|
| Sihir Bakanlığı Başvuruları | |
|
+30Lassyné Velasquez Requiem Elensar Amy Loraina Darcy Eurydice Black Melanie Essence Karle Algrenon L'angley Gloria Alexis Aritza Malcolm Damian Caldwell Nicholas Ryan Scofield Julia Mia Montgomery Adaliné Lléw Meijer Elianne Beatrice Widmore Elizabéth Adrianna Malfoy Célia Ellen F. Reeser Mike Jasper Montgomery Felicia Trinette Garcia Andrea Rachel McBrayn Euphoria Szôlôssy Enric Sandro Valério Roger Crowley Charlotte Alice Russell Cassidy van Brandt Christian Guite Frances Sibi Chapman William Julian O'Neil Aléida Emilié Widmore Sylvia Lucretia Worthing Asya Su Kazancı Symphonie Iréne Bright Amortentia Cécile Derwent 34 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları C.tesi 04 Nis. 2009, 21:16 | |
| - Célia Ellen F. Reeser demiş ki:
- Célia Ellen F. Reeser
20
Deneysel Büyüler Bürosu Çalışanı
- Spoiler:
Tabiri doğru ise sabahın köründe annesinden gelen bir mektupla güne kötü bir başlangıç yapmıştı Ellen. Sıcacık yatağında uyurken başında bir baykuşun çırpınışlarıyla uyandı. Yatakhaneye nasıl girdiğini anlayamadığı baykuş incecik bacağında bir mektup barındırıyordu. Baykuşun yumuşacık tüylerine dokunarak ona ufak bir sevgi gösterisi bağış etti getirdiği mektuba karşılık. İçinde ne yazdığını bilmediğinden mutluydu. Annesi onu unutmamıştı. Elinde duran ve kalınlığı yaklaşık bir milimetre olan mektubu büyük bir hevesle açtı. İlk anda karşılaştığı manzara onun sinirlerini bozmaya yetmişti bile. Mektup annesinin en kötü el yazısıyla yazılmıştı. Aldığı kötü moralle mektubu okumaya devam etti.
Sevgili Ellen
Sana bu notu aceleyle yazıyoruz. Ancak babanla birlikte acilen İtalya'ya gitmemiz gerekiyor. Bu yüzden bir ay boyunca bize mektup yollama... Eğer bir terslik olursa sana haber veririz...
Annen Julia
Mektup sadece bu kadar mıydı düşüncesiyle tekrar tekrar okudu. Ancak sonra kararını verdi. Bu mektup bile değildi, ufacık bir nottu. Annesi kızının nasıl olduğunu bile sormamıştı. Üstelik onlara mektup yazmasın diye uyarıda bulunmuştu.
Biraz önce yumuşacık tüylerini sevdiği baykuşa baktı. Anlaşılan Ellen mektubu okumaya başlar başlamaz oradan yok olmuştu.
Elinde bir az önce okuyup büyük hayal kırıklığı yaşadığı mektupla bir süre oturdu. Aklına gelen düşüncelerin ardı arkası kesilmiyordu. Yavaş yavaş yatağından kalkıp dün özenle hazırlamış olduğu cüppesini giydi. Yatağının başucunda bulunan yeşil kravatı büyük bir özenle boynuna geçirip düzeltti. Bir Slytherin öğrencisi olmanın ailesi tarafından çok kısa bir süre kutlandığı gerçeği aklına geldi. Şimdi ise normal bir öğrenci gibi davranılıyordu ona. Bu düşüncelerle yavaş yavaş yatakhane merdivenlerinden aşağı indi. Etraf saatin erken olması nedeniyle sessizdi.
Şöminenin karşısındaki koltuğa oturup alev alev yanan ateşe baktı. Şu an içide böyle alev alev yanıyordu Ellen'ın. Bir aile sevgisinden muhtaçtı o an... Cüppesinin cebinden annesinin ufak notunu çıkardı. Yüzünde küçümseme ve alaycı bir gülüş olsada hüzünlü gözleriyle mektuba son bir kez bakıp şömineye fırlattı. Alevlerin içinde yavaş yavaş küle dönüşen mektuba bakarken gözlerinden iri yaş taneleri inmeye başladı.
Elinin tersiyle sildi gözyaşlarını. oradan uzaklaşmak amacıyla çıktı ortak salondan. Nereye gitmeliyim düşüncesi vardı kafasında. Şu düşünme olayı onun için fazlalaşmıştı. Her dakika düşünmek gereksiz bir şeydi ona göre, ama kendine engel olamıyordu.
Kütüphaneye gitmeye karar verdi. Orası her zaman sessizdi ve insanın kendini dinlemesi için birebirdi.
Koridorlardan geçerken hiç bir şey düşünmemeya çalıştı. Sadece sakinleşmek amacıyla derin nefes alıp durdu. Bir süre sonra bekledi yere gelmişti. Kütüphaneye...
Rütbeniz verilmiştir. | |
| | | Mike Jasper Montgomery Şifacı ~ Sihirli Böcekler
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 10 Yaş : 31 Kan statüsü : safkaN Galleon : 11468 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 22/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları C.tesi 04 Nis. 2009, 23:21 | |
| Mike Jasper Montgomery 22 Uçuş Şebekesi Başkanı
Spoiler
En son Mike Jasper Montgomery tarafından C.tesi 04 Nis. 2009, 23:27 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12104 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları C.tesi 04 Nis. 2009, 23:25 | |
| Başvurunuz reddedilmiştir. | |
| | | Elianne Beatrice Widmore
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 54 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11474 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 04/04/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Paz 05 Nis. 2009, 13:28 | |
| Elianne Beatrice Lawrencé 23 Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Denetlenmesi Dairesi Başkanı - Spoiler:
*HOGSMEADE'DE*
"Şak"
Sesin yankısıyla birlikte Hogsmeade'de buldu kendini...Güneş batmak üzere kendini geriye çekmişti ve yerüyüzündeki son ışık zerrecikleride kaybolmak üzereydi.İşte tam bu saatlerde severdi Hogmeade'i...Hoş klasik bir köyden farkı yoktu,sadece büyüyle donatılmış olması bile hoşuna gidiyordu.İngiltere’nin tek büyülü köyü...Ufak,tefek,birkaç katlı taş evler,kapı gıcırtıları ve bembeyaz bir örtüyle kaplı küçük bir köy manzarası…Gördükleri sadece bundan ibaretti.
Bütün gün bakanlıkta çalışmanın yorgunluğu ve cisimlenmiş olmasının etkisiyle beraber hafiften midesi bulanıyordu.Soğuk havadan nefret etmesine rağmen yerdeki kara batıp çıkmasından zevk alaraktan yürümeye devam etti.Adeta bürünürcesine giydiği pelerinin cebine soğuktan uyuşmuş ellerini soktu.Etrafa dikkatle göz gezdiriyordu.Belki de tanıdık bir yüz arıyordu.Aslında Hogsmeade’de yalnız dolaşmak yerine Nicholas’ın de yanında olması hoşuna giderdi.Nicholas şu an burada olsa ne olurdu ki?Gelecek postasında boy boy resimler ve saçmasapan haberler okumak zorunda kalırlardı.İlişkilerinden birkaç arkadaşının dışında kimsenin haberi yoktu.Bu yüzden gizli saklı buluşmak zorunda kalıyorlardı ve bu durumdan hiç hoşnut sayılmazdı.Neyse ki iki saat sonra yine o gizli saklı buluşmalardan birini gerçekleştiriceklerdi.
Bir süre sonra boş boş gezinmekten sıkıldı ve karşısına ilk gelen dükkanın kapısına bembeyaz ellerini uzattı.Bitkin düşmüş bir şekilde Üç Süpürge’de buldu kendini…
Loş ışıkla aydınlatılmış bu ortam umduğundan da sıcaktı.Düzenli bir şekilde yerleştirilmiş tahta masalardan birine yerleşti.Isınabilmesi için şömineye yakın bir masa seçti kendine…Şık,siyah çantasını özenlice masaya yerleştirdi.Etrafta fazla kimse yok gibi görünüyordu.Aslında Cadı ve Büyücülerin sıkça uğradıkları bir mekandı Üç Süpürge…Sandalyeye yaslandı ve dinlenmek istercesine gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı.Gözlerini kapattığı anda düşünceleri onun kafasını bulundırmaya başlamıştı bile…Son yapılan toplantı…Angelina için büyük bir önem taşıyordu.Artık Bakanlık’ta bir şey yapmanın vakti gelmişti.Hatta Benjamin bunun için Efendilerine Gizem Dairesi’nin kontrolünün tamamen elimizde olduğunu da belirtmişti.Artık harakete geçme zamanıydı…
“Öhm…”
Garsonun kalınca öksürürüyormuşçasına çıkardığı sesle,büyük zevkle yumduğu mavi gözlerini açtı.Dükkan sahibi değildi başında dikilen esmer adam...Garsonu buraya sık sık uğradığı için tanırdı.Üç Süpürge’nin sahibini de iyi tanırdı.Russel Gizem Daire’sinde Angelina ile çalışırdı.
“Ah…Çok üzgünüm.Bilirsin yorgunluk işte…Bir kadeh ateş viskisi lütfen.”
Garson siparişi aldıktan sonra sivri ve çökük yüzüyle hafiften gülümsedi.
“Rahatsız ettiğim için ben üzgünüm Miss Prevért...Bakanlıktaki işler oldukça yorucu olmalı.”
Evet dercesine kafa salladı ve biçimli yüzünde zoraki bir gülümseme belirdi.Birkaç dakika sonra garson elinde bir kadeh ateviskisiyle geri döndü.Viskiyi yavaşça masaya bıraktı ve diğer müşterilerle ilgilenmek için masanın başından ayrıldı.Garsonun gitmesiyle birlikte kendini biraz daha rahat hissetmeye başlamıştı.Sandalyenin yönünü şömineye doğru yönelterek,masanın üzerinden alıp sıkıca kavradığı ateş viskisinden bir yudum aldı.Masalara birer mum yerleştirilmiş bu mekanda bir şeyler içmeyi severdi.Bir yudum…Bir yudum daha derken kadeh boşalmıştı.Yavaşça aldığı kadehi sertçe masaya bıraktı.Normalde bir kadehle kendinden geçmezdi ama bugün bir değişikti.Her an sızabilir bir hali vardı.Kolunu sertçe masaya yasladı ve garsondan bir ateş viskisi daha istedi.Şaşkın şekilde gelen garsonun şaşkınca bakmasına bile sinirleri bozulmuştu.
“Ama efendim…Siz…Siz iyi görünmüyorsunuz.Size bir miktar daha ateşviskisi verip patronum tarafından azarlanmak istemem.”
Ciddi bir tavırla söylemiş olsa da garson umrunda bile değildi.Gayet kendindeydi…Sadece biraz fazla yorgun ve bitkin hissediyordu kendini…
“Endişelenme…Ben iyiyim.Şimdi ne istiyorsam onu yap!”
Biraz sertçe söylemişti son sözlerini…Ama işe yaramış gibi gözüküyordu.Garson koca ellerinde bir kadeh daha ateş viskisiyle geri döndü.Hala eskisi kadar tedirgin görünse de kadehi masaya bırakıp geri döndü.Garsonun gitmesiyle beraber kadehi kavradı ve küçük bir yudum daha aldı…
Yudumlarının devamı gelirken artık güneş gökyüzünden tamamen kaybolmuş,yerini koyu bir karanlığa bırakmıştı.Kocaman,parlak dolunaydan başka hiçbir şey yoktu yeryüzünü aydınlatan…Akşam olmasıyla sessizliğe de bürünmüştü her taraf.Artık dışarıda dolaşan birkaç cadının sesini duyamıyordu ya da cıvıldayan kuşların sesini.Hoş karga sesi duymak daha hoşuna giderdi.Ölümün kol gezdiği yerlerde dolanırdı kargalar…Zarifçe tuttuğu kadeh hala sağ elindeyken yan tarafında kapalı duran pencerenin ardından dışarıya baktı.Dolunayın verdiği ışıkla parıldayan kar kütlesinden başka bir şey görüyor sayılmazdı.Gerçekten saat geç vakitleri vurmaya başlamış olmalıydı.Genç bir bayanın bu saatte buralarda dolanması pek akla yatkın sayılmazdı.Fakat Angelina sadece genç ve başarılı bir bayan değildi.Oldukça karanlık bir bayandı da…Niye korsundu ki karanlıktan yada yalnızlıktan.Asası cebinde olduğu sürece hiçbir seherbazdan korkusu yoktu.Hoş zaten onlar Angelina hakkında hiçbir şey bilmiyordu.Şöminenin verdiği sıcaklıkla hafiften pembeleşmiş yüzünde ufak bir gülümseme belirdi.Hala bitmemiş fakat dibini vurmak üzere olan kadehten küçük bir yudum daha aldı.Kadeh sağ elinde dururken ellerini yavaşça yanan şömineye yanaştırdı.Küllerin içinde yanan birkaç odun parçasından ibaretti şömine…Dükkana yetecek miktarda ısı yayıyordu.Soğuktan uyuşmuş ellerinin pembeleşmeye başlayınca yavaşça uzaklaştırdı.
“Gıcırt…”
Dükkanda düşük sesle çalan müzik ve kadeh tıkırtılarından sonra duyduğu ilk sesti bu…Kapıdan geldiği apaçık belliydi.Kahverengi,uzun,parlak saçlarını yavaşça savurarak arkasına döndü ve göz ucuyla içeriye girene baktı.Esmer,siyah saçlı,kahverengi gözlü genç bir adamdı giren…Üç Süpürgenin sahibi,ayrıca Gizem Dairesi’nde Angelina’yla birlikte çalışırdı Russel...Yavaşça gözlerini oradan alarak önüne döndü.Az önce ki yatarvaziyet kolunu masaya dayadı.Başına hafifçesine saplana ağrıya aldırmadan kendini müziğe verdi.Çalan parçayla beraber kendince mırıldanmaya başladı.
“Tarz yapmışsın genç!..”
Russel’ın bilindik ses tonu dükkandan yankılandı.İster istemez kulak misafiri oluyordu.Hoş bundan başka pek seçeneği de yoktu.Yalnız başına bir dükkanda içki içmek yada kulak misafiri olmaktan başka ne yapabilirdi ki?Göz ucuyla yeni yetme garsonu süzdü.Gerçekten bir değişiklik vardı.Peki az önce bunu niye fark edememişti ki?”Dikkatsizlik…”diye geçirdi içinden…Başındaki ağrılar hafiften devam ederken kadehteki son yudumlarda içilmek üzere onu bekliyordu.Belki de bir kadeh daha söylemeliydi fakat garson bu sefer verecek gibi değildi.Endişelenmiş hali hala gözünün önünden gitmemekle beraber arada bir göz ucuyla onu kontrol etmesi bir hayli tuhafına gitmişti.İşittiği ayak sesleriyle yavaşça arkasına döndü.
“Merhaba Miss Prevért.Yorgun görünüyorsunuz.Ateş viskisi çarpmasın.”
Masanın hemen önünde duran Russel,gözlerini Angelina’kilere dikmişti.Belli ki ondan bir cevap bekliyordu.Bekletmek istemezcesine saçlarını geriye doğru attıktan sonra konuşmaya başladı.
“Ah…Biraz yorgun sayılırım Mr.Caliente.Bildiğin gibi bakanlık işleri ve Gizem Dairesi’nin sorumluluğu gibi büyük bir yük taşıyorum.Neyse ki sizin gibileriyle çalışmak bana gerçekten olağanüstü bir güç veriyor sevgili dostum.Bu arada otursana…”
Hala önünde dikilmekte olan uzunca adama bunları söyledikten sonra hafifçe gülümsedi.Aslında birileriyle konuşmak ona çok iyi gelmişti.Biraz kafası dağılmış gibiydi fakat hala başındaki ağrılar inceden etkinliğini sürdüyor gibiydi.Yavaşça elini başına koydu ve Russel’ı dinlemeye başladı...
Uzun zamandır özlemini çektiği uzunca bir sohbetten sonra hala ayık olduğundan emin olarak masada kalktı.Şık,siyah,deri çantasını masanın üzerinden yavaşça çekti.Çantasından çıkardığı yeteri kadar galleonu masaya yerleştirdi.Angelina'nın ayaklanmasıyla beraber kalkan Russel'a gülümseyerek elini uzattı.
"Bakanlıkta görüşürüz sevgili dostum...Burada bu saatte fazla vakit geçirdim sanırım."
Sarhoşluktan kendinden geçmiş adamlara bakaraktan sarfettiği bu sözler karşısında Russel'ın kusursuz yüzünde ufak bir gülümseme belirdi.Siyah pelerinini savurarak dükkandan çıktı.Buralarda onu bekleyen birileri vardı.Onu bekletmek istemezcesine cisimlendi.
| |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Paz 05 Nis. 2009, 19:05 | |
| | |
| | | Adaliné Lléw Meijer
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 53 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez. Galleon : 11420 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 06/04/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Ptsi 06 Nis. 2009, 20:00 | |
| Withélmina Olympé Charpy 24 Uçuş Şebekesi Başkanı - Spoiler:
Kolunu dürtükleyen bir el gözünü açmasını sağlamıştı. Gözlerini ovuşturdu, esnedi biraz. Nerde olduğunu yeni kavrıyordu. Bu Sihir Tarihi Dersiydi. Yine kendine hâkim olamayıp uyuya kalmış olmalıydı. Gözüne girmeye meyilli kâküllerini savuşturarak başını sıradan kaldırdı çevikçe. Tozlu kitapları biraz önce başını koyduğu yerin yanında simetrik olmayan bir durumda duruyordu. Merdivene benzetti önce. Birkaç saniye sonra kirpiklerini kırpıştırarak baktığında aralarından fışkıran parşömenlerin görüntüyü bozduğunu keşfetti. Tam bir simetri hastasıydı belki de kalın kitapları gözünün önünden uzaklaştırdı. Arkadan gelen bir ses ona "Leslié geceleri uyumayı düşünmüyor musun acaba? Derslerde uyumak pekiyi bir alışkanlık sayılmaz ha?"dedi gözlerini bir kaç saniye bile gözlerinden ayırmayarak Leslié'nin. Bu sarı, dümdüz ve gözlerinin üzerine kadar inen, saçının kısa ile uzun arası denilebilecek bir biçime sahip, yemyeşil gözleri bakan insana kendini yasak ormanda geziyor hissi veren, içinde adeta kaybolunan William'dı. Yani iki gündür çıktığı çocuk. Yakışıklı olduğu kadar sempatik ve konuşkandı. Seviyor muydu onu yoksa? Gözlerini hayranlık verici derecede yeşil gözlerinden ayırmadan, yüzüne biraz da sahte bir gülümseme vererek "Üzgünüm."diyebildi sadece usulca. Bir şeyler söylemek istiyordu ama William'a değil. Tüm sınıfın önünde haykırmak istiyordu. Avazı çıktığınca bağırmak…
Profesör tahtada sınıfa arkasını dönmüş kendi halinde ders anlattığını sanıyordu. "Hogwarts'ın 4 kurucusundan üçü anlaşabilirken biri diğerleriyle anlaşamıyordu..." diye seçiliyordu söylediklerinden. *Hogwarts tarihi harika değil mi?* diye geçirdi içinden. Belki içindeki isyanı bastırmaya çalışıyordu. İsyanının sebebine gelince yan tarafta ateşli bir biçimde öpüşen dudaklarını birbirinin dudaklarından ayırmayı zaman kaybı olarak sayan Véronica ve Nicholas’ın birbirine âdeta yapışmış durumlarıydı. Bu onu ilgilendirmiyordu tabiî ki ama herkesin önünde yapmaları da gerekmiyordu değil mi? Birkaç saniye onlara baktıktan sonra William'ın onu izlediğini fark edip ona döndü. "Ne oldu William?" dedi sesi titrek çıkıyordu. Ağlama noktasına gelmişti. Onları izlerken midesi ters-düz olmuştu belki de. O sırada William'ın ona yaklaştığını fark etti. Gülümseyerek ona yaklaşıyordu yüzü teni tenine değdi Leslié'nin. Tüyleri havaya kalmış olanlara bir dur bile diyemiyordu. William'ın dudakları Leslié'ninkileri bulduğunda tüm gözlerin onlara çevrilmiş olduğunu...
William'ın dudakları isteklice onunkiler üzerinde gezerken gözleri doldu. Ağlayamazdı ama. Gözlerinden akacak bir damla yaş bile sürüyle olayın olmasını sağlardı. Şu durumda yapması gereken güçlü olup istememesine rağmen onu öpmekti. Yapabilecek miydi? Kollarını boynuna doladı daha çok yaklaştırdı kendine. Dudaklarını William'ınkinde durmaksızın gezdiriyordu. Bir kaç saniyeliğine bıraktı; devam edecek gücü kendinde bulamadı ve geri çekildi. Gözlerinden akan yaşa şimdi hâkim olamıyordu. Titrekçe "Yapamıyorum William. Profesör rahatsızım hastane kanadına gidebilir miyim? Şey, karnım ağrıyor da biraz." profesör ona dönmeyerek kafasını salladı ve Gryffindor ile Slytherin’nin anlaşamadığını gösteren o bildik hikâyeyi tahtaya yazmaya devam etti. William'a bakamayarak hızla koştu ve sınıftan dışarı attı kendini. O sırada gözyaşlarına da hâkim olamıyordu.
Tabloların ona soran gözlerle bakmasına ve neyin var gibi sözler sarf etmesine aldırmadan kendini dersliğin olduğu koridordan çıkmaya zorladı. Merdivenleri hızla aşıyordu. Sarı saçları koşarken onun beraber hareket ediyordu. Kendini ikinci kat koridorunda bulmuştu işte. Burada Mızmız Mrtle tuvaleti vardı. Arkadan birinin geldiğini fark edip hemen oraya daldı. Mızmız yine o bet sesiyle şarkı söylüyor, uçarak tuvaletin altını üstüne getiriyordu. Aynaya doğru yaklaştı. Gözlerinden yola çıkmış dudaklarının üstüne sıcak bir dokunuşta bulunan gözyaşları sırayla düşüyorlardı. Saman rengine ve güneşin akşam olmadan önce yaydığı ışığın renginin biri biriyle karıştırılmışına yakın renkte kâkülleri bir kaç tutamı kulağının arkasında olmakla beraber kaşlarını aşmış gözüne en fazla bir tüy kalemin ucu kadar kalmıştı. Biçimsizce sırtına doğru uzanan saçları omzunun üstünden sırıtıyordu. Deniz mavisinin en güzel tonları ve gök mavisinin perçinlenmesiyle oluşan göz rengi ona boncuk boncuk bakıyordu. Her iki saniye de bir damla damla su akıtıyordu. Kendini hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. Herhangi bir arkadaşı da mı yoktu peşinden gelebilecek. Herkes ona nefret mi besliyordu?
Aniden kapı açıldı. Kıvırcık saçları gözlerinin üzerine ahenkle uzanan, simsiyah gözleri perçeminin altından parıl parıl parlayan Nickolas şimdi ona doğru yaklaşıyordu. Belli ki korkutmak istemiyordu. Neden geldiğini bile anlayamamışken ayakları ona doğru gitmesini zorluyordu. Kendine engel olmamıştı yine yaklaştı Nickolas'a. Nickolas'ta ona doğru biraz ürkek görünerek geliyordu. Odaya sessizlik hâkimdi. Ama bundan sonra ne olacağı belli olmazdı hiç. Yeni adımını attı ve kendini yerde buldu. ”Ah!” Soran gözlerle Nickolas'a bakıyordu. Nickolas da ona bakıyordu birden gözleriyle şimdilerde oturduğu yerdeki su birikintisini gösteriyordu. Su birikintisini fark etmemişti Leslié. Nickolas çevik bir hareketle onu kucakladı. Şimdi Nickolas'ın kucağında kolunu omzuna atmış bir şekilde onu nereye götürdüğüne bakıyordu.
Onlara sorgulayıcı ve kınarcasına bakışlar atan öğrencileri hiç takmadan William'ı düşünüyordu. Şimdi ne yapıyordu kim bilir? İşte hastane kanadına gelmişlerdi. Nickolas onu buraya getirmekte yarar bulmuştu belli ki. Hiç konuşmamışlardı 1 saate yakındır sadece birbirilerine arada delici bakışlar atıyorlardı. Gözyaşları artık kurumuş kendini iyi hissediyordu; hiçbir şey olmamışçasına. Nickolas'ın yanında kendini güvende ve rahat hissediyordu. Nedenini bilmiyordu ama William yanında hissettiklerinden daha iyi şeyler olduğuna emindi. Yatağın üstüne hafifçe onu bırakan Nickolas bir şeyler diyecek oldu. Ağzını açmıştı ki yeniden kapayıverdi. Karanlıkta yüzü seçilemiyordu ama az da olsa arkasını dönüp gittiği görülüyordu. Arkasından *Gitme seni öylesine seviyorum ki.* diyemezdi ki diyemedi de. Söyleyecek oldu ama kelimeler boğazına tıkılıp kaldı.
Ardından William geldi. Nickolas çıkarken içeri o girdi. Ona doğru yaklaştı. Odanın en köşesindeki yatağa... Konuşmak için geldiği yürüyüşünden belliydi. Yavaş ve bir o kadar da kararlı, duygu yüklü adımlar... "Beni sevdiğini sanıyordum meğer yalanmış." dedi tükürürcesine. ...Ne kadar da aptalım anlamalıydım onu sevdiğini." dedi. Bir şey söyleyemezdi. Her ne kadar söylemek istese de. "İnkâr etmiyorsun. En başından beri onu seviyordun değil mi? dedi bir kez daha. " William, sevgilim..." ağzından zor da olsa ancak bu çıkmıştı daha fazlasına imkân yoktu zaten. "Bana sevgilim deme!" dedi bu defa bağırarak. Sesi titriyor şu ana kadar Leslié attığı en delici bakışları atıyordu. Leslié bu defa haykıracaktı ki kapı birden açıldı Nickolas içeri daldı; sinirle "Onu rahat bırak." dedi. Şimdi Leslié'ye ve William'a yaklaşıyor, sevgiyle ona bakmayı ihmal etmiyordu."Birbirimizi seviyoruz William bizi rahat bırak ve buradan git." dedi bu sefer umutla Leslié'ye bakıyordu. William yıldırım gibi kapıya gitti son bir defa ağlamaklı bakarak çıktı odadan. Nickolas ona aldırmadan yatağından doğrulmuş oturuyor olan Leslié'nin yanına oturdu ve yaklaştı, yaklaştı; fısıltıyla "Seni en başından beri seviyorum; sen de beni seviyordun yeni anladığım için üzgünüm."dedi usulca bitirerek lafını.
*Bir Hafta Sonra*
Güneşin ilk ışıklarıyla uyanmış; bir haftadır buradan çıkma istediğinin sonunda gerçekleşmesine seviniyordu. Yavaşça yatağından sıyrılmış sabahlığını üstüne geçirmişti. Geceliğinin teninde yarattığı soğukluk hissi onu munzurluk yapmaya itiyordu. Perdeyi araladığında güneşin yaydığı ışıkla bahçe çimleri altından bir görüntü sunuyordu onlara. Güneş çimlerin üstüne düşmüş; rüzgârın da etkisiyle ritimle sallanıyordu altından çimenler. Bavulunu toplamış saçlarını düzgünce toplamış perçemini gözünün üstünde bırakmıştı. Hastane kanadından çıkmak için Nickolas'ı bekliyordu. Tabi önceden üstünü değiştirmişti. Muhtemelen de Nickolas onun yanına gelmek için yola koyulmuştu. Bir haftadır her gün o uyanmadan yanına geliyor her gün onu öpücükle uyandırıyordu. Bir beşinci sınıf öğrencisi için ne kadar çok aşk macerası yaşamıştı Leslié. Yaşı küçüktü ama artık deneyimli sayılırdı bu konularda. Yatağını da toplamış ayakta Nickolas'ı beklerken birden kapı aralandı. İşte o gelmişti. Koştu boynuna atladı sevgilisinin. Elindeki bavulu alan Nickolas diğer eliyle de Leslié’nin elinden tutarak Ravenclaw ortak salonuna oradan da göl kenarında geçirecekleri bir kaç saate doğru yola koyuluyordu.
| |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Ptsi 06 Nis. 2009, 20:05 | |
| | |
| | | Julia Mia Montgomery
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 9 Yaş : 30 Kan statüsü : safkan Galleon : 11457 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 22/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Salı 07 Nis. 2009, 09:57 | |
| Julia Mia Montgomery 23 Büyü Yasaları Dairesi
Güneş her sabah olduğu gibi bu sabah da gecenin karanlığının korkutucu hükmünü yerle bir eden ışığıyla doğuyordu aşılmayacakmış gibi görünen dağların arkasında… O her zaman ki gibi ışınlarını cömertçe saçarken yeryüzüne Scarlett hala o çok sevdiği ışınları görmek için gözlerini açamamıştı. Aslında gece olanlardan sonra uyumaya ihtiyacı vardı ama her sabah aynı saatte çalan zil bu sabah da buna izin vermemişti…
“Zır… Zır…”
Mia yine uyanmak zorunda olduğu için bu sabahta güneşten nefret etmişti. Onu gecenin kötü karanlığından kurtaran güneşten…
“Hadi ama her sabah çalmak zorunda mısın?”
dedi her zaman ki tembelliğiyle. Zorla ayağa kalkıp banyoya gitti. Birkaç dakika sonra taş duvarlarla çevrili banyoya vardığında, çıplak kollarını yavaşça lavabonun kenarlarına dayadıktan sonra musluğun soğuk tarafını açmış, akan suyu hızla yüzüne çarparken soğuktan titreyen bedeninin yüzüne değen suyla birlikte daha da beter bir hale geldiğini hissetmişti. Hızlı hızlı alıp verdiği solukların arasından başını kaldırıp aynadan kendine baktığında gördüğü manzara karşısında adeta ürkmüş, yüzü; soğuktan mosmor olmuş dudakları, korkunç derecede dağınık saçları ve şişmiş gözleriyle okuldaki en çirkin kızdan bile itici gelmişti. Her ağlamasından önce yanmaya başlayan gözleri yine aynı acıyı hissettirmeye başlamıştı ve her ne kadar ıslak yüzündeki gözyaşlarını sudan ayırt etmek olanaksız olsa da, o an orada bulunan herkesin ağladığını anlayabileceği kadar büyüktü gözlerindeki hüzün...
“Tanrım…”
Bu kutsal sözcük dudaklarından dökülürken, ruhen çökmüş durumda olmasının yanı sıra, bir de bu iğrenç geceden sonra okula gitmek zorunda olduğunu bilmenin verdiği kötü hisle tekrar yatakhaneye döndü… Artık okula gitmek için hazırlanmalıydı. ***
" Öncelikle hepimize iyi bir dönem diliyorum, umuyorum ki iyi geçineceğiz. Ben…"
Sabahın erken saatlerinde yaşadığı tatsız uyanışın ardından, aklı tamamıyla başka yerdeyken kendini derse bir türlü veremeyeceğini bildiği için önce, dersliğe gelmek yerine gölün kenarına gidip biraz hava almayı düşünmüş, fakat devamsızlıklarını daha fazla arttırmak istemediğinden kendini biraz zorlayarak ucu ucuna derse yetişmişti Scarlett. İçeri girdiğinde zaten gelmiş olan profesör, zilin ardından dersi başlatmak üzere konuştuğunda, onu dinleyeceğine dair kendi kendine sözler vermiş, büyük bir çabayla gözlerini ona dikmiş fakat geçen birkaç saniye içinde yaptıklarının boşuna olduğunu zaten bildiğini fark etmişti.
" Dersimin kurallarına uyacağınıza eminim... Bu nedenle kurallar üzerinde fazla durmayacağım.”
' Kurallar... Kurallar... Kurallar... Evet, biliyorum profesör, biliyorum... '
Ders başlayalı henüz birkaç dakika geçmiş olmasına rağmen şimdiden geldiği için pişman olmaya başladığını hissetmişti Scarlett, zihnindeki sonu gelmez tartışmalar onu içten içe çökertirken, gözleri bitkinlikten artık açık kalmaya tahammül edemeyerek kapanmaya başlıyorlardı... Hafifçe sarstı kendini,
' Şimdi olmaz... '
O an, kapkaranlık bir gezegenin ortasındaki minik bir ışık huzmesi, alevlerle kaplı bir çukurun içindeki bir damla su veya kimsesiz bir çocuğun içindeki ' seviliyorum ' hissi kadardı gücü... Günlerdir çektiği sıkıntıların üzerine gördüğü kâbuslar acısını kat kat arttırırken dışarıdan bakıldığında hiçbir şeyi yok gibi görünse de fırtınalar kopuyordu içinde. Etrafında olan biten hiçbir şeyi anlayamıyordu, belki anlamak istemiyordu belki de gerçekten yapamıyordu... ' Tanrım... Acı çektiğimi görmüyor musun! Bütün bunları yaşamayı istemedim ben, bu kadar acıyı bir anda yüklenmeye hazır değilim, hak etmiyorum! '
Daha fazla dinliyor gibi görünmeye tahammül edemiyordu! İçinden geçenleri dışa vurmamak adına sarf ettiği gücün önüne geçememeye katlanamıyordu! Asabi bir hareketle saçlarını geriye attı ve ellerini masaya dayayıp öylece durup bekledi. Nefes alıp verişi inanılmaz derecede hızlanmıştı ve o an dilediği tek şey içindeki ızdırabın bitmesiydi, o kadar ki insanların onu o halde görüp görmemesine bile aldırmıyordu!
" ... Bu nedenle bu sene içinde yeniden göstermeyi planlıyorum. Her neyse gelelim bugün ki dersimize."
' Kendine gel Mia, aldığın derin bir nefesle içindeki berbat duygulardan kurtul, hepsini özgür bırak ve sadece sakin olmaya çalış... ' ' Yapamıyorum... ' ' Denemelisin! ' ' ... ' ' Annen olsaydı, seni böyle görmeye dayanamazdı... ' ' Annem... '
O içini ısıtan sözcüğü duyduğu anda sanki zaman durmuşçasına bir an hareketsiz kalmış ve ardından gözlerini yumarak hayatında tanıdığı en mükemmel insanı, onun koruyucu meleğini, yaşamını güzelleştiren emsalsiz varlığı hayal etmeye çalışmıştı... Ellerini ellerinin üzerinde hissetmeyeli ne kadar da uzun zaman olmuştu; Mia onun bakışlarının sıcaklığıyla ısınmayı, kalbinin sevecenliğiyle mutlu olmayı ne denli özlemişti...
" Onu hayal kırıklığına uğratamam..."
Annesini anmak, onun tatlı bakışlarını hayal etmeye çalışmak içini öylesine büyük bir huzurla doldurmuştu ki birden sanki yaşadığı sıkıntıları unutmuş gibiydi - en azından bir süre için-... Belki de annesi o çok sevdiği bulutların arasında durmuş kendisini izliyordu kızıyla gurur duyabilmek adına, Mia'yı böyle görmeyi hak ediyor muydu? Hayır...
' Onu hayal kırıklığına uğratamam... '
Düşüncelerini bu kez zihninden tekrarladıktan sonra dudakları hafifçe kıvrılarak tatlı bir gülümseme oluşturdular ve Mia oturduğu yerde hafifçe doğrulduktan sonra başını güvenle dik tutup Profesöre baktı, belki de derse yakaladığı yerden devam etmek en doğru karardı. Annesinin o, melekler kadar güzel yüzünde hüzünlü bir ifadenin oluşmasına neden olmayı asla istemezdi, o an kendisini izlediğine inandığına göre de... Gerekeni yapmalıydı.
Dikkatini tekrar profesöre verdiğinde konuşmasına devam ettiğini fark etmiş ve yeniden onu dinlemeye başlamıştı, fakat yine de ara sıra gözü karşı duvarda asılı duran saate takılıyor ve dersin bitmesi için ne kadar zaman kaldığını her dakika yeni baştan hesaplıyordu...
"Şimdi sizden istediğimse bu yaratıkların adının neden ateş yengeci olduğunu araştırmanızdır..."
' Yine mi ödev! '
Bir yandan ' Ödevi vermeye başladığına göre ders bitmek üzere ' diye sevinirken diğer yandan da boş vakitlerinden birazını daha kaybetmenin hüznünü yaşıyordu o an Mia. Ödev yapmayı sevmezdi, hatta ödev veren profesörlere de ayrı bir siniri olurdu. Ayrıca derslerin hiçbirine de bayıla bayıla girmiyordu. Peki ama o halde neden bir Ravenclaw'dı? Okula geldiği ilk gün, acemice onu seçmen şapkanın sandalyesine oturttuklarında, şapka başına konduğu ilk anda kuşkusuz bir sesle,
' Ravenclaw! '
diye bağırmıştı. Sanki bir saniyeden kısa sürede Mia’ın zihnindeki her şeyi çözmüş, düşüncelerini kavramış ve onu ait olduğunu düşündüğü yuvasına yerleştirmişti. Ama belki de bu kadar kısa sürdüğü için yanılmıştı, olabilir miydi? Hayır... Ama bu çok saçmaydı!
" ...Fark ettiğiniz gibi ben ateşle ilgili bir şeyden bahsetmedim. Bunu bulmayı size bırakıyorum. Bir dahaki dersin başında yengeçleri bir kere daha özet geçip yeni bir yaratığa geçeceğiz."
Hafifçe gözlerini devirdi ve bir sonraki derse gelip gelmeyeceğini merak etti; eğer gelmezse ödevi yapmamasında herhangi bir sorun yoktu fakat tıpkı bu seferki bir geri dönüş yaşarsa, - biterdi!
' Anne, umarım içimden geçenleri okumuyorsundur... '
Kendi kendine hafifçe gülümsedi ve dönüp pencereden dışarı, masmavi gökyüzüne doğru baktı... Sanki orda, bembeyaz bulutlardan birinin üzerine uzanmış, kendisini izleyen annesini bulmayı bekliyor gibi bir hali vardı. Ah... Onu görmeyi ne çok isterdi... Ellerine dokunabilmeyi, saçlarının kokusunu içine çekebilmeyi, başını göğsüne yaslayıp kendini yeniden güvende hissedebilmeyi... Mia bir an durup derin bir nefes aldı ve gözyaşlarını engellemek adına hafifçe gözlerini kırpıştırdı, ardından da kimsenin görmemesini umarak pencereden dışarı, gökyüzüne doğru minik, tatlı bir öpücük gönderdi.
' Bu senin için anne, umarım kabul edersin, o yumuşacık yanaklarına kondurmayı dilediğim minicik öpücüğümü reddetme lütfen... Gelip seni bulmasına izin ver. Biliyorum, oralardan bir yerlerden beni izliyorsun... Seni seviyorum... '
Bulutlara doğru son kez özlemle baktıktan sonra bakışlarını kucağına bıraktığı titreyen ellerine çevirip hafifçe içini çekti…
"Evet, hepinize iyi günler. Ödevlerinizi bekliyorum."
Ve yolu, profesörün kocaman sınıfta yankılanan sesini duyana kadar da hatırlayamamıştı fakat sonradan sanki birileri onu dürtmüş gibi aniden kendine gelmiş ve başını hafifçe sallayıp ayağa kalkmıştı. Deminden beri bitmesini büyük bir hevesle beklediği ders bitmişti, şimdi ne olacaktı? Sıkıntılarından kurtulmuş muydu? İçindeki kötü his geçmiş miydi? Belki... Belki kendini süper hissediyordu, belki de berbat... Ama bunu pek de umursamıyordu. Onun için önemli olan bir şey varsa, hissettiklerinin bu sabah bu dersliğe adım atarken hissettiklerinden çok farklı olduğuydu...
' Bir gün sana kavuşabileceğimi biliyorum anne, bunu biliyorum... '
Öğrenciler sınıfı boşaltırlarken acele etmeden öylece bekledi, az önce kendini bu sınıftan dışarı atmak için elinden gelen her şeyi yapmaya hazırken, şimdi nedense umursamıyordu. Dersin bitmesini fazlasıyla arzulamıştı fakat bitince nereye gideceğini hiç düşünmemişti. Yavaşça ayağa kalktı, profesör etrafı toparlamak için içerde kalırken ağır adımlarla dersliği terk etti. Belki de ihtiyacı olan şey sadece biraz ilgiydi... | |
| | | Nicholas Ryan Scofield
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 168 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12311 Ekspresso Puanı : 1 Kayıt tarihi : 07/03/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Salı 07 Nis. 2009, 18:13 | |
| - Nicholas Ryan Scofield - 23 - Büyüceşura İdari Hizmetleri Bürosu Çalışanı
Örnek Rp: - Spoiler:
Güneş kendini göstermeye başlamış, yaklaşık 12 saat önce terk ettiği şehre geri dönüyordu. Işık camı delercesine pencereden içeri süzülüyor, karanlık yatak odasını aydınlatıyordu. Ryan uyumuyor olmasına rağmen kapalı olan göz kapaklarını araladı. Yarı açık gözlerini şifonyerin üzerinde bulunan saatte kaydırdı. Akrep, 4’ü çoktan terk etmiş, yelkovan ise 7’nin üzerinde konaklama kararı almışa benziyordu. Beşe yirmi beş vardı ve genç adam dün geceden beri bir gram uyku uyuyamamıştı. Bunun nedeni çok bariz ortadaydı; fakat Ryan bunu büyük bir kararlılıkla reddediyor, kendini kandırmakta ısrar ediyordu. Böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Yıllarca babası olarak tanıdığı adam, aslında onun babası olmayı bırak, cüzi bir miktar karşılığında –bu kelimeyi kullanmak, zaten sevimsiz olan durumu iyice sevimsizleştiriyordu- satın almıştı!
Dün akşam domuz kafasına 1–2 kadeh bir şeyler içmek ve kafasını dinlemek üzere gitmişti. Daha önce birkaç kez daha gördüğünü sandığı bir kadın –ki artık o kadını daha öncede gördüğüne emindi; çünkü Ryan’ı takip ettiğini kendisi itiraf etmişti- gelip yanına oturmuş, inanılası çok güç, hatta mümkünâtı olmayan şeyler anlatmıştı.
* * *
Clay Edd Scofield, sarı saçlı, açık kahverengi gözlü, uzunca boylu, yakışıklı sayılabilecek bir adamdı. Sihirli kazalar ve felaketler dairesinde, büyücü kazalarını düzeltme ekibinde görevli, sıradan bir insandı. Biraz katı ve otoriter bir kişiliğe sahipti. Miranda Lynn Dawson adında -Clay onu hep böyle anlatırdı- sarışın, yemyeşil gözlere sahip, oldukça güzel bir kadınla evlenmiş, diğer aile bireyleri gibi sarı saçlı bir oğulları olmuştu. İsmi Ryan dı. Nicholas Ryan Scofield. Ne yazık ki doğum sırasında yaşanan aksilikler sonucu Miranda, dünyalar tatlısı oğlunu göremeden dünyaya gözlerini yummuştu. Clay iki farklı tecrübeyi bir arada yaşamış, sevinsin mi, üzülsün mü bilememişti. Ne pahasına olursa olsun, bu çocuğu büyüteceğine, ona annesizlik hissini tattırmayacağına and içmiş, oğlunu tek başına büyütüp yetiştirmişti.
Tüm bunlar Clay’in anlattıklarından ibaretti. Ryan daha fazla sorgulamamış, annesinin kendisi yüzünden öldüğüne inanmış ve geçmişinin bu bölümüyle daha fazla yüzleşmek istememişti. Bu nedenle bu konuyu babasıyla yalnızca birkaç defa konuşmuştu. Zaten ortada irdelenecek bir durumda yoktu. Her şey gayet normal görünüyordu. Normal, can sıkıcı ve fazlasıyla üzücü… Babasının da işine gelmişti sanki bu durum. Olanları anlatırken her zaman sıkkın, tedirgin ve bulunduğu durumdan hoşnut olmayan bir ifade hâkim olurdu suratına. Olay hakkında daha fazla ayrıntıya hiçbir zaman girmemişti. Anlattığı şey hep aynıydı. Kelimesi kelimesine. Ne bir eksik, ne de bir fazla. Adeta ezberlenmiş bir metin gibi. Ezberlenmiş bir metin! Daha fazla ayrıntı yoktu; çünkü aslında anlatılanlar hiçbir zaman yaşanmamıştı! Clay’in sınırlı hayal gücü bu uydurma hikâyeye bir şeyler katmaya yetmemiş, karşısında duran, hiçbir şeyden haberi olmayan, saf ve meraklı gözlerle ona bakan –üvey!- oğluna hep aynı masalı anlatmış ve onu kandırmayı başarmıştı!
Mantıklıca düşünülürse, dün geceki kadının -annesi olduğunu iddia etmişti- anlattıkları hiçte saçma sapan şeyler değildi. Ne kadar da aptaldı! Taşlar yerine bir bir oturuyordu şimdi. Ryan yeni yeni ayırdına varıyordu her şeyin. Her zaman diğer çocukların babalarına özenmişti. O babalarda bir şey vardı, özlemini çektiği bir şey, kendi babasında olmayan bir şey, kelimelerle anlatılamayacak, tasvire sığamayacak türden bir şey... “Baba” gibiydi o babalar… Yinede bir babası vardı işte, lafta da olsa babaydı… Dün geceki kadının anlattığına bakılırsa, asıl babası o doğmadan yaklaşık 4 ay önce yaşamını yitirmişti. Zaten bebek beklediği adamla evli olmadığını iddia eden kadın, kucağında küçücük bir çocukla tek başına nasıl yaşayacağını düşünmenin verdiği sıkıntı yetmiyormuş gibi, birde sevdiği adamın ölümüyle sarsılmıştı. Büyük bir depresyon yaşadığını, intiharı bile düşündüğünü dile getirmişti. Geçmişte yaşadığı bunalımın ne denli büyük olduğu, olayı anlatırken ki yüz ifadesinden gayet bariz bir şekilde anlaşılıyordu. En sonunda da “Seni –Ryandan bahsediyordu- bir başkasına vermenin -satmanın desene şuna!- en doğrusu olduğuna karar verdim." demişti. Bakışlarından pişmanlık akıyor, çehresinde ki tüm mimikler, pişman olduğunu haykırıyordu adeta. Ryan anlatılanlar karşısında fazlasıyla afallamış, tabiri caizse ağzı açık, kalakalmıştı. Karşısındaki kadına cevap vermemişti, verememişti. Şaşkınlığını dile getirmek mümkün değildi. Şaşkınlıktan farklı duygularda vardı elbette… Afallamış, dehşete düşmüş ve öfkelenmişti. Kadına duygularına ifade etmeye çalışan bir bakış fırlattı, gözlerinde tiksinti vardı. Oturduğu sandalyeden büyük bir hışımla kalkmış, uzun ve hızlı adımlarla mekânı terk etmişti.
Şimdi yatağında boylu boyunca uzanmış, tüm bunları düşünüyor ve kadere küfrediyordu. Öfkeliydi, sinirliydi, kederliydi, bunca yıl kandırılmış olmanın verdiği ahmaklık hissi vardı üzerinde… Duyumsadıkları bunlarla sınırlı değildi. Sözlükte kelime anlamı bulunmayan duygulardı bunlar. Yorgun olduğunu hissetti. Tüm bu olanlara kafa yormaktan beyni yorulmuş, bu kadar duyguyu aynı anda hissetmekten kalbi yorulmuş, acıyordu. Nedendi tüm bunlar? Tamam belki çok güzel bir çocukluk geçirmemişti, babasıyla yaşadığı hayat mükemmel değildi, yada sürmekte olduğu yaşantı harika değildi; fakat en azından böyle şaibeli bir durumda kalmamıştı hiçbir zaman. Keşke kalmasaydı, bilmeseydi asıl geçmişini. Oysa hakikat tüm gerçekliğiyle karşısındaydı. Ne yazık ki… Dirseklerinden destek alarak doğruldu. Yorulan yalnızca beyni ve kalbi değildi. Fiziksel olarak da yorgundu. Psikolojik etkenlerden olsa gerek, fiziki açıdan da güçsüz hissediyordu kendini. Zihnini tüm bu duygulardan arındırmak istiyordu; ancak bu mümkün değilmiş gibi görünüyordu. Kafasını, odayı aydınlatan güneşin süzüldüğü pencereye çevirdi. Masmavi gökyüzü berrak ve bulutsuzdu. Kış aylarında bulunduğumuzu göz önünde bulundurursak, termometrelerin sıcaklığı normallerin üzerinde olmalıydı. Kafası allak bullaktı. Az önce oturur vaziyette olduğu yatağından kalktı. Cama yönelip, perdeyi araladı. Pencerenin tokmağına asılıp, aşağıya doğru çevirdi. Hafifçe esen meltem Ryan’ı biraz olsun kendine getirdi. Pencereyi tümüyle açıp, kafasını dışarı çıkardı. Temiz havayı içine çekerken, oksijen tüm ciğerlerini kapladı.
Babasına kızıyordu, şimdiye dek onu kandırdığı için. Annesine –“anne” kulağa ne kadarda garip geliyordu- kızıyordu, onu tanımadığı bir adama verdiği(!) için, yıllar sonra gelip, her şey gayet doğalmış gibi olanları en ince ayırtısına dek, utanıp sıkılmadan, suçluluk duymadan anlatma hakkını kendinde bulabildiği için! Kadının, -adının Isabella olduğunu söylemişti- yaptığı şey yüzünden pişman olmuş olması, Ryan’ın öfkesini hafifletmiyordu. Ne olursa olsun, Isabella onu terk etmişti. Terk edilmişlik duygusu öyle şiddetliydiki, tüm hücrelerinde yaşıyor, tüm duyularıyla hissediyordu. Derin bir nefes aldı. Kendini toplamalıydı ve bu hiç kolay olmayacaktı. Biraz uyumalıydı, yalnızca birkaç saat bile gücünü toplamaya yeterdi. En azından fiziksel olarak dinlenmeliydi. Dışarı uzatmış olduğu kafasını içeri çekti. Pencereyi kapattı ve perdeyi camın tamamını kapatacak şekilde dikkatlice örttü. Hani yalnızca karanlık bir ortamda uyuyabilen nsanlar vardır, gözlerine hafiften ışık girse rahatsız olur, uyanırlar. Ryan da onlardan biriydi. Göz kapaklarını yerçekimine teslim etti, uyumayı başarabilmeyi dileyerek kendini yatağa bıraktı...
En son Nicholas Ryan Scofield tarafından Çarş. 08 Nis. 2009, 17:34 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Salı 07 Nis. 2009, 20:58 | |
| - Julia Mia Montgomery demiş ki:
- Julia Mia Montgomery
23 Büyü Yasaları Dairesi
- Spoiler:
Güneş her sabah olduğu gibi bu sabah da gecenin karanlığının korkutucu hükmünü yerle bir eden ışığıyla doğuyordu aşılmayacakmış gibi görünen dağların arkasında… O her zaman ki gibi ışınlarını cömertçe saçarken yeryüzüne Scarlett hala o çok sevdiği ışınları görmek için gözlerini açamamıştı. Aslında gece olanlardan sonra uyumaya ihtiyacı vardı ama her sabah aynı saatte çalan zil bu sabah da buna izin vermemişti…
“Zır… Zır…”
Mia yine uyanmak zorunda olduğu için bu sabahta güneşten nefret etmişti. Onu gecenin kötü karanlığından kurtaran güneşten…
“Hadi ama her sabah çalmak zorunda mısın?”
dedi her zaman ki tembelliğiyle. Zorla ayağa kalkıp banyoya gitti. Birkaç dakika sonra taş duvarlarla çevrili banyoya vardığında, çıplak kollarını yavaşça lavabonun kenarlarına dayadıktan sonra musluğun soğuk tarafını açmış, akan suyu hızla yüzüne çarparken soğuktan titreyen bedeninin yüzüne değen suyla birlikte daha da beter bir hale geldiğini hissetmişti. Hızlı hızlı alıp verdiği solukların arasından başını kaldırıp aynadan kendine baktığında gördüğü manzara karşısında adeta ürkmüş, yüzü; soğuktan mosmor olmuş dudakları, korkunç derecede dağınık saçları ve şişmiş gözleriyle okuldaki en çirkin kızdan bile itici gelmişti. Her ağlamasından önce yanmaya başlayan gözleri yine aynı acıyı hissettirmeye başlamıştı ve her ne kadar ıslak yüzündeki gözyaşlarını sudan ayırt etmek olanaksız olsa da, o an orada bulunan herkesin ağladığını anlayabileceği kadar büyüktü gözlerindeki hüzün...
“Tanrım…”
Bu kutsal sözcük dudaklarından dökülürken, ruhen çökmüş durumda olmasının yanı sıra, bir de bu iğrenç geceden sonra okula gitmek zorunda olduğunu bilmenin verdiği kötü hisle tekrar yatakhaneye döndü… Artık okula gitmek için hazırlanmalıydı. ***
" Öncelikle hepimize iyi bir dönem diliyorum, umuyorum ki iyi geçineceğiz. Ben…"
Sabahın erken saatlerinde yaşadığı tatsız uyanışın ardından, aklı tamamıyla başka yerdeyken kendini derse bir türlü veremeyeceğini bildiği için önce, dersliğe gelmek yerine gölün kenarına gidip biraz hava almayı düşünmüş, fakat devamsızlıklarını daha fazla arttırmak istemediğinden kendini biraz zorlayarak ucu ucuna derse yetişmişti Scarlett. İçeri girdiğinde zaten gelmiş olan profesör, zilin ardından dersi başlatmak üzere konuştuğunda, onu dinleyeceğine dair kendi kendine sözler vermiş, büyük bir çabayla gözlerini ona dikmiş fakat geçen birkaç saniye içinde yaptıklarının boşuna olduğunu zaten bildiğini fark etmişti.
" Dersimin kurallarına uyacağınıza eminim... Bu nedenle kurallar üzerinde fazla durmayacağım.”
' Kurallar... Kurallar... Kurallar... Evet, biliyorum profesör, biliyorum... '
Ders başlayalı henüz birkaç dakika geçmiş olmasına rağmen şimdiden geldiği için pişman olmaya başladığını hissetmişti Scarlett, zihnindeki sonu gelmez tartışmalar onu içten içe çökertirken, gözleri bitkinlikten artık açık kalmaya tahammül edemeyerek kapanmaya başlıyorlardı... Hafifçe sarstı kendini,
' Şimdi olmaz... '
O an, kapkaranlık bir gezegenin ortasındaki minik bir ışık huzmesi, alevlerle kaplı bir çukurun içindeki bir damla su veya kimsesiz bir çocuğun içindeki ' seviliyorum ' hissi kadardı gücü... Günlerdir çektiği sıkıntıların üzerine gördüğü kâbuslar acısını kat kat arttırırken dışarıdan bakıldığında hiçbir şeyi yok gibi görünse de fırtınalar kopuyordu içinde. Etrafında olan biten hiçbir şeyi anlayamıyordu, belki anlamak istemiyordu belki de gerçekten yapamıyordu... ' Tanrım... Acı çektiğimi görmüyor musun! Bütün bunları yaşamayı istemedim ben, bu kadar acıyı bir anda yüklenmeye hazır değilim, hak etmiyorum! '
Daha fazla dinliyor gibi görünmeye tahammül edemiyordu! İçinden geçenleri dışa vurmamak adına sarf ettiği gücün önüne geçememeye katlanamıyordu! Asabi bir hareketle saçlarını geriye attı ve ellerini masaya dayayıp öylece durup bekledi. Nefes alıp verişi inanılmaz derecede hızlanmıştı ve o an dilediği tek şey içindeki ızdırabın bitmesiydi, o kadar ki insanların onu o halde görüp görmemesine bile aldırmıyordu!
" ... Bu nedenle bu sene içinde yeniden göstermeyi planlıyorum. Her neyse gelelim bugün ki dersimize."
' Kendine gel Mia, aldığın derin bir nefesle içindeki berbat duygulardan kurtul, hepsini özgür bırak ve sadece sakin olmaya çalış... ' ' Yapamıyorum... ' ' Denemelisin! ' ' ... ' ' Annen olsaydı, seni böyle görmeye dayanamazdı... ' ' Annem... '
O içini ısıtan sözcüğü duyduğu anda sanki zaman durmuşçasına bir an hareketsiz kalmış ve ardından gözlerini yumarak hayatında tanıdığı en mükemmel insanı, onun koruyucu meleğini, yaşamını güzelleştiren emsalsiz varlığı hayal etmeye çalışmıştı... Ellerini ellerinin üzerinde hissetmeyeli ne kadar da uzun zaman olmuştu; Mia onun bakışlarının sıcaklığıyla ısınmayı, kalbinin sevecenliğiyle mutlu olmayı ne denli özlemişti...
" Onu hayal kırıklığına uğratamam..."
Annesini anmak, onun tatlı bakışlarını hayal etmeye çalışmak içini öylesine büyük bir huzurla doldurmuştu ki birden sanki yaşadığı sıkıntıları unutmuş gibiydi - en azından bir süre için-... Belki de annesi o çok sevdiği bulutların arasında durmuş kendisini izliyordu kızıyla gurur duyabilmek adına, Mia'yı böyle görmeyi hak ediyor muydu? Hayır...
' Onu hayal kırıklığına uğratamam... '
Düşüncelerini bu kez zihninden tekrarladıktan sonra dudakları hafifçe kıvrılarak tatlı bir gülümseme oluşturdular ve Mia oturduğu yerde hafifçe doğrulduktan sonra başını güvenle dik tutup Profesöre baktı, belki de derse yakaladığı yerden devam etmek en doğru karardı. Annesinin o, melekler kadar güzel yüzünde hüzünlü bir ifadenin oluşmasına neden olmayı asla istemezdi, o an kendisini izlediğine inandığına göre de... Gerekeni yapmalıydı.
Dikkatini tekrar profesöre verdiğinde konuşmasına devam ettiğini fark etmiş ve yeniden onu dinlemeye başlamıştı, fakat yine de ara sıra gözü karşı duvarda asılı duran saate takılıyor ve dersin bitmesi için ne kadar zaman kaldığını her dakika yeni baştan hesaplıyordu...
"Şimdi sizden istediğimse bu yaratıkların adının neden ateş yengeci olduğunu araştırmanızdır..."
' Yine mi ödev! '
Bir yandan ' Ödevi vermeye başladığına göre ders bitmek üzere ' diye sevinirken diğer yandan da boş vakitlerinden birazını daha kaybetmenin hüznünü yaşıyordu o an Mia. Ödev yapmayı sevmezdi, hatta ödev veren profesörlere de ayrı bir siniri olurdu. Ayrıca derslerin hiçbirine de bayıla bayıla girmiyordu. Peki ama o halde neden bir Ravenclaw'dı? Okula geldiği ilk gün, acemice onu seçmen şapkanın sandalyesine oturttuklarında, şapka başına konduğu ilk anda kuşkusuz bir sesle,
' Ravenclaw! '
diye bağırmıştı. Sanki bir saniyeden kısa sürede Mia’ın zihnindeki her şeyi çözmüş, düşüncelerini kavramış ve onu ait olduğunu düşündüğü yuvasına yerleştirmişti. Ama belki de bu kadar kısa sürdüğü için yanılmıştı, olabilir miydi? Hayır... Ama bu çok saçmaydı!
" ...Fark ettiğiniz gibi ben ateşle ilgili bir şeyden bahsetmedim. Bunu bulmayı size bırakıyorum. Bir dahaki dersin başında yengeçleri bir kere daha özet geçip yeni bir yaratığa geçeceğiz."
Hafifçe gözlerini devirdi ve bir sonraki derse gelip gelmeyeceğini merak etti; eğer gelmezse ödevi yapmamasında herhangi bir sorun yoktu fakat tıpkı bu seferki bir geri dönüş yaşarsa, - biterdi!
' Anne, umarım içimden geçenleri okumuyorsundur... '
Kendi kendine hafifçe gülümsedi ve dönüp pencereden dışarı, masmavi gökyüzüne doğru baktı... Sanki orda, bembeyaz bulutlardan birinin üzerine uzanmış, kendisini izleyen annesini bulmayı bekliyor gibi bir hali vardı. Ah... Onu görmeyi ne çok isterdi... Ellerine dokunabilmeyi, saçlarının kokusunu içine çekebilmeyi, başını göğsüne yaslayıp kendini yeniden güvende hissedebilmeyi... Mia bir an durup derin bir nefes aldı ve gözyaşlarını engellemek adına hafifçe gözlerini kırpıştırdı, ardından da kimsenin görmemesini umarak pencereden dışarı, gökyüzüne doğru minik, tatlı bir öpücük gönderdi.
' Bu senin için anne, umarım kabul edersin, o yumuşacık yanaklarına kondurmayı dilediğim minicik öpücüğümü reddetme lütfen... Gelip seni bulmasına izin ver. Biliyorum, oralardan bir yerlerden beni izliyorsun... Seni seviyorum... '
Bulutlara doğru son kez özlemle baktıktan sonra bakışlarını kucağına bıraktığı titreyen ellerine çevirip hafifçe içini çekti…
"Evet, hepinize iyi günler. Ödevlerinizi bekliyorum."
Ve yolu, profesörün kocaman sınıfta yankılanan sesini duyana kadar da hatırlayamamıştı fakat sonradan sanki birileri onu dürtmüş gibi aniden kendine gelmiş ve başını hafifçe sallayıp ayağa kalkmıştı. Deminden beri bitmesini büyük bir hevesle beklediği ders bitmişti, şimdi ne olacaktı? Sıkıntılarından kurtulmuş muydu? İçindeki kötü his geçmiş miydi? Belki... Belki kendini süper hissediyordu, belki de berbat... Ama bunu pek de umursamıyordu. Onun için önemli olan bir şey varsa, hissettiklerinin bu sabah bu dersliğe adım atarken hissettiklerinden çok farklı olduğuydu...
' Bir gün sana kavuşabileceğimi biliyorum anne, bunu biliyorum... '
Öğrenciler sınıfı boşaltırlarken acele etmeden öylece bekledi, az önce kendini bu sınıftan dışarı atmak için elinden gelen her şeyi yapmaya hazırken, şimdi nedense umursamıyordu. Dersin bitmesini fazlasıyla arzulamıştı fakat bitince nereye gideceğini hiç düşünmemişti. Yavaşça ayağa kalktı, profesör etrafı toparlamak için içerde kalırken ağır adımlarla dersliği terk etti. Belki de ihtiyacı olan şey sadece biraz ilgiydi...
Başkanlık için Rp seviyesi yeterli bulunmadığından reddedilmiştir. | |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Salı 07 Nis. 2009, 20:59 | |
| - Nicholas Ryan Scofield demiş ki:
- - Nicholas Ryan Scofield
- 23 - Büyüceşura İdari Hizmetleri Bürosu Çalışanı
Örnek Rp:
- Spoiler:
Güneş kendini göstermeye başlamış, yaklaşık 12 saat önce terk ettiği şehre geri dönüyordu. Işık camı delercesine pencereden içeri süzülüyor, karanlık yatak odasını aydınlatıyordu. Ryan uyumuyor olmasına rağmen kapalı olan göz kapaklarını araladı. Yarı açık gözlerini şifonyerin üzerinde bulunan saatte kaydırdı. Akrep, 4’ü çoktan terk etmiş, yelkovan ise 7’nin üzerinde konaklama kararı almışa benziyordu. Beşe yirmi beş vardı ve genç adam dün geceden beri bir gram uyku uyuyamamıştı. Bunun nedeni çok bariz ortadaydı; fakat Ryan bunu büyük bir kararlılıkla reddediyor, kendini kandırmakta ısrar ediyordu. Böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Yıllarca babası olarak tanıdığı adam, aslında onun babası olmayı bırak, cüzi bir miktar karşılığında –bu kelimeyi kullanmak, zaten sevimsiz olan durumu iyice sevimsizleştiriyordu- satın almıştı!
Dün akşam domuz kafasına 1–2 kadeh bir şeyler içmek ve kafasını dinlemek üzere gitmişti. Daha önce birkaç kez daha gördüğünü sandığı bir kadın –ki artık o kadını daha öncede gördüğüne emindi; çünkü Ryan’ı takip ettiğini kendisi itiraf etmişti- gelip yanına oturmuş, inanılası çok güç, hatta mümkünâtı olmayan şeyler anlatmıştı.
* * *
Clay Edd Scofield, sarı saçlı, açık kahverengi gözlü, uzunca boylu, yakışıklı sayılabilecek bir adamdı. Sihirli kazalar ve felaketler dairesinde, büyücü kazalarını düzeltme ekibinde görevli, sıradan bir insandı. Biraz katı ve otoriter bir kişiliğe sahipti. Miranda Lynn Dawson adında -Clay onu hep böyle anlatırdı- sarışın, yemyeşil gözlere sahip, oldukça güzel bir kadınla evlenmiş, diğer aile bireyleri gibi sarı saçlı bir oğulları olmuştu. İsmi Ryan dı. Nicholas Ryan Scofield. Ne yazık ki doğum sırasında yaşanan aksilikler sonucu Miranda, dünyalar tatlısı oğlunu göremeden dünyaya gözlerini yummuştu. Clay iki farklı tecrübeyi bir arada yaşamış, sevinsin mi, üzülsün mü bilememişti. Ne pahasına olursa olsun, bu çocuğu büyüteceğine, ona annesizlik hissini tattırmayacağına and içmiş, oğlunu tek başına büyütüp yetiştirmişti.
Tüm bunlar Clay’in anlattıklarından ibaretti. Ryan daha fazla sorgulamamış, annesinin kendisi yüzünden öldüğüne inanmış ve geçmişinin bu bölümüyle daha fazla yüzleşmek istememişti. Bu nedenle bu konuyu babasıyla yalnızca birkaç defa konuşmuştu. Zaten ortada irdelenecek bir durumda yoktu. Her şey gayet normal görünüyordu. Normal, can sıkıcı ve fazlasıyla üzücü… Babasının da işine gelmişti sanki bu durum. Olanları anlatırken her zaman sıkkın, tedirgin ve bulunduğu durumdan hoşnut olmayan bir ifade hâkim olurdu suratına. Olay hakkında daha fazla ayrıntıya hiçbir zaman girmemişti. Anlattığı şey hep aynıydı. Kelimesi kelimesine. Ne bir eksik, ne de bir fazla. Adeta ezberlenmiş bir metin gibi. Ezberlenmiş bir metin! Daha fazla ayrıntı yoktu; çünkü aslında anlatılanlar hiçbir zaman yaşanmamıştı! Clay’in sınırlı hayal gücü bu uydurma hikâyeye bir şeyler katmaya yetmemiş, karşısında duran, hiçbir şeyden haberi olmayan, saf ve meraklı gözlerle ona bakan –üvey!- oğluna hep aynı masalı anlatmış ve onu kandırmayı başarmıştı!
Mantıklıca düşünülürse, dün geceki kadının -annesi olduğunu iddia etmişti- anlattıkları hiçte saçma sapan şeyler değildi. Ne kadar da aptaldı! Taşlar yerine bir bir oturuyordu şimdi. Ryan yeni yeni ayırdına varıyordu her şeyin. Her zaman diğer çocukların babalarına özenmişti. O babalarda bir şey vardı, özlemini çektiği bir şey, kendi babasında olmayan bir şey, kelimelerle anlatılamayacak, tasvire sığamayacak türden bir şey... “Baba” gibiydi o babalar… Yinede bir babası vardı işte, lafta da olsa babaydı… Dün geceki kadının anlattığına bakılırsa, asıl babası o doğmadan yaklaşık 4 ay önce yaşamını yitirmişti. Zaten bebek beklediği adamla evli olmadığını iddia eden kadın, kucağında küçücük bir çocukla tek başına nasıl yaşayacağını düşünmenin verdiği sıkıntı yetmiyormuş gibi, birde sevdiği adamın ölümüyle sarsılmıştı. Büyük bir depresyon yaşadığını, intiharı bile düşündüğünü dile getirmişti. Geçmişte yaşadığı bunalımın ne denli büyük olduğu, olayı anlatırken ki yüz ifadesinden gayet bariz bir şekilde anlaşılıyordu. En sonunda da “Seni –Ryandan bahsediyordu- bir başkasına vermenin -satmanın desene şuna!- en doğrusu olduğuna karar verdim." demişti. Bakışlarından pişmanlık akıyor, çehresinde ki tüm mimikler, pişman olduğunu haykırıyordu adeta. Ryan anlatılanlar karşısında fazlasıyla afallamış, tabiri caizse ağzı açık, kalakalmıştı. Karşısındaki kadına cevap vermemişti, verememişti. Şaşkınlığını dile getirmek mümkün değildi. Şaşkınlıktan farklı duygularda vardı elbette… Afallamış, dehşete düşmüş ve öfkelenmişti. Kadına duygularına ifade etmeye çalışan bir bakış fırlattı, gözlerinde tiksinti vardı. Oturduğu sandalyeden büyük bir hışımla kalkmış, uzun ve hızlı adımlarla mekânı terk etmişti.
Şimdi yatağında boylu boyunca uzanmış, tüm bunları düşünüyor ve kadere küfrediyordu. Öfkeliydi, sinirliydi, kederliydi, bunca yıl kandırılmış olmanın verdiği ahmaklık hissi vardı üzerinde… Duyumsadıkları bunlarla sınırlı değildi. Sözlükte kelime anlamı bulunmayan duygulardı bunlar. Yorgun olduğunu hissetti. Tüm bu olanlara kafa yormaktan beyni yorulmuş, bu kadar duyguyu aynı anda hissetmekten kalbi yorulmuş, acıyordu. Nedendi tüm bunlar? Tamam belki çok güzel bir çocukluk geçirmemişti, babasıyla yaşadığı hayat mükemmel değildi, yada sürmekte olduğu yaşantı harika değildi; fakat en azından böyle şaibeli bir durumda kalmamıştı hiçbir zaman. Keşke kalmasaydı, bilmeseydi asıl geçmişini. Oysa hakikat tüm gerçekliğiyle karşısındaydı. Ne yazık ki… Dirseklerinden destek alarak doğruldu. Yorulan yalnızca beyni ve kalbi değildi. Fiziksel olarak da yorgundu. Psikolojik etkenlerden olsa gerek, fiziki açıdan da güçsüz hissediyordu kendini. Zihnini tüm bu duygulardan arındırmak istiyordu; ancak bu mümkün değilmiş gibi görünüyordu. Kafasını, odayı aydınlatan güneşin süzüldüğü pencereye çevirdi. Masmavi gökyüzü berrak ve bulutsuzdu. Kış aylarında bulunduğumuzu göz önünde bulundurursak, termometrelerin sıcaklığı normallerin üzerinde olmalıydı. Kafası allak bullaktı. Az önce oturur vaziyette olduğu yatağından kalktı. Cama yönelip, perdeyi araladı. Pencerenin tokmağına asılıp, aşağıya doğru çevirdi. Hafifçe esen meltem Ryan’ı biraz olsun kendine getirdi. Pencereyi tümüyle açıp, kafasını dışarı çıkardı. Temiz havayı içine çekerken, oksijen tüm ciğerlerini kapladı.
Babasına kızıyordu, şimdiye dek onu kandırdığı için. Annesine –“anne” kulağa ne kadarda garip geliyordu- kızıyordu, onu tanımadığı bir adama verdiği(!) için, yıllar sonra gelip, her şey gayet doğalmış gibi olanları en ince ayırtısına dek, utanıp sıkılmadan, suçluluk duymadan anlatma hakkını kendinde bulabildiği için! Kadının, -adının Isabella olduğunu söylemişti- yaptığı şey yüzünden pişman olmuş olması, Ryan’ın öfkesini hafifletmiyordu. Ne olursa olsun, Isabella onu terk etmişti. Terk edilmişlik duygusu öyle şiddetliydiki, tüm hücrelerinde yaşıyor, tüm duyularıyla hissediyordu. Derin bir nefes aldı. Kendini toplamalıydı ve bu hiç kolay olmayacaktı. Biraz uyumalıydı, yalnızca birkaç saat bile gücünü toplamaya yeterdi. En azından fiziksel olarak dinlenmeliydi. Dışarı uzatmış olduğu kafasını içeri çekti. Pencereyi kapattı ve perdeyi camın tamamını kapatacak şekilde dikkatlice örttü. Hani yalnızca karanlık bir ortamda uyuyabilen nsanlar vardır, gözlerine hafiften ışık girse rahatsız olur, uyanırlar. Ryan da onlardan biriydi. Göz kapaklarını yerçekimine teslim etti, uyumayı başarabilmeyi dileyerek kendini yatağa bıraktı...
Rütbeniz verilmiştir. | |
| | | Julia Mia Montgomery
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 9 Yaş : 30 Kan statüsü : safkan Galleon : 11457 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 22/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 08 Nis. 2009, 09:00 | |
| Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi
Julia Mia Montgomery 23
Güneş her sabah olduğu gibi bu sabah da gecenin karanlığının korkutucu hükmünü yerle bir eden ışığıyla doğuyordu aşılmayacakmış gibi görünen dağların arkasında… O her zaman ki gibi ışınlarını cömertçe saçarken yeryüzüne Scarlett hala o çok sevdiği ışınları görmek için gözlerini açamamıştı. Aslında gece olanlardan sonra uyumaya ihtiyacı vardı ama her sabah aynı saatte çalan zil bu sabah da buna izin vermemişti…
“Zır… Zır…”
Mia yine uyanmak zorunda olduğu için bu sabahta güneşten nefret etmişti. Onu gecenin kötü karanlığından kurtaran güneşten…
“Hadi ama her sabah çalmak zorunda mısın?”
dedi her zaman ki tembelliğiyle. Zorla ayağa kalkıp banyoya gitti. Birkaç dakika sonra taş duvarlarla çevrili banyoya vardığında, çıplak kollarını yavaşça lavabonun kenarlarına dayadıktan sonra musluğun soğuk tarafını açmış, akan suyu hızla yüzüne çarparken soğuktan titreyen bedeninin yüzüne değen suyla birlikte daha da beter bir hale geldiğini hissetmişti. Hızlı hızlı alıp verdiği solukların arasından başını kaldırıp aynadan kendine baktığında gördüğü manzara karşısında adeta ürkmüş, yüzü; soğuktan mosmor olmuş dudakları, korkunç derecede dağınık saçları ve şişmiş gözleriyle okuldaki en çirkin kızdan bile itici gelmişti. Her ağlamasından önce yanmaya başlayan gözleri yine aynı acıyı hissettirmeye başlamıştı ve her ne kadar ıslak yüzündeki gözyaşlarını sudan ayırt etmek olanaksız olsa da, o an orada bulunan herkesin ağladığını anlayabileceği kadar büyüktü gözlerindeki hüzün...
“Tanrım…”
Bu kutsal sözcük dudaklarından dökülürken, ruhen çökmüş durumda olmasının yanı sıra, bir de bu iğrenç geceden sonra okula gitmek zorunda olduğunu bilmenin verdiği kötü hisle tekrar yatakhaneye döndü… Artık okula gitmek için hazırlanmalıydı. ***
" Öncelikle hepimize iyi bir dönem diliyorum, umuyorum ki iyi geçineceğiz. Ben…"
Sabahın erken saatlerinde yaşadığı tatsız uyanışın ardından, aklı tamamıyla başka yerdeyken kendini derse bir türlü veremeyeceğini bildiği için önce, dersliğe gelmek yerine gölün kenarına gidip biraz hava almayı düşünmüş, fakat devamsızlıklarını daha fazla arttırmak istemediğinden kendini biraz zorlayarak ucu ucuna derse yetişmişti Scarlett. İçeri girdiğinde zaten gelmiş olan profesör, zilin ardından dersi başlatmak üzere konuştuğunda, onu dinleyeceğine dair kendi kendine sözler vermiş, büyük bir çabayla gözlerini ona dikmiş fakat geçen birkaç saniye içinde yaptıklarının boşuna olduğunu zaten bildiğini fark etmişti.
" Dersimin kurallarına uyacağınıza eminim... Bu nedenle kurallar üzerinde fazla durmayacağım.”
' Kurallar... Kurallar... Kurallar... Evet, biliyorum profesör, biliyorum... '
Ders başlayalı henüz birkaç dakika geçmiş olmasına rağmen şimdiden geldiği için pişman olmaya başladığını hissetmişti Scarlett, zihnindeki sonu gelmez tartışmalar onu içten içe çökertirken, gözleri bitkinlikten artık açık kalmaya tahammül edemeyerek kapanmaya başlıyorlardı... Hafifçe sarstı kendini,
' Şimdi olmaz... '
O an, kapkaranlık bir gezegenin ortasındaki minik bir ışık huzmesi, alevlerle kaplı bir çukurun içindeki bir damla su veya kimsesiz bir çocuğun içindeki ' seviliyorum ' hissi kadardı gücü... Günlerdir çektiği sıkıntıların üzerine gördüğü kâbuslar acısını kat kat arttırırken dışarıdan bakıldığında hiçbir şeyi yok gibi görünse de fırtınalar kopuyordu içinde. Etrafında olan biten hiçbir şeyi anlayamıyordu, belki anlamak istemiyordu belki de gerçekten yapamıyordu... ' Tanrım... Acı çektiğimi görmüyor musun! Bütün bunları yaşamayı istemedim ben, bu kadar acıyı bir anda yüklenmeye hazır değilim, hak etmiyorum! '
Daha fazla dinliyor gibi görünmeye tahammül edemiyordu! İçinden geçenleri dışa vurmamak adına sarf ettiği gücün önüne geçememeye katlanamıyordu! Asabi bir hareketle saçlarını geriye attı ve ellerini masaya dayayıp öylece durup bekledi. Nefes alıp verişi inanılmaz derecede hızlanmıştı ve o an dilediği tek şey içindeki ızdırabın bitmesiydi, o kadar ki insanların onu o halde görüp görmemesine bile aldırmıyordu!
" ... Bu nedenle bu sene içinde yeniden göstermeyi planlıyorum. Her neyse gelelim bugün ki dersimize."
' Kendine gel Mia, aldığın derin bir nefesle içindeki berbat duygulardan kurtul, hepsini özgür bırak ve sadece sakin olmaya çalış... ' ' Yapamıyorum... ' ' Denemelisin! ' ' ... ' ' Annen olsaydı, seni böyle görmeye dayanamazdı... ' ' Annem... '
O içini ısıtan sözcüğü duyduğu anda sanki zaman durmuşçasına bir an hareketsiz kalmış ve ardından gözlerini yumarak hayatında tanıdığı en mükemmel insanı, onun koruyucu meleğini, yaşamını güzelleştiren emsalsiz varlığı hayal etmeye çalışmıştı... Ellerini ellerinin üzerinde hissetmeyeli ne kadar da uzun zaman olmuştu; Mia onun bakışlarının sıcaklığıyla ısınmayı, kalbinin sevecenliğiyle mutlu olmayı ne denli özlemişti...
" Onu hayal kırıklığına uğratamam..."
Annesini anmak, onun tatlı bakışlarını hayal etmeye çalışmak içini öylesine büyük bir huzurla doldurmuştu ki birden sanki yaşadığı sıkıntıları unutmuş gibiydi - en azından bir süre için-... Belki de annesi o çok sevdiği bulutların arasında durmuş kendisini izliyordu kızıyla gurur duyabilmek adına, Mia'yı böyle görmeyi hak ediyor muydu? Hayır...
' Onu hayal kırıklığına uğratamam... '
Düşüncelerini bu kez zihninden tekrarladıktan sonra dudakları hafifçe kıvrılarak tatlı bir gülümseme oluşturdular ve Mia oturduğu yerde hafifçe doğrulduktan sonra başını güvenle dik tutup Profesöre baktı, belki de derse yakaladığı yerden devam etmek en doğru karardı. Annesinin o, melekler kadar güzel yüzünde hüzünlü bir ifadenin oluşmasına neden olmayı asla istemezdi, o an kendisini izlediğine inandığına göre de... Gerekeni yapmalıydı.
Dikkatini tekrar profesöre verdiğinde konuşmasına devam ettiğini fark etmiş ve yeniden onu dinlemeye başlamıştı, fakat yine de ara sıra gözü karşı duvarda asılı duran saate takılıyor ve dersin bitmesi için ne kadar zaman kaldığını her dakika yeni baştan hesaplıyordu...
"Şimdi sizden istediğimse bu yaratıkların adının neden ateş yengeci olduğunu araştırmanızdır..."
' Yine mi ödev! '
Bir yandan ' Ödevi vermeye başladığına göre ders bitmek üzere ' diye sevinirken diğer yandan da boş vakitlerinden birazını daha kaybetmenin hüznünü yaşıyordu o an Mia. Ödev yapmayı sevmezdi, hatta ödev veren profesörlere de ayrı bir siniri olurdu. Ayrıca derslerin hiçbirine de bayıla bayıla girmiyordu. Peki ama o halde neden bir Ravenclaw'dı? Okula geldiği ilk gün, acemice onu seçmen şapkanın sandalyesine oturttuklarında, şapka başına konduğu ilk anda kuşkusuz bir sesle,
' Ravenclaw! '
diye bağırmıştı. Sanki bir saniyeden kısa sürede Mia’ın zihnindeki her şeyi çözmüş, düşüncelerini kavramış ve onu ait olduğunu düşündüğü yuvasına yerleştirmişti. Ama belki de bu kadar kısa sürdüğü için yanılmıştı, olabilir miydi? Hayır... Ama bu çok saçmaydı!
" ...Fark ettiğiniz gibi ben ateşle ilgili bir şeyden bahsetmedim. Bunu bulmayı size bırakıyorum. Bir dahaki dersin başında yengeçleri bir kere daha özet geçip yeni bir yaratığa geçeceğiz."
Hafifçe gözlerini devirdi ve bir sonraki derse gelip gelmeyeceğini merak etti; eğer gelmezse ödevi yapmamasında herhangi bir sorun yoktu fakat tıpkı bu seferki bir geri dönüş yaşarsa, - biterdi!
' Anne, umarım içimden geçenleri okumuyorsundur... '
Kendi kendine hafifçe gülümsedi ve dönüp pencereden dışarı, masmavi gökyüzüne doğru baktı... Sanki orda, bembeyaz bulutlardan birinin üzerine uzanmış, kendisini izleyen annesini bulmayı bekliyor gibi bir hali vardı. Ah... Onu görmeyi ne çok isterdi... Ellerine dokunabilmeyi, saçlarının kokusunu içine çekebilmeyi, başını göğsüne yaslayıp kendini yeniden güvende hissedebilmeyi... Mia bir an durup derin bir nefes aldı ve gözyaşlarını engellemek adına hafifçe gözlerini kırpıştırdı, ardından da kimsenin görmemesini umarak pencereden dışarı, gökyüzüne doğru minik, tatlı bir öpücük gönderdi.
' Bu senin için anne, umarım kabul edersin, o yumuşacık yanaklarına kondurmayı dilediğim minicik öpücüğümü reddetme lütfen... Gelip seni bulmasına izin ver. Biliyorum, oralardan bir yerlerden beni izliyorsun... Seni seviyorum... '
Bulutlara doğru son kez özlemle baktıktan sonra bakışlarını kucağına bıraktığı titreyen ellerine çevirip hafifçe içini çekti…
"Evet, hepinize iyi günler. Ödevlerinizi bekliyorum."
Ve yolu, profesörün kocaman sınıfta yankılanan sesini duyana kadar da hatırlayamamıştı fakat sonradan sanki birileri onu dürtmüş gibi aniden kendine gelmiş ve başını hafifçe sallayıp ayağa kalkmıştı. Deminden beri bitmesini büyük bir hevesle beklediği ders bitmişti, şimdi ne olacaktı? Sıkıntılarından kurtulmuş muydu? İçindeki kötü his geçmiş miydi? Belki... Belki kendini süper hissediyordu, belki de berbat... Ama bunu pek de umursamıyordu. Onun için önemli olan bir şey varsa, hissettiklerinin bu sabah bu dersliğe adım atarken hissettiklerinden çok farklı olduğuydu...
' Bir gün sana kavuşabileceğimi biliyorum anne, bunu biliyorum... '
Öğrenciler sınıfı boşaltırlarken acele etmeden öylece bekledi, az önce kendini bu sınıftan dışarı atmak için elinden gelen her şeyi yapmaya hazırken, şimdi nedense umursamıyordu. Dersin bitmesini fazlasıyla arzulamıştı fakat bitince nereye gideceğini hiç düşünmemişti. Yavaşça ayağa kalktı, profesör etrafı toparlamak için içerde kalırken ağır adımlarla dersliği terk etti. Belki de ihtiyacı olan şey sadece biraz ilgiydi... | |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 08 Nis. 2009, 14:44 | |
| Çalışan olarak veriyorum rütbeni. | |
| | | Malcolm Damian Caldwell
Mesaj Sayısı : 16 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 11400 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 17/04/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları C.tesi 18 Nis. 2009, 13:11 | |
| ~James Damian Caldwell ~23 ~Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi Çalışanı
- Spoiler:
Loş, oldukça dar ve uzun bir koridorda sakince yürüyordu. Bir koridorda bulunması oldukça ilginç olan sağ taraftaki pencereden yıldızları görebiliyordu. Onların yansıması, parlak zemine vururken; Luke koridorun sonunu göremeden yürümeye devam ediyordu. Amacı neydi? Burası neresiydi? Kafasında hiçbir sorunun cevabı yoktu. Adımlarına devam erken, bir süre sonra kulağına bir takım fısıltılar geliyordu. Ne dediklerini anlamak çok güçtü. Dolayısıyla, bu fısıltılardan da hiçbir anlam çıkaramıyordu. Ve nihayet koridorun sonuna geldiğinde; sol tarafa bir kapı açılıyordu. Bir süre dikildi. Açıp, açmamak konusunda tereddüt ediyordu. Derin bir nefes alıp verdikten sonra; kapının tokmağını çevirdi.
Kapı açılır açılmaz, gözlerinin kapanmasına neden olacak ışık yüzüne vurdu. Daha sonra ışık kayboldu. Luke yavaş yavaş gözlerini açtı. Neredeyse hiçbir eşya bulunmayan bir salona benziyordu burası. Sol tarafta beş adet sandalye – ikisi yere devrilmiş -, sağ tarafta ise salonun yarısını kaplayan büyük bir masa bulunuyordu. Luke, salonun ortasında dikildi bir an. Beyni bomboştu adeta. Yine niye olduğunu bilmeden, içgüdüsel bir hareketle masaya doğru yöneldi. Masanın üzerinde bir asa duruyordu. Luke önce ona biraz göz gezdirdi. Sonra sağ elini uzattı ve asayı kavradı.
Asaya dokunuşuyla beraber, yine bir ışık patlaması oluştu adeta. Az önceki gibi çok geçmeden ışık kayboldu. Bunlardan hiçbir sonuç çıkaramıyordu Luke. Ama sonra aklına bir düşünce geldi; ışığın kaynağına gitmeliydi. Evet, yapmam gereken bu. Elindeki asayı daha da sıkı kavrayarak, salondan çıktı ve az önce yürüdüğü koridora ulaştı. Koridorun sonunda sol tarafa ulaşan kapının salona çıktığını anlamıştı, peki ya sağ taraftaki kapı? Şimdi kapı karşısındaydı. Bu kez koridor çok karanlıktı. Kapının sarı renkli, parlak tokmağı dışında hiçbir şey gözükmüyordu. Elindeki asayı hafifçe kaldırdı. “Lumos.” Asanın ucundan hafif bir ışık çıkmıştı, ama çok geçmeden Luke’nin isteği dışında sönüverdi. Luke büyüyü defalarca denedi ama bu kez asa hiçbir şey yapmıyordu.
Daha fazla denemenin bir sonuç vermeyeceğini anladıktan sonra, asayı sol eline aldı ve sağ eliyle kapının tokmağını çevirdi. Kapıyı hızla itti. Az önce gördüğü salonun büyüklüğünde bir yerdi burası da. Ama bu kez karşısında daha önce hiç görmediği bir adam duruyordu. Luke’ye baktı ve gevrek bir kahkaha attı. Adamın kahkahası, Luke’nin beynine işliyordu adeta. Bu adam kimdi? Onu görünce niye gülüyordu? Kafasında soru işaretleri oluşuyor, hiçbirine cevap bulamıyordu. Ve bir anda adamın kahkahası kesildi, yüzünde ciddi bir ifade oluştu. Adamın tüm yüz hatlarını, nefret bürümüş gibiydi. Adam asasını kaldırdı. Bir ışık patlaması daha oldu. Bu kez Luke, az öncekilerden farklı bir his yaşadı. Bir boşluğa doğru düşüyordu…
Tüm görüntüler bir anda gitti gözünün önünden. Göz kapaklarını yavaşça açmış, yatakhanedeki ‘horultu’ sesleriyle güne başlamıştı. Ve tabii ilginç bir rüya ile. Normalde, gördüğü rüyaları hiçbir zaman aklında tutamazdı. En azından tamamını… Bu kez farklıydı. O koridor, ışıklar, adamın kahkahası… Her şeyi saniye saniye hatırlıyordu. Kafasında ne kadar evirip, çevirse de; gördüğü yer ve adamı daha önce gördüğünü hatırlamıyordu. Yatağından ani bir hareketle kalktı. Hafifçe terlemiş olan alnını, eliyle sildi. Tüm bunları bir an önce unutmalıydı. Luke, böyle tuhaf rüyalar gören birisi değildi. Yada; o tuhaf biri değildi. Böyle şeyler benlik değil. Hızlı bir şekilde pijamalarını çıkarıp, cüppesini giydi ve çantasını da koluna taktıktan sonra; önce yatakhaneden, daha sonra ortak salondan çıktı.
Saatine bakınca, derse pekte fazla bir sürenin kalmamış olduğunu anladı. Eh, pek bir iştahı olduğu da söylenemezdi. Bu yüzden, büyük salona uğramadan direk dersliğe gitmeyi tercih etti. Koridorlarda uzunca bir süre dolandıktan sonra, kendini soğuk ve karanlık zindanlarda bulmuştu. Daima düşündüğü gibi; Hogwarts’ın bu bölümü, diğer yerlerine göre hiçte eğlenceye müsait bir alan değildi. Eh, beklide burayı bu kadar az sevmesi bundan kaynaklanıyordu. Dersliğe geldiğinde iksir kokuları burnuna gelmeye başlamıştı. Doğrusu hepsi bir araya gelince, pekte hoş bir karışım oluşturmuyorlardı.
Tüm bunları bir kenara bırakıp içeriye girdi Luke. Her zamanki favori alanları olan arka sıralar dolmuş gibi gözüküyordu. Ortalarda bir bölüme geçti. Bulunduğu yere tam iyice yayılıyorken, sınıfın kapısı açıldı ve içeriye profesör girdi. Henüz içeriye girmiş olmasına rağmen, konuşmaya başlamıştı. Bir hoş geldiniz bölümü geçildikten sonra, dersin işlenişinden bahsediyordu. Uygulamalı, ha. Başka türlü nasıl işlenecekti ki. Sonralarda duyduğu cümle onu biraz memnun etti; tanışma faslı olmayacaktı. Profesörün ismini de öğrenmesinin ardından - artık Profesör Beljean diyecekti - yapacakları iksiri öğrenmişlerdi; Aşk iksiri. Tahtada beliren talimatlara bakınca, doğruca yandaki malzeme dolabına yöneldi.
İki adet meyan kökü – farkında olmadan üç tane almıştı -, 3 adet kurbağa bacağı ve ayrı ayrı tüplerde bulunan Griffin kanı ile Hipogrif yumurtası akını aldı. Kendi ekleyeceği malzeme olarak ise; dondurulmuş külbükül yumurtasını tercih etmişti. Daha önce okuduğu kitaptan aklında kalan buydu ve başka ekleyecek bir malzeme bilmediğine göre deneyebileceği tek malzemeyi kullanmalıydı. Bir fiyasko ile sonuçlanacak. Kazanının başına geçti ve malzemeleri sıranın üzerine bıraktı. İlk olarak kazanın altında duran odunlara doğru asasını yöneltti. “Incendio.” Asasından çıkan ufak bir kıvılcım, odunlara deydiğinde onların alev almasını sağlamıştı. Nasıl yapacağını bilmediği için, tüm malzemeleri kafasına göre koyacaktı kazanın içine. İlk olarak kazanın içine iki adet kurbağa bacağını peş peşe attı.
Hemen sonra bir adet meyan kökünü ekledi. Burnuna hoş kokular gelmeye başlamıştı. Saat yönünde tam 5 kere karıştırdı. Ardından geriye kalan, kurbağa bacağı ve meyan kökünü ekledi. Yaklaşık 2 dakika bu şekilde karıştırdı. Sıranın üzerinde duran ve içerisinde Hipogrif yumurtası akı bulunan tüpü aldı; kapağını açtı. Yavaşça kazanın üzerine getirdi. Fazla dikkatli olmaya çalıştığı için; az da olsa eli titriyordu. Sonunda tüpün ucundan bir damla aktı ve kendini karışımın içinde buldu. Koku iyice yayılıyor, güzel bir hâl alıyordu. Luke, doğru yolda olduğundan neredeyse emindi. Tüpün kapağını kapattı ve sıranın üzerine bıraktı. Bu sefer onun yanında duran, içinde Griffin kanı bulunan tüpü aldı. Bu kez hızlı bir biçimde tüpü kazanın üzerine getirdi ve 1 damla damlattı. İksirinden bir anda çıkan, karanlık bir duman dosdoğru yüzüne gelmişti. Biraz öksürmesine yol açsa da, duman yerini yine güzel kokuya bırakmıştı.
Son olarak ekleyeceği malzeme, kendisinin seçmiş olduğu; dondurulmuş Külbükül yumurtasıydı. O da sıranın üzerinde duruyordu. Tüpü bıraktı, onu aldı. Dondurulmuş olduğundan olsa gerek, epey soğuktu. Öyle ki, biraz bekletince elinin soğumasına neden oluyordu. Fazla yüksekten bırakmamaya çalışarak, yumurtayı kazanın içine attı. İksir, gümüşümsü bir renge dönüşmüştü. Bu konuda pek emin olmasa da, iksirinden bir parçayı; profesörün masasından almış olduğu boş tüpe boşalttı. Üzerinde bulunan isim kısmına adını, binasını ve sınıfını yazdıktan sonra; iksiri profesörün masasına bıraktı. Çıkma zamanının geldiğini duyduğunda, çantasını aldı ve Hogwarts’ın öğrenci kalabalığı arasına karışarak; gözden kayboldu.
| |
| | | Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12104 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları C.tesi 18 Nis. 2009, 14:45 | |
| Başvurunuz kabul edilmiştir, rütbeniz veriliyor ^^. | |
| | | Gloria Alexis Aritza
Mesaj Sayısı : 3 Galleon : 11370 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 01/05/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Cuma 01 Mayıs 2009, 20:29 | |
| - Gloria Alexis Aritza - 22 - Uluslararası Büyücüler Konfederasyonu Britanya Kürsüsüveya - Uluslararası Sihirsel Ticaret Standartları Kurulu - Spoiler:
" Bir sorun mu var? " Chase bakışlarını yerden kızın canlı yeşil gözlerine kaydırıp, huzursuz bir tavırla kafasını iki yana salladı. Aslında ona bakarken yalan söylemekte biraz zorlanıyordu. Diğer insanlara karşı oldukça rahattı oysaki. Bu yüzden endişeleniyordu. Ondan, Rachel'a böyle birşeyi söylemesini nasıl isteyebilirlerdi ki! Sımsıkı yumruk yaptığı ellerini kalın kabanının ceplerine soktu; eklemleri bembeyaz olmuştu, Rachel'ın görmemesi gerektirecek kadar sıkıydılar. Biraz ilerisinde, alçak duvarın üzerine oturan kıza birkaç adım daha yaklaşırken kalın botlarının altında, minik çakıl taşlarının sesini duydu. Hızını arttıran yağmur damlaları buz gibi yüzüne çarparken birşey hissetmiyordu. Kasvetli, gri gökyüzü ve bu hava... Sanki Rachel'a bunu söylemesi gereken güne özel olarak beklemiş ve ortaya çıkmışlardı. Gözlerini tekrar temkinle gölü izleyen kıza çevirdi. Chase'den, bazı durumlarda cevap alamamaya alışkın olduğu için umursamamıştı. Kendiside birşey olmamış gibi davranabilmeyi çok isterdi... Yağmurluğunun üzerinden sular süzülürken ve saçları sırılsıklamken bunu öğrenmek için fazla mutlu görünüyordu. Genç büyücü yüzünü isteksizce buruşturup Ona biraz daha yaklaştı. Rachel, Chase'i farkedince bir kaç saniye ona baktı ve ayağa kalkıp yanına gelerek işini kolaylaştırdı. Endişeyle çocuğun yüzünü inceliyordu. " Rachel, şey, sa-..." " Sakin ol. Hiç 'şey' dediğini duymamıştım. " Belli belirsiz bir gülümseme ve derin bakışlar... Başının döndüğünü hissederken dengede kalmayı başardı. Kalbinin atışlarını bir kaç cm öteden duymak mümkün olmalıydı ki; Rachel tam oradaydı. Neyse ki, iyice şiddetlenen yağmurun göl yüzeyine ve taşlara çarptığında çıkardığı ses, oldukça fazlaydı. Derin bir nefes alıp buhar halinde gökyüzüne bırakırken bir parça bile rahatlamadığını farketti. *Kahretsin.* Yumruk yaptığı ellerini olabildiğince açtı ve ceplerinden çıkartıp, kızın iki yanında sallanan ellerini sıkıca tuttu. Şimdi, gözlerine bakmak zorlaşıyordu. Başını göle çevirirken ne kadar korkak olduğunu düşündü. " Chase?! Hadi ama! " Bir buhar balonunu daha atmosfere bıraktıktan sonra tekrar Rachel'a döndü. " Bir mektup aldım. Dün. Babandan. " Kesik kesik konuşması, anlatacağı şeylerin endişe uyandıracak türden olduğunu ele veriyordu zaten. Becerikizliğine isyan ederken kızın ifadesizleşen yüzünü inceledi. *Kusursuz.* Tek kelime etmiyordu. Chase, kızın ellerini daha sıkı tuttu; belki de acıtacak kadar. " Vanessa, o gitmiş... " Aradaki gerginlik, elle tutulacak safhaya geldiğinde kız ellerini çekti ve başının iki yanına koydu. Ağzını birşey söylemek için her açışının ardından, yeniden kapatıyordu. Böyle olacağını biliyordu, biliyordu işte! Korkuyla ellerini kızın omuzlarına koydu ve öne doğru eğildi. " Sakin ol Rachel! Birşey olmuş demedi-... " " Bir şey olmuş demedin mi?! O daha 7 yaşında Chase, evden gitmiş olmasını ve birşey olamamasını nasıl BEKLEYEBİLİRSİN! " Sesi gitgide histerik bir tona dönüşürken kızın tepkisi ve çektiğini bildiği acı yüzünden içi burkuldu. Bunu ona yaptırmamalıydılar, hayır. Kaşlarını çattığını farketmeden sinirle elini kolunu sallayan kızı durdurmaya çalıştı. Onu nasıl sakinleştirebilirdi ki? Kıza biraz daha yaklaşınca, burnundan soluduğunu farkedebildi. Ayrıca omuzlarından tutarken ekstra bir çaba harcamalıydı artık, kaçmak ister gibi bir hali vardı. " Son zamanlarda Vanessa'nın neler söylediğini biliyorsun, bu iyiye işaret değil, başına birşey gelecek ve buna kendisi -bilerek neden olacak. " Teslim olmuştu, sakin -daha doğrusu ölü bir ses tonuyla konuşurken yüzüne değil, uzaklarda bir yere dalmıştı. Bedenini Chase'e doğru bırakırken çocuk, ailesi dışında olupta istisnalı davrandığı tek kişiye, sıkıca sarıldı. Onun kız kardeşi Vanessa'ya ne kadar düşkün olduğunu biliyordu. Şevkat denilebilecek bir tür duyguyla yüklü ellerini kızın yumuşak, dalgalı saçlarında gezdiriyordu. Düşünceli ruh hali yüzünden kaşları tekrar çatılmıştı. Bir kaç dakika süren sessizlikte, ikiside artık baştan aşağıya sırılsıklam olmuştu. Gri bulutlar yüzünden zaten yeryüzüne ulaşamayan güneş ışınları bir saate kadar tamamen oları terkedecekti. Kızın çenesini yumuşakça tutup kendi yüzüne yaklaştırdı ve küçük bir öpücük kondurdu dudaklarına. " Üzülme. Herşey düzelecek, onu bulacaklar, güven bana." Kızın inanmayan bakışlarının gitgide yumuşadığını görünce çarpık bir gülümsemeyle karşılık verdi. Kollarını indirdi ve ellerini yeniden kabanının ceplerine koydu. Rachel'da aynısını yapmıştı. Yüz ifadesi değişmiş olsada, solgun görünüyordu. Chase yeniden o huzursuzluk duygusunu hissetti. Rachel'ın üzgün hissetmesine dayanamıyordu. Ve hayatta en çok şükrettiği şey, bu duygularını ve düşüncelerini kendisinden başka kimsenin öğrenememesiydi. Öyle olsa, bir kıza karşı bu denli zayıf olduğu öğrenilse, Slytherin'e ait olmadığına kanaat getirirdi herkes. Ve büyük çaplı bir şok geçirirlerdi herhalde, kimseye böyle davranmazdı. " İçeri girelim, acele et. Sırılsıklam olduk. " Durumun yeni farkına vardığını belli eden kız önce şaşkınlıkla ıslak saçlarını geriye attı ve yağmurluğunun kapuşonunu başına geçirirken sessizce güldü. Chase, biraz rahatladığını hissetti. İki 5. sınıf öğrencisi, çakılların üzerinde tıkırttılar çıkartarak Hogwarts şatosuna doğru ilerlen şu saate kadar kendini göstermeyen güneş gökyüzünü turuncu ve pembenin tonlarına boyamıştı. Chase, bir an dönüp arkasında bıraktıkları alana, ardından gökyüzünde süzülen baykuş siluetlerine baktı. Aslında, bir daha onlardan bir mektup almasa çok daha mutlu olabilirdi.
| |
| | | Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13568 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Paz 03 Mayıs 2009, 12:07 | |
| Rütbeniz 'çalışan' olarak veriliyor. | |
| | | Algrenon L'angley
Mesaj Sayısı : 2 Galleon : 11346 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 11/05/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Ptsi 11 Mayıs 2009, 17:24 | |
| Algrenon L'angley 25 Cincüce İrtibat Bürosu Başkanı - Spoiler:
*Bir sitedeki ders romdür. Profesör Agnothicas, masanın üzerine bıraktığı yıpranmış astarlı, eski kitaplara bakmaktaydı. Kafasını aşağıya doğru hafifçe eğdi ve kitabın üzerine doğru cılız bir nefes üfledi, nefesinin yaydığı zayıf esinti, kitapların yüzeyini okşadı ve pencereye doğru yol alırken beraberinde kitapların sayfaları arasına saklanmış ürkek toz zerreciklerini de beraberinde göründü. Küçük gri bir bulut şeklinde yükselen toz kütlesi, esintinin ortadan kesişiyle birlikte dağıldı ve havaya karışarak görünürden kayboldu. Profesör Agnothicas, ahşap masanın üzerinde duran üç kitaptan ortadakine doğru elini uzattı. Krem rengi, kol ağzı altın sarısı sembollerle işlenmiş olan uzun cübbesinden elini uzatmasıyla birlikte hafifçe parmak uçları görünür oldu. Kitabın sırt kısmını kavradı ve diğer eliyle alttan destekleyerek göz hizasına getirdi. Crocolisk derisiyle kaplanmış, pütürlü ve yeşil görünümüyle kitap kapağının üzerinde iri ve oval, asit yeşili bir topaz vardı. Kitabın yüzeyinde kalan hafif tozları da eli yardımıyla çırptıktan sonra sol elini kitabın üzerine kaldırdı, parmaklarını açarak kitabın üzerinde eliyle bir daire çizmeye başladı. Ehr Lokké Mien sözlerinin fısıltısıyla birlikte kitabın kapağı üzerindeki Topaz, etrafına forfoslu ışık hüzmeleri saçarak parıldadı ve kitabın üst kapağı ve alt kapağı arasına yerleştirilmiş olan tunç rengi, rünlerle kapatılmış olan kilit birden açıldı.
Gözlerinin önüne düşen, küllenmiş griyi andıran ak saç tellerini kulağının arkasına aldıktan sonra kitabın kapağını araladı. Saman kağıdının, bakıra kaçan rengi üzerine yazılmış olan silik yazılar Profesör Agnothicas'ın okumasında güçlüğe sebep oluyordu. Sağ elini havaya kaldırdı ve parmağını şıklatarak Accio Glasse dedi. Sol elinin baş parmağı ile işaret parmağı arasında beliren, çerçevesiz iri mercekli gözlüğü taktı ve kitabı okumaya başladı. Profesör Agnothicas, uzun süredir bir öğretim kurumunda ders vermediği için, repertuarını hatırlamak adına bizzat kendisinin yazdığı disiplin defterine göz atmak durumunda kalmıştı. Aedon Agnothicas, Güneydoğu Avrupa'da bir Akademide görev yapmaya başlamıştır. Burada staj görmüş ve Akademide kalarak profesörlük mertebesine yükselmiştir. Evlenmemiş olması sebebiyle, Maji kariyerine bütün zamanını ayırma fırsatını bulmuştur. Akademiden ayrılıp varolan bilgisinin sınırlarını aşmak üzere Northenbaur'da bir Kütüphaneye kapanmış ve burayı Akademide çalıştığı müddet boyunca biriktirdiği para ile satın almıştır. Profesör Agnothicas, henüz ölmemiş olmasına rağmen Sihirli Üstadlar Ansiklopedisine geçirilmiş bir büyücüdür. Yaklaşık 23 yıl Bu Kütüphaneden çıkmadığı için Ona Kadim Bilgin diyenlerde vardır. Bir müddet sonra, bütçesinin yaşamaya yetmemesi sebebiyle tekrar çalışmak durumunda kalması onun Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulunda çalışmaya başlamasındaki tek sebeptir.
~~
Profesör Agnothicas kayıtlarına biraz göz gezdirdikten sonra kitabın kapağını iki eli yardımıyla sert bir şeklide kapandı. Kitabın kapanmasıyla birlikte kilitlerin iç içe geçtiğini belirten tiz metalik bir ses tüm odada yankılandı. Kitabı, diğer masanın üzerindeki üç kitapla birlikte özenlice Odanın sağ tarafında boydan boya uzanan kitaplıktaki yerlerine yerleştirdi. Gözlerini hafifçe kısıp odayı kulaçan etmeye başladı, eksik unuttuğu birşeyi anımasamak ve herşeyin yerinde olup olmadığını kontrol etmek amacıyla, bu sırada bir yandan istemsizce sakalını okşuyordu. Herşeyin yerinde olduğuna karar verdikten sonra, ağır adımlarla odanın ortasında yer alan, yere kazınmış ve sembollerle süslenmiş bir çemberin ortasına geçti. Sağ elini cübbesinin sol kolundan içeri soktu ve ağır ağır asasını çıkarmaya başladı. Tribal figürlerle işlenmiş, 24 Inc civarındaki boyuyla, Karaçamdan yapılma antik asasını bütünüyle görünür kıldı ve kolunu kaldırarak tavana doğru doğrulttu. Diğer elini serbest Bırakan Profesör Agnothicas, gözlerini kapattı ve içinden Sanırım, eski günlerin hatrına güzel bir giriş yapmanın zamanı geldi.. Bakalım yaşlı bedenim hala eski kudretini koruyor mu.. diye mırıldandı. Kendisiyle konuşmasını kestiği anda odayı bir sessizlik kapladı, Elenn Wingae Dihwe Bise sözcüklerinin fısıltısı sessizliğin içerisinde yankılanmaya ve gürleşmeye başladı. Profesör Agnothicas'ın bu sözleri dört kez ard arda tekrar etmesiyle birlikte profesörün içinde durduğu çember parıldamaya başladı. Küçük sarı kıvılcımlar çemberin etrafındaki rünlerden sekerek odanın duvarlarında kayıyordu, profesörün bedeni yavaş yavaş saydamlaşmaya başladı ve gözlerini birden açmasıyla birlikte bedeni göz kamaştırıcı bir ışık ile parıldadı ve ışık kütleleri halinde gök yüzüne yükseldi.
~~
Tılsım Sınıfı, Hogwarts'ın restore edilmemiş sayılı sınıflarından birtanesiydi, duvarlarındaki çatlakların içerisinde bile erdem kırıntıları gizliydi, Sınıfın mermer yüzeyi en ufak bir güneş ışığında bile bütün ihtişamıyla parıldıyordu. Yüzeye baktığınızda kendi yüzünüzü net bir şekilde görmeniz mümkündü. Bu tasfirin yanı sıra, sınıfın içerisi gereğinden fazla boştu. Profesör Agnothicas'tan önce gelen profesörün, şahsi eşyalarını yanına almasıyla birlikte, henüz tam olarak yerleşememiş olan Aedon Agnothicas'ın hiçliği odaya hakimdi. Apar topar yerleştiği Hogwarts Akademisinde henüz istediği düzeni sağlayamamış olması dersini aksatacağı manasına gelmiyordu. Tılsım Sınıfı, Hogwarts'ın Sol cephesinde yer aldığı için, sadece sol duvarında duvar boyunca belirli aralıklarla uzanan Vitray süslemeli camlar vardı. Bu camların manzarası ise direk olarak Duru gölün derinliklerine bakıyordu. Boydan boya yerleştirilmiş olan Koyu renk meşe sıraları, öğrenciler doldurmuştu bile. İşleyecekleri ilk dersin heyecanıyla minik kalpleri istemsiz bir heyecan ile çırpınıyordu. Kimisi gereğinden fazla tedirgin davranıyor, kimisi ise gereğinden fazla rahat. Bu karakter karmaşasını dindirecek olanın profesörün tavrı olduğunu herkes içten içe biliyordu.
Profesörün yokluğunda içeride küçük bir öğrenci gürültüsü oluşmuştu, bu antik odanın iliğine işleyen gürültü koridordan rahatça duyulabiliyordu. Tam bu sırada Sol duvarın en başında yer alan pencereden içeri kuvvetli bir rüzgar girdi. Rüzgarın odanın içinde dolanmasıyla birlikte öğrencilerin gürültüsü kesilmişti, bu kısa süreli sessizliğin etkisinde rüzgarın girdiği pencereden içeri, küçük perileri andıran kudretli parıltısıyla tüm odayı aydınlatan küçük ışık hüzmeleri doluşmaya başladı. Öğrencilerin şaşkınlıkla yüzünde oluşan gülümsemeyle birlikte ışık hüzmeleri kürsüde bir araya toplandı ve büyük bir ışıltı içerisinde profesörün silueti belirdi. Küçük gözlerini şaşkınlıkla kırpıştıran öğrencilere Gülümseyerek hafifçe sakalını okşadı ve konuşmaya başladı.
Merhaba sevgili öğrenciler, Ben Profesör Aedon Agnothicas, Bir kaplumbağa kadar yaşlı ve toprak kadar eskiyim, size hayatım boyunca edindiğim Majik bilgileri Tılsım Dersi başlığı altında sizlere aktaracağım.. Sorusu olan?
Öğrenciler tuhaf bakışlarla profesöre bakmaya devam ediyorlardı, bir akademide genç büyücülere ders verdikten sonra çocuklarla ilgilenmek ona biraz alçak gelmişti. Bu yüzden kelimelerini daha basit sözcüklerden seçmesi gerektiğini aklına not etti ve bu sırada ismini tahtaya yazdı. Pekala, Şimdi dersimize geçebiliriz ozaman.. dedi. Bu genç beyinleri bilgiye doyurmak için zamanı gereğinden fazla kısıtlıydı. Profesör Agnothicas ilk sıranın önüne doğru birkaç adım attı, ardından sol elini hafifçe havaya kaldırdı ve parmağını şıklattı, çıkan ses ile birlikte odanın içerisinde yanmakta olan tüm mumlar, birden sükunete boğuldu ve oda ışıktan arınmış bir şekilde karanlığa büründü, ön sıralara yakın olan birkaç mumun cılız ışığı öğrencileri görmesine yetiyordu. Işıkların sönmesiyle birlikte odaya hakim olan gürültü profesörün boğazını temizlemesiyle dindi. Ardından profesör sözlerine devam etti.
Dünyanın her yerinde Karanlık, farklı formlarda karşımıza çıkacaktır. Bu karanlığı deşifre edebilmek, onun ardındaki gerçeği görebilmek belli bir kudret gerektirmektedir. Bu gerçeği görebilmek için ise, Karanlığın anti-tezi olan aydınlığı kullanmamız gerekir, karanlığı korkutup kaçırmak ve herşeyi görünür kılmak için aydınlığa sığınmamız şarttır. Bu yüzden ilk dersimizde öğreneceğimiz büyü, temel bir aydınlık büyüsü olan Lumos'tur.
Lumos sözcüğü, Latince ışık manasına gelen Lumen sözcüğünden gelmektedir. Lumos ise Lumen kelimesinin çoğul formudur yani ışıklar manasına gelmektedir. Umarım söylediklerimi not alıyorsunuzdur..
Birkaç uyumsuz öğrencinin dışında, diğer çoğunluk dersi dikkatli bir şekilde takip ediyordu. Bu konuda umursamaz davranmamalıydı Profesör Agnothicas, sonuç olarak bilgi onların arzu ederse öğrenebileceği birşeydi, ama böylesi genç zihinlere bilgiyi zorla sokmak ve onlara hayata karşı kullanabilecekleri bir temel bırakmak gerekliydi. Bu yüzden aylaklık yapan öğrenci grubuna doğru dönerek kaşlarını çattı, Bu sırada grubun içerisinden profesörü gören Sarı saçlı, ela gözlü bir öğrenci diğerlerini uyardı ve utangaç bir tavırla yüzlerini kitaba gizlediler. Bunun üzerine tekrar konuşmaya devam etti.
Şimdi ise Lumos büyüsünün pratikte nasıl kullanılacağını öğreteceğim. Sihir Bakanlığı tarafından III. Derece, yaptırımsız Basit büyüler sıralamasında yer alan bu büyü, uygulanış açısından gerçekten çok kolaydır. Büyüyü uygulayabilmek için ise, öncelikle konsantre olmanız gerekiyor. Ardından asanızı herhangi bir kavis çizmeden ileri doğru iterek Lumos sözcüklerini söylemeniz yeterli.
Profesör, uygulamada öğrencilere göstermek üzere, sol elinde tuttuğu asasını hafifçe havaya kaldırdı. Öne doğru asasını ilerleterek Lumos! dedi. Asanın etrafında beliren iki adet açık sarı şerit, asanın ucunda hızlıca dönmeye başladı ve birden gür bir ışık hüzmesi Asanın ucunda küçük bir güneş gibi parıldadı. Dalga dalga yayılan ışık ile birlikte tüm oda net bir şekilde görünür hale geldi, Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında profesör konunun bölünmesine müsade etmeden sözlerine devam etti.
Evet öğrencilerim, gördüğünüz gibi gayet kolay bir büyü. Lumos büyüsü sayesinde ardını göremediğiniz tüm karartıları ortadan kaldırmanız mümkün, evet şimdi herkesin sırayla denemesini istiyorum. Tüm sınıfın deneyebileceği kadar zamanımız var. (Uygulama!)
~~
Genç büyücülerin denemeleri sırasında, sınıfta adeta küçük parıltılar yanıp yanıp kayboluyordu. Birden herkesin yüzü aydınlanıyor, birden karanlığa gömülüyordu. Profesör sağ sıradan kaldırmaya başladığı öğrencilerin, sol arka sırada sonlanmasıyla birlikte. Profesör elini avcu öğrencilere dönük bir şekilde havaya kaldırarak durmalarını söyledi. Sınıf ağır ağır duraldı, profesör asasını kolundan içeri götürerek ait olduğu yere sakladı, Bugünkü dersimiz sona ermiştir öğrenciler, katılımlarınız ve başarılarınızla beni onurlandırdığınız için minnettarım. Ödeviniz, ilk dersimiz olması sebebiyle sadece Lumos büyüsünü tanıtan bir yazı olacak. Ödevlerini geciktirmemenizi tavsiye ederim. Şimdi çıkabilirsiniz.. dedikten sonra, farklı armalar taşıyan cübbeleriyle öğrencilerin kapıdan çıkmasını seyretti. Yıllar sonra, başarılı bir ders vermenin gururuyla birlikte, sınıfın tamamen boşalması ardından kendisi de ağır adımlarla kapıya yöneldi arkasından kapattığı kapının üzerine elini koydu ve fısıldadığı birkaç sözcükle birlikte kapıyı kilitledi. Ardından koridorun karanlığında ortadan kayboldu…
| |
| | | Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12104 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Çarş. 13 Mayıs 2009, 16:41 | |
| | |
| | | Melanie Essence Karle
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 27 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11342 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Paz 17 Mayıs 2009, 20:10 | |
| *Béatrice Nessie Campell *21 *Süpürge Denetimi İdaresi Başkanı
- Spoiler:
Ceremy Mia'yı takip edeceğim derken kendini Dark Bar'da bulmuştu. Gözlerini kapatıp açmıştı oysa ki bir anlık.. Mia'nın ikisininde bilmediği bir yere geleceğini adı gibi biliyordu zaten. Dark Bar ikisinin hiç buluşmadığı bir yerdi. O yüzden buraya gelmiştir diye düşündü. Başka bir açıklaması olması tuhaf olurdu zaten. Ölüm yiyenlerin ya da onun gibi kötü niyetli insanların takıldığı bir yerdi burası çünkü. Ama Ceremy tahmin ediyordu buraya geleceğini nedense. Bir önsezi olmalıydı bu. Dark Bar.. İsmi ürkütücü olmaya yetiyor, artıyordu bile. Ama ne yazık ki Mia'nın seçimlerine her zaman saygılıydı. Ceremy'nin bilmediğini zannediyordu herhalde, ama bakanlıkta söylenenlerden dolayı duymuştu burayı. Bakanlıkta söylenenler ise Sihir Bakanı'nı zehirlemeye çalıştıklarıydı. Gerçekten çok zekiceydi ölüm yiyenler için bu hareket. Ama başaramamışlardı işte, çünkü Sihir Bakanı her zamanki zekâsıyla olayı çözmüştü. Kafasındaki düşünceleri bıraktı ve Mia'ya baktı. Masalardan birinde oturmuş sinirle bakıyordu etrafına. Neden Zihnifendet'ten bu kadar nefret ettiğini anlamamıştı Ceremy. Ama ne demişti Mia? Bunu bilmediğini söyleyecekti. Kesinlikle. Çünkü hiçbir şeyden haberi yoktu onu hakkında olan hiçbir şeyden. Üzülmeye devam ediyordu Ceremy Mia gibi. Belki boşunaydı. Belki affedecekti Mia onu. Bir ümitle Mia'ya doğru yürümeye başladı ama ayakları engel oluyordu o tuhaf masaya gitmesine. Yada başka bir şey engel oluyordu, nedenini bilmediği ürkütücü ve tuhaf bir şey. Ne olduğunu anlamadı ama yürümeye devam etti. Mia'nın yüzüne bakınca bir sıcaklık hissetti. Terlemeye başlamıştı. Bu kadar kötü olduğunu düşünmüyordu. Sesi kulağında yankılanmaya başladı birden.
" ... sen bunun benim hayatımdaki en nefret ettiğim şey olduğunu, bi' gün bunu bana biri uygularsa onu ne olursa olsun ne amaçla olsun affetmeyeceğimi biliyorsun öyle değil mi Ceremy… Sen bunların hepsini göze alıp mı yaptın bunu.."
Ceremy bunu gerçekten bilmiyordu, hiçbir şeyden haberi yoktu. Yanına gitti hızlı adımlarla. Ama Mia ayak seslerini duymamış olmalıydı ki kalkıp cisimlenmedi. Ya da duymamazlıktan gelmeye devam ediyordu. Geri geri gitti yine zorla. Kapının olduğu bölüne. Ne bahane söylesem de affetmeyecek beni diye düşündü ve iç geçirdi. Rahatlamıştı sanki ama hala gözleri kendine engel olamıyordu sanki. Hala Mia'nın söyledikleri kulağında çınlıyordu. Özelime nasıl girersin sorusu. Haklıydı Mia.. Bu konuda bir şey diyemezdi. Zaten sevdiklerine büyü uygulama konusunda başarısızdı. Keşke bunda da başarısız olsaydım diye düşündü. En yapması gereken şeyleri başaramazdı, yapmaması gereken şeyleri de şeytana uyup yapardı. Sonra da bunları yapardı işte.
" O gece bana olanları illa öğrenmen gerekmezdi Ceremy! Bilmeden de Sirius' u çağırıp beni St. Mungo' ya götürebilirdin.. Sen.. Sen.. Nasıl benim özelime girersin inanamıyorum.. Merlin aşkına inanamıyorum Ceremy..."
Sirius'u çağırmıştı, ama Mia gözlerini kapattıktan sonra çağırmıştı. Zihnifendet'in etkisi geçtikten sonra çağırmıştı. Kendini biraz da bundan suçlu hissediyordu. Belki daha erken götürseydi daha erken iyileşecekti ve Andre'yi suçlamak zorunda kalıp da küsmeyeceklerdi. Barışmışlardı daha sonradan ama hiç o tatsızlık yaşanmayacaktı. Eğer daha erken götürseydi -ve zihnifendret yapmak zorunda kalmazdı bu sefer- araları da bozulmayacaktı. Kendini acayip derecede suçlu hissetmeye başlamıştı. Oysa ki başlarda kötü bir şey yaptığını düşünmüyordu ne olursa olsun. Ne kadar aptalcaydı diye düşündü. Sanki sorsa Mia anlatmayacaktı?!
" Bunun bir gün başıma geleceğinden emindim.. Emindim Ceremy ama yapanın sen olacağını aklımın ucundan bile geçirmezdim..."
Ceremy hiç böyle düşünmemişti bunu. Kulaklarındaki ses gitmesi için şimdi nelerini vermezdi. Sanki herkes ona bakıyormuş gibi hissetti nedense. Ama daha dikkatli baktığı zaman kimsenin ona bakmadığını fark etti. Kendini toplaması gerektiğini düşündü. Saçlarını geriye attı. Ama hiçbir şey yapmadı başka. Henüz cesaretini toplayıp yanına gidememişti bile. Kapının önünde dikilmiş bekliyordu hala . Belki Mia'nın fark etmesini bekliyordu. Ama arkasına bile dönmeyecekti. Bundan emindi. -Belki de dönerdi.- Ceremy birkaç adım attı. Ama daha sonra geri çektildi. Çünkü içindeki ses onu yiyip bitiriyordu. Üstelik giderken duyduğu şey de onu bitirmişti. Ağlamıyordu. Ama gözleri dolmuştu Ceremy'nin. Bu kadar büyüyeceğini tahmin etmemişti.
"Asla Affetmeyeceğim."
Bunu öğrenmek istiyordu. Ama başına ne geldiyse merakı yüzünden gelmişti. Ağlamamak için kendini sıktığı için dişlerinin ağrısı başına vurmuştu. Sakince kendini kasmayı bıraktı ve gözyaşlarının yanağından akıp gitmesine izin verdi. Ama Mia'ya gösteriş yapmak için değildi bu. Sadece rahatlamak içindi. Bir ileri bir geri çıkıp duruyordu. Ama Mia da tek başına komik duruyordu orda. Sinirli bir şekilde hem de. Ağlayınca kendini daha iyi hissediyordu. Barmenin yanına gitti ve daha sonra düşündü. Bu bardan bir şeyler içmeli miydi? Sihir Bakanını zehirlemeye çalışmışlardı. Ama Sihir Bakanının adı her yerde duyulmuştu. Ceremy'i ise kimse bilmiyordu. Kim tanırdı ki Ceremy gibi birini. Tanımak istemezlerdi zaten. Ceremy abarttığını düşünmüştü ama gözyaşlarına engel olamıyordu. Zaten ölüm yiyenler maskelerinin altında düello ettikleri kişileri de hatırlamazlar diye geçirdi. Onlar anca seherbaz avı peşindeydiler. Buraya ancak işe yaramazlar geliyor diye düşündü. Çünkü buradakilerin tiplerine bakılırsa öyle görünüyordu. İçkilere baktı ama özür dilemeden bir şey içmek yok dedi. Daha önce de özür dilemişti, ama işe yaramamıştı doğrusu. Bu sefer işe yaramasını diliyordu kendi kendine. Ciddi ciddi yanına gitti ve sandalye çekti. Elleri titriyordu kendisinin terlemişti de bu buz kaplı yerde. Ama Mia'nın biraz daha sakin olduğunu gördü. Yine de çekiniyordu. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Fakat affetmesi için elinden geleni yapacaktı. Hayatta tek dostları vardı. O ve Medusa. Başka kardeşleri ve kuzeni vardı. Akraba olmalarına rağmen dostları kadar yakın değillerdi Ceremy'e. Çünkü onlar gibi dertlerini dinlemiyorlardı. Zaten o yaştaki bir büyücünün söylediği şeylerden anlamalarını da beklemiyordu. Eğer onları da kaybederse yaşamanın bir manası kalmayacaktı. Kendini öldürtebilirdi belki de. Düşündükleri saçma gibiydi. Ama haklı olduğu kanısına vardı biraz düşündükten sonra. Daha Mia'nın sözünü dinlememişti ama bu söyleyeceklerinden sonra. Kafasını Mia'ya çevirdi ve konuşmaya başladı. Daha doğrusu ağlamaktan soğumuş sesiyle konuşmaya başladı. "Mia lütfen bir dinler misin..."
Mia arkasını dönmüştü. Bu daha iyi olmuştu aslında. Yine dinleyeceğini biliyordu, ama arkasına dönmesi Ceremy için de güzel bir şeydi. Yüzüne bakarak konuşmaktansa bunu tercih ederdi. Yoksa kekelemeye başlıyordu, bu sefer de yalan söylediğini düşünürdü Mia, o zaman daha beter olurdu. Bir çuval inciri berbat ederdi muggleların deyişine göre. Ama Ceremy ona hiç yalan söylememişti. Bunu bile söylediğine göre dürüstlükte üstüne yoktu. Ama dürüstlüğün artık kötü bir şey olduğunu anlamıştı. Yada zihnifendetin kötü olduğunu anlamıştı.
"Mia .. Tamam öyle dinlemek istiyorsan bana uyar. Gerçekten bu kadar hassas olduğunu bilmiyordum bu konuda. Bilsem böyle yapar mıydım. Ama korktum. Bana hiçbir şey anlatmayacağından korktum. Dostuz, arkadaşız ama ileri görmediğini düşündüm beni. Ve biraz da senin neyi üzdüğünü merak ettim Mia. Öğrendim ama pişman oldum. Seni bu kadar kıracağımı bilmiyordum. Dürüst olmak istedim. Bu yüzden yaptığımı söyledim. Yalan söylemek istersem çok kolaydı. Ama söylemem Mia.. Sana yalan söylemem. Çünkü sen benim arkadaşımsın ve benim için hep öyle kalacaksın. Mia gerçekten özür dilerim ben çok pişmanım. Sizden başka kimsem kalmadı. Ne annem ne babam ne büyük annem ne başkası. Kuzenim, kardeşlerim bile bana senin veya Medusa'ınki kadar yakın değil. Gerçekten sizden başkası kalmadı artık. Ama sizden başka kimsem kalmadığı için özür dilediğimi zannetme sakın Mia. Ben senin hayatında hala yakın biri olmak istediğim için böyle yapıyorum. Yani özür diliyorum. Lütfen Mia."
dedi. Arkasını dönük olduğu için ne durumda olduğunu bilmiyordu. Zaten Mia'da Ceremy'nin ne durumda olduğunu bilmiyordu. Ağlıyordu, ama sesi boğuk çıkmıyordu. Ağlıyordu, çünkü onu kaybetmekten korkuyordu. Onunla geçirdiği tatlı zamanları özlüyordu. Bu yüzden ağlıyordu. Bu duruma gelecekleri hiç ama hiç zannetmezdi. Kendi suçuydu. Hep kendi suçuydu. Ne kadar aptallıklar yaptığını hatırlıyordu, ama bunun gibisini hatırlamıyordu. Hala ağlıyordu. Ne diyeceğini bilmiyordu. Duraksadı. Göz yaşlarını sildi. Mia Ceremy'e dönmemekte ısrarlı gibiydi. Aralarının bu derece bozulmasına hala çok üzülüyordu. Ama üzülmek boşunaydı. Hepsi kendi hatasıydı çünkü. Bütün suçlu kendisiydi. Bir daha Mia'yı görmeyi hak ettiğini zannetmiyordu. Onu gereğinden fazla kırmıştı. Bütün o anıları yıkmıştı adeta. Gitmeli miydi şimdi senin gibi birinin dolstuğunu hak etmiyorum deyip? Ama yapamazdı. Bir kere özür dilemişti devamını getirmeliydi. Mia'yı bir defa üzmüştü bir daha üzmeyecekti. Kesinlikle, asla!
"Mia lüfen dön yüzünü artık. Beni bir daha affetmeyecek misin. Lütfen bu olanları unutmak için bir şans ver. Gerçekten seni bu kadar üzeceğimi bilmiyordum. Yanlış bir şey olduğunun fazlasıyla farkındayım Mia'cım. Ve gerçekten ama gerçekten çok pişmanım. Lütfen beni anla.."
dedi ve elini cebine attı. Bir peçete çıkartarak gözyaşlarını sildi. Daha sonra elindeki peçeteyi sıkı sıkı tuttu. Tırnakları sanki peçeteden geçip elini tırmalayacakmış gibi sıkıyordu yumruğunu. Acısın da aklı başına gelsin diye yapmıştı. Ama gerçekten işe yaramıştı eli kanamaya başlamıştı. Umrunda bile değildi. Mia ne kadar üzüldüğünü fark edip onu affetmesini bekliyordu sadece. Başka hiçbr şey umrunda değildi. Tabi bunu elini kanatarak yapmıyordu. Gösteriş için de yapmıyordu. Sadece sinirinden yapıyordu. Peçete kan olmuştu. Üzerine de damlıyordu, ama eli isterse parçalanmış olsa da Mia onu affetmeden hastaneye gitmeyecekti. Çok ciddiydi.
En son Béatrice Nessie Campell tarafından Ptsi 18 Mayıs 2009, 13:45 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12104 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Paz 17 Mayıs 2009, 22:46 | |
| | |
| | | Eurydice Black Slytherin Bina Sorumlusu, İksir Profesörü
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 2206 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan. Galleon : 12420 Ekspresso Puanı : 89 Kayıt tarihi : 05/06/08
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Ptsi 25 Mayıs 2009, 18:13 | |
| * Elizabeth Black * Yaşı tam bilmiyorum 19-20 sanırım * Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi Başkanı (Yeşim'in rütbede Bağımsız Cadı yazıyor, olmazsa farklı birşey seçebilirim)- Spoiler:
Dolunayın yüzlerine vuran ışıkları puslu geceyi sonlandırırcasına, Liz ve William’ı kurtarmak istercesine aydınlatıyordu etrafı. Göl kenarında olmalarından kaynaklanan nem, rüzgâr ile karışmış genç kızın suratında açılmış olan yaralara temas ederek canını acıtıyordu. Kolundaki ısırık nedeniyle sızan kanlar epey artmıştı. Kaşından süzülenler ise göz kapaklarının üzerinde birikmiş, gözlerinin içine dahi girenler görüşünü epey zorlaştırmıştı. Burası onların mezarı olacaktı. Koskoca Hogwarts’da hiç kimse mi duymuyordu yani seslerini? Sanki ruhu çekiliyordu aynı kanının çekildiği gibi. Oradan uzaklaşmayı bırak ayağa kalkamıyordu. Patronus yapamazdı, daha doğrusu yapma gücünü bulamıyordu kendinde. Asası o kadar uzaktı ki… Bir anda aklına gelen LS dövmesi belki de hayatını kurtarabilecek son şeydi. Bir an önce kurtulmak istiyordu bu lanet olası yerden. Döndüğünde, ki dönebilirse, başkanlığı dahi bırakabilirdi. Canı o kadar yanıyordu ki… Ell ve Marv onu duymuyor olabilirlerdi ama dövmenin kendilerinde bıraktığı acıyla kendilerine geleceklerinden emindi Liz. Öyle ki omzundaki acıyı umursamazsızın onlara ulaşmaya çalışıyordu. Bu sırada fark ettiği asa onların kurtuluş yolu olacaktı ama nasıl?
Dehşet verici yaratığa fark ettirmeden o asayı almalıydı. Ayağa kalkacak mecali yoktu. Sürünse yerdeki yapraklardan gelen hışırtılar cin gibi olan yaratığı tetikleyebilirdi. Zaten William’ın ondan kurtuluş çabası içinde olmasını göz ucuyla izleyebiliyordu. Ayağa kalkamadığına göre ve kolu da oraya uzanamadığına göre sürünecekti. Evet, evet buzul prenses yerde sürünecekti. O an ne rütbesi ne de kanı önemliydi Liz için. Ayağıyla vücudunu destekleyerek sürünmeye başladı. Boğazında takılıp kalan öksürük nefes almasını feci halde engelliyordu. Dövmenin verdiği acıdan dolayı ısırmaya devam ettiği dili kana bulanmış, dudaklarının yanından süzülüyordu. Hafifçe öksürmeye çalışarak ittiriyordu kendini. Toprakta sürünürken havaya kalkan toz kütlesinin bir kısmını yutmuştu. Will’in kurtadamla cebelleşmesini izleyemeyecek durumdaydı. Kendine ve ona acıyordu. Sımsıkı kapattığı gözkapakları ve acıyla kıvranan vücudu daha fazla devam edemeyecekti. Oracıkta can verecek olmaları ikisi için de dehşet vericiydi. Daha fazlasına katlanamıyordu zavallı bedeni. Kurtadamın kaslı ve ağır yapısını üstünde taşıdıktan sonra hangi gövde dayanırdı zaten. William’da büyük ihtimalle bu haldeydi. Şakaklarından süzülen ter damlacıkları havanın sıcaklığının değil de, rutubet ve zorlanmanın sonucuydu. Biraz daha direnmeye çalışırsa kurtadama gerçekten yem olacaklardı. Hem de çaba sarf etmeye gerek kalmadan yiyecekti onları. Bütün bunları kafasından uzaklaştırmaya çalışırken elini son kez Will’in asasına uzattı. O da ne? Elinde hissettiği ahşabın soğukluğu içini ısıtıyordu adeta. Sol eliyle olmasa da sağ eliyle kavramış olması bile küçük bir kurtuluş ihtimaliydi. Yavaşça geri atılıp havaya birkaç yeşil ışık huzmesi gönderdikten sonra birinin görmesi umuduyla Hogwarts’ın sağ kanadına doğru büyü yaptı. Son hedefi kurtadamdı. Gözlerinin yarı bulanık olması hedefini görmesini epey engelliyordu. Nereye attığını bilmeden yolladığı büyü kurtadamı vurmuştu işte; ama etki etmiyordu orası başka. Kurtadam kendine savaş açan genç cadıya yönelirken Liz’in gördüğü son şey William’dı. Evet, gözleri kapalıydı…
Kurtadam tekrar Liz’in üstüne abandığında William’ın asasını eline geçirmiş ve ahşabı tek hamlede ikiye ayırmıştı. İşte bu hepsinin sonu olacaktı. İnce bacaklarından biri kurtadamın ağırlığını taşıyamayarak kırıldı. O an hissettiği acı tüm olanlara bedeldi. Benliğini kasıp kavuran bu sızı Liz’i kendinden geçirecek şiddetteydi. Kollarıyla iri gövdeyi ittirirken yaklaşan ayak seslerini duyar gibiydi. Bu sırada beline yediği pençe darbesiyle gömleği yırtılmış ve deride büyük bir kesik meydana gelmişti. Hızla akan kanlar ruhunun bedeninde bulunan son damlacıklarıydı ve Liz bunları hızlı bir şekilde kaybediyordu. Bir anda kurt sersemlemiş ve Liz’in üzerindeki baskınlığını azaltmıştı. Yanlarına geldiğini hissettiği kişiye hayatlarını borçlu olduklarının farkındaydı. Gözleri kapanmak üzeriydi. Kendini kaybediyordu. Boğuk bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
“William… O, sanırım öldü. Lütfen-”
Gerisi gelmiyordu. Beyaz bir ışık ve etrafı bir anda kaplayan karanlık son gördükleri olabilirdi. Lanetli yaşama veya ebediyete artık merhaba denmeliydi…
| |
| | | Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12104 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Ptsi 25 Mayıs 2009, 20:33 | |
| | |
| | | Amy Loraina Darcy
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 23 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11266 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 20/06/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Paz 21 Haz. 2009, 21:06 | |
| 'Amy Loraina Darcy '20 'Muggle'ları İkna Edici Mazeretler Komitesi Başkanı - Spoiler:
Hogwarts tüm ihtişamıyla karşılarında duruyordu. O kadar mükemmeldi ki tablodan çıkarılmış bir manzara resmini hatırlatıyordu insana. İhtişamını yüzyıllardır devam ettiren Hogwarts herkese umut katıyordu. Okulun merdivenlerini hızla çıkan öğrencilerin yüreklerini dolduran umut, heyecan ve mutluluk gittikçe artıyordu. Büyük salona profösörler eşliğinde gelindiğinde ihtişamına şaşkınlıkla seyirci kalan I.sınıflar ilerleyip ilerlememe konusunda tereddüt yaşıyorlardı. Bütün öğrenciler bina masalarına oturmuş ve heyecandan yerlerinde duramayan I.sınıfları izliyordu. Herkesin büyük salonda yerini almasının ardından her dönem olduğu gibi profösörler, yeni öğrencileri Seçmen Şapkanın etrafında toplayıp binalarını seçmeye başladılar. Her bir öğrencinin binasının belirlenmesinin ardından büyük sevinç çığlıkları kopuyor ardından diğer öğrenciye geçiliyordu. Kassidy ise bunlardan tamamen uzak bir şekilde olanları izliyordu. Olanlardan uzak olan sadece Kassidy değildi elbette. Aynı şekilde Kassidy'i tırım tırım aramaya devam eden Gryffindor'lu çocukda tamamen uzaktı olup bitenden. Kassidy tedirginlikle etrafına bakınırken korktuğu başına gelmişti. En sonunda Gryffindor'lu çocukla göz göze gelmişlerdi. Kassidy bunun karşısında aniden sandalyesini geriye itmiş ve gözlerini yumup onun yanına gelmemesi için dua etmeye başlamıştı. Ama artık çok geçti herşey için. Gryffindor'lu çocuk profösörlere her nasılsa görünmeden Kassidy'nin yanına ulaşmayı başarmıştı. Onunla konuşmak için sıkıca kavramıştı kolunu. Kassidy onun ellerini kolunda hissettiği anda pes etmişti ve gözlerini yavaş yavaş aralayarak açmıştı. Onun gözleriyle gözlerine değmesiyle içinde kıpırdaşmaya başlayan duygular onu tedirginleştiriyordu. Çaresizliğiyle beraber söküp atmak istiyordu tüm bu duyguları içinden ama olmuyordu.
Profösörler yeni gelenleri binalarına yerleştirip kuralları hatırlattıktan sonra büyük şöleni başlatmışlardı. Herkes enfes tatta olan yemekleri büyük bir iştahla yemeye koyulmuştu, iki kişi hariç. Gryffindor'lu kimsenin haberi olmadan Kassidy'i götürmüştü büyük salondan. Kimse onların hangi cehennemde olduklarını bilmiyordu. Eğer onların yokluklarını farkederlerse işte o zaman ikisininde başı büyük bir belaya girerdi. Her binanın ortak salonunun bulunduğu kolidorda yükselen iki ses hararetli bir şekilde konuşuyordu. Bunlar büyük salondan kaçmış olan çılgın aşıklardan başka kimse olamazdı. "Kassidy sana aşığım, kanımın son damlasına kadar. Anlıyorsun değil mi? Seni deliler gibi seviyorum, sen-sen benim olmalısın!" Gryffindor'lu çocuk Kassidy'e isyankar ve ihtiraslı konuşuyordu. Onun sessizliğine anlam veremiyordu bir türlü. Kassidy, ona göre o kadar masumdu ki. Birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı derin sukunetin içinde. O kadar kenetlenmişlerdi ki birbirlerine sanki hiç kopmayacak gibi bağlanmışlardı. Kassidy buna bir son getirmek için Gryffindor'lunun dudağına masum bir öpücük kondurduktan sonra usulca girivermişti yatakhanesine.
*Clariss Luisa Pietra'nın eski ismiyle yaptığım bir rp..
| |
| | | Requiem Elensar
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 6 Yaş : 33 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11264 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 23/06/09
| Konu: Geri: Sihir Bakanlığı Başvuruları Salı 23 Haz. 2009, 20:13 | |
| Requiem Elensar 21 Seherbaz - Spoiler:
Ağaçların Arasını Kaplayan Sis Ortalığın Görünmesini İmkansız Kılıyordu.Asanın Işığı Önündeki Birkaç Milimetreyi Gösterse de Ortalıktaki Taşlar Yürümesine Engel Olmakta Israrlıydı.''Gecenin Köründe Kendime İşkence Etmekten Mutlu muyum Acaba?'' diye Düşündü Requiem;ama Burada Olma Amacı Geri Dönüşüne Gayet Engeldi.Mağaranın Tabanını Kaplayan Suyun Her Adımda Çıkardığı Ses Duvarlara Çarpıyor,İçerideki Ölüm Sessizliğini Biraz da Olsa Bozuyordu.Bir An İçin İleride Bir Başka Ayak Sesi Duyduğunu Sandı."Kim Var Orada?'' Cevap Gelmeyince Asasını İleriye Doğrulttu ve Haykırdı "Lumos Maxima!" Şimdi Mağaranın Her bir Santimetrekaresi Aydınlanmıştı.Requiem İlerlemeye Başlamıştı ki Mağaranın Duvarlarının Altındaki Resimler Dikkatini Çekti.Zamanın Tozlu Sayfalarından Kalma Bu Resimlerin Mugglelar Tarafından Yapılmış Olduğu Aşikardı;ancak Resimlerdeki Bir Ayrıntı Oldukça Dikkat Çekiciydi.Resimde, Bir Büyücü Olduğu Ortada Olan Kişi Karşısındaki Silahsız Adama Saldırıyordu.Requiem "Merlin'in Sakalı" Dedi.Karanlık İşaret Resmin Tam Ortasında Bütün Haşmetiyle Dehşet Saçıyordu.Requiem Dalgınlıkla Resmi İnceliyordu ki Arkasından Bir Ses "Gelmişsin" dedi.Requiem Arkasına Dönmeye Fırsat Bulamadan Bir İnferius Kadar Soğuk Olan Asayı Boynunda Hissetmişti Bile."Formundan Bir Şey Kaybetmemişsin" dedi Alayla.Tiz Bir Kahkaha Duyuldu ve Arkasından Aynı Tizlikte Olan Ses"Sen de Hala Ölümle Dalga Geçiyorsun" ses Ciddileşmişti."Sonun Geldi,Hazırlan" "Senin Tahmin Edemeyeceğin Kadar Hazırım" dedi Requiem.Asasını Hızla Çekti ve Sağ Arkasına Uzatarak "Bombarda!" Dedi.Mağaranın Duvarındaki Kayalar Arkasındaki Varlığa Çığlıklar Attırırken Requiem'in Kahkahaları Gürültüler İçinde Kayboldu.Kadın Ölmemişti."Emin Ol Azkaban Buradan Daha Konforlu,Orada Sana İyi Bakacaklar."Requiem Cadıyı İplerle Bağladıktan Sonra Bakanlığa Patronusunu Yolladı.Seherbazların Gelmesini Beklerken"EE Anlat Bakalım Ben Yokken Neler Yaptın?" dedi.
| |
| | | | Sihir Bakanlığı Başvuruları | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |