|
| Sanatçı Alımları | |
|
+76Sienna Syl O'Neil Gabriel Florent De Beau Adélaïde Bourque Catheriné Marcelline Glenn Wilson Meldrick Tempeston Emmett Josepe Miller Gregorios Pavli Azhemin Kanerva Vyacheslav Ilya Praslenko Malachy Grandley Aurora Diamond Juliet Nariel Izydor Caroline Laisaar Camilla Rivalta Saisiel Sudmella Nanami Shizuka Bandit April Way Dequan Jalen Way Mélania L. Mythique Letty Michelle Scott Genevieve Tessa Malfoy Elena Larisa Sergeevna Yulia Inessa Olegovna Anitchka Tanja Glazkova Nikolai Belaia Ardelia Marcelline Jacqueline Du Pré Lorraine Desrochers Klara Ivanov Madestie Delacrousé Failariel A. Lowett Dilara Tutku Toylan Elif Doğa Kayıkçı Albert Sven Hallstad İbrahim Emre Ürem Theoris Neith Busiris Amenhotep Busiris Arwin Jalen Crawford Christian Alexz Maxwell Charlie von Diederich Emânuelle Czechowïcz Veronicha Galinthias Angelique Gwyn Xetha Léxie Evely Lou'wers Letje Aurél Moneta Rosalié Donna Pietra Aphrodisia Dorés Nydeln Fanchone Lawrance Lizzié Auriän Andié Clariss Luisa Pietra E. Niggle Borland Franciné Widmore Méll Rachel Dilemma Nagihan Narin Sönmez Ethal Diego D'amire Acheron Leandros Crestencia Ethél Fletcher Marjorie Widmore Clarance Rothstein Elizabéth Adrianna Malfoy Lucréce Valentiné Lémieux Acantha W. Psyche Frances Sibi Chapman Felice Jade Mathé Lleweyn Chloris Julius Carvellion Euphoria Szôlôssy Marjoline Clodiën Desdemona Meadows Alexander Delahanty Aimee Leala Matisse Richard L. Guénon Maurellé Nemesis Argyris Stefan Dequarté Amortentia Cécile Derwent 80 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Acantha W. Psyche God's Devils ~ Elektro Keman
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 167 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11563 Ekspresso Puanı : 14 Kayıt tarihi : 20/03/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları C.tesi 04 Nis. 2009, 00:15 | |
| İsim : Acantha Winter Psyche Yaş : 23 Meslek : God's Devils ~ Elektro Keman
' Diğer karakterim Isis Leititia Francés. Site de rplerim var ama isterseniz tekrar koyabilirim. '
En son Acantha W. Psyche tarafından C.tesi 04 Nis. 2009, 14:17 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Lucréce Valentiné Lémieux Model
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 3 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11426 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 04/04/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları C.tesi 04 Nis. 2009, 17:58 | |
| İsim: Lucréce Valentiné LémieuxYaş: 18MesLek: Break dansçı veya modeL ^^ İkisi de oLabiLir.Örnek Rp: =] SpoiLer içinde... Eğer beğenmezseniz ve yeterLi değiL derseniz değiştirebiLirim. Ayrıca başka bir sitede yaptığım Rp dir, o sitede ismim Frances'ti.- Spoiler:
Büyük bir esnemeyle uyandı Frances. Yavaşça ağzını kapattı ve yine çok uyuduğunu düşündü. Sonra doğrularak yataktan kalkıp terliğini ayağına geçirdi ve esneye esneye lavaboya gitti. Lavabodan çıktığında elini yüzünü yıkamış, gözlerini ovuşturuyordu. O gün pazardı. Pazar günleri Hogwarts'ın sabahları sessiz olurdu. Derslerden yorulan öğrenciler bir güzel uyku çekerlerdi. Tabii ödevi olmayanlar! Frances de bu pazar, ödevi olmayanlara giriyordu. Geçen hafta tüm ödevlerini bitirmişti. Bu hafta fazla bir ödev verilmeyince de ödevi kalmamıştı. Bunu fırsat bilip, profesörden de izin alarak Quidditch sahasına gidip takımla birlikte antreman yapacaklardı. Yavaşça dolabın kapağını açtı ve içinden rahat ebileceği bir kıyafet çıkarıp giymeye başladı. Quidditch kıyafetleri -ne yazık ki- sadece maç günü takımdakilere dağıtılırdı. Hâlbuki bunu takım kaptanları belirlese daha iyi olmaz mıydı?
"Eveeet..! Giyinmem de bitti. Sıra kahvaltıda!"
deyip üzerine bir ceket geçirdikten sonra yatakhaneden çıktı. Dönen merdivenlerden lacivert-siyah renklerle döşenmiş Ortak Salon'a indi. Burası Frances'in yatakhaneden sonra en çok sevdiği mekandı. Yatakhane kendine özgüydü, duvara yapışık duran dolabı, ranzalı yatakları ve lacivert renkli perdeleri ile hoş bir hava oluşturuyordu. Ama Ortak Salon geniş, ferahtı. Lacivert ve siyah rengin ahengi süperdi. Hele ateşin önündeki koltuklar... Kitap okumak ve düşünceye dalmak için mükemmel bir yerdi. Frances çok kez orada kitap okurken uyuklamıştı. Salonda fazla öğrenci yoktu. Büyük ihtimal kahvaltıya inmişlerdi. Frances'te etrafa şöyle bir göz attı ve Büyük Salon'a inmek için Ortak Salon'dan çıktı.
Görkemli, 4 bina masasının dizildiği Büyük Salon'a geldiğinde -tahmin ettiği gibi- öğrencilerin çoğu Ravenclaw masasındaydı. Quidditch takımıda tam teşkilat oradaydı. Takım böyle günlerde kendine has olan köşeye kurulmuş, sohbet ediyorlardı. Frances'i gördüklerinde hemen el salladılar. Frances'te karşılık vererek masaya doğru yürüdü. Önce diğer arkadaşlarına selam verip takımın yanına gitti, boş bir yere oturdu. Zaten onu düşünüp boş yer bırakırlardı. Önüne gelen kahvaltıya bakıp başını kaldırdı ve:
"Bakın. Yemeğinizi çok iyi yemenizi istiyorum. Antremanda fazla mola vermeyeceğiz, ona göre!"
dedi katı bir sesle. Bunu duyan takım Frances'e şaşırmış surat ifadesiyle bakıp hemen yemeklerine gömüldüler. Frances yavaşça gülümsedi ve kahvaltısını yapmaya başladı.
Tüm takımın kahvaltı yapmaları bittikten sonra ayağa kalktıları ve masadakilerle selam vererek sürü halinde Büyük Salon'dan çıktılar. Frances en önden gidiyordu. Kapıyı açacak olan oydu. Ayrıca süpürgesi hazırlanma odasındaydı. Bu yüzden önden gidiyordu. Sahaya yaklaştıklarında çimlere bakmakta olan Frances başını yavaşça kaldırdı ve büyük sahaya baktı. Yemyeşil çimlerle bezenmiş sahada çimleri delip geçerek yükselmiş 3 direk net bir şekilde görünüyordu. Ayrıca 4 binaya özel, binaların renkleri ile dekore edilmiş yüksekteki izleyici koltuklarıda... Frances takıma baktı ve:
"İşte geldik millet. Hemen soyunma odasına! Çabucak başlayıp bitirelim şu antremanı."
dedi ve soyunma odasına gidip kapıyı açtı. Takım odaya girdikten sonra kendisi de girdi.
Sahaya çıktıklarında bir kaç kişi antremanı izlemeye gelmişti. Bunlardan birisi sinir bozucu veletlerden Vladimir'di. Frances bu çocuğa garipçe baktı ve:
"Bizim küçük veledimiz yine gelmiş takım, baksanıza!"
diyerek takıma çocuğu gösterdi. Erkeklerden biri:
"Yine hangi yalan haberi yapacak acaba?"
diye sordu merakla. Frances de:
"Gazeteci değil mi güya? Öyleyse bir şeyler bulur."
dedi ve sırıtarak süpürgesinin üzerine binip yükselmeye başladı. Hava güneşli ve bulutsuz olduğu için güzel bir antreman yapılacağa benziyordu.
| |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları C.tesi 04 Nis. 2009, 20:07 | |
| Tüm rütbeler verilmiştir ^^ - Frances Sibi Chapman demiş ki:
- Model başvurusu kabul ediyor mu ki?
Evet canım, kabul ediliyor. | |
| | | Desdemona Meadows Slytherin 6. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 166 Yaş : 32 Kan statüsü : Melez Galleon : 11558 Ekspresso Puanı : 4 Kayıt tarihi : 10/03/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Paz 05 Nis. 2009, 14:13 | |
| O zaman Desdemona'ya rütbe veriniz. Başvurdum ama es geçilmiş :S İlk ben yazdım ama rütbem verilmedi. Başka modeller ise türemiş. | |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Paz 05 Nis. 2009, 19:09 | |
| Benim başvurduğundan haberim bile yok, sorunu gördüm ve cevap verdim sadece *-* Rütben verildi.. | |
| | | Lleweyn Chloris Şifacı - İksir ve Bitki Zehirlenmeleri
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 145 Galleon : 11520 Ekspresso Puanı : 13 Kayıt tarihi : 03/04/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Ptsi 06 Nis. 2009, 15:53 | |
| Oyunculukla beraber Müziysen de olabilir miyiz? | |
| | | Clarance Rothstein Vampir
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 190 Yaş : 34 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11773 Ekspresso Puanı : 7 Kayıt tarihi : 02/11/08
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Ptsi 06 Nis. 2009, 17:19 | |
| Clarance Rothstein - Tiyatro Oyuncusu. Sanırım örnek rp atmama gerek yok, ama varsa da Baykuşhanedekilere bakabilirsiniz. | |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Ptsi 06 Nis. 2009, 19:26 | |
| - Clarance Rothstein demiş ki:
- Clarance Rothstein - Tiyatro Oyuncusu.
Sanırım örnek rp atmama gerek yok, ama varsa da Baykuşhanedekilere bakabilirsiniz. Rütbeniz verilmiştir. - Darchelle Phelford demiş ki:
- Oyunculukla beraber Müziysen de olabilir miyiz?
Sana Tuba gelince cevap verir canım, ben emin değilim ikisinin birlikte olup olamayacağından çünkü ^^ | |
| | | Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12104 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Ptsi 06 Nis. 2009, 20:57 | |
| - Darchelle Phelford demiş ki:
- Oyunculukla beraber Müziysen de olabilir miyiz?
Nadir de olsa olabiliyor canım; rütbeni verdim. ^^ | |
| | | Marjorie Widmore Ressam
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 100 Yaş : 29 Kan statüsü : Melez. Galleon : 11942 Ekspresso Puanı : 2 Kayıt tarihi : 12/08/08
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Salı 07 Nis. 2009, 18:40 | |
| Marjorie Leala - 18 * Ressam *
- Spoiler:
~ Her Zamanki Sabahlardan ...
Gözlerini umutsuzca baktığı resimden alması saatler sürmüştü Marissa'nın. Oldukça neşeli bir tabloydu hatta fazla bile neşeli. Bir adam ve bir kadın elleri ve gözleri birbirine kilitlenmiş bakıyorlardı birbirlerine. Kadının parlak sarı saçları etrafa bir ışık ve sevinç yayıyor, adamın ise mavi gözleri bir okyanus kadar derin gözüküyordu. İkisinin de teni bir kar tanesi kadar beyaz ve parlaktı. Bu mutlu çiftin hemen arkasında sonsuza uzanacakmış gibi duran ağaçlar vardı. Onların üzerlerinde ise oldukça fazla sarı yaprak vardı ve resimden anlaşılıyordu ki bu sarı yapraklardan hemen hemen bir tanesi geçen her saniyede yere doğru süzülüşe geçiyordu. Buz mavisi gözleri ve altın sarısı kadar parlak saçlarıyla kadının mora yakın dudakları zarifçe kıvrılıyor, adam ise kadına bakıp hafifçe tebessüm etmekle yetiniyordu. Tabii arada sırada kadının ve adamın saçları, etrafta esen rüzgara daha fazla dayamayarak uçuşuyorlar, rüzgarın mahkumu oluyorlardı.
Gözlerinden aşağıya, oradan da resime damlayan bir gözyaşı sayesinde kendine gelmişte işte. İkinci bir gözyaşı daha resme damlamadan, beyaz ve narin ellerini gözlerine götürüp, düşecek ya da düşmeye meyilli yaşları silmeye çalıştı. Bir çocuk gibi ağlamanın bir faydası olmayacağını bildiği halde, kalbine veya aklına söz geçiremiyor, onunla ilgili hatıralar aklına gelince bu sahneleri çoğu kez yaşıyordu. Ve her defasında kendine kızıyor, bir an önce bu karamsarlıktan kurtulmak istiyordu. Sadece karamsarlık olsaydı düşünce tarzı, belki sevinebilirdi. Ama bunun haricinde hep duygusaldı. Hep dokunulsa ağlayacak gibiydi. Hep o buz mavisi gözlerde bir damla yaş vardı. İçine oturan hep bir şey vardı ve Marissa ne yaparsa yapsın orda kalmaya devam edecekti galiba. O da alışmıştı onun varlığına, içinden söküp atamamaya, onla yaşamaya o kadar alışmıştı ki... Gittiğinde orada bir boşluk olacağını zannederek kendi halinin ne kadarda gülünç olduğunu yine kendi gözleri önüne serdiyse de, o şeyi atamamıştı içinden. Belki de o şeyin yerine birini koyuyordu istemese de. Belki de fark etmiyordu böyle bir işe kalkıştığını, yapıyordu ama. Ve o şey - ya da yerine o koyduğun her kimse - içinde olduğu sürece Marissa memnun olmayacaktı halinden. Resmi yanındaki masaya benzer maun ağacından yapılma eşyaya bırakıp, mor örtüyü başına kadar çekip hıçkırarak ağlamaya başladı. Galiba böyle tükenerek ölecekti..
~ Aynı Gün Öğleden Sonra...
Gözlerini yeni uyanmış masum bir bebek gibi açmıştı. Ne kadar ağladığını bilmiyordu doğrusu. Ama en sonunda bitap düşüp, kendini uykunun tatlı ve sıcak kollarına bırakmış olduğu tartışılamayacak gibiydi. Başına kadar çektiği yorganı şimdi beline kadar indirmiş, gözleri tavana dikmişti. Yatakta böyle yatmak hoşuna gidiyordu. Ailesinin onun hakkındaki endişelerini biliyor, yorgun düşüp fazla uyuduğu zamanlarda başına nasıl beklediklerini biliyor, ama kalkıp benim bir şeyim yok, iyiyim veya mutluyum gibi sözcükleri söyleyemiyordu. Ne zaman bunu yapmaya kalksa boğazında bir şey düğümleniyor ve konuşmasına engel oluyordu. İşte öyle zamanlarda gözlerini bir yere dikiyor, uzun bir süre boşluğa bakıyordu. Diğerlerinden pekte kısa olmayan bir zaman zarfından sonra, günlerdir ilk kez iyi hissetmişti kendini. Hatta günler demek yersiz olurdu. Aylar sonra... Tabi ki yatağından çıkıyor, arada bir aşağıya inip ailesinin arasına bir ruhmuşçasına katılıyordu. Ama bunları yaptığından aklı hep başka bir yerde oluyor, sorulanlara cevap vermiyor, söylenenleri dinlemiyor, dinleyemiyordu. Gözlerini tavandan alıp,ellerinin oldukça yavaş bir hareketiyle örtüyü ayaklarına doğru itti... Ayaklarını örtünün altından çıkararak ahşaptan yapılma zemine koydu. Oranın soğukluğunu hissetmesiyle tekrar kendine geldiğini hissedebiliyordu. Bu kadar ağlamalar, feryatlar değer miydi, onu bırakıp giden birine ? Kesinlikle hayır ! İçindeki bir ses ona sürekli böyle söylüyordu, aylardır durmadan. Bugün nedensiz bir şekilde hak vermişti o içindeki sese. Tarifsiz duygular benliğini ele geçirirken kendini iyi hissettiği bugünde ailesiyle bir arada olmak istiyordu. Kapıyı açıp aşağıya inmeye yeltenecekken , üstünün aşağıya inmeye pekte uygun olmadığını fark etti. Dolabın yanında duran boy aynasının karşısına geçip kendine şöyle bir baktı. Gerçektende böyle inilmezdi aşağıya. İstemeden gülümsedi... Uzun zamandır gülümsememiş olmaktan dolayı yüz kasları gerilmişti. Aynadaki görüntüsü tam olarak şöyleydi: Sarı saçlar, mavi bir tokayla ensede tutturulmuştu. Buz mavisi gözler içe doğru çökmüştü. Pekte iç açıcı sayılmazlardı doğrusu. Beyaz olan teni parlamıyor aksine solgun duruyordu. Üzerinde ise mor bir gecelik vardı. Kumaş solgun tene göre oldukça fazla parlıyordu, hatta aynaya bakarken gözlerini istemsizce kırpıştırmıştı. Dolabının eskimeye yüz tutmuş kapaklarını beyaz elleriyle yavaşça açtı. Ne giyebilirdi ki? Evde duracağı için rahat bir şeyler olabilirdi. Siyah pantolonunu aldı, üzerine de yine rahat olan siyah-beyazlı gömleğini. Ayaklarına ayakkabı geçirmeye gerek yoktu. Mor ve oldukça yumuşak olan terliklerini ayaklarına geçirerek, yerle aynı renk olan kapıdan dışarıya çıktı. Sanki eve yabancılaşmış gibiydi... Hemen merdivenlere, oradan da aşağıya yöneldi.
~ Galiba Şanslı Bir Gün...
Marissa'nın aşığa inmesiyle beraber odadaki hava sanki tümüyle değişmişti. Fark ettiği kadarı ile herkes yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirmişti. Ve ona öyle geliyordu ki, odada konuşulan konu büyük bir hızla değişmişti. Marissa gördüklerine ve bildiklerine aldırmamaya çalışarak son basamağı da yavaş hareketlerle indi. Annesi yüzünde samimi bir ifadeyle - hiç olmazsa ona öyle geliyordu – “günaydın “ demişti. Marissa oldukça ağır gelen başını hafifçe sallamış, bej rengi koltuklardan birine kendini büyük bir hızla bırakmıştı. Herkes ona sanki daha önce görüşmedikleri kadar özlem ve acıyarak bakıyordu. Beklide tam bir kuruntuydu. Gözleri ona bakanlarda, yüzünde ise onlar kadar sahte bir gülümseme vardı. Annesi... O da onun gibi sarışın ve mavi gözlüydü yani Marissa'nın kime benzediği apaçık ortadaydı. Teni de aynı onun kadar beyazdı... Şimdi ona doğru elinde bir zarfla geliyordu. “ Sana gelmiş Marissa... Posta bekliyor muydun ? “ Başını hayır anlamında sallarken, annesinin elinde tuttuğu zarfa doğru uzandı. Hogwarts dan mı geliyordu ? Marissa'nın Hogwarts ile ne işi olabilirdi ki... Mektup zarfını hızla yırtarak açtı.İçinde kol gezen heyecan ve biraz da umut duygularıyla mektubu okumaya başladı.
* Bayan Maliethis... Yaklaşık 6 ay önce yapmış olduğunuz ‘ Tılsım-Muska ‘ dersi profesörlüğünün kabul edildiğini belirtmekten onur duyarım. Yeni dönemde sizleri aramızda görmek bizi çok sevindirecektir... Ders ve okul işleyişi hakkındaki bilgi okula vardığınızda size aktarılacaktır. Sihirli Günler...
Arianna Bluetis S. Dliethis * Hogwarts' ile nasıl bir işi olabilirdi. Ondan uzaklaşalı 6 ay olmuştu ve 6 aydan önceki gün Marissa mutlu bir şekilde profesörlük başvurusunda bulunmuştu. Bu kadar karamsar olduğu günlerde böyle bir haber çok mutluluk vericiydi. Elinde olmadan koltuktan zıplarken, ailesinin neye uğradığını şaşırdığını görebiliyordu. " Ne olmuş ? Niye zıpladı ki ? " gibi soruları duyabiliyordu, ama durup da heyecandan konuşamıyordu. Gözleri kocaman olmuşlardı ve etrafa hayat dolu bakıyorlardı. Sonunda tepinmeyi bırakıp nefes alabilmeyi başardığında etrafta ki tepkileri daha iyi algılar olmuştu. Şaşkın gözlere inat biraz daha suskun kalıp haylaz haylaz bakmayı sürdürdü. Bir anlığına bile olsa çektiği tüm acıları ve en önemlisi onu unutmak ne kadarda güzel, ne kadarda tatlı bir duyguydu…
~ Son Bir Ay Daha Sonra Her şey Bitecek...
Marissa etrafındaki şaşkın gözleri daha fazla merakta bırakmak istemeyerek derin bir nefes aldı. En son bu kadar heyecanlandığında küçük bir çocuktu. 11 yaşında ve her küçük büyücü gibi Hogwarts'a gitmeye meraklı... O zamanda evlerine aynı buna benzeyen bir mektup zarfı geldiğinde ve üzerinde kendi ismini gördüğünde bu kadar heyecanlanmıştı. Ve aile içinde olan olaylardan, endişelerden, korkulardan böylece kurtulmuştu. İşte tam olarak oraya dayanıyordu öyküsü... Buna ‘ Hogwarts’ı Sevme ‘ öyküsü denebilirdi rahatlıkla. Şimdi genç bir kadın olarak - artık kız demeye dil varmıyordu - Hogwarts'a başka nedenlerle gitmek pekte fena olmayacaktı düşününce. Belki de tekrar bu sayede, içinde yaşadığı fırtınalardan kurtulacaktı. Daha fazla kulağında vızıldayan " ne oldu " gibi sorulara dayanamayarak konuşmaya başladı. “ Mektup... Mektup tam 6 ay önce yaptığım * Tılsım-Muska* profesörlüğünün kabul edildiğini söylüyor. 1 ay sonra her şey bitecek... “ Gözlerinde mutluluk gözyaşları birikmişti. Anne ve babasının ona şimdi acıyan gözlerle değil de, gurur dolu bir ifadeyle baktıklarını görebiliyordu. Dudaklarının sahte değil de samimi olarak kıvrıldıklarını hissedebiliyordu. Ve şu an en önemlisi içindeki parçadan bir şey eksildiğini hissedebiliyordu. O parçadan bir şeyler eksildiğinde boşluğun büyüyeceğini zannetmişti sebepsizce. Ama hiçte öyle olmamıştı işte. Hiç olmadığı kadar mutluydu. Belki 11 yaşındakinden bir parça çok ama çok az bir parça kadar eksik. Ve 6 aydır ağzından dökülmeyen sözler bir çırpıda söylenecek duruma gelmişti. “ Ben çok iyiyim... Mutluyum ! “
~ Bir Ay Sonra, Tekrar Orda...
Son 1 ayı içinde hep bir umut dalgasıyla bitirmişti. İçindeki o şeyin hala orda durduğunu ve artık yerine birini koyduğunu biliyordu. Ama onun orda durmasının etkilerini en aza indirmek için önemler almıştı kendince. Mutlu şeyler düşünmeye çalışarak, sorularla dolu olmayan hayaller kurmak ve içinde hep bir umut ışığı bırakmak bunların başındaydı. Normal hayata döndüğünü hissediyor, içine mutluluğun dolmasın ada izin veriyordu ayrıca. Artık her sabah birini baş ucunda görmüyor, kendi aşağıya kahvaltı etmeye inebiliyordu. Bu kesinlikle mükemmel bir şeydi. O günde son bir ayının geçtiği güzellik sınırlarının daha da ötesinde kalkmıştı. Yatağında fazla oyalanmadan, gözlerini tavana dikmeden aşağıya inebilmişti. Artık nedense merdivenler veya genel itibariyle malikane yabancı gelmiyordu ona. Bu da olukça güzel bir duyguydu. Tabi ki bugün Hogwarts'a doğru yola çıkıyor olmak daha da özel bir duyguydu. Bu tartışılmazdı... Masaya otururken, annesine, babasına, ikizine, küçük kardeşine, kuzenlerine daha sayamadığı çoğu kişinin yüzüne bakarak içten bir " günaydın " demek de oldukça hoştu doğrusu. Onlarda kendilerine bu kadar içten söylenen bir " günaydından " hoşnut kalmış olacaklardı ki, ona tek tek cevap vermişlerdi. Kahvaltısını hızla yemek ve odasına çıkmaktan başka her şey normal seyrinde ilerliyordu. Bavulunu bir gün öncesinden hazırlayan biri için, geriye kalan tek şey üzerine giymekti ki. Marissa bunu bir çırpıda gerçekleştirmişti. Bavulları eline alıp, aşağıya doğru bir kaplumbağa misali yavaş yavaş indi. Ailesiyle doya doya kucaklaşıp, ona artık yakın gelen kapıdan dışarıya attı kendini. Bu sahneyi daha fazla uzatmak gereksiz ve üzücüydü ve Marissa bunu kaldıramayabilirdi.
Kendini peronlara attığında sanki hala o küçük cadı kızdı. Yanında annesi babası, trene hayranlıkla bakıyor, ve onu oraya götürecek olmasından dolayı ona minnettar duyuyordu. Bavullarını bu kalabalıkta, bir büyü yardımıyla hareket ettirmek kötü bir fikirdi. Onları taşımak aslında o kadarda kolay değildi. Bunu bavullarını taşıyacak bir ebeveyn olmayınca anlamıştı. Kendini gülmekten alamadı. Etrafta bir sürü küçük öğrenci vardı ve bir çoğu Marissa'nın 11 sene önceki hali kadardı. Bir bilet almak için kalabalıkta yürümek oldukça zorlaşmışken, tanıdığı birinin varlığına rastlayabilmek için etrafı bir süre için gözledi. Sonunda bir bilet alıp, trene doğru yürümeyi başarırken, profesör kompartımanına yöneldiği için tuhaf bir duygu bedenini kapladı. Yüzünden hızlı bir gülümseme geçti. Ne de olsa onu ne beklediğini bilmiyordu.
* Çok eski bir role play. Şu anda kendi bilgisayarımdan yazmadığım için, daha yenisi koyamıyorum. Bununla idare edebilirsiniz umarım. (: *
| |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Salı 07 Nis. 2009, 20:48 | |
| | |
| | | Crestencia Ethél Fletcher Yazar ~ Vampir
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 702 Yaş : 29 Kan statüsü : Kanının statüsü hakkında hiçbir fikri yok. Fakat damarlarında lanetli kanın aktığına inanıyor. Galleon : 11811 Ekspresso Puanı : 16 Kayıt tarihi : 12/11/08
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Çarş. 08 Nis. 2009, 19:43 | |
| Crestencia Ethél Fletcher 22 Yazar Ben Svetléna, rp'lerimi biliyorsunuz zaten örnek rp'yi göndermem gerekiyorsa göndereyim ^^ | |
| | | Amortentia Cécile Derwent Emekli Cadı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1343 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 13568 Ekspresso Puanı : 24 Kayıt tarihi : 26/08/06
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Çarş. 08 Nis. 2009, 19:44 | |
| | |
| | | Acheron Leandros Latin Dansçısı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 29 Yaş : 30 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11567 Ekspresso Puanı : 2 Kayıt tarihi : 01/02/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Perş. 09 Nis. 2009, 00:44 | |
| İsim: Acheron Leandros Yaş: 19 İstenilen mevki: Latin Dansçısı Örnek Rp: Ben Stef/Ceren. Gerekirse mesajı değiştirerek rpyi koyabilirim. *.* | |
| | | Elizabéth Adrianna Malfoy Perfect Li(f)e Yazarı
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1443 Yaş : 36 Kan statüsü : Safkan Galleon : 12565 Ekspresso Puanı : 41 Kayıt tarihi : 15/02/08
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Perş. 09 Nis. 2009, 00:49 | |
| Halledildi ^^ [Hoşgeldin Ceren'cim] | |
| | | Ethal Diego D'amire
Mesaj Sayısı : 2 Galleon : 11414 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 09/04/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Perş. 09 Nis. 2009, 19:37 | |
| | |
| | | Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12104 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Perş. 09 Nis. 2009, 19:55 | |
| | |
| | | Nagihan Narin Sönmez Hufflepuff 7. Sınıf Öğrencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 99 Galleon : 11438 Ekspresso Puanı : 5 Kayıt tarihi : 09/04/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Cuma 10 Nis. 2009, 16:35 | |
| Nagihan Narin Sönmez. 21 Keman Sanatçısı.
'Anni Postinen, Eugen Dwayne Russel Issa Ann Black benim diğer karaktelerimdir.' | |
| | | Méll Rachel Dilemma Buz Patencisi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 1 Kan statüsü : Safkan
Galleon : 11412 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 09/04/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Cuma 10 Nis. 2009, 17:03 | |
| Méll Rachel Dilemma 18 Buz Patencisi- Spoiler:
Hafiften kar yağmaya başlamıştı. Rachel, yaptığı onca hazırlığın boşa gittiğini düşünmemek için elinden geleni yapıyordu. Sevdiği adam ile evlenecekleri günün sabah'ında kâr yağmasını beklemiyordu genç kadın. Üstelik yazı müjdeleyen mevsimin içindelerdi.
“ Merlin aşkına! Nisan ayında kâr’ın işi ne! “
Diye söylendi camdan dışarıyı izlerken. Bütün planlarının alt üst olduğunu düşünerek canı sıkılmaya başladığı anda hemen kendisini toparladı. Yapmayacaktı. Moralini hiçbir şekilde bozmayacaktı hele de böyle mutlu bir günde.
Cam kenarından ayrılarak gelinliğinin olduğu dolap’a doğru yürüdü. Aslında yürümek denemezdi onun gidişine; süzülme demek daha doğru bir tabir sayılabilirdi.
Dolap’ı açmasının ardından boş olan dolapta tek duran gelinliği çıkararak üzerine tuttu. Dolaplarında olan bütün eşyalar eşinin evine taşınmıştı. Ailesinin evinden çıkmak istediği için Valéncia malikânesindeki dolapta sadece gelinliği bırakılmıştı. Rachel, heyecan içerisinde üzerine tuttuğu gelinlikle beraber boy aynasının önüne geldi.Sabırsızlanıyordu giyebilmek için. Fakat Arkadaşları’nın gelmesini beklemek zorunda olduğu için gelinliği tekrar yerine astı ve oturma odasına inmek için merdivenlere yöneldi.
*****
Genç adam, daha o sabah sihir dünyasını karıştıran ölümün ardındaki sır perdesini aralamıştı. Hem baş seherbaz olarak hem de olayı çözen kişi saat dörtteki mahkemede bulunması gerekiyordu. Mahkeme en azından üç saat sürerdi. Bakanlıkta herkesin onu tebrik etmesi işindeki başarısından aldığı hazzı ve doğru mesleği seçmenin mutluluğunu bağışlıyordu ona. Ama onu mutlu eden asıl şey sevdiği kadınla evlenecek olmalarıydı. Bunun mutluluğunu hiçbir şeye değişmeyeceğinden emindi Ardil. Sakin olmaya çalışsa da heyecanı gözlerinden okunuyordu genç adamın. Düğünde sağdıcı olmasını istediği dostu yanına geldiğinde heyecanının iyice yükseldiğini hissetti. Arkadaşının neşeli bir şekilde sırtına vurarak
“ Nasılsın damat bey, heyecan var mı? “
Demesine bile gülerek karşılık verdi. Zaten konuşacak takati kalmamıştı. Zaman yaklaştıkça heyecan’ı da iyice yükseliyordu genç adamın.
“ Düğün kaçtaydı damat bey “
Arkadaşının sorusuyla şaşkınlığın ardından kaşları çatıldı genç adamın. Düğün saatiyle mahkeme saat’inin aynı ana denk gelmesi olmaması gereken bir durumdu ve yapması gereken şey ya düğüne gitmekti ya da mahkemeye. İkisi de hayatındaki en önemli şeydi Ardil’in. Ya işini tercih edecekti ya da hayatının aşkını… Zor bir ikilemdi bu onun için. Önce işini düşündü genç adam. Mahkemeye katılmadığında işinden olabilirdi. Üstelik yenice baş seherbazlığa atanmıştı. Mahkemeye gittiğinde ise Méll’i kaybedeceğini düşündü. İkisi arasında bir karar vermenin çok güçleştiği sırada mahkemenin bir saat kadar sonra başlayacağının bildirilme notunu aldı genç adam. Bu düğüne de bir saat kadar zaman olduğunun işaretiydi işte.
*****
Rachel, kendisine yardımcı olarak arkadaşlarının ve kardeşi gibi görmeye başladığı Kate’nin gelmesiyle birlikte heyecanın doruk noktasına ulaştı. Odada gelinliği giyerken içine yerleşen sıkıntıya anlam veremedi. Heyecandan olduğunu düşünmeye çalıştı. Gelinliğini giyerek boy aynasının önüne süzüldü. Kate’nin ve arkadaşlarının hayranlık uyandıran bakışlarının altında tatlı tatlı gülümsedi. Önce saçını dağınık topuz yaptı, ardından da Ardil ile beraber seçtikleri, inci tokaları yerleştirdi topuzun her yerine. Saçını tamamlamasının ardından makyajını yapmaya başladı. Hafif pembe tonlarında yaptığı makyajını, sevdiği adamın hediye ettiği orkide çiçeklerinin kokularına ait parfümüyle tamamlayarak aynada bir kez daha baktı kendisine.
“ Mükemmel oldun, abim bir kez daha âşık olacak sana “
Kate’in söylediği sözleri hafifçe kızararak kabul etti ve cam kenarına süzüldü. Dışarıyı izlemesinin nedeni içine dolan sıkıntıyı aşabilmekti. Aslında o sıkıntı ancak Ardil’i görebildiğinde son bulacaktı bundan adı gibi emindi Rachel. Dışarıya bakarken gözü cam’a yansıyan saat’e takıldığında irkildi.Ardil gelmesi gereken saati yarım saat aşmıştı ve Rachel istemeden de olsa endişeye kapılmıştı. Sabah yapacakları operasyondan haberi vardı genç kadının. Ardil’in o operasyon’u başarıyla yöneteceğinden emindi ama aksiliklerin yaşanması muhtemeldi ve Rachel’in en çok korktuğu durumdu bu.
“ Kate, abinden haberin var mı? “
“ İyi Rachel biraz sakin ol. Bakanlığa dönmüşler. Sanırım bir toplantıya katılıp gelecek “
Biraz olsun rahatlasa da aklı hâlâ ondaydı ve emin olduğu tek şey endişesinin onu görmeden geçmeyeceğiydi.
***** Yetişmesi gereken düğününe tam tamına on beş dakikası vardı.Ve hâlâ karar vermemişti Ardil. Mantığı mahkemeye girmesi gerektiğini söylüyordu , kalbi ise Rachel ile yapılacak olan düğüne gitmesini. Her zaman mantığını dinleyen Ardil tekrar mantığını dinlemeye karar verdi ve mahkeme salonunun yolunu tuttu. Asansörle yukarıya çıkarken mahkeme’nin uzun sürmemesi için elinden geleni yapması gerektiğini düşünüyordu. Mahkeme salonuna girdiğinde herkesin yerinde olduğunu gördü. Mahkeme baş hakiminin gelmesiyle başlanabilirdi mahkeme. Ardil ayaklarını istemsiz bir şekilde yere vurmaya başladığı sırada salonun açılan kapısından içeriye giren Mr. Vitoley yerine oturduğunda mahkeme başladı.
Önce yakalanan büyücü hakkındaki suçlar söylendi.Sonra tanık konuşmaları ve en son Ardil konuşmasını yaptı. Uzun süren konuşmanın ve üç saat süren mahkeme’nin ardından Mr. David suçlu bulunarak azkaban hapishanesinin doğu kulesinde ömür boyu kalmak cezasına çaptırıldı. Mahkeme’nin bitimiyle rahat bir nefes alan Ardil , sağdıç olmasını istediğini arkadaşıyla beraber apar topar Valéncia malikanesine cisimlendi.
*****
Rachel düğün saatinin üzerinden iki saat geçmesinin ardından gözün akan yaşlarla beraber üzerindeki gelinliği çıkarmak için odasının yolunu tuttu.Arkadaşlarının ve Kate’nin itirazlarını duymamazlıktan geliyordu odasına çıkarken.Kate’nin peşinden geldiğini görünce durakladı ve onun gözünün içine baktı.
“ Bitti Kate üzgünüm ama bitti. Düğünümüzdü bu bizim. Hangi erkek hayatımın aşkısın dediği kadınla olan düğününü işi uğruna kaçırmayı göze alabilir söyler misin? Üzgünüm bitti “
Derken aşağıdan gelen seslere aldırmadı.Ardil’in sesini duyduğu halde duymamış gibi yaparak önüne döndü ve odasına doğru yürümeye başladı.
Odaya girdiğinde odanın kapısını kapatarak kilitledi ve yatağının başucuna oturdu.Gözlerinden akan yaşlara aldırmadan saçındaki incileri çıkarmaya başladı. Bütün insanlara rezil olduklarını düşünüyordu. Damat kendi düğününe gelmemişti. Kaçtığını bile söyleyebilirlerdi ve bu onu yaralamıştı. Umrunda değildi artık hiçbir şey.
Kapının vurulduğunu ve âşık olduğu adamın sesini işittiğinde gözünden akan yaşlar iyice arttı Rachel’in.
“ Git Ardil , lütfen git… “
diyebildi sadece. Onun çabalamasını bile duymak istemiyordu. Hayallerinin yıkılmasına neden olmuştu. Ama en çokta düğün gününde işini tercih etmiş olması yaralamıştı. Misafirlerinin arasında dolaşırken iki yaşlı cadı’nın kendi aralarında konuştuklarına kulak misafiri olmuştu
“ Mr. Dilemma , bizim güzel Rachel’imizi sevmiyor anlaşılan. “
demişti yaşlı cadı.Diğer yaşlı cadı da katılmıştı ona.
“ Evet , yoksa hangi erkek , böyle peri kızına benzeyen birini bekletir ve misafirlerine karşı mahcup eder ki. “
O sırada büyüyle açılan kapıyı fark etti.Dağınık , bozulmuş saçlarına aldırmadan cam kenarına gitti.Sırtı kapıya dönüktü.
“ Méll ! “
Ardil’in sesini duyduğunda dudaklarını ısırdı yavaşça. Sesini dahi duymak istemese de varlığını yakının hissetmek bütün duygularını ayaklandırmıştı. Kalbi boynuna sarılmak istiyordu ama Rachel’de onun yaptığı gibi mantığını dinleyecekti en azından bu sefer.
“ Sizi dinliyorum Mr. Dilemma “
dedi soğuk olmasına özen gösterdiği bir ses tonuyla.Ardil’in cesareti’nin kırılacağını umuyordu ama onun da en az kendisi kadar inatçı olduğunu biliyordu Rachel. O konuşmadan gözlerinin içine baktığında Rachel başladı tekrar.
“ Önce ben konuşayım en iyisi. Sizi tam dört saattir bekliyorum. Sadece ben de değil üstelik bütün herkes… Unuttunuz galiba ama bu gün düğünümüz yapılacaktı. Ama siz her zaman olduğu gibi işinizi tercih ettiniz. Üzgünüm benim içinde bitti her şey artık düğün olmayacak ve ayrıca biz diye de bir şey olmayacak. Şimdi yalnız kalmak istiyorum. “
Ardil’in konuşmasına izin vermemişti. Duydukları karşısında bunu yapabilme gücü zaten yoktu Rachel’in. En azından bu gün yapayalnız kalmak istediğini biliyordu.
Ardil’in hüzünlü bakışları içine işlese de çok kırılmıştı ve affetmesi de o kadar kolay olmayacaktı maalesef. Oda’dan çıkan Ardil’in ardından sessizce döktüğü gözyaşlarına hıçkırıklar eşlik ediyordu şimdi…
| |
| | | Franciné Widmore Dansçı & Sokak Müzisyeni
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 107 Yaş : 30 Kan statüsü : Melez Galleon : 11494 Ekspresso Puanı : 3 Kayıt tarihi : 30/03/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Cuma 10 Nis. 2009, 23:08 | |
| 17 * Dansçı - Spoiler:
Jennifer uzun bacaklarını kaldırımın üstünde hareket ettirmeye çalışıyordu. Beline kadar gelmiş olan dalgalı saçları karaktersiz bir rüzgar nedeniyle sağa sola savruluyor, bu sinirinin bozulmasına neden oluyordu. Cüppesinin sürekli yukarı çıkması rüzgarın yaptığı işe yardımcı oluyor gibiydi. Şimdi bu boş sokaklarda daha önce kimlerim yaşadığını düşünüyordu Jennifer. İçindeki korku hissi yüzüne vuran güneşin etkisiyle yerini huzura bırakıyordu. Bu huzur duygusu fazla sürmedi. Uyandığında birinin sırtına asasını dayayıp, ''Sersemlet!'' diye bağırdığını hatırlıyordu. Sözde güzel bir gün olacaktı.
Uyandığı karanlık odada nemli bir hava vardı. Toz zerreciklerinin hava da dans ettiğini hissedebiliyor, onların su tanecikleriyle cilveleştiklerini görebiliyordu adeta. Etrafına bakınmaktan vazgeçti sonunda. Ellerini açmaya çalıştı. Cüppesi pürüzsüz bacaklarının yarısına kadar çekilmişti. Cebinde asasının boşluğunu çok fazla vakit geçmeden fark edebilmişti. Elleri yukarıdan kelepçe gibi tuhaf bir cisim ile bağlanmıştı. Demirin soğukluğu bileklerini acıtıyor aynı zamanda da tuhaf bir his vermekten geri kalmıyordu. Çözmeye çalıştı ellerini ancak bu mümkün değildi. Bırak çözmeyi, o kadar sıkı bağlanmıştı ki bileklik ellerini hareket ettirmede bile zorlanıyordu Jennifer. Son çare olarak ayaklarını kurtarmaya çalıştı. Kendine doğru çekince bacaklarını zincir yerde şıngırdadı pes ve son derecede ürkünç bir ses çıkardı. Biraz daha çekti bacaklarını kendine. Boşunaydı, zincirler yere bağlıydı. Demir eline uyguladığı hissin aynını ayak bileklerine de uyguluyordu şimdi. Soğuk kelepçeler Jennifer' ı sakinleştiriyor, sinirlerini yatıştırıyordu. Şimdi bilinçsizce bu karanlık odada debeleniyor kurtulmanın yollarını arıyordu. Bir anda ışıklar açıldı, Jennifer bu ani değişim nedeniyle biraz ürktü. Gözlerini aydınlığa alıştırmak için bir kaç kez açıp kapadı. 11. açılışta gözleri iyiden iyiye alışmıştı bu ortam değişikliliğine. Korkudan kocaman olmuş yemyeşil gözlerini ellerine dikti. Hafif bir kan sızıyordu ürkünç demirlerden. Bileğini fazla zorlamış olmalıydı. Bilekliklerin ne kadar sağlam olduğunu fark edince aynı bakışları ayaklarına çevirdi. Bacakları zeminde bulunan hafif toprak nedeniyle kahverengiye yakın bir renge dönmüşlerdi. Ayakkabılarını ayağından çıkarmışlar yerine bu kalın kelepçeleri takmışlardı. Gözleri ayağındaki kelepçelerden çıkıp yerde bir yılan gibi kıvrılan, rengi ölümü bile gölgede bırakacak siyahlıkta olan zincirlere kaydı. Zincir kendisinin halkalarından yapılma olan bir yuvarlak ile yere bağlıydı. Açılan ışığa iyice alışmıştı gözleri. Bu odanın benliğini yavaş ve usul hareketlerle sömürdüğünü görüyor, bunun için hiç bir şey yapamamak onu çılgına çeviriyordu. Bunun bir kabus olduğunu düşündü ilk önce. Ama her şey o kadar gerçekçiydi ki. Demirin soğuk dokunuşları, nemli havanın genzini yakması nedeniyle nefes almakta güçlük çekmesi... Bunların hepsi gerçekti. Şu anda buradan kurtulmanın yollarını aramalıydı ama nasıl? O buradan kurtulmaya çalışırken tam karşısında aynı demirden yapılmış, şu ana kadar hiç dikkatini çekmeyi başaramamış olan kapı ardına kadar açıldı. İçeri giren bir adamdı. Yaklaşık 1.80 olan boyu ile sağlıklı ve güçlü görünüyordu genç adam. Bir elinde Jennifer' ın asasını tutuyor diğer eliyle ne olduğunu çözemediği bir şey döndürüyordu elinde. Jennifer sakin ikna edici ama yalvarıcı bir ses tonuyla sordu:'' Benden ne istiyorsunuz? '' Karşısındaki adam hafifçe sırıttı: '' Bunu öğrenmek için daha fazla zamanın olacak.'' Adam bu sırada Jennifer' a bir adım daha yaklaşmıştı. Hızlı düşündü yirmili yaşlarındaki genç kız. Ayaklarını demirlerin ağırlığına rağmen kaldırıp adamın dizlerine doğru var gücüyle fırlattı. Adamın elindeki asa elinden düşmüştü. Genç kız ayaklarını asasına doğru uzattı. Adam bu sırada kadına küfürler yağdırıyordu. Asasını ayaklarını havaya kaldırarak eline aldı. '' Severe Me! '' Sesi nemli odada yankılanmıştı. Adamın inleyişlerine aldırmadan: '' Yaptığım büyü bana dokunanı on metre fırlatmaya yarıyor. Beni çöz. Eğer bu dar odada bir yamuk yapmaya çalışırsan şansının olacağını düşünmüyorum! '' Adam söylenenlerden korkmuş gibiydi. Kendini düşünen bencil tiplerden biriydi o da. Titreyen ellerini beline uzatan adam anahtarları kemerinden çıkardı ve genç kızın ayak bileklerini açmaya başladı. Ama eli o kadar titriyordu ki, anahtar deliğine bile girememişti henüz. '' Çabuk ol! '' diye bağırdı. Adam hareketlerini hızlandırdı. O kadar korkuyordu ki kalp atışlarını Jennifer bulunduğu yerden bile duyabiliyordu. Bir dakika içerisinde adam ayak kelepçelerini açmış ellere geçmişti. İşi bitince '' Uzaklaş! '' diye bağırdı Jennifer. Adamın kim olduğunu bile bilmiyordu. O kadar sinirlenmişti ki Avada Kedavra bile yapabilirdi şu anda. Kendini frenleyen Jennifer, sersemlet ile adamı bayıltmadan önce duyduğu cümleyi aklından çıkaramadı: '' Gitmene asla izin vermezler! '' Kim diye soracak oldu Jennifer ancak bunun için vakti olmadığını anlayınca adama büyüyü yollamıştı. Cüppesini düzeltti, başka bir anahtar buketinin üstünde durduğu kapıyı yavaşça açtı. Kalbi olması gerekenden hızlı atıyordu. Bunu durdurmaya çalışmak ise nefesinin kesilmesine neden oluyordu. Kafasını loş bir ışıkla aydınlatılmış olan koridora uzattı. Gözleri sonu görünmeyen beton yığınını taradı. Masum bir görüntü yayan koridorda aynı nem kokusu ve demirin soğukluğu vardı. Başkaları da vardı burada. Zincirlerin yere vuruşunu duyabiliyordu. Ancak bunun için zamanı yoktu. Buradan hemen kurtulmalıydı. Eli asasını sıkıca kavramıştı. Bu düşüncelerle koridora doğru bir adım attı. Adımları öncelikle yavaştı. Bu hız onun sinirini bozmuşçasına adımlarını hızlandırdı. Fakat bu işe yaramıyor, çıplak ayaklarının yere her çarpışında çıkardığı korkutucu sesin daha çok çıkmasında daha çok etkili oluyor gibiydi. Sonunda ışığın olduğu bölmeye kadar ulaşmıştı. Arkasından birinin onu geriye çektiğini hissetti. Adam diğer genç çocuk gibi deneyimsiz değildi. 30' lu yaşlarında olduğu belli olan adamın Jennifer' a dokunan ellerindeki hafif nasırlar tecrübe ve yaşamışlığın somutlaşmış halleriydi adeta. '' Nereye gittiğini sanıyorsun? '' diye konuştu kırçıllı sesiyle adam. Karnına dirseğiyle bir tekme attı adamın Jennifer. Adam genç kadını tutmayı bırakmıştı. Acıdan kıvranıyordu. Önüne doğru eğilmişti. Jennifer en ufak bir tereddüt duymadan ikinci tekmeyi savurdu. Tekmelerine devam eden Jennifer asasını elinde hala sıkıca tutuyordu. Bir yandan da bağırıyordu:'' Kimsiniz siz? Söyle bana yoksa seni acımadan öldürürüm! '' Adam asasına Jennifer' ın tekmeleri arasında ulaşmaya çalışınca daha önce davranarak yerde duran sopa parçasını aldı. Adamın başka çaresi kalmamıştı. Söylemek zorundaydı, en azından Jennifer öyle düşünüyordu. Adam '' Yeter! '' diye bağırdı. '' Tamam söyleyeceğim.'' Adam ağzını açtığı sırada karanlık koridor yok olmuştu.
Binasının sıcak odasında gözlerini açtığında gördüğü şeyleri unutmamaya çalışıyordu. Hepsi bir rüyaydı. Ama o kadar gerçekti ki. Düşünceleri o kadar yoğundu ki beyninde en ufak bir boşluğun olduğunu bile düşünmüyordu Jennifer. Yatağında doğrulmaya çalışırken, ellerine baktı. Küçülmüşlerdi yara izleri de yoktu bileklerinde. Aynaya döndü, yüzü tertemizdi. Bir kaç dakika önce giydiği siyah cüppeden eser bile yoktu. Yerinde gayet güzel bir ütüye sahip üstünde Gryffindor arması bulunan bir kıyafet vardı. Beynindeki düşünceler gitgide sıkışıyorlardı. Başı bir kaç dakika sonra patlayacak duruma geldikten sonra beyni şalteri kapatılmışçasına durdu ve Jennifer' ı büyük bir boşluğun içinde bıraktı. Beyninde yankılanan son ses Reese'in kiydi:'' Jennifer uyan! '' Revirde açmıştı gözlerini. Burayı hiç sevmezdi aslında. Uzun koridor ona rüyasında gördüğü yeri hatırlatmıştı. Mızmız birkaç öğrencinin sızlanmaları eşliğinde yanındaki su bardağına uzandı. Bir yudum içtikten sonra usulca yerine koydu. Yanına yaklaşan yaşlı adamın üzerinde önlük benzeri bir şey yoktu. Onu gördükten sonra adam mutlu olmuşa benziyordu. İhtiyar yatağının başucunda durunca biraz geriye doğru gitmekte bir sakınca görmedi. Yanındaki komidinin üstünde duran asasına bir bakış fırlattı. Adam Jennifer' ın tedirginliğini sezmişçesine konuşmaya başladı: '' Merhaba küçüğüm. '' Dedesinden başka kimse uzun zamandır ona böyle seslenmemişti. '' Deden Peter seni bana emanet etmişti. '' Bundan bugüne kadar haberi olmaya Jennifer'ın suratındaki ifade görülmeye değerdi. '' Seni hep uzaktan izliyordum. Bugünün yaklaştığını tahmin etmiştim zaten.'' Jennifer' ın suratındaki ifade yerini meraka bırakmıştı. '' Hangi gün? '' Adam büyükbabası gibi gülümsedi. '' İlk kehanetini yapacağın gün.'' Merak evrimleşmişti bu sefer de şaşkınlığa dönmüştü. '' Kehanet mi? Benimle dalga geçiyor olmalısınız. Benim annem ve babam...'' Yaşlı adam sözünü kesmişti. '' Anne babanın muggle olduğunu biliyorum Jennifer. Ama dedenin yeteneğini düşün. '' Adam haklıydı. Ses tonu etkileyiciydi konuşması insana her şeyi yaptırabilecek nitelikteydi. Dedesinin büyücü olduğunu sonradan öğrenmişti. Gelen mektubu hala cebinde taşıyordu. Mektupta: '' Hogwarts’a başlarken yanında olamayacağımı seneler önce biliyordum.'' yazıyordu. Dedesinin bir yeteneği vardı, açıkça belliydi bu.Yetenekleri aklından saymaya başladı. Adam beynini okumuşçasına konuşmaya başladı:'' Deden bir görücüydü. Sen doğduğunda böyle bir yeteneğe sahip olduğunu biliyordu.'' Jennifer içinde böyle bir gücün olmasına karşı, bunu şimdiye kadar fark etmemesine çok şaşırdı. Kendine geldi, mantık yürütmeye başladı. Eğer bir görücüyse, gördükleri başına gelecekti. Yaşlı adama teyit etmek için döndüğünde adam durmaksızın cevap verdi: '' Eğer akışına bırakırsan başına gelecektir. Savaşman gerek.'' Adam bu sırada Jennifer' ın kahverengi saçlarını okşamıştı. '' Eğer bana ihtiyacın olursa beni burada bulabilirsin. '' Eline kart gibi bir şey vermişti. Teşekkür ettikten sonra adama samimi bir şekilde gülümsedi. Adam gülümsemeye karşılık verdikten sonra kapıdan çıktı. Odada inlemelerle yalnız kalmıştı. Yorgundu, biraz uyumanın iyi olacağını düşündü.
Sayfa düzeni mozilla kullandığımdan bozuk olabilir .
| |
| | | E. Niggle Borland Ressam ~ Vampir
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 445 Yaş : 37 Kan statüsü : Kurban ne verdiyse... Galleon : 11682 Ekspresso Puanı : 11 Kayıt tarihi : 09/04/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Cuma 10 Nis. 2009, 23:30 | |
| İsim: Edmond Niggle Borland Yaş: Çok (Vampirlikten mütevellit)
Ressam
Örnek Rp
Etrafı saran kandiller ve mumlarla aydınlatılan yer altı mahzeninde yer alan, geniş salonun kubbesi, konumlarına göre daire oluşturan sütunlarla desteklenmişti.
Ayakları altmış derecelik açılarla yere değen ressamın tuvali, uzun süredir yer altında kalmaktan sararmış ve yer yer küf tutmuştu. Nemden tablonun kenarlarına yapışan küfler tuvale , kenarları süslenmiş ve ortaçağdan kalma işlemeli bir defter havası veriyordu.
Salonun sonunda bir duvardaki çengele ayaklarından bağlanmış son kurbanın kanları, kesik boynundan başının altında duran kaseye akıyordu. Hayır! Kadın ölmemişti. Ama size yalan söylemeyeceğim. Kan kaybediyor ve baygındı. Yine de ölmeyecekti.
Solgun yüzündeki o ürkmüş ifade, baygın haliyle bile fazlasıyla çekiciydi. Baş aşağı durduğu için saçlarının bir kısmı kan dolu kaseye dalmış olan kahverengi saçları, mum ışığında parlayarak ressama ilham veriyordu.
Kasenin içinden, kendine bir kadeh dolusu taze kan alan Vampir, kristal kadehi dudaklarına götürdüğünde, sararmış boş tuvale bakıyordu. Çizeceği resim, gözlerinin önünde ve boş tuvalin üzerinde bir hayal olarak tamamlanmıştı bile. Aynı kasenin içinden alarak, bir başka ufak kaseye doldurduğu kanın içine sivri tırnağını batırarak, kadının ters bir şekilde duran yüzünü çizmeye başladı.
İnce, köprülü burun kemiklerini kıvrak parmak hareketlerle başarılı bir kopya gibi taklit ettikten sonra, kadının dolgun dudaklarının hatlarını belirledikten sonra, dudakların içini hemen yanı başında duran ve kan ve gözyaşı ile sulandırılmış siyah boyayla doldurdu. Aslında, kadının dudakları mosmordu. Yine de, onun makyajsız güzelliğini tuvale yansıtmak istemiyordu.
Biraz daha makyajlı, biraz daha solgun ve fazlasıyla canlıydı düşlediği kadın...
Kısa süre içerisinde, kadının tersten duran portesi tamamlanmıştı. Hızlı bir şekilde resim çizerdi, buna rağmen her türlü kıvrımı ve yüz hatlarını başarıyla taklit ederdi. Elbette, ressamın hızlı bir şekilde çizmesinin diğer bir nedeni ise kurbanlarını kan kaybından öldürmemek içindi. Her ne kadar bir vampir olsa da, onun için beslenmek ve öldürmek aynı şey değildi.
Günışığı doğduğunda, güzel muggle kadını, dün gece hiç yaşamamış gibi yatağında uyandığında, kendi yatağına çekilen ressamın başının ucunda duran portrede, güne başlayan kadının yüzü vardı.
| |
| | | Euphoria Szôlôssy Vendéglője Restorant Sahibesi
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 862 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan ~ O dahil kimse bunu bilmese de. Galleon : 12104 Ekspresso Puanı : 35 Kayıt tarihi : 21/03/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Cuma 10 Nis. 2009, 23:33 | |
| | |
| | | Clariss Luisa Pietra Model
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 641 Yaş : 31 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11842 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 10/09/08
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları C.tesi 11 Nis. 2009, 18:50 | |
| Clariss Luisa Pietra 21 Gitarist ~ Rock - Spoiler:
O korkunç Kasım ayı gelmiş, akıllardan silinmeyen yangın ondaki izlerini göstermeye başlamıştı. Çığlıklar; acı dolu, feryat figan bağırışlar... Bitip tükenmeyen gözyaşları, küçük bir kalp, küçücük bir bedenin içinde sesini duyurabilmek için çırpınıp duruyor. Alevler gittikçe yükseliyor, etrafı duman kaplıyor, o küçücük kızın yanaklarından süzülen yaşlar bitmek tükenmek bilmiyordu. Gözlerinin önünde koskoca malikane alevler içinde kül oluyor, malikanenin için olan büyükannesi alevler içinde mahsur kalmış, feryat figan bağırıyordu. Bağırışlar, sirenler, çığlıklar... Hepsi biranda gücünü yitirmişti. Sessizlik... Derin sessizliğe gömülmüştü biranda herşey. Sirenler durmuş, gücünü yitiren acı çığlıklar yerini sessizliğe bırakmıştı. İşte tam bu sırada yangın durdurulmuş ve içeriden bir ceset çıkmıştı. O ceset küçücük ve narin bir bedene sahip olan Clariss'in büyükannesiydi. Küçücük beden bu görüntü karşısında daha fazla dayanamayıp yere yığılmıştı. İşte bundan sonrası onun küçücük kalbinde koskoca bir boşluk oluşturuyordu. O boşluk hiçbir zaman dolmamak üzere onun küçücük kalbinde hep acı bir gerçek olarak kalacaktı.
Küçük, narin, hassas ve güçsüz beden yatağın üzerinde hiç kıpırdamamaksızın yatıyordu günlerdir. Bedeni kaskatı kesmiş, yüzünde ne bir mimik ne de bir umut kalmıştı artık. Olanlar hem onu hemde Rosalié'yi çok etkilemişti. Ama herşeyin Clariss'in gözünün önünde olması Clariss'i daha da fazla etkisi altına almıştı. Clariss bilinç altında hala olanları kabul edemiyordu. Sanki herşey kötü bir kabusmuşçasına üzerlerine çökmüştü. Günlerden sonra bu kabustan biran önce uyanmak istermişçesine ateşler içinde çırpınıyor, uykusundan uyanmak istiyordu. Ama olmadı... O uyutuluyordu, gerçeklerle yüzleşmemesi gerekiyordu belkide. Onun için böylesi daha iyiydi. Ama sevdiklerinin elinden kayıp gitmesine alışmalıydı artık. Ve büyümeliydi kendi içinde. O, yangından sonra büyümüş ve bir o kadarda olgunlaşmıştı. O küçük, melek kız gitmiş, yerine büyümüş ve kötü bir kız gelmişti. Yangın hayatını değiştirmekle kalmamış sonunda onuda değiştirmişti. Kasım ayı onu yıllar önce olan yangına geri götürmüştü. Hiç olmadığı kadar derin bir sessizlik kaplamıştı içini. Bu derin sessizlik onu her seferinde mutsuzluğa sürüklemeye devam ediyordu. Sürüklendiği bu mutsuzluktan çıkması ise uzun zaman alıyordu. Ama bugün kendine söz vermişti, artık koskoca bir kız olmuştu, büyükannesinin istediği gibi Slytherin'li, asil bir kız...
Artık kabullenmeliydi bu acı gerçeği. Kalbindeki boşluğun acısını unutamayacaktı belki, ama kendini buz gibi olan bir mutsuzluğun içine de süreklemeyecekti, böylesi daha iyiydi. Unutmaya başlamak için o acı güne dair herşeyini tek bir sihirle yaktı.
"Incendio!"
Yaktığı herşey biranda kül olmuştu. O acı günden arta kalan hiçbirşey bırakmamıştı. Avucuna külleri alıp, pencereden dışarı doğru savurdu, kuvvetli rüzgar onları yutarcasına yoketmişti. Fırtına duvarları yoketmek istermişçesine esiyordu. Pencere açıldığında oda biranda savaş alanına dönmüş, kuvvetli rüzgar içeriyi resmen birbirine katmıştı. Bütün parşömen parçaları havalarda geziniyor, kıyafetlerin hepsi oradan buraya savruluyordu.
Korkutucu rüzgarla beraber iliklerine işleyen bir soğuk vardı havada. Soğuk hava Clariss'i kendine getirmiş, herşeyini unutturmuştu biranda. Acılarını, kırıklıklarını, arayışlarını... Rüzgar o acı güne ait tek bir kırıntı bile bırakmamıştı kalbinde... Belkide bırakmıştı, saklamıştı o küçücük kalbinde. Söküp atamamıştı o koskoca acıyı. Kolay değildi zaten söküp atmak, hemde hiç kolay değildi! Düşünceler içinde sürüklenip giderken rüzgar şiddetini arttırmış, etrafı kara bulutlar sarmıştı. Clariss sürüklenip gittiği düşüncelerden ancak rüzgarın şiddetinden pencerenin büyük bir gürültüyle kapanmasıyla kurtulabilmişti. Pencerenin kapanmasıyla havada uçuşan parşömen ve kıyafetler süzülerek yere savruldu. Yere savrular eşyalara bakarken, yatağına uzanmış, uyumamak için direnmeye çalışıyordu. Ama günlerdir gözüne bir damla bile uyku girmiyordu, yorulmuş ve tükenmişti. Acı onu içten içe yok etmeye çalışıyordu. Peki şimdi neredeydi o güçlü Slytherin'li kız? Pes mi edecekti yoksa? Hayır! Kesinlikle pes etmemeliydi bu kadar çabuk. Şimdi uyumalıydı, uyandığında ise tekrar o güçlü, Slytherin'li kız geri gelmeliydi. Bu kadar çabuk pes etmek kesinlikle ona göre birşey değildi.
| |
| | | Lizzié Auriän Andié Fotoğrafçı & Fotomodel
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 9 Yaş : 32 Kan statüsü : Safkan Galleon : 11632 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 24/12/08
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Paz 12 Nis. 2009, 09:07 | |
| Fotoğrafçı & Fotomodel *
Lizzié Auriãn Andié *
19 *- Spoiler:
Kışın keskin soğuklarının yaşandığı bir geceydi. Lizzie soğuk rüzgârın haykırışını sıcak ve yumuşak yatağında dinliyordu. Çatılmış, karanlık kaşlarının altındaki gözlerinde şimşekler çakıyordu. Yüreği korkudan kaburgalarını parçalayacakmış gibi atıyordu. Henüz sekiz yaşında bir çocuğa göre fazlaca gelişmiş korku hissiyatını yenmesi gerektiğinin farkındaydı. Oda sokak lambalarının ışıltılarıyla azda olsa karanlıktan kurtuluyordu. Gece keskin bir gri rengiyle parlayan gözleri odanın tek bir noktasına asılıkalmıştı. Oda git gide kararıyor, bir şey pencereden giren sokak lambalarının ışığını emiyor, tüketiyor, her şeye egemen olan bir karanlığın içinde boğuyordu. Sinsice yayılan bu karanlık göz gözü görmeyeceği şekilde her tarafı kaplamıştı. Güneş yanığı teni, şaşkınlık ve korkudan grileşmişti. Zihni bir panik girdabına kapılmıştı, düşünemiyordu.
Salonun içerisinden gelen uğultular ve küçük gürültülerle Lizzié yataktan kendini atarak ayağa kalktı. Adımlarını tahta kapıya doğru korkuyla attı. O sırada evin zili çalmıştı. Kapının ardında küçük ve sevimli olan salonları vardı. Lizzié kapıyı açamadığı için dizlerinin üzerine çökerek kapının anahtar deliğinden baktı. Annesi ve babası ayaklanarak salonun ışığını açtı ve daha sonra da kapıyı açtılar. Siluet şeklinde gözüken, siyah orman pelerinlerine bürünmüş kalabalık -yaklaşık 6 kişi- bir grup Annesi ve babasını iterek içeriye girdiler. Annesi ve babası güçlü bir sarsıntı ile yere yapıştı. Lizzié'nin ise solgun yüzü acı ve çaresizlik gözyaşları ile ıslanmaya başlamıştı. Lizzié ne yapacağını bilemiyordu. Ağlamamaya ve ses çıkartmamaya özen göstererek kapının anahtar deliğinden bakmaya devam ediyordu.
Yere düşen anne ve babasını iki kişi saçlarından tutarak ayağa kaldırdılar. Anne ve babasının dışında herkesin ellerinde asa vardı. Lizzié aynı anda bir çok duyguyu yaşıyordu; acı, hüzün, korku, merak... En öndeki adam Annesi Eilén'e bakarak;
"Eilén, Aşkım! Sana demiştim değil mi?"
Dedi yüzünde çarpık, alaycı ve oldukça rahatsız edici bir gülüş ve bakışla. Babası D'arvan'nın ise yüzündeki sinirli ifade ile hemen dikkat çekiyordu, yumruk yapmış elini sertçe konuşan adamın suratına geçirdi. Adam sarsılarak;
"Lanet köpek!"
Diye haykırdı şiddetle. Arkadan iki adam hışımla D'arvan'ın boynuna asayı yasladı. Birisi D'arvan'ın suratına tokat attı ve tükürdü. Annesi Eilén;
"Seni yüreksiz, pislik; Glenn!"
Diye haykırarak elleri ile onu son gücüyle itekledi. Saldırganca davranışı ile Glenn denen adam Eilén'in dudaklarına yapıştı. O anda D'arvan delicesine, adeta yırtıcı bir hayvan gibi yanındakileri iki yana savurarak kendini Glenn ve Eilén'in ortasına atarak onları ayırdı. D'arvan'ın iteklemesiyle yere düşen adam asasını D'arvan'a yönelterek;
"Crucio!"
Diye haykırdı. Asasından çıkan ışık huzmesi D'arvan'a çarpmıştı. Yere acı haykırışlarla yığılan D'arvan'ın üzerine göz yaşları ile Eilén eğildi.
"Hayır! Hayır! Hayır!"
Eilén'in çaresiz haykırışlarına aldırmayan iki adam Eilén'i kollarından tutarak D'arvan'dan ayırıp koltuğa bağladılar. Glenn pis pis sırıtışlarından sonra kanları donduracak yüksek bir sesle kahkaha attı.
"Aşkım! Eilén! Seninle çıkarken beni bu yarım kanla aldattığını bilseydim, onu gözümü bile kırpmadan öldürürdüm! Ama henüz geç değil. Dokuz yıl önce bu yarım kanla kaçarak beni terketmen, bana yapabileceğin en büyük hataydı."
Diyerek elindeki asayı Eilén'in suratında ve vücudunun en hassas bölgelerinde gezdirdi. Eilén'se ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle D'arvan'a ve daha sonra Glenn'e baktı;
"Yeter! Yanlış hatırlıyorsun Glenn. Sana çık hayatımızdan demiştim. Seninle ayrılmıştık ve sen peşimi asla bırakmadın. Sen! Sen yüreksiz, adi bir pisliksin! Rahat bırak bizi..."
Diye haykırdı. Ardından Glenn kahkahalar atarak;
"Hayır aşkım. Senin beni bu lanet p*çle aldatmanı ve bu lanet olasıca melez köpek ile kaçmanı unutuyorsun. Eh tabii ki normaldir. Dokuz yıl oldu. İzinizi Rusya'ya kaçarak, en ücra kasabasında yaşayarak kaybettireceğini mi sandın? Ne oldu? Yıllar sonra seni bulabileceğim aklına bile gelmezdi değil mi?"
Dedi. Daha sonra şehvetle yanan dudaklarıyla savunmasız Eilén'in dudaklarını birleştirdi.
"Seni arzuluyorum Eilén."
Diye fısıldadı Glenn. D'arvan ise odanın köşesinde hala acı içerisinde kıvranıyordu. D'arvan bir muggle doğumlu ve Eilén'se safkan bir büyücüydü, bu yüzden Glenn içine sığdıramadığı bu nefreti bu gece yok etmek için gelmişti dostlarıyla. Adamlar Glenn'in fısıldamasını henüz ayrımsamıştı. Dört kişi koltuğu yatak odasına çektiler. Glenn'se yatak odasına girdi. Dört adam işlerini halletmişcesine çıktılar. Diğer adamlarla bir olup acı içinde kıvranan adama tekmeler indiriyorlardı. Bilinci azda olsa yerine gelen D'arvan son bir güçle yerinden kalkarak yatak odasına doğru yürümeye çalıştı. Lâkin ikinci adımda yeri yalayacak derece de serildi yere.
O sırada Eilén'İn acı dolu çığlıkları bütün evi sarıp sarmalamıştı. D'arvan ise boğulacak gibi öksürüyor ve gözlerinden yaşlar fışkırıyordu. Kısa bir süre sonra cübbesinin boyunluğunu düğümleyerek kapıyı açan Glenn dostlarına gülümseyerek;
"Eilén'i buraya getirin hemen! Bu melez köpeği öldürürken onun yüz ifadesini merak ediyorum. Hey! Ağzını da bağlayın, kulaklarımın pasını daha sonra yeni sevgilimin müziği siler..."
Diyerek onlara göz kırptı. D'arvan'ın teni daha şimdiden yaklaşan ölümün solgun saydamlığına bürünmüştü. Ardından acılar içerisinde, çaresiz D'arvan'a bakarak kahkahalar atan Glenn'in gözleri kapıdan giren yarıçıplak Eilén'e kaydı. Daha sonra eline asasını alarak D'arvan'ın göğüslerine ayağını bastı. Çılgınlar gibi bağıran Eilén'in kaykırışlarını dikkate almayan Glenn Sarp bir şekilde ayağını kaldırarak şiddet uyguladı. Ardından aralarından bir dost cebinden çıkardığı bıçağı Glenn'e uzattı. Eline aldığı bıçağı D'arvan'ın yüzünde şiddet uygulamadan gezdirdi.
Bıçağın soğuk çeliğini teninde hisseden D'arvan'ın bir şiddet uygulayacağından korkan Glenn ani bir hareketle bıçağı kavrayarak hızla gırtlağına geçirdi. Kıprkımızı kan adeta fışkırıyordu. Eilén çığlıkları kesmiş bir vaziyetle bayılmıştı. Glenn'se korkudan bıçağı yere fırlatarak;
"Halledin şu işi!"
Diye bağırdı. Adamlardan birisi asasıyla D'arvan'a;
"Avada Kedavra!"
Diye haykırdı. Asasından yeşil bir ışık demeti, gözleri kamaştıracak bir hızla D'arvan'a çarptı. Yavaşça uyanan Eilén'in, D'arvan'ın cansız bedeni ile karşılaşınca ağlamaya başladı. Çığlıkları ve haykırışları kulakları yırtıyordu sanki. Buna öfke seliyle karşılık veren Glenn;
"Senin sonunda bu lanet, yüreksiz, omurgasız, güçsüz melez köpek gibi olacak; Avada Kedavra!.."
Sözlerini bitirdiği zaman sersemlemiş bir sessizlik vardı. Yeşil ışık Eilén'i vurup onu öldürmüştü. Adamlarla beraber Glenn'de kahkahalarla evden çıkıp gitmişlerdi.
Lizzie sözlerin bittiği bu anları sanki iki saniye içerisinde yaşamışcasına sesini çıkartamıyordu. Göz yaşları suratını nemlendirirken zihni ne yapacağını muhasebe ediyordu. Kendini yere atarak ellerini yüzüne gömüp hıçkırmaya başladı. büyücü çok garip bir şekilde uyuşmuş, sanki dünyadan kopmuş gibiydi. Öfkeden beynine kan çıkmıştı ve şoka girmişti. Kendisini ayağa son bir güçle kaldırarak, Müstakil evlerinin penceresini açtı. Çimenlerin üzerine zıpladı, Çığlıklarla ağlayarak yardım çağırmak üzere oradan uzaklaştı.
Rol Oyunu Dışı: Lizzié'nin geçmişinden bir kesit..
| |
| | | Fanchone Lawrance
Ruh hali : Mesaj Sayısı : 91 Yaş : 31 Galleon : 11521 Ekspresso Puanı : 0 Kayıt tarihi : 22/03/09
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Paz 12 Nis. 2009, 10:50 | |
| Fanchone Lawrance Heykeltıraş 16 yaşında dönüştü, 56 yaşında.
- Spoiler:
Defalarca silinmesine rağmen üzeri lekelerle dolu küçük cep aynasıyla yüzünü incelemeye başladı. Sol gözünün altında -üzerine buz koymasına rağmen- koyu bir morluk oluşmuştu. Dudağının kenarında, alt dudağını hafifçe şişiren bir yara vardı ve sol kaşının üzerinde; Aléida'nın hastaneye gitmemek için dikişlik değil dediği derin sayılmayacak, küçük bir yarık vardı. Gözünün altında, bu sabah yediği dayakla ilgisi olmayan mor halklar oluşmuştu. Bunlar muhtemelen birkaç ay önce bıraktığı uyuşturucunun onun fiziğinde krizler dışında bıraktığı geçici dövmelerdi. Elini sağ gözündeki halkalardan, diğer gözündeki morluğa götürüp hafifçe bastırdı. Sinirlerini gıdıklayan acıyla elini hızla çekip cep aynasını ait olduğu yere; çantasının ön gözüne gönderdi. Gözü kucağındaki siyah çantadan sargılı koluna kaydı, yüzünün halini gözünün önüne getirdi. Karşısında biri varmış ve onunla dalga geçiyormuş gibi camdan dışarı bakarak gülümsedi. Sabah üvey babasından asasını istediğinde -ki bu evden gideceği anlamına gelirdi-, yiyeceği dayağın öncekilerden daha beter olacağını düşünmüştü. Oysa bütün hasarı yüzündeki üç-beş çürük, kolundaki incinme ve karına yediği birkaç tekmeden ibaretti. Kim bilir, belki de bedeni fazla içkiden iflas eden annesi gibi o da formdan düşüyordu.. Hoş(!) Red Lake’da onlar gibilere bir şey olmazdı.. Onlar yaşardı, annesi gibilerin cesetleri de bir içki parasına ya manyağın birinin eline verilir yada bataklığa atılırdı.. Onu Widmore’ların arasına sürükleyenlerden biri bedeninin bu şekilde insanların arasında dolaşması ihtimaliydi. Diğeri de ayyaş Joe’nun karısının başını duvara vura vura öldürmesine şahit olmasıydı.. Kesin olarak bildiği bir şey daha vardı; günde içtikleri bir kadeh şarabı, muhtemelen kan dolaşımı adına götüren bu aileye lüks yaşam için değil, hayatta kalabilmek için gidiyordu.
Beyninin yavaş yavaş düşünemez hala geldiğini hissetti. Bu bedeninin mal için isyan edeceği anlamına geliyordu. Sihirli bir ayna gibi sadece geçmişini görmek için baktığı tren camına bu sefer gideceği yere ne zaman varacağını anlamak için bakmaya başladı. Onu cam kenarına sıkıştırmış tombul teyzeler bedenine istediğini ertelemek için içtiği ikinci zehri sunmasına izin vermiyordu. Havasız ve cehennem gibi sıcak ortamdan daralmış bedeni, nefes almasını zorlaştırıyordu. Harekete, koşmaya, ayakta durmaya alışmış kimyası ayağa fırlayıp koşmak istiyordu ama git gide uyuşan vücudu her an bayılmaya hazır vaziyette bekliyordu. Ne düşündüğünü, ne yapması gerektiğini bilmiyordu ama bedeninin istediği şeyi biliyordu… Annesinin rahmine güvenle kıvrılmış çocuk gibi kadife tren koltuğuna, dizlerini karnına çekip oturdu. Kont pantolonunun cebinden çıkardığı kağıt peçeteyle boynundaki ve alnındaki terleri sildi. Ona yardım etmek için seslenen bir vagon dolusu kadının sesi artık çok uzaktan geliyordu. Sadece kucağındaki çantadan karnına değen soğuk içki şişesini hissediyordu.
Koluna elini koyup onu hafifçe dürten kadın sayesinde kendin geldi. “ İyi misiniz? Tren Londra’ya vardı. Sizi alacak bir yakınınız var mı?” Üste üste sorulan iki sorunun arasındaki varış sözcüğüyle sendeleyerek toparlandı. Koltukların üstünde duran raftan valizini çıkardı. Ağrıyan kolları ve sırındaki kaslardan başlayan ürperti onu rahatsız etmeye başlamıştı. Yeterince acınası gözüken görüntüsünün had safhaya ulaşıp kendisini ailenin acınan, gayri meşhur kızı yapmaya hiç niyeti yoktu. Onu muhtemelen tren garında bekleyen Widmore’un temiz gençleriyle buluşmadan önce çantasındaki konyağı içmeliydi.
Her çeşit insan modelinin bir arada bulunabileceği kalabalığın arasına yeni bir çeşit, yeni bir yüz olarak kendisini attı. Kalabalığın arasından sıyrılıp, tuvalet gibi bir köşe ararken titreyen elini ve kontrol edemediği kriz başlangıcını daha fazla durduramayacağını anladı. Çantasındaki konyak şişesini çıkarmak için sel gibi dışarıya akan insan kalabalığının ortasında durdu. Ayaklarının dibindeki bavulun birkaç metre öteye gitmesine aldırmadan sırt çantasındaki ıvır zıvırların arasından içki şişesini çıkarmaya uğraşına devam etti. Bir kaç toka ve küçük bir fotoğraf albümü söylenen kalabalığın ayakları arasında yitip gitti. Yitirdiklerine olan üzüntüsü eline değen soğuk camla yok oldu. Onu sıkıca kavrayıp çantasından çıkardı. Sadece sağ eline mahsus olan titreme nedeniyle ağır şişeyi diğer eliyle kaldırmak zorunda kaldı. İçine akan yakıcı sıvının tadıyla kasılan kaslarının gevşediğini hissetti. Boşalan cam şişeyi yere atıp, tuzla buz olan şişenin özgür bıraktığı konyakla tren garına saçtıkları zafer resmine birkaç saniye baktı. Kasılan kaslarının gevşerken vücudunda yaptığı ürperme ve kontrol edemediği kas kasılmaları içinde en yakın duvara ağırlığını bıraktı. Duvara sürterek beton zeminine oturup bağdaş kurdu. Beynini uyuşturan hoşlukla beraber azalan titremenin verdiği huzurla gözlerini kapatıp başını duvara dayadı. Ona bakıp fısıldaşan insanlar ve onların düşündükleri umurunda değildi.. Şimdi sadece önceki krizine oranla daha da şiddetli olan son krizini atlatmaya çalışıyordu.
İstasyonun nefes kesici sıcağına rağmen titremesi kesilmiş sağ eli buz kesmişti. Birkaç dakika öncesine oranla sakinleşmiş bedeni yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı. Beyninin önündeki sis perdesi adeta yok olmuş, yaptığı saçmalıkların farkına varmaya başlamıştı. Bavulu, fotoğraf albümü ve yok yere, yere saçılmış bir şişe konyak.. Buğulanmış gözlerini aralayıp sargılı koluyla nemini sildi. Sendeleyerek ayağa kalktı, aniden oturduğu yerden kalkmanın yol açtığı baş dönmesini umursamadan ayaklarının dibindeki sırt çantasını alıp, kalabalığın diğer duvar kenarına yolladığı bavulunun yanına gitti. İstasyona adım attığı andan beri umursamadığı diğer insanlara doğru başını çevirdi. Biraz önceki olayın şahitleri çoktan çıkışa varmıştı. Yeni gelenlerse yerdeki cam kırıklarının failine lanet okumakla meşkullerdi. Kalabalıktan yükselen küfürleri birer iltifat gibi görüp kendisine gülümedi. Yolun uyuşturduğu bacaklarını açmak için bir ileri bir geri haraket ederken duvar kenarına dizilip trenden inecek yakınlarını bekleyen insanları incelemeye başladı. Kalabalık bir resim yollayan ailenin üyeleri tek tek gözünün önüne gelmiyordu ama ilerde kriz geçirirken de gözüne çarpan, sürekli ona bakan bir erkek ve bir kadın vardı. Birkaç saniye bakıştıkları bu çiftin el sallamasıyla bundan sonra göreceği tiplerin bunlar olduğunu anladı.Yanlarına doğru bavulunu çekiştirerek ilerlerken içinden tanışma safhasında biraz önceki olay için nasihat sözü geçmemesi için dua etmeye başladı. Belki de daha önce yanlarına gelmemelerinin nedeni böyle bir kuzen beklemiyor olmalarıydı.
| |
| | | | Sanatçı Alımları | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |