Marjorie Widmore Ressam
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 100 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez. Galleon : 11944 Ekspresso Puanı : 2 Kayıt tarihi : 12/08/08
| Konu: Roxanne Melyssa Lancaster C.tesi 27 Ara. 2008, 18:00 | |
| İsim: Roxanne Melyssa LancasterCinsiyet: Bayan Sihirsel Soy: MelezAsa: 11 inç, unicorn teleğiFiziksel betimleme: Sarı, uzun ve düz saçlara sahip Roxanne'nin saçlarıyla son derece uyumlu derin mavilikte gözleri vardır. Teni kar taneleri kadar beyaz ve pürüzsüzdür. Yüzünde daima sevecen ve sıcacık bir gülümseme vardır. Yaşına oranla oldukça düzgün bir fiziği olan Roxanne'nin, yürüyüşünde asil bir hava vardır.Kişiliği: Roxanne, özgürlüğüne düşkünlüğü, kararlılığı ve becerikliliğiyle dikkat çeker. Etrafına neşe saçan keyifli bir kişiliğe sahiptir. Çevresinde aranan ve fikirlerine önem verilen bir dost olmuştur her zaman. Bu nedenle Roxanne de dostluğa fazlasıyla önem verir ve kendisi gibi düşünen insanlarla arkadaşlık kurmaya bayılır. Akılcı ve sorunlara karşı bulduğu pratik çözümlerle güçlü bir kişiliği olduğuna inanmaktadır. Buna rağmen duygusal anlamda hassas ve derin hislere sahiptir. Değişikliği ve farklılığı sever. Çalışkandır. Bu onun girdiği her işte başarılı olmasına sebep olur. Çılgındır. Bu ise Roxanne'nin değişik açılardan bakıldığında zıtlıklarla dolu bir kişiliğinin olduğunu gösterir. Bazen ne yapacağı belli olmayabilir. Daima bir ideali vardır. Ve eğer ideallerini gerçekleştiremezse içine kapanabilir. Ailesi ve yaşamı: İngiliz anne ile yine İngiliz bir babanın tek çocuğudur Melyssa. Anneannesinin ona anlattığına göre 4 yaşına kadar mutlu bir çocukluk dönemi geçirmiş, sonrasında ise anne ve babasının arasında çıkan ve sayısı gün geçtikçe artan kavgalar 5 yaşında onların ayrılmasıyla son bulmuştu. Melyssa 5 yaşından beri annesi ve anneannesi ile yaşıyor. Safkan olan Dawson ailesinin biricik kızları Roselia yani Melyssa'nın annesi, anneannesinin daha önce defalarca söylediği gibi bir Muggle ile evlenerek hayatındaki en büyük hatayı yaptığını ve kendisinin bir melez olduğunu söyleyerek sürekli üzüldüğünü dile getirsede Melyssa annesinden vazgeçmeyi düşünmüyor. Çünkü sadece Muggle olduğunu bildiği babasını hiç görmedi. Ve galiba göremeyecekte. Basit RP örneği:~ Her Zamanki Sabahlardan ...
Gözlerini umutsuzca baktığı resimden alması saatler sürmüştü Marissa'nın. Oldukça neşeli bir tabloydu hatta fazla bile neşeli. Bir adam ve bir kadın elleri ve gözleri birbirine kilitlenmiş bakıyorlardı birbirlerine. Kadının parlak sarı saçları etrafa bir ışık ve sevinç yayıyor, adamın ise mavi gözleri bir okyanus kadar derin gözüküyordu. İkisinin de teni bir kar tanesi kadar beyaz ve parlaktı. Bu mutlu çiftin hemen arkasında sonsuza uzanacakmış gibi duran ağaçlar vardı. Onların üzerlerinde ise oldukça fazla sarı yaprak vardı ve resimden anlaşılıyordu ki bu sarı yapraklardan hemen hemen bir tanesi geçen her saniyede yere doğru süzülüşe geçiyordu. Buz mavisi gözleri ve altın sarısı kadar parlak saçlarıyla kadının mora yakın dudakları zarifçe kıvrılıyor, adam ise kadına bakıp hafifçe tebessüm etmekle yetiniyordu. Tabii arada sırada kadının ve adamın saçları, etrafta esen rüzgara daha fazla dayamayarak uçuşuyorlar, rüzgarın mahkumu oluyorlardı.
Gözlerinden aşağıya, oradan da resime damlayan bir gözyaşı sayesinde kendine gelmişte işte. İkinci bir gözyaşı daha resme damlamadan, beyaz ve narin ellerini gözlerine götürüp, düşecek ya da düşmeye meyilli yaşları silmeye çalıştı. Bir çocuk gibi ağlamanın bir faydası olmayacağını bildiği halde, kalbine veya aklına söz geçiremiyor, onunla ilgili hatıralar aklına gelince bu sahneleri çoğu kez yaşıyordu. Ve her defasında kendine kızıyor, bir an önce bu karamsarlıktan kurtulmak istiyordu. Sadece karamsarlık olsaydı düşünce tarzı, belki sevinebilirdi. Ama bunun haricinde hep duygusaldı. Hep dokunulsa ağlayacak gibiydi. Hep o buz mavisi gözlerde bir damla yaş vardı. İçine oturan hep bir şey vardı ve Marissa ne yaparsa yapsın orda kalmaya devam edecekti galiba. O da alışmıştı onun varlığına, içinden söküp atamamaya, onla yaşamaya o kadar alışmıştı ki... Gittiğinde orada bir boşluk olacağını zannederek kendi halinin ne kadarda gülünç olduğunu yine kendi gözleri önüne serdiyse de, o şeyi atamamıştı içinden. Belki de o şeyin yerine birini koyuyordu istemese de. Belki de fark etmiyordu böyle bir işe kalkıştığını, yapıyordu ama. Ve o şey - ya da yerine o koyduğun her kimse - içinde olduğu sürece Marissa memnun olmayacaktı halinden. Resmi yanındaki masaya benzer maun ağacından yapılma eşyaya bırakıp, mor örtüyü başına kadar çekip hıçkırarak ağlamaya başladı. Galiba böyle tükenerek ölecekti..
~ Aynı Gün Öğleden Sonra...
Gözlerini yeni uyanmış masum bir bebek gibi açmıştı. Ne kadar ağladığını bilmiyordu doğrusu. Ama en sonunda bitap düşüp, kendini uykunun tatlı ve sıcak kollarına bırakmış olduğu tartışılamayacak gibiydi. Başına kadar çektiği yorganı şimdi beline kadar indirmiş, gözleri tavana dikmişti. Yatakta böyle yatmak hoşuna gidiyordu. Ailesinin onun hakkındaki endişelerini biliyor, yorgun düşüp fazla uyuduğu zamanlarda başına nasıl beklediklerini biliyor, ama kalkıp benim bir şeyim yok, iyiyim veya mutluyum gibi sözcükleri söyleyemiyordu. Ne zaman bunu yapmaya kalksa boğazında bir şey düğümleniyor ve konuşmasına engel oluyordu. İşte öyle zamanlarda gözlerini bir yere dikiyor, uzun bir süre boşluğa bakıyordu. Diğerlerinden pekte kısa olmayan bir zaman zarfından sonra, günlerdir ilk kez iyi hissetmişti kendini. Hatta günler demek yersiz olurdu. Aylar sonra... Tabi ki yatağından çıkıyor, arada bir aşağıya inip ailesinin arasına bir ruhmuşçasına katılıyordu. Ama bunları yaptığından aklı hep başka bir yerde oluyor, sorulanlara cevap vermiyor, söylenenleri dinlemiyor, dinleyemiyordu. Gözlerini tavandan alıp,ellerinin oldukça yavaş bir hareketiyle örtüyü ayaklarına doğru itti... Ayaklarını örtünün altından çıkararak ahşaptan yapılma zemine koydu. Oranın soğukluğunu hissetmesiyle tekrar kendine geldiğini hissedebiliyordu. Bu kadar ağlamalar, feryatlar değer miydi, onu bırakıp giden birine ? Kesinlikle hayır ! İçindeki bir ses ona sürekli böyle söylüyordu, aylardır durmadan. Bugün nedensiz bir şekilde hak vermişti o içindeki sese. Tarifsiz duygular benliğini ele geçirirken kendini iyi hissettiği bugünde ailesiyle bir arada olmak istiyordu. Kapıyı açıp aşağıya inmeye yeltenecekken , üstünün aşağıya inmeye pekte uygun olmadığını fark etti. Dolabın yanında duran boy aynasının karşısına geçip kendine şöyle bir baktı. Gerçektende böyle inilmezdi aşağıya. İstemeden gülümsedi... Uzun zamandır gülümsememiş olmaktan dolayı yüz kasları gerilmişti. Aynadaki görüntüsü tam olarak şöyleydi: Sarı saçlar, mavi bir tokayla ensede tutturulmuştu. Buz mavisi gözler içe doğru çökmüştü. Pekte iç açıcı sayılmazlardı doğrusu. Beyaz olan teni parlamıyor aksine solgun duruyordu. Üzerinde ise mor bir gecelik vardı. Kumaş solgun tene göre oldukça fazla parlıyordu, hatta aynaya bakarken gözlerini istemsizce kırpıştırmıştı. Dolabının eskimeye yüz tutmuş kapaklarını beyaz elleriyle yavaşça açtı. Ne giyebilirdi ki? Evde duracağı için rahat bir şeyler olabilirdi. Siyah pantolonunu aldı, üzerine de yine rahat olan siyah-beyazlı gömleğini. Ayaklarına ayakkabı geçirmeye gerek yoktu. Mor ve oldukça yumuşak olan terliklerini ayaklarına geçirerek, yerle aynı renk olan kapıdan dışarıya çıktı. Sanki eve yabancılaşmış gibiydi... Hemen merdivenlere, oradan da aşağıya yöneldi.
~ Galiba Şanslı Bir Gün...
Marissa'nın aşığa inmesiyle beraber odadaki hava sanki tümüyle değişmişti. Fark ettiği kadarı ile herkes yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirmişti. Ve ona öyle geliyordu ki, odada konuşulan konu büyük bir hızla değişmişti. Marissa gördüklerine ve bildiklerine aldırmamaya çalışarak son basamağı da yavaş hareketlerle indi. Annesi yüzünde samimi bir ifadeyle - hiç olmazsa ona öyle geliyordu –“günaydın “ demişti. Marissa oldukça ağır gelen başını hafifçe sallamış, bej rengi koltuklardan birine kendini büyük bir hızla bırakmıştı. Herkes ona sanki daha önce görüşmedikleri kadar özlem ve acıyarak bakıyordu. Beklide tam bir kuruntuydu. Gözleri ona bakanlarda, yüzünde ise onlar kadar sahte bir gülümseme vardı. Annesi... O da onun gibi sarışın ve mavi gözlüydü yani Marissa'nın kime benzediği apaçık ortadaydı. Teni de aynı onun kadar beyazdı... Şimdi ona doğru elinde bir zarfla geliyordu. “ Sana gelmiş Marissa... Posta bekliyor muydun ? “ Başını hayır anlamında sallarken, annesinin elinde tuttuğu zarfa doğru uzandı. Hogwarts dan mı geliyordu ? Marissa'nın Hogwarts ile ne işi olabilirdi ki... Mektup zarfını hızla yırtarak açtı.İçinde kol gezen heyecan ve biraz da umut duygularıyla mektubu okumaya başladı.
* Bayan Maliethis... Yaklaşık 6 ay önce yapmış olduğunuz ‘ Tılsım-Muska ‘ dersi profesörlüğünün kabul edildiğini belirtmekten onur duyarım. Yeni dönemde sizleri aramızda görmek bizi çok sevindirecektir... Ders ve okul işleyişi hakkındaki bilgi okula vardığınızda size aktarılacaktır. Sihirli Günler...
Arianna Bluetis S. Dliethis *Hogwarts' ile nasıl bir işi olabilirdi. Ondan uzaklaşalı 6 ay olmuştu ve 6 aydan önceki gün Marissa mutlu bir şekilde profesörlük başvurusunda bulunmuştu. Bu kadar karamsar olduğu günlerde böyle bir haber çok mutluluk vericiydi. Elinde olmadan koltuktan zıplarken, ailesinin neye uğradığını şaşırdığını görebiliyordu. " Ne olmuş ? Niye zıpladı ki ? " gibi soruları duyabiliyordu, ama durup da heyecandan konuşamıyordu. Gözleri kocaman olmuşlardı ve etrafa hayat dolu bakıyorlardı. Sonunda tepinmeyi bırakıp nefes alabilmeyi başardığında etrafta ki tepkileri daha iyi algılar olmuştu. Şaşkın gözlere inat biraz daha suskun kalıp haylaz haylaz bakmayı sürdürdü. Bir anlığına bile olsa çektiği tüm acıları ve en önemlisi onu unutmak ne kadarda güzel, ne kadarda tatlı bir duyguydu…
~ Son Bir Ay Daha Sonra Her şey Bitecek...
Marissa etrafındaki şaşkın gözleri daha fazla merakta bırakmak istemeyerek derin bir nefes aldı. En son bu kadar heyecanlandığında küçük bir çocuktu. 11 yaşında ve her küçük büyücü gibi Hogwarts'a gitmeye meraklı... O zamanda evlerine aynı buna benzeyen bir mektup zarfı geldiğinde ve üzerinde kendi ismini gördüğünde bu kadar heyecanlanmıştı. Ve aile içinde olan olaylardan, endişelerden, korkulardan böylece kurtulmuştu. İşte tam olarak oraya dayanıyordu öyküsü... Buna ‘ Hogwarts’ı Sevme ‘ öyküsü denebilirdi rahatlıkla. Şimdi genç bir kadın olarak - artık kız demeye dil varmıyordu - Hogwarts'a başka nedenlerle gitmek pekte fena olmayacaktı düşününce. Belki de tekrar bu sayede, içinde yaşadığı fırtınalardan kurtulacaktı. Daha fazla kulağında vızıldayan " ne oldu " gibi sorulara dayanamayarak konuşmaya başladı.
“ Mektup... Mektup tam 6 ay önce yaptığım * Tılsım-Muska* profesörlüğünün kabul edildiğini söylüyor. 1 ay sonra her şey bitecek... “Gözlerinde mutluluk gözyaşları birikmişti. Anne ve babasının ona şimdi acıyan gözlerle değil de, gurur dolu bir ifadeyle baktıklarını görebiliyordu. Dudaklarının sahte değil de samimi olarak kıvrıldıklarını hissedebiliyordu. Ve şu an en önemlisi içindeki parçadan bir şey eksildiğini hissedebiliyordu. O parçadan bir şeyler eksildiğinde boşluğun büyüyeceğini zannetmişti sebepsizce. Ama hiçte öyle olmamıştı işte. Hiç olmadığı kadar mutluydu. Belki 11 yaşındakinden bir parça çok ama çok az bir parça kadar eksik. Ve 6 aydır ağzından dökülmeyen sözler bir çırpıda söylenecek duruma gelmişti. “ Ben çok iyiyim... Mutluyum ! “~ Bir Ay Sonra, Tekrar Orda...
Son 1 ayı içinde hep bir umut dalgasıyla bitirmişti. İçindeki o şeyin hala orda durduğunu ve artık yerine birini koyduğunu biliyordu. Ama onun orda durmasının etkilerini en aza indirmek için önemler almıştı kendince. Mutlu şeyler düşünmeye çalışarak, sorularla dolu olmayan hayaller kurmak ve içinde hep bir umut ışığı bırakmak bunların başındaydı. Normal hayata döndüğünü hissediyor, içine mutluluğun dolmasın ada izin veriyordu ayrıca. Artık her sabah birini baş ucunda görmüyor, kendi aşağıya kahvaltı etmeye inebiliyordu. Bu kesinlikle mükemmel bir şeydi. O günde son bir ayının geçtiği güzellik sınırlarının daha da ötesinde kalkmıştı. Yatağında fazla oyalanmadan, gözlerini tavana dikmeden aşağıya inebilmişti. Artık nedense merdivenler veya genel itibariyle malikane yabancı gelmiyordu ona. Bu da olukça güzel bir duyguydu. Tabi ki bugün Hogwarts'a doğru yola çıkıyor olmak daha da özel bir duyguydu. Bu tartışılmazdı... Masaya otururken, annesine, babasına, ikizine, küçük kardeşine, kuzenlerine daha sayamadığı çoğu kişinin yüzüne bakarak içten bir " günaydın " demek de oldukça hoştu doğrusu. Onlarda kendilerine bu kadar içten söylenen bir "günaydından" hoşnut kalmış olacaklardı ki, ona tek tek cevap vermişlerdi. Kahvaltısını hızla yemek ve odasına çıkmaktan başka her şey normal seyrinde ilerliyordu. Bavulunu bir gün öncesinden hazırlayan biri için, geriye kalan tek şey üzerine giymekti ki. Marissa bunu bir çırpıda gerçekleştirmişti. Bavulları eline alıp, aşağıya doğru bir kaplumbağa misali yavaş yavaş indi. Ailesiyle doya doya kucaklaşıp, ona artık yakın gelen kapıdan dışarıya attı kendini. Bu sahneyi daha fazla uzatmak gereksizdi... Üzücüydü.. Ve Marissa bunu kaldıramayabilirdi.
Kendini peronlara attığında sanki hala o küçük cadı kızdı. Yanında annesi babası, trene hayranlıkla bakıyor, ve onu oraya götürecek olmasından dolayı ona minnettar duyuyordu. Bavullarını bu kalabalıkta, bir büyü yardımıyla hareket ettirmek kötü bir fikirdi. Onları taşımak aslında o kadarda kolay değildi. Bunu bavullarını taşıyacak bir ebeveyn olmayınca anlamıştı. Kendini gülmekten alamadı... Etrafta bir sürü küçük öğrenci vardı ve bir çoğu Marissa'nın 11 sene önceki hali kadardı... Bir bilet almak için kalabalıkta yürümek oldukça zorlaşmışken, tanıdığı birinin varlığına rastlayabilmek için etrafı gözlüyordu. Sonunda bir bilet alıp, trene doğru yürümeyi başarırken, profesör kompartımanına yöneldiği için ayrı bir mutluluk hissediyordu. ~ Role Play'in devamı var gerekiyorsa gönderebilirim. Ayrıca umarım sorun olmaz çünkü başka sitede yapmıştım. | |
|
Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13570 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Geri: Roxanne Melyssa Lancaster C.tesi 27 Ara. 2008, 18:52 | |
| Ravenclaw 4. sınıf
- Büyücü Konseyi - | |
|