tıpkı tüm vücudunda olduğu gibi… Yutkunmak, nefes almak bile haram hale gelmişti artık, ölmek kadar güzeli olamazdı herhalde. Tatlı bir sendeleyiş mi yoksa büyünün bir anda kesilişimiydi artık canını acıtmayı bırakan kesinlikle emin değildi. Acıyla kaskatı olmuş bedeni ayak sesleriyle beraber kan gölüne gömülürken sonuna dek açılmış bileği onun bir Ölüm Yiyen olduğunu ve artık ölüyor olduğunun kesin kanıtıydı. Hissizleşen vücudu hala etkisini çok az da olsa sürdüren büyüyle irkilirken iki kütük veya kol tarafından kavranmış ve hızla hareket ettiriliyordu ama Symph’in ölmesi kaçınılmaz bir gerçekti…
| |
| | | Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13568 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 17:59 | |
| Başvurunuz kabul edilmiştir, rütbeniz veriliyor. | |
| | | Asya Su Kazancı Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 201 Yaş : 38 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11570 Ekspresso Puanı : 8 Kayıt tarihi : 15/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 19:30 | |
| | |
| | | Sylvia Lucretia Worthing Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 468 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez Galleon : 11926 Ekspresso Puanı : 12 Kayıt tarihi : 20/09/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 19:33 | |
| * Sylvia Lucretia Worthing * 18 * Seherbaz- Spoiler:
Pencereden giren ışığa umursamaksızın oturduğu yatakta, gözlerini sabit bir noktaya dikmiş, o ahmak çocuğun bir önceki gün söylediklerini kafasından atmaya çalışıyordu. Bacaklarını bükmüş karnına yakın bir yerde toplamıştı. Annesi ölmeseydi gerçekten çok güzel olurdu her şey. Ya da olmaz mıydı? Eskisi gibi Muggle yaşamına devam ederlerdi. O zaman Hogwarts’a dönme şansı olmazdı. Will’i bulamazdı. Diğer arkadaşları olmazdı ve babası… Babası Sylvia’yı severdi, yani… Başını iki yana salladı düşünceleri silkelemek istercesine. Tekrar tavana baktığında dolan gözleri akmak için yer arıyordu adeta. Annesini istiyordu. Evet, kesinlikle annesini istiyordu… Gözlerini sımsıkı yumduğunda süzülen yaşlara aldırmadan o ölüm anını getiriyordu aklına. Babası bağırıyordu, annesi duymamıştı bile. Sonra öten sirenler, yaklaşan beyaz araç, koşuşturan doktorlar… Bacaklarını salıp kendini yatağa serdiğinde süzülen gözyaşlarını temizledi eliyle. Her şey üst üste geliyordu. Will’in ısırıldığını duymuştu ama Hastane Kanadı’na gitmeye cesareti yoktu. Ayrıca ne diyecekti ki? 'Şey Will aslında ben senden feci halde hoşlanıyorum, çok korktum duyanca' mı? Evet, korkmuştu ama… O pek hoşlanmadığı cadı oradaysa sinirleri bozulabilirdi. Zaten Will’in onla çıktığını duyunca epey üzülmüştü, şimdi de onu orada görürse dayanamayabilirdi. Gerçi bir ara ayrıldıkları dedikodusu yayılmıştı ama…
“Hadi ama Sylvia, kendini bu kadar hırpalama.”
Kendini hırpaladığı doğruydu ama gerçekten kötü durumdaydı. Annesi hakkında edilen en küçük lafa bile tahammülü yoktu. Arkadaşının bileğine sarılarak doğruldu yataktan. Sersem gibiydi ama diğer kız onu düzene sokacaktı. Bavuluna yönelip içinden giyeceği birkaç parça eşya aldıktan sonra, büyük aynanın önüne geçip üstündeki pijamaları çıkarttı. Vücuduna yapışan açık mavi gömleği üzerine giyip düğmelerini kapadıktan sonra ayağına bir kot geçirip, aynadan kendine yansıyan dağılmış saçlarına baktı. Sevmiyordu onları. Doğru düzgün şekil veremiyordu da zaten. Arkadaşının yardımıyla çeki düzen verdiği saçlarına son kez bakıp ayakkabılarını giydikten sonra yüzüne eğreti bir gülümseme koyup yatakhaneden dışarı çıktı. Cıvıldayan Ravenclaw öğrencilerinden bazılarına selam verirken Hastane Kanadı’na ilerlemenin verdiği endişe ile dudaklarını kemirmeye başladı. Neşeli kahkahalar atan öğrencileri duydukça daha çok gerileceğinden köhne bir koridoru seçerek ilerlemeye başladı. Buralardan pek geçen olmazdı zaten. Bir tek Peeves ve o iğrenç şakaları dolaşırdı bu koridorda. Köşeyi döndüğünde neredeyse üzerine çıkacak olan büyücüye bakamadan yüzünü ekşitti. Biraz daha dikkatli olması gerekirdi. Dikkatli olması gerektiğiyle ilgili bir şeyler homurdanmaya başladı. Fakat gözlerini açıp karşısında duran gence baktığında az önce düşündüklerini bir kenara bırakıp yüzündeki garipliğe baktı. Sanki farklı bir Will’di o. Yüzünde her zamankinden farklı bir ifade vardı. Endişeliydi. Az önce söylediklerini boğazına tıkabilmek için her şeyi yapabilirdi. Onu ikinci sınıftan beri seviyordu ama söyleyemiyordu, hem o Irina denen kız olmasaydı… Zaten bu düşüncelerini kimseye açmamıştı, kendi kalbine gömebilmek adına ondan uzun bir süre uzak ta durmuştu ama çözüm değildi. Ona gittikçe bağlanıyordu. Kurtadam saldırısını öğrendiğinde ve yaralananlardan birinin Will olduğunu duyduğunda neredeyse oturup ağlayacaktı. Lanetli olduğuna inanıyordu sürekli. Sevdiklerini birer birer elinden alınma tehlikesi yer etmişti bu düşünceyi aklına. Yüzünde büyük bir kesik vardı. Ne olursa olsun her haliyle severdi Sylvia onu. Boğazındaki çizikleri görünce donup kalmıştı. Can vermemek adına boğuşmuş muydu o yaratıkla? Biraz daha bakmaya devam ederse Will yanlış anlayabilirdi. Bu yüzden gözlerini yüzündeki büyük kesikten uzaklaştırıp dev camlara götürdü. Yanlış anlaşılmak istemezdi. Zaten gözlerinin içine baksa Will onun bütün duygularını anlar gibi geliyordu. Bakmamak için biraz daha diretirken sonunda eli mahkûm mavi gözlerini William’ınkilere odakladı.
“Ben… Duyunca çok üzüldüm William, bunu sormak aptallık ama tam olarak nasıl oldu?”
Çocuk anlatırken kendini iyice kaptırmıştı. Belki de sormaması gereken bir soruydu ama o anlatırken dinlemek… Ne kadar aşka inanmam dese de sırılsıklam aşıktı işte. Gözlerini yerden çekip onun gözlerine götürdüğünde yanaklarında hissettiği sıcaklığa ve terleme hissine lanet okumaya başladı. Birazdan da gözleri yanmaya başlardı kesin. Fakat o anda farkında olmadan götürdü eli titreyerek çocuğun yanağına deyiyordu. Sımsıcak avuçlarını bir buz dağını andıran tene değdirdiğinde irkilmişti ilk önce Will’in canını yakma korkusuyla. Sonra o el git gide okşar hale gelirken kendini kaybetmeyi bırakıp yavaşça çekti elini. Yanakları biraz daha kızarırken yaptığı aptallıkları telafi etmek adına bir şeyler gevelemeye başladı. Rezil olmuş gibiydi, üstelik sonrasında ne yapacağı bilmiyordu. Çünkü bu kez gerçekten saçmalamıştı…
| |
| | | Aléida Emilié Widmore
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 638 Yaş : 31 Kan statüsü : Bu da Soru mu? Tabi ki safkan Galleon : 11924 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 11/08/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 19:53 | |
| Aléida Emilie Widmore 28 Uluslararası Sihirsel Hukuk Bürosu Başkanı
- Spoiler:
Defalarca silinmesine rağmen üzeri lekelerle dolu küçük cep aynasıyla yüzünü incelemeye başladı. Sol gözünün altında -üzerine buz koymasına rağmen- koyu bir morluk oluşmuştu. Dudağının kenarında, alt dudağını hafifçe şişiren bir yara vardı ve sol kaşının üzerinde; Aléida'nın hastaneye gitmemek için dikişlik değil dediği derin sayılmayacak, küçük bir yarık vardı. Gözünün altında, bu sabah yediği dayakla ilgisi olmayan mor halklar oluşmuştu. Bunlar muhtemelen birkaç ay önce bıraktığı uyuşturucunun onun fiziğinde krizler dışında bıraktığı geçici dövmelerdi. Elini sağ gözündeki halkalardan, diğer gözündeki morluğa götürüp hafifçe bastırdı. Sinirlerini gıdıklayan acıyla elini hızla çekip cep aynasını ait olduğu yere; çantasının ön gözüne gönderdi. Gözü kucağındaki siyah çantadan sargılı koluna kaydı, yüzünün halini gözünün önüne getirdi. Karşısında biri varmış ve onunla dalga geçiyormuş gibi camdan dışarı bakarak gülümsedi. Sabah üvey babasından asasını istediğinde -ki bu evden gideceği anlamına gelirdi-, yiyeceği dayağın öncekilerden daha beter olacağını düşünmüştü. Oysa bütün hasarı yüzündeki üç-beş çürük, kolundaki incinme ve karına yediği birkaç tekmeden ibaretti. Kim bilir, belki de bedeni fazla içkiden iflas eden annesi gibi o da formdan düşüyordu.. Hoş(!) Red Lake’da onlar gibilere bir şey olmazdı.. Onlar yaşardı, annesi gibilerin cesetleri de bir içki parasına ya manyağın birinin eline verilir yada bataklığa atılırdı.. Onu Widmore’ların arasına sürükleyenlerden biri bedeninin bu şekilde insanların arasında dolaşması ihtimaliydi. Diğeri de ayyaş Joe’nun karısının başını duvara vura vura öldürmesine şahit olmasıydı.. Kesin olarak bildiği bir şey daha vardı; günde içtikleri bir kadeh şarabı, muhtemelen kan dolaşımı adına götüren bu aileye lüks yaşam için değil, hayatta kalabilmek için gidiyordu.
Beyninin yavaş yavaş düşünemez hala geldiğini hissetti. Bu bedeninin mal için isyan edeceği anlamına geliyordu. Sihirli bir ayna gibi sadece geçmişini görmek için baktığı tren camına bu sefer gideceği yere ne zaman varacağını anlamak için bakmaya başladı. Onu cam kenarına sıkıştırmış tombul teyzeler bedenine istediğini ertelemek için içtiği ikinci zehri sunmasına izin vermiyordu. Havasız ve cehennem gibi sıcak ortamdan daralmış bedeni, nefes almasını zorlaştırıyordu. Harekete, koşmaya, ayakta durmaya alışmış kimyası ayağa fırlayıp koşmak istiyordu ama git gide uyuşan vücudu her an bayılmaya hazır vaziyette bekliyordu. Ne düşündüğünü, ne yapması gerektiğini bilmiyordu ama bedeninin istediği şeyi biliyordu… Annesinin rahmine güvenle kıvrılmış çocuk gibi kadife tren koltuğuna, dizlerini karnına çekip oturdu. Kont pantolonunun cebinden çıkardığı kağıt peçeteyle boynundaki ve alnındaki terleri sildi. Ona yardım etmek için seslenen bir vagon dolusu kadının sesi artık çok uzaktan geliyordu. Sadece kucağındaki çantadan karnına değen soğuk içki şişesini hissediyordu.
Koluna elini koyup onu hafifçe dürten kadın sayesinde kendin geldi. “ İyi misiniz? Tren Londra’ya vardı. Sizi alacak bir yakınınız var mı?” Üste üste sorulan iki sorunun arasındaki varış sözcüğüyle sendeleyerek toparlandı. Koltukların üstünde duran raftan valizini çıkardı. Ağrıyan kolları ve sırındaki kaslardan başlayan ürperti onu rahatsız etmeye başlamıştı. Yeterince acınası gözüken görüntüsünün had safhaya ulaşıp kendisini ailenin acınan, gayri meşhur kızı yapmaya hiç niyeti yoktu. Onu muhtemelen tren garında bekleyen Widmore’un temiz gençleriyle buluşmadan önce çantasındaki konyağı içmeliydi.
Her çeşit insan modelinin bir arada bulunabileceği kalabalığın arasına yeni bir çeşit, yeni bir yüz olarak kendisini attı. Kalabalığın arasından sıyrılıp, tuvalet gibi bir köşe ararken titreyen elini ve kontrol edemediği kriz başlangıcını daha fazla durduramayacağını anladı. Çantasındaki konyak şişesini çıkarmak için sel gibi dışarıya akan insan kalabalığının ortasında durdu. Ayaklarının dibindeki bavulun birkaç metre öteye gitmesine aldırmadan sırt çantasındaki ıvır zıvırların arasından içki şişesini çıkarmaya uğraşına devam etti. Bir kaç toka ve küçük bir fotoğraf albümü söylenen kalabalığın ayakları arasında yitip gitti. Yitirdiklerine olan üzüntüsü eline değen soğuk camla yok oldu. Onu sıkıca kavrayıp çantasından çıkardı. Sadece sağ eline mahsus olan titreme nedeniyle ağır şişeyi diğer eliyle kaldırmak zorunda kaldı. İçine akan yakıcı sıvının tadıyla kasılan kaslarının gevşediğini hissetti. Boşalan cam şişeyi yere atıp, tuzla buz olan şişenin özgür bıraktığı konyakla tren garına saçtıkları zafer resmine birkaç saniye baktı. Kasılan kaslarının gevşerken vücudunda yaptığı ürperme ve kontrol edemediği kas kasılmaları içinde en yakın duvara ağırlığını bıraktı. Duvara sürterek beton zeminine oturup bağdaş kurdu. Beynini uyuşturan hoşlukla beraber azalan titremenin verdiği huzurla gözlerini kapatıp başını duvara dayadı. Ona bakıp fısıldaşan insanlar ve onların düşündükleri umurunda değildi.. Şimdi sadece önceki krizine oranla daha da şiddetli olan son krizini atlatmaya çalışıyordu.
İstasyonun nefes kesici sıcağına rağmen titremesi kesilmiş sağ eli buz kesmişti. Birkaç dakika öncesine oranla sakinleşmiş bedeni yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı. Beyninin önündeki sis perdesi adeta yok olmuş, yaptığı saçmalıkların farkına varmaya başlamıştı. Bavulu, fotoğraf albümü ve yok yere, yere saçılmış bir şişe konyak.. Buğulanmış gözlerini aralayıp sargılı koluyla nemini sildi. Sendeleyerek ayağa kalktı, aniden oturduğu yerden kalkmanın yol açtığı baş dönmesini umursamadan ayaklarının dibindeki sırt çantasını alıp, kalabalığın diğer duvar kenarına yolladığı bavulunun yanına gitti. İstasyona adım attığı andan beri umursamadığı diğer insanlara doğru başını çevirdi. Biraz önceki olayın şahitleri çoktan çıkışa varmıştı. Yeni gelenlerse yerdeki cam kırıklarının failine lanet okumakla meşkullerdi. Kalabalıktan yükselen küfürleri birer iltifat gibi görüp kendisine gülümedi. Yolun uyuşturduğu bacaklarını açmak için bir ileri bir geri haraket ederken duvar kenarına dizilip trenden inecek yakınlarını bekleyen insanları incelemeye başladı. Kalabalık bir resim yollayan ailenin üyeleri tek tek gözünün önüne gelmiyordu ama ilerde kriz geçirirken de gözüne çarpan, sürekli ona bakan bir erkek ve bir kadın vardı. Birkaç saniye bakıştıkları bu çiftin el sallamasıyla bundan sonra göreceği tiplerin bunlar olduğunu anladı.Yanlarına doğru bavulunu çekiştirerek ilerlerken içinden tanışma safhasında biraz önceki olay için nasihat sözü geçmemesi için dua etmeye başladı. Belki de daha önce yanlarına gelmemelerinin nedeni böyle bir kuzen beklemiyor olmalarıydı.
| |
| | | William Julian O'Neil Ravenclaw 5. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1164 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez Galleon : 11958 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 17/08/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 20:11 | |
| William Julian O'Neil 18? Kurgu değişimine göre kaç yaşında karakterim bilmiyorum Seherbaz- Spoiler:
Sıcak... Normalde Aralık ayında böyle sıcak bir havada herkes gibi bahçeye çıkardı. Kesinlikle Hogwarts öğrencilerinin çoğu için güzel bir cumartesiydi. Derslerle dolu, sıkıcı bir haftanın sonunda kim göl kenarında veya fısıldayan ağaç korusunda yürümek istemezdi ki? William için bir çok şey son bir haftada değişmişti. Onun için sıkıcı geçtiği söylenemezdi zamanın. Ama yavaş geçmişti. Çok yavaş. Hastane Kanadı’ndan nefret etmeye başlamıştı. Sinir olduğu şifacı kadın onu bir türlü bırakmamıştı. İyi hoş bıraksa bile ne yapacağını bilmiyordu. Haberin okula yayıldığını tahmin edebiliyordu. Bir kurtadama nasıl davranırdı acaba şimdiye kadar yine arkadaş olarak gördüğü insanlar. Hep ters düştüğü Slytherin gurubunun iyice diline düşecekti büyük ihtimalle. Ayrıca Sylvia... Ne ummuş olduğunu kendi de bilmiyordu ama artık her konu gibi bu konuda da umud etmeyi kendine yasaklamıştı. Hastane Kanadı’nın bembeyaz tavanına ve yatağını çevreleyen koyu kırmızı perdelere bakarken saatlerce düşündüğü bir çok önemli şey vardı ve düşünceleri neredeyse annesi hakkında olduğu kadar onun hakkındaydı. Okulda kalmıştı ama yine de mutlu olamayacaktı. Hayal ettiği geleceğin önce tamamı ondan alınmış sonra da küçük bir kısmı geri verilmişti. Ne olduğunu biliyorken okulda kalıp kalmamayı eskisi kadar umursamadığını fark etmişti. Cennetin içinde cehennemi yaşıyordu. Bir çok öğrenci bir haftaya yakın bir süre boyunca Hastane Kanad’nda kalmayı, derslere girmeyip tembellik etmeyi böyle görürdü. Bir kaç iyi kitapla onun da hiçbir zaman hayır demediği bir tabloydu bu. Bir şey hariç. Bunları insan olarak yapmak isterdi. Artık değildi, olmadığını biliyordu. Onu birşeyler yemeye zorlayan şifacının otoriter bakışları üzerinde, kahvaltı olarak bir balkabağı poğaçası yerken –daha doğrusu kemirirken aşağı yukarı bunları düşünüyordu. Acımasız kadın o gün bile Hastane Kanadı’ndan çıkmasına izin vermeye niyetli değildi ama izinle ya da izinsiz artık kurtulması gerekiyordu yatağa hapsolmaktan yoksa kafayı yemesi yakındı. Aynı şeyleri düşüne düşüne, kafasında tekrar ede ede kendi kendine konuşur hale gelmişti. Yanlızca kendiyle çelişkiye düşmüyordu, resmen kendi kendine konuştuğunu fark ettiği olmuştu. “Delirmek böyle bir şey olsa gerek.” Yine sesli düşündüğünü fark edince acı bir gülümseme belirdi yüzünde. Acı ifadesi gülümsedikten sonra artmıştı çünkü gülümsemek yarası yüzünden canını yakıyordu. Alışması gereken değişiklikler arasında bu yine çok önemli değildi. Zaten çok sık gülen veya konuşan biri değildi. Korkuyla beklediği zaman gelecek dolunaydı. İşte o zaman, hayatta kalmanın bedelini öğrenecekti. Ağır bir biçimde... Sam’den nefret ediyorum. Küçüklüğünde yegane oyun arkadaşı olan çocuk neredeyse katili oluyordu. Ölüden beter etmişti işte sonunda onu. Neden?
Elinde un ufak ettiği kahvaltısını keyifsiz bir şekilde komedinine koydu. Gitmesi gerekiyordu, bir an önce. Biraz atmosfer değişimi işine yarardı, belki temiz hava iyi hissetmesine neden olurdu. Aslında Quidditch oynamaya ihtiyacı vardı fena halde. Bludger’ların Slytherin oyuncularını süpürgelerinden düşürmelerini sağlayabilse keyfi biraz yerine gelir gibiydi. Hiç bir şey olmasa bile süpürgeye bindiğinde ne olduğunu, kim olduğunu, ne hale geldiğini... Her şeyi unutacaktı çünkü uçmak sadece o anı yaşatıyordu ona. Geçmişi veya geleceği düşünmesi gerekmezdi, ihtiyacı olan bu olabilirdi. Kesinlikle, rahatsız da edilmeyeceği bir şeydi bu. Kimsenin sataşmasına katlanması gerekmezdi. Biraz uğraşırsa soyunma odasındaki top sandığında olması gereken Bludger’lardan biriyle veya bir Quaffle ile antreman da yapabilirdi. Hogwarts’ta istediği mesafeye kadar durmadan uçması zordu. Gerçi okul arazisi çok genişti ama yine de mesafenin onu kesmeyeceğini farkındaydı. İstese antreman yapmak için birini bulabilirdi ama uçmayı seçmesinin nedeni buydu, insanlarla olması gerekmiyordu. Bu planının şifacının hoşuna gitmeyeceğini fark ettiğinden dikkatli mavi gözlerine bakmaktan kaçındı (sanki kafasının içindekileri okuyormuş gibiydi göz göze geldiklerinde) ve perdeleri kapatıp dikkatli bakışlarından daha kalıcı şekilde uzaklaştı. Yatağının ayakucunda büyük ihtimalle bir ev ciniyle getirilmiş temiz kıyafetler vardı. Kanla kaplı Quidditch cüppesi ise görünürde yoktu. Şifacı o gün Hastane Kanadı’ndan çıkmaya kararlı olduğunu anlamış olsa gerekti sandığında olması gereken kıyafetler buraya geldiğine göre. Hastane Kanadı kadar sinir bozucu gelmeye başlayan beyaz renkli pijamalarını çıkartıp kot pantolona ve gömleğe kavuşmak güzeldi. Her sabah homurdanarak giydiği gömleği bu kadar özleyeceğini söyleseler hayatta inanmazdı. Isırıldığı gün de ne olduğunu anlamasını sağlayan aynayı alıp kaşlarını çatarak yansımasına baktı. Siyah gömlek ruh halini yansıtıyordu, koyu renk saçları yüzünü büyük ölçüde kapasa da yara izini gizlemeye yetmiyordu, bununla yaşamayı öğrenmek zorundaydı. Sihrin o kadar dalı varken hiçbirinin kurtadamın yaptığı bir yarayı iyileştirememesi garipti, bu dişleriyle yapılmış bir yara da değildi, boynundaki 5,6 çiziğin aksine. Elini beyazımsı pembe kesiğe koyduğunda homurdandı. “Beyazdan nefret ediyorum.” Kesik vücudunun genel ısısından daha soğuktu. Komodinindeki asa parçalarını aldı. Yüzleşmesi gereken başka bir gerçek, artık bir asası yoktu. İki yarım asası olduğu söylenebilirdi. Asası görevini mükemmel yerine getirmiş ve hayatını kurtarmıştı, Elizabeth Black ile birlikte ama asanın hayatının sonu olmuştu bu. Tamir edilememişti, içinde kurumadan nasıl kaldığı bir sır olan anka kuşu gözyaşı damlası kayıplara karışmış, kuzgun tüyü de asanın sapının olduğu tarafta içinden, çıktı çıkacaktı. Yeni bir asası olacağını öğrenmişti, kısa süre içinde olacaktı tabi ki. Sonuçta başka türlü derslere nasıl girebilirdi. Asanın iki parçasını da cebine atıp koyu kırmızı perdeler ve beyaz bir tavandan oluşan kişisel cehenneminden çıktı. Sadece o boğucu, kapalı yerden çıkmak bile işe yaramıştı aslında daha iyi hissetmesi konusunda. Şifacıya zorlukla iyi günler dedikten sonra Hastane Kanadı’ndan çımakla karşılaştırmak, mümkün değildi elbette.
Hogwarts Koridorları arasında en ıssız olanları seçiyordu Ravenclaw Kulesine çıkmak için. Mümkün olduğunca az insanla karşılaşmak istiyordu. Hatta hiç karşılaşmaması gerekenler vardı, özellikle de... “Sylvia?” Köşeyi dönmesiyle neredeyse üzerine çıktığı kıza şaşkın bir şekilde baktı. Şaka filan olmalı bu. Ne zaman birini görmek istemese, uzak durmak istese o kişiyle karşılaşırdı. Sadece William’a değil birçok kişiye olabilecek bir şeydi bu gerçi ama kendisi bunun farkında değildi. Bunu da başına gelen bir çok şey kadar kendi talihsizliğine bağlıyordu. Ama mümkünse okulda geçirmeyi umduğu üç, üç buçuk senede onu hiç görmemesi gerektiğini düşündüğü kişiye Hastane Kanadı’ndan çıkar çıkmaz -hani öyle hemen unutulacak şekilde de değil- rastlaması kötü şanstan da daha beter bir şey olmalıydı. Ne beklersin ki? Lanetlisin işte.
| |
| | | Frances Sibi Chapman Seherbaz
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 287 Yaş : 35 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11843 Ekspresso Puanı : -1 Kayıt tarihi : 20/09/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 20:52 | |
| Frances Sibi Chapman. 19. Seherbaz.
Rocio Sycorax Malfoy* | |
| | | Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13568 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 21:01 | |
| Başvurularınız değerlendirilmiş, rütbeleriniz verilmiştir. Bundan sonra seherbaz alımı yapılmayacaktır. | |
| | | Christian Guite
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 146 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11607 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 18/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 21:07 | |
| * Christian Guite * 25 * Canavar, Varlık ve Ruh Bölümleri Başkanı - Spoiler:
Lanetli bir ruhun çektiği acıyı bilir misiniz? İlk seferki şaşkınlığı, öfkeyi, ne yapacağını bilememe duygusunu? Hayır değil mi? Ama o biliyor… Üzerinden yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen, hatta anıları buğulanmaya başlamasına rağmen biliyor.
Mezarlıkta, bu büyük yemek salonunda yumuşak bir toprak tabakasının üzerine oturmuş ileride yeni ölmüş bir bedenin gömülüşünü izliyor, bu lanete yakalandığı günü anımsıyordu… Daha doğrusu ikinci ve uzun, sonsuza dek sürecek olan yaşamına gözlerini açtığı günü… Ruhu yoktu ve bir canavardan başka bir şey değildi. Kendi yaşamı öldürmeye bağlanmış bir varlıktı uyandığında. O açlığı anımsıyordu, fakat neye aç olduğunu anlaması biraz vakit almıştı. Kan… Hayat suyu, iksiri, yaşamın kaynağı… Başkalarının yaşamına açtı ve kanın tadını ilk aldığında Havva’ nın ısırdığı yasak elmadan aldığı tadın onlarca kat fazlasını duyumsamıştı. Ardından da yaşadığı vicdan azabı Havva’ nın kinden alabildiğine büyüktü. Henüz genç ve toydu o yıllarda, içinde ölümünden önce kalan insanlığın kırıntıları vardı, fakat her öğünde insanlığından kalanları bir bir yok etmişti kendi eliyle ve şimdi duygusuz, acımasız ve vahşi bir yaratıktı.
O günden bu güne geçen uzun zamanda hala on üç yaşındaydı. Bunun buhranını da anımsıyordu. Hayatı boyunca on üç yaşında bir çocuk gibi görüneceğini fark ettiğinde kendisini bu hale getirene hak ettiğini vermek için and içmişti. Yemini hala zihninde ve canlıydı fakat bu yıl genç görünümü ilk kez işe yaramış, bir sığınak sağlamıştı kardeşlerine ve ona. Yine de lanetlenmiş ruhunda büyüyen acılara engel olmuyordu sığınağı. İşlediği cinayetler ruhuna acı veriyor, içindeki canavarı ateşliyordu. Şimdi masum ruhu bu korkunç bedenin en ücra köşesine hapsedilmiş kurtarılmayı bekliyordu. Her gün, her cinayette çektiği ızdırap dayanılmazdı… Ruhunun kurtulmasının tek yolu bedenini ele geçiren canavarı yok etmekti, tabi yüzlerce yıldır süregelen ‘ölümcül’ yaşamını da sonlandıracaktı bu… Bu olmamalıydı, ruhu olmasa bile canlıydı ve içgüdüsel olarak ölümden kaçıyordu, daha çok uzun yıllar yaşayıp çok farklı tatlar alacaktı. Her kurbanda ayrı bir lezzet, ayrı bir koku…
Neyse ki yalnız değildi, dört kardeşi vardı, her biri farklı bir öyküye sahiptiler, tartışmasız en yakından tanıdığı Morton’ du. Birlikte doğmuşlardı onlar. İlk yaşamlarında da, ikinci yaşamlarında da... Dahası ortaktılar: birlikte avlanıyor, birlikte vakit geçiriyor, bir an olsun ayrılmıyorlardı.
Geçmiş ve geleceğin hesaplarını yaparken, Morton’ a ait kokunun genizlerini doldurduğunu duyumsadı. İnsanları kokularından tanıyabiliyordu, tüm vampirler gibi koku alma duyuları çok gelişmişti, öyle ya kan kokusunun ‘hayati’ bir önemi vardı.
Gözlerini az sonraki ziyafetinden ayırmadı bile. “ Aç mısın? Az sonra bayat bir yemek yiyeceğim, istersen bana katılabilirsin. “ Tonlamasız, düz bir sesti yalnızca Morton’ un duyduğu. Günlerdir taze kan avlayamıyordu, çevredeki mezarlıklarda yeni gömülmüşlerin bayat kanlarıyla karnını doyuruyordu. Taze kana açtı… Ama bu sıralar vampirlere karşı gösterilen tepkiler çok fazla artmıştı, dikkat çekmemek için bunu yapmaya mecburlardı.
Morton’ un dudak büktüğünü gördü. Bu hali sinirlerini bozuyordu, sanki ellerinde daha iyisi varmış gibi aç kalmayı yeğliyordu kardeşi ve bu güçten düşmesine neden oluyordu. “ Morton yaşamak için beslenmek zorundayız ve şu sıralar, Hosgwarts’ a gidene dek, bunu yapmaya mecburuz. Ben de hoşlanmıyorum, midem bulanıyor fakat yapabileceğimiz başka bir şey yok… “
Karşıda, ölen genç kadının soğumamış bedenini defnettikleri toprağın başında ağlıyordu akrabaları. Bir zamanlar Mortimer’ ın mezarında da ağladıkları gibi… Bir gün, ,iki gün, bir hafta ve en fazla üç ay… Unutulup gidecekti o beden, mezarlıkta kendi kaderine terk ediliyordu. Bu yakışıklı bedeni ele geçirmiş karanlık ruhun insafına kalacaktı az sonra.
Kokular git gide uzaklaşıyordu ve en sonunda etraftaki ölü bedenlerin çürük kokusundan başka bir şey duyamaz olduğunda kabarık toprak kümesinin önüne gitti. Bir Muggle mezarlığında sihir kullanması çok tehlikeliydi ve bakanlıkta sorun çıkabilirdi. Bunu istemiyordu kesinlikle. Sihirsiz olarak mezarı açtı ve tabutu çıkardı. Kapağını kaldırdığında rengi solmuş oldukça güzel bir bedenle karşılaştı. Üzerindeki mavi elbise sarı saçları ve henüz kanı çekilmemiş pembe dudaklarını belirginleştirmişti. Evet belki bedeni on üç yaşındaydı ama ruhu yetişkindi. Kadının pürüzsüz yanağına sürdü elini ve belki de ilk kez yemeğinin nasıl öldüğünü merak etti…. Fakat bunu araştırarak vakit kaybedemezdi. Kadının saçlarını geriye itti ve şah damarının geçtiği yere parmağıyla dokundu. Uzun köpek dişlerini o çok tanıdık dokuya batırdığında ağzının içine yayılan kan tadını duyumsadı. Ilık sıvı boğazından aktıkça ruhunun da doyduğunu hissediyordu. Her yudumunda kollarındaki beden biraz daha sararıyor, soğuyordu. Eğer gerçek bir insan olsa bu noktada çırpınışları en üst düzeye varacak ve az sonra da dinecekti. Kollarında çırpınan aciz bir bedenin varlığı her zaman memnun etmişti Mortimer’ ı. Güçlü olduğunu daha derinde hissediyordu, öldürmeyi seviyordu. Öldürmenin yaşamak için bir ihtiyaç olduğunu unutmaya başlamıştı artık. Öldürmekten zevk alıyordu…
Az sonra açlığı giderilmiş olarak doğruldu ve mezarı bulduğu hale getirdi. Cübbesinin yeniyle dudaklarını ve çenesinden süzülen kanı temizledi. Birilerinin mezarlığa geldiğini sezmişti, Morton hala çevrede mi diye baktı etrafına. Evet, oradaydı bıraktığı yerde onu izliyordu.
“ Kardeşlerimiz bizi bekliyor olmalı Morton, haydi gidelim… “
Ve mezarlığın ağaçları arasında kayboldular….
| |
| | | Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13568 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 21:16 | |
| | |
| | | Cassidy van Brandt Ravenclaw 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 195 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez. Galleon : 11620 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 22/02/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 22:20 | |
| Aurailen Elwia Dawson 18 Esrar Dairesi
- Spoiler:
[size=10]Büyüleyici siyah bir kuş pencerenin önünden huşuyla geçiyordu. Onun havada süzülüşünü izlemek insanın üzerine inanılmaz bir mutluluk salıyordu. Uçmak... Özgür olmak... Slyvia bu duyguyu hissetmeyeli epey olmuştu. İçindeki isyankar ruh çığlıklarla hemen Quidditch sahasına gitmesini istiyordu. Bu mutluluğu teninde tekrar hissetmek bedenini kapladığını görmek istiyordu. Mutsuzlukla dışarıdaki havaya baktı. Sabahın tüm güzellikleri ve Ekim' in tüm kasvetini toplamış Sly' yı isyana davet ediyordu. Bugün Ekim'in son günüydü ve belkide bir kaç ay içinde görebilecekleri son güneşli gündü. Gözlerinde elle tutulabilir bir mutsuzluk vardı. Kendini hapsedilmiş gibi hissediyordu. Özgürlüğü kısıtlanmıştı. Tek görüş günleri ise Çarşamba'larıydı. Onun da gelmesine daha 4 gün vardı. Henüz Quidditch maçları da başlamamıştı. Ruhu sıkılıyordu. Kalbide ona eşlik eder gibi az atmaya başlamıştı. Damarlarında kanının akmasını sağlamanın tek çaresi vardı. Vücuduna hava desteği vermek. Pencerenin yanındaki koltuğu ayaklarıyla iterek doğruldu. Vücudunda somut bir istek dolaşıyordu. Yaşamasının tek çaresinin ne olduğunu bilen ölüme mahkum bir tutuklu gibiydi. Yatakhaneye ilerleyerek yatağının yanında komodinin kenarına koyduğu süpürgesini aldı. Süpürgesinin pürüzsüz sapını elinde dolaştırırken ateşin vücudunda kalbine doğru ilerlediğini hissedebiliyordu. Gözlerinde kimsenin anlam veremeyeceği bir ışık parıldıyordu. Bunu sadece bir Quidditch Oyuncusu anlayabilirdi. Süpürgesinin ucuna altın harflerle işlenmiş yazıya baktı;"Ateşoku". Yüzündeki gurur ve kibir karışımı duyguyla yatakhanenin soluk kahverengi kapısını açarak ortak salona ilerledi. Ateşokunu aldığı günü hatırlıyordu. Öyle mutluydu ki. Daha önce hiç şeker yememiş bir çocuk gibi ilk kez süpürgeye bindiğini hissetmişti. Daha önce hiç bu kadar muhteşem bir hediyesi olmamıştı. Şimdilerde pek rövanşta bir süpürge olmasa da o günlerde alabilmek için dükkanın önünde kuyruk olurdu. Ateşoku gibi bir kaç süpürge daha çıkmıştı. Ama Ateşokları popülerliklerini hep korumuştu. Hala en çok kullanılan süpürgeler arasındaydı. Sly onu ellerinde kırılacak bir eşya gibi taşıyarak portre deliğinden tırmandı. Giriş Salonundaki araziye açılan büyük ve ihtişamlı kapıya doğru ilerledi. Heyecanlı bir kalabalık onu içine çekmeye hazır gibiydi. Ama o onlara aldırmadan arazinin muhteşem havasıyla ciğerlerini doldurdu. Herkes bu akşam ki balo için heyecanlıydı. Durmadan kostümleri ve saçları hakkında konuşuyorlardı. Sly onları duymamaya çalışıyordu. Çünkü kendisi de onlar gibi baloya hazırlanmalıydı ve bu süreç onun havada kalacağı zamanı daraltıyordu. Diğerleri gibi heyecanlı değildi. Ama etrafa yayılan söylentilere göre şimdiye kadar ki en muazzam balo olacaktı. Bu Cadılar Bayramı Büyük Salon' da kutlanmak yerine Balo Salonunda kutlanılacaktı. Sly bunu duyduğunda söylentilerin gerçek olabileceği kanısına varmıştı. Balo Salonu, içinde her türlü gösteriyi sağlayabilecek kadar büyüktü ve çeşitli sihirlerle donatılmıştı. Slyvia en son Balo salonuna girdiğinde ne için orada bulunduğunu hatırladı; Savaşta ölen kahramanlar için yas töreni. Balo ağlıyor gibi görünüyordu. Slytherin'lerin bile üzüldüğü görülebiliyordu. Ki bu odanın sihrinin bir parçası gibi görünüyordu. Oda kendini içindeki kutlama ve anma gibi törenler için hazırlıyordu...
Gecenin nemiyle ıslanmış çimleri ezerek Bekçi kulübesinin arkasındaki patikadan Quidditch sahasına ilerliyordu. Yasak Orman çekiciliğini ve gizemlerini kullanarak insanları içine çekmeye çalışıyordu. Öğrenciler arazinin ıslaklığına aldırmayarak çimlere yayılmıştı. Sly' de onlar gibi bu ortamın etkisindeydi. Öğleden sonraki dersler iptal edilmişti. Ki bu da bu Cadılar Bayramı' nın Hogwarts' ın tarihine geçeceğinin bir kanıtıydı. Ayaklarının altında ezilen çimlerin seslerinin dışında sessizlikle Quidditch Sahasına ilerledi. Artık adımlarını çamurlaşmaya başlamış toprakta atıyordu. Vücudunu kaplayan bir sıcaklık ellerine doğru ilerledi ve Ateşokunu istemsizce kaldırmasını sağladı. Slyvia Ateşokuna atladığında tüm hapsedilmişliğinin üzerinden gittiğini hissetti. Neşeyle çığlık attı. Hava onu sevinçle kucaklamıştı. Gökyüzüne doğru hızla uçtu. Ateş oku hızlandıkça o sesini daha da yükseltiyordu. Gülümseyerek Tutucu çemberlerinin içinden geçti. Kahkahalarıyla sarsılan Quidditch sahası onu bırakmaya niyetli değildi. O da onu... Elinde olmadan gülümseyip çığlıklar atarak Ateş okunun havayı yararken çıkardığı sesleri kuvvetlendiriyordu. O kendini kaybetmişken saatinin tik taklarını duyamıyordu. Zaman gittikçe ilerliyordu. Bir saat sonra Cadılar Bayramı Balosunun başlayacağının farkında bile değildi. Nefes almak ve vücudunu dinlendirmek için havada birkaç saniyeliğine durakladı. Beyninde biraz önce ona buraya gelmesini söyleyen şimdi ise kızgınlığa bürünmüş bir ses saate bakmasını söylüyordu. İstemsizce sol elini kaldırıp kıyafetinin kapattığı saati gün ışığına çıkardı .Gözleri dehşetle açıldıktan bir saniye sonra yere dalışa geçti. Toprağı ezerken gittikçe hızlanıyordu .Artık koşmaya başlamıştı ki arazinin bittiği noktaya, Hogwarts kapısına vardı. Arazinin havasını son bir kez ciğerlerine çekerek Hogwarts’ın heyecan kokan havasına daldı. İnsanlar telaş içinde koridorlarda koşturuyordu. Bir çoğu kıyafetlerini giymişti bile. Sly onların yanından geçerken büyük bir tezat oluşturuyordu. Diğerleri kostümlerini üzerine geçirmişken o terli eşofmanlarıylaydı. Koridor boyunca koşup ortak salonuna vardı. Ev cinlerinin telaşlı sesleri duyulabiliyordu. Portre deliğini hızla açarak içeriye daldı. Arkadaşlarından bazıları ona şaşkınlıkla seslenirken o elini aceleyle sallayarak yatakhaneye koştu. Dün gece hazırladığı kıyafeti gardıropta asılı duruyordu. Ama önce sıcak bir duşa girmeliydi. Buna zamanı yoktu. Bildiği tüm sihirleri zihninde gözden geçiriyordu. En sonunda sık kullanılan bir sihir aklına geldi. Asasını vücudunun etrafında gezindirerek; ”Aklapakla” diye mırıldandı. Vücudundaki kirler vantuzla emilirmiş gibi asasının içine ilerlerken o temizlendiğini hissediyordu. Şimdi temizlenmiş olan vücuduna en sevdiği parfümünü sıkarak elbisesini geçirdi. Saçları kendisinden geçmiş gibi görünüyordu. Saçlarını kırmızıya dönüştürmesi için aldığı iksiri elinde hazır tuttu ve bir damlalık yardımıyla saçlarına ve kaşlarına damlattı -Merlin ona yardım etmiş gibi görünüyordu. Çünkü damlalık şişenin kendisiyle verilmişti- . Şimdi yatakhanenin ışığında kırmızılıkla parıldayan saçlarına tatmin olmuş bir şekilde gülümsüyordu. Asasını saçlarına doğrultarak birkaç defa kullandığı bir büyüyle düzleşmelerini sağladı. Saçlarını çıplak omuzlarını örtmek istercesine salınık bırakmıştı. Ayaklarına altın ipliklerden yapılmaymış gibi duran sade ve az topuklu ayakkabılarını geçirdi. Artık hazır gibi görünüyordu.Ve bir ay perisine yakışır güzellikteydi. Sade ve güzel... Zaten bu kostümü giymesinin amacı da buydu; Bir peri olmak...
Adımlarını kendinden emin bir şekilde ortak salona çevirdi. O içeriye girdiğinde bir çok bakışı üzerinde hissedebiliyordu. Bir kaç kişi takılırcasına ıslık çalarken o gülümsemekten kendini alamadı. Utangaç bir gülümseme suratını kaplarken çekingen bir şekilde portre deliğinden tırmandı. Bu kıyafetle çok zor oluyordu. Aslında kesimi kolay hareket edebilmeyi sağlıyordu. Ama Sly böyle bir kıyafeti ilk kez giyiyordu. Kendini şimdiye kadar hiç olmadığı gibi hissediyordu; Güzel ve çekici. Koridorlardan geçerken bakışlar üzerine çevriliyordu. Suratının kırmızıya dönüştüğünü hissedebiliyordu. İçinden Keşke bu olmasa diye diliyordu. Ama bu gecenin böyle geçeceği belliydi. Ona yüzyıllarmış gibi gelen birkaç dakika sonra Balo Salonunun kapısı gözüktü. Salonun ışıklandırması koridora yansımıştı. Daha salona girmeden içini bir heyecan bürüdü. Salon bitene kadar görevlilerden başka kimse görememişti. Bir çok kişi içeri akın ediyordu. Slyvia kapıdan içeriyi adımladığında nutkunun tutulduğunu fark etti. Hogwarts’ ta daha kaç tane sürpriz yaşayacaktı. Hayatı boyunca hiç böyle bir görkem görmemişti. Zorlukla yutkunarak etrafına bakınıyordu. Keşke 10 tane gözüm olsaydı diye düşündü. Çünkü etrafı bir an önce gözlemleyebilmeyi istiyordu. Oda siyah ve kırmızının aşkıyla döşenmişti. Salonun ışıklandırması on metre yukarıda süzülen oyulmuş devasa balkabaklarının içinden gelen ışıkla yapılıyordu. Masalar oyulmuş devasa balkabakları şeklinde dizayn edilmişti. İnsanlar içine girip oturabiliyorlardı. Siyah perdeler pencerelerin etrafından dolanıyor ve odayı bir çadıra dönüştürüyordu. Dans pisti salonun büyük bir kısmını kaplıyordu ve dans pistinin üzerinde muazzam bir ışıklandırma vardı. Burayı Muggle’ların deyimiyle; bir Disko’ ya dönüştürmüşlerdi. Slyvia şaşkınlık içinde masalardan birine geçti.
En son Aurailen Elwia Dawson tarafından Cuma 26 Haz. 2009, 23:27 tarihinde değiştirildi, toplamda 3 kere değiştirildi | |
| | | Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13568 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 22:24 | |
| Rütbeniz verilmiştir. Ayrıca; Esrar Dairesi'ne alımlarımız da kapanmıştır. Bundan sonra, 'her dairede iki çalışan' (başlığın ilk mesajında da açıkladığım gibi) kuralını göz ardı ederek başvuruda bulunan üyelerin başvuruları geçersiz sayılacaktır. | |
| | | Charlotte Alice Russell Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 675 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11821 Ekspresso Puanı : 8 Kayıt tarihi : 31/01/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 01 Nis. 2009, 23:21 | |
| Charlotte Alice RUSSELL20Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi - Spoiler:
Güneş, tüm kızıllığıyla bir öğleden sonra yine İngiltere’ye veda ediyordu. Sert geçen kış aylarından sonra ilkbahar çabucak gelmiş, güneş çok çabuk etrafa hâkim olmuştu. O kadar yağmur ve fırtınadan sonra ilkbaharın bu tatlı sıcaklığı tüm bedenleri sarmış, evlere neşe getirmişti. Çocuklar bütün kışı evde geçirmenin rahatsızlığıyla ilkbaharın ilk günleriyle birlikte sokaklara dökülmüş, park alanlarına istila etmişti. Hogwarts için de durum bundan farksızdı. Bütün kışı üşüyerek geçiren öğrenciler güneş ışınlarının etrafı sarmasıyla birlikte kendilerini bahçeye atmış, günün sıcaklığından her daim yararlanmak için akşam saatlerini oralarda geçirmeye başlamışlardı.
Yine böyle olan günlerden bir tanesiydi. Öğrencilerin çoğu bahçeye dökülmüştü. Kimisi çimlerin üzerinde yayılmış kitap okuyor, kimisi kahkahalarla koşup oyunlar oynuyordu. İçlerinden bir tanesi hariç. Charlotte. O bu güzel sahneleri penceresinden izliyordu. Kendisinin tüm günü koşuşturmayla geçmişti. Sabahın erken saatlerinde derslerine katılmış –ki bugün üç dersi de peş peşeydi- ardından günün geri kalan kısmını da kütüphanede geçirmişti. Ödevlerini hafta sonuna bırakmak adedi değildi. Hafta sonu eğlenmek, gezmek, rahatlamak içindi. Öyle bir gün derslerle mahvedilemezdi. Bu yorgun günün ardından artık güneş güne elveda ediyor, son ışınlarını yeryüzüne gönderiyordu. Kızıl ve turuncu ışıklar vitraylardan geçip odalara doluyor, duvarda gökkuşağı misali yansımalar yapıyordu. Aşağıdaki öğrenciler mutluydu. Ders yılının sonuna az kalmıştı. Bir iki ay sonra herkes evine dönecek, Hogwarts ise yalnızlığıyla baş başa kalacaktı. Tabi buna daha vardı, onun içinde şimdi eğlence zamanıydı.
Charlotte, yorgun olduğu için ne yapacağını bilemiyordu. Yatakhaneye gidip uyumak mı daha dinlendirici olurdu, aşağıdaki sahneyi tuvale aktarmak mı yoksa onların arasına katılıp hoş dakikalar geçirmek mi. Hangisi? Aslında bir tarafı yaşıtlarının yanına gitmek için can atıyordu. Büyümesine rağmen o da hala bir çocuktu ve diğer tüm çocuklar gibi oyun oynamak, koşuşturmak istiyordu. Ama diğer soğuk ve kibirli yanı kendini onlardan üstün görüyor, boş vakitlerini onlarla harcamak yerine kendisine ayırmayı tercih ediyordu. Bu ikilem arasında uzunca bir süre pencerenin karşısında dikildi. Hava az sonra kararacaktı ve bir daha kim bilir belki ne zaman böyle bir gün yaşayacaktı. Aklını kurcalayan bu soruları kafasından atmak istedi. Sanki onları kovalamak istiyormuş gibi elini salladı fakat boşa çaba harcadığının farkındaydı. “Bir defadan ne çıkar, hadi kızım sen onlara lazımsın. Git ve kendini göster. Hem sen hoş vakit geçirirsin hem de onlar.” diye düşündü. Yüzünde bir gülümse belirdi. “Tamam, gideceğim ama yalnız sadece bu seferlik. O da karasız kaldığı için.” dedi kendi kendine ve az çıkarıp yatağın üzerine fırlattığı pelerinini boynuna geçirip, bahçeye inen merdivenlerden hızla aşağıya indi.
| |
| | | Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13568 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Perş. 02 Nis. 2009, 16:47 | |
| | |
| | | Roger Crowley
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 4 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11433 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 02/04/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Perş. 02 Nis. 2009, 17:29 | |
| Roger Crowley 25 Evlendirme Dairesi Başkanı
Gönderildi.
En son Roger Crowley tarafından Cuma 03 Nis. 2009, 17:25 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Enric Sandro Valério
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 193 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11713 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 08/12/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Perş. 02 Nis. 2009, 19:37 | |
| Enric Sandro Valério 19 Büyü Kazalarını Düzeltme Ekibi Başkanı - Spoiler:
Enric, çevresindeki o güzel, çekici kızların klasikleşmiş görüntü ve tavırlarından sıkılmıştı. Alışılmışın dışında olmayan, aynı şeyleri sergileyen kızlarla çevresi o kadar dolmuştu ki onu cezbeden şeylerin olduğu Angélique, diğer kızlardan oldukça farklıydı. Bazen bu kızların klonlanmış olduklarını düşünürdü. Onları elde etmek ise çok kolaydı ona göre ama Angélique için aynı şey geçerli değildi. Angélique, o kadar uzaktı ki, onda anlaşılmayan birçok şey onu her seferinde daha da uzaklaştırıyordu Enric'ten. Ama o her ne kadar uzak olursa olsun Enric'te bi o kadar bağlanıyordu ona. Onu her gördüğünde ise kalbinde engel olamadığı duygular devreye giriyor ve her seferinde bir kat daha artıyordu adını koyamadığı bu duygular. Bir kıza uzun zamandır böyle duygular hissetmiyor, şimdi ise bu hissettiği duyguların adını koymayı bile göze alamıyordu.
Ağzından kaçırdıkları onun duygularını dışa vurmaya başladığının göstergesiydi. O kadar endişelenmişti ki bu durumdan Angélique'nın onun duygularını sezmesinden korkmuştu. "Teşekkür ederim, öyle düşüdüğünü bilmiyordum." demesiyle Angélique'nın yüzünde oluşan o hoş gülüşü gören Enric biraz da olsun rahatlatmıştı. Söylediklerinin ardından ona cesaret gelmiş ve kendinde Angélique'nın gözlerinin içine bakabilecek gücü bulmuştu. Işıl ışıl parıldayan, o saf güzelliğini yansıtan gözler, o kadar güzeldi ki Enric biran olsun onun gözlerini gözlerinde ayıramıyordu. Artık içindeki duygular o kadar ağır basmaya başlamıştıki onun gözlerinin içine bakarak "Sana aşığım!" demek bile geçmişti aklından. Onunla burada sonsuza kadar göz göze kalabilirdi ama bundan Angélique'nın rahatsız olduğunu sezmişti. Onun rahatsız olduğunu sezdiğinde gözlerini gözlerinden nasıl ayırdığını bilememiş ve biranlık paniğe kapılmıştı. Sadece ikisinin olduğu bu yerde şimdi gürültüler olması Angélique'nın dikkatinin ise başka yere odaklanması Enric'i rahatlatmıştı. Oysa bu gürültü yapanların arasında hiç hoşuna gitmeyeceği bir kişinin olmasından habersizdi Enric. Eğer haberi olmuş olsaydı bu kadar rahatlayamazdı belkide. Angélique ve Enric'in aralarında olan birkaç dakikalık sessizlik beklenmedik misafirin gelmesiyle birlikte tam bir felakete dönüşecekti. Birazdan kopacak olan kıyametin habercisi olan kız onlara çok yaklaşmış ve ikiside o kızı görmüşlerdi. Artık herşey için çok geçti, kız onların yanına gelmiş hatta Angélique'yı görmezden gelip Enric'e selam vermiş ve "Kütüphanede seni bekliyor olacağım Enric!.." demesiyle birlikte kurnazca göz kırpmıştı. Enric'in yüz ifadesi kızı gördüğünden beri hayalet görmüş gibi beyazlamış ve içinde oluşmaya başlayan alarm sesleri git gide yükselmeye başlamıştı. Bu alarmlar boşuna değildi, Angélique yanlış anlayabilirdi tüm bunları. O an ne yapacağını bilememiş ama kan beynine sıçramıştı bir Angélique'ya birde o kıza bakmış ardından hışımla yerinden kalkıp kızın kolundan tutup kenara çekmişti. Angélique'nın duyamayacağı bir şekilde konuşmaya çalışsada o kadar sinirlenmişti ki ne kendine ne de sesine hakim olabiliyordu. "Ne yaptığını zannediyorsun sen?! Hem ne işin var senin burada artık çekil git hayatımdan ve benimle uğraşma yoksa çok kötü olur. Hemen şimdi buradan gidiyorsun!" demesiyle kızı kolundan savurmuştu ileriye doğru. Nevri dönmüştü sanki, yanakları al al olmuş, sinirden elleri titremeye başlamıştı. Sinirlendiğinde kendine hakim olamıyordu bir türlü. Kız ise Enric'in bu tavrı karşısında sinsi bir gülüş atmış ardından Angélique'ya gözlerini kısarak bakış attıktan sonra kayboluvermişti geniş gövdeli ağaçların arasında. Çaresizlikle Angélique'nın gözlerine bakmaya çalışmış olsada Angélique ondan gözlerini kaçırmış, onunla göz göze gelmek istememişti. Enric büyük bir çöküntüye uğramıştı bu kadar çabasından sonra. İlk defa suçsuzdu ve suçsuzluğunu nasıl kanıtlayabileceği hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Aklına ilk gelen açıklama yapmak olmuştu, bu yüzden Angélique'nın yanına oturmuş ve ona umutsuzlukla "O kızın ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum Angélique, gerçekten bilmiyorum. Ama ben o kızla konuşmuyor ve görüşmüyorum bile. Şimdi ne yapmak istediğini bilmiyorum. Beni yanlış tanımanı istemiyorum. Sadece benim bir suçum olmadığını bilmeni istiyorum..." diyebilmişti. Kelimeler ağzından dökülürken sesi titriyordu, o kadar sinirliydiki hala geçirememişti sinirini. Bir umutla bakmaya çalışıyordu yeniden gözlerinin içine. Masum bir çocuk ifadesi bürümüştü yüzünü. Ama o kadar umutsuzdu ki, onu kaybetmekten çok korkuyordu.
| |
| | | Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12104 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Perş. 02 Nis. 2009, 19:45 | |
| Rütbeleriniz veriliyor ^^. | |
| | | Andrea Rachel McBrayn
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 208 Yaş : 31 Kan statüsü : Bulanık Galleon : 11546 Ekspresso Puanı : 4 Kayıt tarihi : 08/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Perş. 02 Nis. 2009, 20:19 | |
| Leila Rachel McBrayn 22 Sihirli Ulaşım Dairesi Başkanlığı - Spoiler:
Bulanık gören gözlerini ovuşturarak ayağa kalktı. Hafif ayakta sallanıyor gibiydi, akşamdan kalma geçmemişti henüz. Tek görebildiği, yaralı bir vampirin mağarasının yerinde yattığıydı... Tam, onu kovmak için ağzını açmıştı ki, vampirin bedeninden dumanlar çıktığını ve yarı baygın bir şekilde, dudakları yarı aralık, ona baktığını fark etti. Ah, dedi kendi kendine ve güldü. Tek bacağının üzerine yaslanarak yere eğildi, yerdeki vampirle burunlarının arasında bir-iki santimlik mesafe kalana kadar başını eğdi. Her zamanki gibi koyu siyah kalem çekilmiş gözleriyle şaşkın şaşkın bakınıyordu ona karşı. Uzun, ince parmaklı ve uzun tırnaklı ellerini yerdekinin çenesini sıkar gibi yaparak tuttu. Sanki hiç görmediği, tuhaf bir nesne ya da yaratıkmış gibi, sorgulayan gözlerle onun yüzüne bakıyor, elleriyle yüzünü çevirerek iyice inceliyordu. Onun buraya gelişinin sebebini şimdi anlamıştı işte... ''Ah, acemi vampir! Güneş varken, neden çıktın ki?'' Bir çok vampirde olduğu gibi, yerdekinin de güneşle ilgili fiziksel huzursuzlukları vardı galiba, bedeninden çıkan duman ve cildindeki yanıklar bunu kanıtlıyordu. Neyse ki, Adelphie'nin güneşle ilgili tek rahatsızlığı, karanlığı daha çok seviyor oluşu idi...
Ellerini, yerdekinin ensesinin altına koyarak biraz zorla da olsa başını doğrultmayı başardı. Bir yandan da, diğer eliyle yarısından çoğu boşalmış olan kan şarabı şişesini kavrayıp, adamın ağzına dayamıştı. Zaten az bir şey kalmış olan şarabı sonuna kadar içirdikten sonra, diğerlerinin yanına, içki şişelerini istiflediği koca şişe dağına yuvarlayıverdi. Ellerini adamndan çekmeden ayağa kalkmıştı, zorla bir-iki metre içeriye, dmağaranın en karanlık köşesine doğru sürükledi. Burası, günün hiç bir saatinde güneş almayan ve diğer bölümlerden çok daha fazla et kokan bir yerdi. Ama bu Adelphie'yi hiç bir zaman rahatsız etmemişti, şimdi de etmiyordu. Zorla sürüklediği erkek vampirin sırtını soğuk duvarlardan birine dayandırarak hafif oturur bir pozisyonda bıraktı, kendisi de bacaklarını kırarak yanına oturdu. Mağaranın aşırı derece soğuk olan bu kısımı, yanıklara iyi gelirdi. Nitekim, şimdi ikisinin de bakışları çok daha canlı bakıyordu. Biraz daha rahatlayan yaralı vampir, Adelphie'ye bakıyordu, neredeyse çoğu vampirde olduğu gibi, onların da gözleri karanlıkta kırmızı kırmızı parlıyordu, Bu da çevreye biraz olsun ışık veriyordu, önlerini görebilecekleri kadar...
Piskopatça bir düşünceyle, usulca derisi yanıklarla dolu eli uzanıp kaldırdı. İlk kez görüyormuşcasına, kendinden sadece bir, iki santim uzakta tutarak inceliyordu. Eli hareket ettirmek yerine, başını sağa sola hareket ettirerek incelemeyi tercih ediyordu. Gözlerindeki şizofren ve meraklı bakışları sanki kendi bile tahmin edebiliyordu. Dilini uzatarak elin yaralı olmayan bir kısmına hafifçe dokundurdu. Tuzlu ve terliydi sanki... Derken, bir daha, bir daha... Gözlerini kaldırdığında, karşısındakinin bakışlarını az önceye kıyasla daha canlı ve daha korkmuş gördü. Bir deliye bakıyormuş gibi bakıyor, ara sıra göz bebekleri Adelphie'nin normalin iki katı uzunluğundaki dişlerine kayıyordu. Adelphie, birden, çılgınca bir kahkahayla elini kendine doğru çekti ve avucuna sakladı, hiç durmadan gülüyor, gülüyordu, arada karşısındakine bakıyor, daha fazla gülüyordu. ''Kusura bakma, sadece uzun zamandır biriyle konuşmadım. Eminim şu an benim deli olduğumu düşünüyorsun, ya da kendi kendine dişlerime bakarak bu bir vampir mi diye sorguluyorsun... Biraz daha kan şarabı ister misin, acemi çocuk?''
Not: Adelphie de benim karakterimdir. Vampir Mağarası'ndaki rpden alıntıdır
| |
| | | Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12104 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Perş. 02 Nis. 2009, 20:48 | |
| | |
| | | Felicia Trinette Garcia
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 12 Yaş : 31 Kan statüsü : Toujour Pur^^ Galleon : 11438 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 03/04/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Cuma 03 Nis. 2009, 19:43 | |
| Felicia Ashley Garcia 20 Saçmasapan Patentler Bürosu Başkanı - Spoiler:
Küçük evinin, oval penceresinden bakıyordu dışarı. Adeta karlar tek tek iniyordu yeryüzüne. Bahçede bulunan ağaçlar sertçe bir o yana bir bu yana savruluyorlardı. Genç kadın yüzünü hafifçe pencereden çıkarmış, serinliği yüzünde hissediyormuşçasına gözlerini kapamış ve yorgun bedenine kısa bir mola verdirmişti. Aylardır tükenmek bilmeyen enerjisi en sonunda tükenmiş, bertaraf etmişti genç kadını. Yüz hatlarının yavaşça belirginleşmeye başlaması telaşa düşürüyordu. Elini yüzüne götürdü. Pürüzler... Yaşlanıyor muydu, yoksa bitkinlikten miydi?
" Tanrı aşkına! Daha 26 yaşındayım. Kırışıklar için çok gencim"
Öyle ki yakarışında bir parça umutsuz dahi yoktu. Her zamanki gibi kendinden emin şekilde dökülmüştü dudaklarından kelimeler. Elbette kırışık değildi bu yüzündekiler. Bir alerji ya da yorgunluktan oluşan geçici şeylerdi. En azından kendini avutmayı başarabilen kelimeler bulabilmişti genç kadın. Soluklandı, duraksadı kısa bir süre. Düşündü, çevresine bakındı. Yağmurun başlamasıyla hatırladı her şeyi, anıları canlandı zihninde. Karıştı beyni, daha da yorgun düştü çehresi. Terledi, başta eli ayağına dolaştı ama dengesini yitirmedi. Küçücük yağmur taneleri tekrar getirmişti eski günlerini ona. Tüm acımazsızlığıyla karşısına çıkmıştı yine. Ağlıyordu, aylardan beri ağlamamasına inat. İçini boşatıyordu, hüzünlerini geride bırakmak istiyordu. Evini özlemişti, küçük yuvasını, eski günlerini özlemişti gene. Ama en çok; en çok bir daha göremeyeceği ailesini özlemişti. Yüreğinde yaşattığı buruk acı hiç dinmemiş, her yağmurda yinelenmişti. Ve işte gene acımasız yağmurlar düşmüştü evine. Yıllardır düşmediği kadar çok ve daha etkili bir şekilde... Saatler ilerlerken hala küçük koltuğunda oturuyordu çaresizce. Koltuğunun kenarında televizyonunun kumandası, masasının üzerinde dergileri ve iki üç adım ötede ev telefonu bulunuyordu. Hiçbirinin kendisini eğlendirebileceğini ya da rahatlatacağını sanmıyordu. Başını usulca çevirdi oval penceresine doğru. Yağmur hala dinmemişti, ağaçlar delice sallanıyordu. Aynı o gün gibiydi. Gözlerini kapadı. Düşüncelere dalmak istemiyordu, bir daha çıkamayacağından korkuyordu. Ama yapamadı, açamadı gözlerini. Kayboluyordu ruhunun, anılarının içerisinde. Anıların yolculuğu başlıyordu. Belki de hiç bitmeyecekti, unutamayacaktı.
" Anne! Neredesin? Haydi, geç kalacağız. Babam bizi bekliyor, daha kamp yerine gidene kadar akşam olacak."
Bu ses Anne'nin sesiydi. Pikniğe geç kalma korkusuyla aceleyle hazırlanıyordu pembe tonlarının yoğunlukta olduğu geniş odasında. Beş ya da altı yaşındaydı. Yaşamının ilk pikniğiydi. Yemyeşil kırlarda koşup oynayacak, delicesine çığlıklar atarak top oynayacaktı babası ile. Pembe kelebekli tokasını da takması ile birlikte annesine seslendi yeniden. Hazır olduğunu, arabaya babasının yanına indiğini belirtti ve koşarak indi evlerinin ahşap merdivenlerinden. Babasının kucağına doğru koştu, sarıldı babası sıkıca. Gülücükler ve sevgi parçaları uçuşuyordu havada. Annesi de aşağıya indiğinde her şey hazırdı. O zamanların en iyi arabası olan arabalarına bindiğinde bir de müzik açtılar. Ağaçlıkların, uçsuz bucaksız ormanlardan geçerken birlikte söylediler o şarkıları. Arkada Anne dans etti, güldü, son öpücüklerini saçtı annesine ve babasına. Piknik yapacakları alana geldiklerinde arabadan hiç beklemeden indi Anne. Kendilerinden başka bir çocuklu aile daha vardı. Başka kimseler yoktu, sakindi buralar. Ellerini açtı doğaya annesi ve babası, oksijeni çektiler ciğerlerine. Sonra huzurlu olduklarını gösterdiler ve yerleştiler piknik alanlarına. Hava ilk geldikleri gibi olmamaya kapanmaya başlamıştı bir süre sonra. Meltem yavaş yavaş hızlanmaya, narince okşadığı bedenleri zedelemeye başlamıştı. Ve üç saat sonra bıçak gibi kesiyordu tüm vücudu. Anne hala koşup oynuyordu. Onun umurunda değildi ki yağmur, kar, rüzgar... Hayatının ilk pikniğinde yapmak istediği tek şey doyasıya oynamaktı. Hele yeni bir arkadaş bulduktan sonra işler iyice keyifli geliyordu ona fakat annesi ve babası artık gitmeleri gerektiğini söylüyorlardı. Anne ise bir o kadar da diretiyordu. Direnmeler, ısrarlar arasında iki saat daha geçmişti. Olay gittikçe felakete dönüşüyordu. Ağaçların gövdeleri birer birer yıkılıyor, ıssız bucaksız ormanda kalan iki aileden çığlıklar yükseliyordu. Anne ve küçük arkadaşı Prudence ise aldırmaksızın ufak bir mağaranın içinde evciliklerine devam ediyorlardı; ta ki Anne'nin çığlıkları duymasına kadar... Koşmaya başladı küçük. Yetiştiğinde soluğu tükenmiş aynı zamanda şoka uğramıştı. Ağacın altından annesinin kanlar içinde ki başının bir kısmını görebilmişti. Babası ise bir kaç metre ötede yüzüstü şekilde yere yığılmıştı. Prudence ise aynı duygular içersindeydi, ağlıyordu. Onun annesi ve babası da aynı durumdaydı...
Çığlıklarını kendinden başka kimsenin duymadığını fark ettiğinde Anne tekrar yirmi altı yaşındaki haline dönmüş bulmuştu kendini. O günleri tekrar yaşamış, aynı gözyaşlarını yeniden akıtmıştı. Aynı o günkü kadar acımıştı canı. Silkindi, toparlanmaya çalıştı ama yapamadı. Belinin arkasındaki yastıktan almak istedi hırsını; cama doğru fırlattı. Ama hiçbir şey değişmedi, hırsı içinde kaldı. Öfkesine yenik düştü kısa bir süreliğine. Yağmura baktı tekrar. Dinmişti. Dakikaların ardından dinmişti, benliğini alıp başka diyarlara götürmüştü. İlk kez bu kadar sefil ve aciz hissediyordu kendini. Bir süre düşündü, sonunda ise biraz dolaşmanın iyi geleceğini söyledi kendi kendine. Bu dört duvar arasındaki hayatından biraz olsun uzaklaşabilmek istedi. Adımlarını bomboş sokaklara, yollara doğrulttu. Yanında bir paltosu bir de duygularına engel olamayan Anne vardı. Emindi ki şuan annesi ve babası onu izliyordu ve kendini bu kadar üzdüğü için kızıyorlardı ona. Ama elinde değildi, sakin kalmayı bir türlü beceremiyordu. Yapamadığını düşündüğü tek şeydi; sakin kalmak. Düşünceleri ve benliği ile yürürken gelmişti uğrak yerine. Bir muggle bozuntusu evinden ayrılıp, ulaşmıştı mekanına. Oturdu bir taşın üstüne barakanın önünde bir yerlerde. Uzun uzun baktı; boş arsalara, Hogsmade sularına... Yanlız olmadığını düşünse bile yalnızdı; yapayalnız...
| |
| | | Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12104 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Cuma 03 Nis. 2009, 21:04 | |
| | |
| | | Mike Jasper Montgomery Şifacı ~ Sihirli Böcekler
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 10 Yaş : 31 Kan statüsü : safkaN Galleon : 11468 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 22/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Cuma 03 Nis. 2009, 21:48 | |
| Mike Jasper Montgomery 22 Uçuş Şebekesi Başkanı | |
| | | Célia Ellen F. Reeser
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 600 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12269 Ekspresso Puanı : 5 Kayıt tarihi : 05/04/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları C.tesi 04 Nis. 2009, 18:26 | |
| Célia Ellen F. Reeser
20
Deneysel Büyüler Bürosu Çalışanı- Spoiler:
Tabiri doğru ise sabahın köründe annesinden gelen bir mektupla güne kötü bir başlangıç yapmıştı Ellen. Sıcacık yatağında uyurken başında bir baykuşun çırpınışlarıyla uyandı. Yatakhaneye nasıl girdiğini anlayamadığı baykuş incecik bacağında bir mektup barındırıyordu. Baykuşun yumuşacık tüylerine dokunarak ona ufak bir sevgi gösterisi bağış etti getirdiği mektuba karşılık. İçinde ne yazdığını bilmediğinden mutluydu. Annesi onu unutmamıştı. Elinde duran ve kalınlığı yaklaşık bir milimetre olan mektubu büyük bir hevesle açtı. İlk anda karşılaştığı manzara onun sinirlerini bozmaya yetmişti bile. Mektup annesinin en kötü el yazısıyla yazılmıştı. Aldığı kötü moralle mektubu okumaya devam etti.
Sevgili Ellen
Sana bu notu aceleyle yazıyoruz. Ancak babanla birlikte acilen İtalya'ya gitmemiz gerekiyor. Bu yüzden bir ay boyunca bize mektup yollama... Eğer bir terslik olursa sana haber veririz...
Annen Julia
Mektup sadece bu kadar mıydı düşüncesiyle tekrar tekrar okudu. Ancak sonra kararını verdi. Bu mektup bile değildi, ufacık bir nottu. Annesi kızının nasıl olduğunu bile sormamıştı. Üstelik onlara mektup yazmasın diye uyarıda bulunmuştu.
Biraz önce yumuşacık tüylerini sevdiği baykuşa baktı. Anlaşılan Ellen mektubu okumaya başlar başlamaz oradan yok olmuştu.
Elinde bir az önce okuyup büyük hayal kırıklığı yaşadığı mektupla bir süre oturdu. Aklına gelen düşüncelerin ardı arkası kesilmiyordu. Yavaş yavaş yatağından kalkıp dün özenle hazırlamış olduğu cüppesini giydi. Yatağının başucunda bulunan yeşil kravatı büyük bir özenle boynuna geçirip düzeltti. Bir Slytherin öğrencisi olmanın ailesi tarafından çok kısa bir süre kutlandığı gerçeği aklına geldi. Şimdi ise normal bir öğrenci gibi davranılıyordu ona. Bu düşüncelerle yavaş yavaş yatakhane merdivenlerinden aşağı indi. Etraf saatin erken olması nedeniyle sessizdi.
Şöminenin karşısındaki koltuğa oturup alev alev yanan ateşe baktı. Şu an içide böyle alev alev yanıyordu Ellen'ın. Bir aile sevgisinden muhtaçtı o an... Cüppesinin cebinden annesinin ufak notunu çıkardı. Yüzünde küçümseme ve alaycı bir gülüş olsada hüzünlü gözleriyle mektuba son bir kez bakıp şömineye fırlattı. Alevlerin içinde yavaş yavaş küle dönüşen mektuba bakarken gözlerinden iri yaş taneleri inmeye başladı.
Elinin tersiyle sildi gözyaşlarını. oradan uzaklaşmak amacıyla çıktı ortak salondan. Nereye gitmeliyim düşüncesi vardı kafasında. Şu düşünme olayı onun için fazlalaşmıştı. Her dakika düşünmek gereksiz bir şeydi ona göre, ama kendine engel olamıyordu.
Kütüphaneye gitmeye karar verdi. Orası her zaman sessizdi ve insanın kendini dinlemesi için birebirdi.
Koridorlardan geçerken hiç bir şey düşünmemeya çalıştı. Sadece sakinleşmek amacıyla derin nefes alıp durdu. Bir süre sonra bekledi yere gelmişti. Kütüphaneye...
En son Célia Ellen F. Reeser tarafından C.tesi 04 Nis. 2009, 21:04 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları C.tesi 04 Nis. 2009, 19:53 | |
| - Mike Jasper Montgomery demiş ki:
- Mike Jasper Montgomery
22 Uçuş Şebekesi Başkanı - Célia Ellen F. Reeser demiş ki:
- Célia Ellen F. Reeser
20
Deneysel Büyüler Bürosu Çalışanı Lütfen Örnek Rp'lerinizi bırakarak, tekrar başvurunuz. | |
| | | | Sihir Bakanlığı Başvuruları | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |